“Bahçe’de Felsefe” kitabının yazarı Damon Young, geçmiÅŸten bugüne bahçede felsefe üreten filozoflardan bahsettikten sonra insan ve bahçe iliÅŸkisini ÅŸöyle anlatır: “Ä°nsanın doÄŸayla olan özel iliÅŸkisi bahçede sergilenir. Bahçe, insanın fiziksel ve zihinsel olarak doÄŸayla nasıl bir iliÅŸki kurduÄŸunu gösterir. Normalde saklı kalan veya unutulan doÄŸa-insan birlikteliÄŸi bahçede çarpıcı bir ÅŸekilde görünür hâle gelir; bir gösteriye, bir sergiye, bir sunuma dönüÅŸür. Aristoteles’in ifadesiyle, bu ezelî iliÅŸki bahçede ete kemiÄŸe bürünür. Bahçe, insanın doÄŸayla fiziksel ve zihinsel dayanışmasının sergilendiÄŸi yerdir. Bahçe, insanlaÅŸtırılmış evreni görünür ve anlaşılır kılar; bu görünen, hissedilen ve üzerinde düÅŸünülen bir birlikteliktir.”.
Divan edebiyatı ÅŸairleri, mutasavvıflar ve filozoflar, gülistandan ve bostandan aldıkları ilham ile eserlerini kaleme almışlardır. 12. yüzyılda yaÅŸamış dahi insan Åžirazlı Sa’di’nin sadece Åžark edebiyatının deÄŸil tüm dünya edebiyatlarının ölmez yapıtları arasında gösterilen “Bostan ve Gülistan” adlı iki ÅŸaheserinde gezdiÄŸi coÄŸrafyalardaki bostan ve gülistanlardan topladığı güzellikleri eserlerinde lisanı ile arz etmiÅŸtir. Bostan, Farsça’da “çiçek ve gül kokularının çok olduÄŸu yer ve kokular ülkesi” mânâsına gelmektedir. Gülistan ise Farsça’da “gül bahçesi, güllük ve güller ülkesi” mânâlarına gelmektedir.
Kadim dünyanın farklı bölgelerinde seyr ü sefer eden “Bostan ve Gülistan”ın sahibi Sa’di, gezdiÄŸi coÄŸrafyalarda deÄŸiÅŸik renklerde, farklı lisanlarda, dinlerde ve muhtelif kültürlerdeki insanlarla tanışmış, kaleme aldığı eserlerde de ırk ve renk ayrımı yapmaksızın tüm insanlığa seslenmiÅŸtir. Gülistan’ı Ä°ngilizceye tercüme eden Ä°ngiliz ÅŸair ve gazeteci Edwin Arnold, Sa’di hakkında ÅŸunları kaleme alır: “1191’de yani Avrupa’nın büsbütün cehalet ve taassubun karanlığı içinde yuvarlandığı bir tarihte Sa’di’nin Gülistan gibi bir kitap yazmış olması cidden hayretengizdir.”.
Ä°ranlı büyük ÅŸair Åža’di Åžirazî’nin ÅŸu an Newyork’ta BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) binasının duvarında yazılı olan ve insanlık âlemini tarif eden ÅŸu güzel ÅŸiiri bakın nasıl evrensel bir anlam taşıyor:
“Beni âdem aza-yı yek-digerend
Ki der-âferineÅŸ zi-yek gevherend
Çü uzvi be-derd âvered ruzigar
Diger uzuvhâ ra nemaned karar
To ki ez mihneti digeran bi ÄŸami
Ne ÅŸayed ki named nehend ademi”
Türkçesi:
İnsanlar birbirlerinin organları mesabesindedir,
Çünkü yaratılışları itibariyle aynı cevherdendirler.
Günün birinde bu organlardan biri hastalanırsa,
Diğer organların da huzuru kalmaz, onlar da rahatsız olur.
EÄŸer sıkıntı ve çilelerinden gamlanıp kederlenmiyorsan,
Sana âdem oÄŸlu demek yaraÅŸmaz.
Ä°ngilizcesi:
The children of Adam are limbs to each other,
having been created of one essence and soul,
If one member is afflicted with pain,
The other members uneasy remain.
If you have no sympathy for human pain,
The title ‘human’ you cannot claim.
