Özel / Analiz Haber
Alev Alatlı: Türk ordusunun profesyonel orduya dönüşü aynı zamanda ipin nerede koptuğu sorusunun cevabı olacaktır
Follow @dusuncemektebi2
Harbiye Marşı’nın bu dizesi, “Cehennemler kudursa, ölmez nigahdarıyız” diye devam eder. Nigah, “bakış” demek, “nigahdar” gözcü, bakıcı, koruyucu. Bugün buradan bakıldığında, mesleği askerlik olmayanlarımıza “biz ne güne duruyoruz” dedirtebilecek, hatta biraz tahrikle Bush’un Irak halkını silâh zoruyla “koruması” gibi algılanmaya fevkalâde müsait bir iddia ki, sempati ile karşılanması, “militarist” suçlamalarını beraberinde getirir.
“Militarist”in Türkçede karşılığı yok. “Askerci” sözcüğü karşılamaz; çünkü anlamsızdır. “Harp taraftarı” diye çevirseniz, ki Redhouse olsun, Kanaat Kitabevi’nin 1948 Okçugil “Okul Lûgati” olsun, böyle çevirirler, havada kalır. Zira, kimse bir genelkurmay başkanından daha “militarist” olmasın, bu ülke, savaşa girmemek için istifa etmiş genelkurmay başkanlarının var olduğu ülkedir. Bakınız, Orgeneral Necip Torumtay ve farklı biçimde de olsa Mareşal Fevzi Çakmak.
İngilizceden İngilizceye Webster’de, militarism, “military spirit, ideals and attitudes of professional soldiers / askeri ruh, profesyonel askerlerin ülkü ve tutumları” diye tanımlanır. “Bu tür ülkü ve tutumların bir ulusta revaç buluyor ya da sürüyor olması, ya da askeri bir kastın hakimiyeti” şeklinde bir ikinci tanım sonra da bir “eşanlamlı” kelime verilir: “agressiveness,” yani saldırganlık. Ve anlarız ki, Anglo-sakson dilinin geçerli olduğu ülkelerde “profesyonel” askerlerin ülküleri “saldırı,” tutumları “saldırgan” tanımlarına denk düşer.
Öte yandan, profesyonel, “meslekten” anlamındadır. Ülkemizde “meslekten askerlerin ülkü ve tutumları”nın saldırgan olup olmadığı bir yana, “profesyonel” asker var mıdır, cevabı verilmesi gereken sorudur. Askerler, maaş alırlar, doğru. Bazen, hak ettiklerinden daha fazla kazandıkları da konuşulur, bu da doğru. Konuşulmayan, “profesyonel” askerlerin “iş riski”dir ki, bu “iş kazası” değil, bilerek göze alınan kör kurşun demektir. Profesyonel katiller, “lejyon” askerleri, ölümü büyük paralar karşılığı göze alırlar. Ya diğerleri?!. “Ot, b.. için, maddi menfaat için can verilir mi, ya Hu!” diyen rahmetli tank binbaşı Dündar Taşer’i (1925-1972) hatırlıyorum.
Mevlitini okutan asker
Dündar Taşer’i hatırlayınca, bir başka binbaşıyı Fethi Gürcan’ı hatırlıyorum. Fethi Gürcan, başarısız 22 Şubat-21 Mayıs darbe girişimlerinden sonra tutuklu olduğu Mamak Askeri Cezaevi’nde, 21 Mayıs 1964 gecesi kendi Mevlit’ini okutan asker. Erzincanlı bir teğmenin imamlığında teravih namazını kılıyor. “Kürtçü” diye bilinen Abdülsettar Hamaven’in Kur’an’ını dinliyor. Şekerini dağıtıyor. Sekiz gün sonra koşarak çıktığı darağacında can verdiğinde, saat 3.20. Bir hafta sonra 5 Temmuz 1964’te aynı yerde sehpayı tekmeleyen Albay Talat Aydemir’in son sözleri, “Memleket için hayırlı olsun.” Rahmetli Albay’ın savunmasının şu satırlarını uzun boylu yadırgayacak idealist bir “sivil” düşünemiyorum:
“Hisli bir vatandaş olarak, Türkiye’de yaşamaya imkân var mı?.. Türkiye’nin kalkınması, ideal bir devlet haline gelerek vatandaşlarımın hakiki manada hukuk nizamı içinde yaşayarak refaha kavuşması ve muasır devletler seviyesine yükselmesi için hiçbir karşılık beklemeden hizmet etmek üzere 1956 senesinden beri en tehlikeli mücadelelere girdim, göğüs gerdim. Muvaffak olamadığım gibi, halen Türkiye’de değişen hiçbir şey göremiyorum. Memlekette gününü gün etme zihniyeti devam ettikçe, bunun da tahakkukuna artık inanmıyorum. Bu şartlar içinde yaşamayı fuzuli görüyorum…” CHP Manisa Milletvekili Mustafa Ok’un 1963’teki demeci de Aydemir’i doğrular nitelikte: “Böyle kancık demokrasidense, yiğit elindeki Thomson’un dipçiğini öper, başıma koyarım.”
Battal Gazi…
Ne ki, rahmetli Aydemir’in imrendiği “muasır” medeniyet, orduyu kapitalist işbölümü doğrultusunda, serbest pazarın yönlendireceği, kendi iradesi olmayan robot kurmaylardan oluşan, “bütünün nihai kaderi” hakkında düşünmesi, fikir beyan etmesi men edilen bir silâhlar manzumesi olarak tanımlar ki, fena fi’d devle vel’mille geleneğine terstir.