Sa’di Åžirâzî’nin on altı dile de çevrilen ve 1945’te güyâ dünya barışını, güvenliÄŸini korumak ve milletler arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iÅŸ birliÄŸi oluÅŸturmak için kurulan uluslararası bir örgüt olan BM binasına da asılan satırları, hakikatte Ä°slâm öÄŸretisinin bizatihi kendisiydi. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Maide suresi 32. ayette ÅŸöyle buyuruyor: “Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüÅŸ gibi olur, kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”. Hz. Peygamber (sav) de bir hadis-i ÅŸerifinde ÅŸöyle buyurmaktaydı: “Ä°nananlar, birbirini sevmek, birbirine acımak ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduÄŸu zaman diÄŸer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluÄŸa ve hastalığa dûçar olur.”.
Künyesi MüÅŸerrefüddin Muslih bin Abdullah olan Åžeyh Sa’di Åžirazî, 1191’de Ä°ran’a baÄŸlı Åžiraz ÅŸehrinde dünyaya geldi. GençliÄŸinde Fars topraklarında hüküm süren Türkmen kökenli Atabey Sa’d bin Zengi’nin himayesinde kaldığı için “Sa’di” mahlasını almıştır. Ä°lk eÄŸitimini babasından sonra dedesinden alan Sa’di, tedrisatını BaÄŸdat’ta bulunan meÅŸhur Nizamiye Medresesi’nde Sühreverdi ve Ebülferec bin Cevzi gibi üstadların gözetiminde tamamladı. Sonra BaÅŸta Hemedan ve Horasan olmak üzere, uzun yıllar Hindistan, Çin, KaÅŸgar, Belh, Gazne, Pencap, Semerkant, Buhara gibi doÄŸu ülkelerini gezdi. Bir süre Mekke, Åžam ve Kuzey Afrika’da ikamet etti. Mısır ve HabeÅŸistan’da yaÅŸadı. 30 yıl muhtelif eÅŸkal ve kisvelerde bu coÄŸrafyalarda gezdikten sonra, 50 yaşındayken Åžiraz’a avdet etti.
Eserlerini tetkik eden kimse Sa’di’yi bazen yakıcı Arabistan çölleri arasında kervanlar peÅŸinde, bazen KaÅŸgar medresesinde gramer uzmanları ile münakaÅŸada, bazen Trablus hendeklerinde Yahudilerle birlikte taÅŸ ve toprak taşımada ve bazen Sumenat’ın Hindu ibadethanesinde Hindistan dinlerinin gizemlerini araÅŸtırmak ile uÄŸraÅŸtığını görür. Halbuki Ä°ran’ın büyük ÅŸairlerinin çoÄŸu yalnızlığı ve gözlerden ırak hayatlarını sürdürmeyi tercih etmiÅŸlerdi. Firdevsî Tus’ta güzel bahçeli bir evde, Hayyam NiÅŸabur’da, Hafız Åžiraz’da ve Mevlânâ da Konya’da yaÅŸadı. Sa’di’nin ise toplumsal ve hareketli bir hayatı vardı. Hem sosyaldi hem hayatın sıcak soÄŸuÄŸunu tatmıştı hem eÅŸsiz bir ÅŸairdi hem de dünya görmüÅŸ bir adamdı. Bir ÅŸiirinde ÅŸöyle der:
“Dünyanın en uzak noktasını gezdim,
Herkes ile düÅŸtüm kalktım,
Her köÅŸeden bir fayda elde ettim,
Her bir harmandan bir salkım derdim.”
Elli yaşından sonra eserlerini kaleme alan Sa’di’nin bize ulaÅŸan 16 kitap ve 6 risalesi bulunmaktadır. Farsça yazdığı eserlerinde Arapça beyit ve ibareler kullandı. Hatta kaside tarzında Arapça ÅŸiirler yazdı. Eserleri, Bostan ve Gülistan’dan baÅŸka Arabî ve Farisî kasidelerden, mersiyelerden, gazeliyyat-ı kadimeden, tayyibat, bedayi ve havatim namlarıyla maruf olan eÅŸ’ar mecmualarından ve bunlardan baÅŸka birçok rubaiyyat, kıtaat, eÅŸ’ar-ı müteferrika, hezelliyat vesaireden mürekkeptir. Feridüddin Attar’ınkinin tarzında yazılmış bir Pendnamesi de vardır. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Hintçe, HabeÅŸçe ve Latince de bildiÄŸi kaydedilir.
Fars edebiyatı tarihinin en büyük ÅŸairlerinden biri olarak kabul edilen Sa’di Åžirazî, aynı zamanda bir ahlâk öÄŸretmeni olarak da tanınmıştır. MoÄŸol istilası döneminde Ä°slâm coÄŸrafyasının büyük bir bölümünün içerisinde bulunduÄŸu sıkıntıları, dağınıklığı, kederleri, halkın yaÅŸamakta olduÄŸu çok zor ÅŸartları bizzat müÅŸahede eden Sa’di; yazdığı kitaplarda bunun sebeplerini irdelemiÅŸ ve yöneticilerden halka kadar herkese hikâyeler ve ÅŸiirlerle adeta dersler vermiÅŸtir. Bostan ve Gülistan kitaplarında, merhamet, ÅŸefkat, adalet, insaf, cömertlik, ihsan, tevazu, rıza, teslimiyet, gençlik, aÅŸk, tevbe, doÄŸru yol, kanaat, susma ve sohbet adabı gibi birçok baÅŸlığa çarpıcı örnekler ve onun devamında dersler vermektedir.
Bugün yine iÅŸgaller altında darmadağınık yaÅŸayan, periÅŸan bir görünüm arz eden ve büyük Ä°slâm ahlâkı sloganlarına raÄŸmen toplumsal ahlâkî sorunlar içinde bocalayan Ä°slâm ümmetinin Sa’di gibi pir-i fanilere çok çok ihtiyacı var. Ä°ÅŸte bundandır ki, Sa’di’nin kitapları Tanca’dan Cakarta’ya tüm Ä°slâm medreselerinde asırlardır okutuluyor. Sa’di’nin kitapları Osmanlı medreselerinde neredeyse zorunluydu. Kitapları Osmanlı edipleri ve ulemasının hepsini etkilemiÅŸti. Mehmet Akif Ersoy¸ Sa’di’den bahsederken “Azim” adlı ÅŸiirinin başında “Hem lisan hem de bulduÄŸu konular itibariyle Fars ÅŸairlerinin en büyüÄŸü” olarak gördüÄŸü Sâdî’yi¸ “Bizim Åžark’ımızın rûh-i kemâli” olarak görür ve onu “Üstâd-ı Ä°rfân” diye anar. Zira Sa’di¸ ona “insanlığa hizmet etme yolunu gösteren adam”dır. Ziya PaÅŸa da “Harabat” adlı ÅŸiirinde Sa’di’ye olan takdirlerini ÅŸöyle dile getirir:
“Bir kimse okursa Bûstan’ı
Anlar o zaman nedir cihanı.”
Uzun yıllar süren bu seyahatlerinde gördüklerini, duyduklarını, bizzat yaÅŸadıklarını bir araya topladı ve kendisinden sonra gelecek olanlara çok deÄŸerli, ibret, öÄŸüt ve hayat tecrübesi dolu veciz eserler bıraktı. Kalp gözlerini açarak gezmiÅŸ olan Sa’di, bu yüzden olayları deÄŸiÅŸik bir açıdan izleme imkanı bulmuÅŸtu. Her zerrenin hakikati gösteren bir ayna, her yaprağın marifet kitabının bir sayfası olduÄŸunu gözlemledi. Yine aynı gözle bizzat içerisinde yaÅŸadığı toplumu, o toplumu oluÅŸturan bireyleri, yönetenleri ve yönetilenleri dikkat ve ibret dolu bakışlarla inceledi. Çıkardığı sonuçları, çok deÄŸerli tecrübeleriyle harmanlayarak kendisinden sonra gelecek olanlara, kuracaklarını umduÄŸu barış ve huzur toplumlarının oluÅŸmasında belki faydalı olur amacıyla armaÄŸan etti.
Ä°ÅŸgallerin ve bölünmüÅŸlüÄŸün Müslüman toplumlarda meydana getirdiÄŸi yozlaÅŸmayı çok iyi gören Sa’di, halkın artık yüce Allah’tan deÄŸil, insanlardan korktuklarını ve “Allah ne der?” yerine “Halk ne der?” demeye baÅŸladıklarını görür, ince ve zarif üslubuyla bunu çok iyi iÄŸneler. Ä°bret dolu hikâyelerinden birkaç örnek:
1- “Babamla teheccüd namazına kalkmıştık. Dışarı baktım, bizden baÅŸka kalkan yoktu. ‘KeÅŸke onlar da kalksaydı.’ dedim. Babam dedi ki: ‘KeÅŸke sen de kalkmasaydın.’. ‘Peki neden?’ dedim. ‘Sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten hayırlıdır.’ dedi.”