Öte yandan, rahmetli İsmet İnönü’nün 21 Mayısçılara uygun gördüğü tanım “şerefsiz sergüzeştçiler”. Rahmetli Toker, “çapulcular” diyor. Rahmetli Menderes de “Battal Gazi Ordusu” demişti.
“Battal Gazi” kim? Seyit Battal Gazi, Anadolu’nun ilk Müslüman fatihlerinden. Kendilerini “gazi” yani “inanç için fetih yapan” diye tanımlayan Danişmentliler ve onları izleyen Türk beylerinden birisi ki, temsil ettiği gelenek Hacı Bektaş Veli’nin kılıç kuşandırdığı Kırklara, Busbecq’in “Rahipler ordusuna benziyorlardı.” dediği Rumeli fatihanı yeniçerilere uzanır. Böyle bakıldığında, yaklaşık yarım yüzyıl önce aşağılamak amacıyla kullanılan “Battal Gazi Ordusu” tanımı, aslında bir “gelenek”in aşağılanmasıdır. Şöyle ki, Gaziler, Kırklar, türbeleri, aşevleri, hastaneleri, ibadethaneleri, silâhları, savaşları ile erkek-kadın, sıradan halkın günlük yaşam pratiğinin ayrılmaz parçalarıdırlar. Birlikte yer, birlikte içer, birlikte üretir, birlikte söyler, birlikte dinler, birlikte tartışırlar. İster savunma, ister saldırı olsun, savaş belli bir gruba “ihale” edilmiş değildir. Böyle bir örgütlenme ile savaşa “yabancılaşılamaz.” Örneğin, “Vietnam sendromu” yaşanmaz; çünkü savaşçı, kimselere anlatamayacağı türden bir vahşeti tek başına yaşamaz, paylaşır. Yaşanması mukadder vahşet, ona para, vb. karşılığı “ihale” edilmemiştir. Toplum, savaşı, televizyon ekranından seyreder gibi değil, kitaptan okur gibi değil, bizzat içinden görür. Eli silâh tutan koca, oğul, kardeş, torun yalnız değildir. Toplumun birtakım katmanları kendilerini cephedekilerin acılarından soyutlayamazlar. Açılacak bir savaşın kararı da, onun sonuçları da ortaktır. Sadece ve sadece inançları için savaşan bir ordu, sadece ve sadece inançları doğrultusunda üreten, tüketen, yöneten ve yönetilen bireylerden oluşan “amatör” bir toplum – Kropotkin’in ütopyası.
Busbecq’in “rahipler ordusu” dediği kuvvet, “nizami” de olmaz; çünkü gönül işidir. “Nizam,” savaşın ihale edildiği yani profesyonel askerlerden yararlanıldığı dönemin bürokratik örgütlenme biçimi.
Profesyonel/bürokratik asker, savaşa faaliyetlerin nesnesi olarak bakandır. Savaşı ne sever ne de savaştan nefret eder; işidir, yapar. Ücretini de piyasa ekonomisinin arz-talep kanunları belirler. Bu saptamalardan yola çıkarak, Türk ordusunun profesyonel/bürokratik orduya dönüşüp dönüşmediği, dönüştü ise ne zaman dönüştüğü sorularının cevabı, aynı zamanda ipin nerede koptuğu sorusunun cevabı olacaktır. Bana öyle geliyor ki, savaşın belirli bir kuruma ihale edilmesi, modernite yani kapitalizmin giderek karmaşıklaşan ekonomik faaliyetleri düzenlemek üzere geliştirdiği “işbölümü” kapsamındadır. Bu bağlamda, bir tür “özelleştirme”den de bahsetmek mümkündür. Savaş, “özelleştirildiğinde,” yaşanacak vahşet, profesyonel/bürokratik savaşçılara devredilir. Askerler de, harp okuluna girerken imzaladıkları kontratta belirlenen “iş tanımı”nda yer almayan hiçbir işe el sürmezler. Şimdi, şöyle bir öneri getiriyorum: Rahmetli Talat Aydemir’in mensubu olduğu ordu, henüz bu aşamada değildi. Çağdaş kapitalizmin her türlü dayatmasına karşın, gazi geleneğinin izlerini taşıyordu ve bu gelenek doğrultusunda kendisini toplumun sadece savaş işleriyle uğraşması gereken, münferit bir parçası olarak değil, bizzat kendisi olarak görebiliyordu. Askerler, yabancılaşma sürecine girememiş oldukları içindir ki, her teğmen kendisini müstakbel bir vatan-kurtarıcı, bir Atatürk olarak görebiliyordu.
Lojmanlarına, dinlenme tesislerine çekilmiş, profesyonel ve dolayısıyla “yabancılaşmış,” bir ordu ile, gazi geleneğine kulak veren ordu arasındaki fark, 10. Yıl Marşı ile, Harbiye Marşı ile 75. Yıl Marşı arasındaki fark gibidir: İlk ikisi yürekten söylenir, ikincisi daha ısmarlanırken unutulur. Ortalarda görünmeyen, üniformasıyla sinemaya gelmeyen, ocak başında oturmayan bir ordu, daha şık, hatta büyük ihtimalle daha verimlidir; ama “bizimle” olan, mesai dönüşü jipini kirada oturduğu apartmanın önüne çeken ikincisidir. Sabahtan akşama kadar Türkiye’nin nasıl kurtulacağını anlatan bir emekli albay, belki biraz yorucudur; ama bizimdir, bizimledir. Her halûkarda, Helsinki’den ya da Kopenhag’dan Türk “militarizm”i hakkında fikir beyan edenlerden çok daha sahici, çok daha bizimdir.
31.10.2003
Henüz yorum yapılmamış.