2- “Adamın biri, filanca kiÅŸinin arkasından gıybet ederek dil uzatmaya baÅŸladı. Orada bulunan aziz bilge, bu sözleri duyunca ona öÄŸüt verdi: ‘Yanımda onun bunun kötülüklerini sayıp beni de kendi hakkında kötü düÅŸüncelere sevk etme. Tut ki, o adamın itibarı eksildi ama bu eksilen itibar, senin derecene eklenmeyecek ki!”
3- “SarhoÅŸ MoÄŸollar’ın meclisinde bulunan müritlerden biri, çalgıcıların defleriyle çenklerini parçalamış. Bunun üzerine sarhoÅŸlar, adamın üzerine abanıp çengin teller gibi saçını çekmiÅŸ, defe vurur gibi suratını tokatlamışlar. Mürit, yediÄŸi deÄŸneklerin ve tokatların acısından o gece hiç uyuyamamış. Ertesi gün piri, ona nasihat etmiÅŸ: ‘Güzel kardeÅŸim; eÄŸer yüzünün def gibi yaralanmasını istemiyorsan, başını çenk gibi aÅŸağıda tutmalısın.”
4- “Abitlerden biri, latife olsun diye bir çocuÄŸa bakıp gülümsemiÅŸti. Halvette oturan diÄŸer abitler onu ayıplayıp çekiÅŸtirmeye baÅŸladılar. Hadise bununla kalmadı, durumu hemen gönül sahibi ÅŸeyhlerine de yetiÅŸtirdiler. Åžeyh, onları sabırla dinledi ve öÄŸüt verici bir dille ÅŸunları söyledi: ‘PeriÅŸan dostunuzun bir daha ayıbını açığa vurmayın. Latife, haram; gıybet, helal deÄŸildir.”
5- “BaÄŸdat ÅŸehrinde bir gün ÅŸöyle bir haber duyulmuÅŸ. Åžehre gelen bir derviÅŸin duası kabul oluyormuÅŸ. Bunu duyan BaÄŸdat valisi¸ onu yanına çağırmış ve demiÅŸ ki: ‘Benim hakkımda hayırlı bir dua et.’. DerviÅŸ¸ valinin çok zalim olduÄŸunu biliyormuÅŸ. Bu yüzden ÅŸöyle bir dua etmiÅŸ: ‘Ey Allah’ım! Bu adamın canını hemen al.’. Vali, derviÅŸe: ‘Bu ne biçim bir duadır.’ diye bağırmış. DerviÅŸ demiÅŸ ki: ‘Sen benden hayırlı bir dua istemedin mi?’. “Evet.” demiÅŸ vali. DerviÅŸ de bunun üzerine, “Öyleyse hayırlı olan senin ölmendir. Böylece hem sen yeni zulümler yapma imkânını kaybedersin. Hem de halk senin zulmünden kurtulmuÅŸ olur. Sen zalim bir adamsın. YaÅŸamandansa ölmen daha hayırlıdır. Ben onun için böyle bir dua ettim.’ demiÅŸ.”
Sa’di’nin eserleri tam anlamıyla birer hikmet denizidir. Ä°ÅŸte onlardan bazı örnekler: “Ä°nsan ruhunu iki ÅŸey karartır: Susulacak yerde konuÅŸmak ve konuÅŸulacak yerde susmak.”¸ “Ne kadar okursan oku; bir bilgine yakışır ÅŸekilde davranmadığın sürece¸ cahilsin.”, “Gönlünün dertli olmasını istemezsen¸ dertli gönülleri dertlerinden kurtar.”¸ “Üç ÅŸey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal¸ tekrarsız bilgi¸ cesaretsiz iktidar.”¸ “Halkın bahçesinden padiÅŸah bir elma yerse¸ adamları aÄŸacı kökünden sökerler.”¸ “Kendi ahlâkını düÅŸmanından dinle; dostun gözünde her yaptığın iyidir.”¸ “Kurdun kafasını halkın koyunlarını paraladıktan sonra deÄŸil¸ önce kesmek gerekir.”.
Sa’di Åžirazî’nin gazelleri de çok meÅŸhurdur. Nimet Yıldırım Hoca’nın tercüme ettiÄŸi bir gazelinde Sa’di ona ayrılık acısı yaÅŸatan sevgilisine ÅŸöyle seslenir:
“Geldin, eyvah ne kadar aşık ve periÅŸan idim.
Bırakıp gittiğinde cansız bir resim idim.
Ne seni unutup da oturdum suskun suskun
Senin vasıflarını düÅŸüne düÅŸüne hayran kaldım.
Oturmadım bir gece bile sensiz gül bahçesi eteÄŸinde,
Ne de çölde muÄŸilan dikeniydim.
Diriltiyordu beni dem be dem vuslat umudu,
Yoksa gözlerinden uzakta hicrandan ölürdüm.
Esenin desteğinle Halil gibi sıkıntı ateşinde
Sanki çimenlikteki lale ve reyhan gibiydim.
Ola ki bir getirir seher yeli bir nefes kokunu,
Bütün gece sabah öten kuÅŸu bekler dururdum.
Ayrılığının sıkıntısından Sa’di hep ÅŸöyle der dururdu:
Tutmadın sözünü, ben ise hep sözümde dururdum.”
Sa’di’nin eserlerinin iki tarafı vardır, biri duygusal yönü ki ÅŸanı zirvesindeyken benzersizdir; diÄŸeri de bilge nasihatler içeren ahlâkî tarafı ki onda da eÅŸsizdir. Hem nesir (düz yazı) hem de nazım (ÅŸiir) üstadıdır. Sevgi ve aÅŸk hâllerini çok iyi anlatır. Ä°ngiliz DoÄŸubilimci Edward Granville Brown, Sa’di’nin çok yönlü yeteneÄŸine vurgu yaparak onun eserlerinin her zevke uygun konular içerdiÄŸini, olayların en incesinden en kabasına kadar biliyor oluÅŸunu ÅŸöyle ifade eder: “Öyle bir bakışa sahiptir ki, onun sayfalarını incelediÄŸimizde çok duygusal konulara rastlayabiliriz. Bir taraftan Eckhart Tolle’ye denk düÅŸüyor ve bir baÅŸka yönden ise Cesare Borgia’ye çok benziyor.”.
Ä°ranlı düÅŸünür Abdulhüseyn Zerrinkub haklı olarak ÅŸöyle der: “SönmüÅŸ ve unutulmuÅŸ külünün üstünü örttüÄŸü bu yedi yüz yıllık dünyada (Sa’di’nin dünyası), hâlâ her ÅŸey canlı ve hareketlidir. Hem çölün suskunluÄŸunu hem devenin ağır hareketini onda görmek mümkün ve hem de aşığın kalp ateÅŸinin sesini. Evinin köÅŸesinde sevdiceÄŸinin elinden güzel bir ÅŸerbet alıyor ve o Sa’di’den baÅŸkası deÄŸil.”. Ä°ranlı ünlü düÅŸünür DaryuÅŸ Åžayegan da Sa’di’nin eserleri hakkında ÅŸunları not düÅŸer: “Sa’di’yi bu dünyanın sınırlarında görürsek, anlarız ki Sa’di’nin öÄŸretileri onun düÅŸünceleriyle iç içedir ve ahlâkî sistemi iki amacın peÅŸindedir; birinde insanı öyle bir eÄŸitmek istiyor ki hayatın gündelik zorluklarından korunabilsin ve egemen güçlerden korusun, ikincisi aÅŸka ve bilinmeyen dünyalara bambaÅŸka bir pencere açmasıdır.”.
Sa’di’nin söylemlerinin çoÄŸu mizahla dolu hoÅŸ bir dildedir ve dar bakışlılar bu yüzden onu beÄŸenmezler. “Nasihatü’l-Mülûk” (Hükümdarlara ÖÄŸütler) adlı kitabında da yöneticilere ve etrafındaki insanlara bugün bile hâlen ibret alınacak nasihatlarda bulunur.
Sa’di Åžirâzî insanı tarif ederken “Ä°nsan yek katre hunest, hezar endiÅŸe.”, yani, “Ä°nsan, içinde bin endiÅŸe taşıyan bir damla kandır.” der. Ä°nsan gam ve telaÅŸlarından sıyrıldığı zaman huzura erer. Ä°ster yalnız olsun ister toplulukla birlikte. Tıbbın babası olarak adlandırılan Ä°yonyalı hekim Hipokrat da, “Kalbe zarar veren iki ÅŸey vardır: Gam ve kaygı. Gam uyku getirir; kaygı ise uyutmaz.” demiÅŸtir.
Ne mutlu öÄŸüt alanlara!
Henüz yorum yapılmamış.