Güncel
Beşir Ayvazoğlu / Nâzım Hikmet’in dedeleri
Follow @dusuncemektebi2
BeÅŸir AyvazoÄŸlu - Karar
Geçen hafta, Haluk Oral’ın kısa bir süre önce çıkan Nâzım Hikmet’in YolculuÄŸu isimli yeni kitabı vesilesiyle Nâzım’ın anne tarafından büyük dedesi Mustafa Celâleddin PaÅŸa’dan söz etmiÅŸtim. Nâzım’ın annesi AyÅŸe Celile Hanım’n anne tarafından dedesi MüÅŸir Mehmed Ali PaÅŸa da son derece önemli bir ÅŸahsiyetti.
Memet Fuat, Nâzım Hikmet biyografisinde, bir Alman gemisinde miçoluk yapan Konstantin Borzenski adlı Polonyalı çocuÄŸun, gemisi Ä°stanbul’a geldiÄŸinde, kendisine çok kötü davranıldığı için denize atlayıp yüzerek karaya çıktığını ve Sadrazam Âli PaÅŸa tarafından himaye edilerek Mühendishane-i Hümayun’da okutulduÄŸunu söyler. O çocuk, Konstantin Borzenski (doÄŸrusu Konstanty Borzecki) deÄŸil, 1827 yılında Almanya’nın Magdeburg ÅŸehrinde doÄŸan Ludwig Karl Friedrich Detroit’tir. Haluk Oral, kitabının birinci bölümünde, Müslüman olarak Mehmed Ali ismini alan bu Alman gencinin macerasını uzun uzun anlatıyor.
Âli PaÅŸa’nın himayesinde Mekteb-i Harbiye’yi bitirdikten sonra çok önemli görevler üstlenen, Berlin Kongresi’nde de Osmanlı Devleti’nin temsil eden Mehmed Ali PaÅŸa, bu kongrede imzalanan anlaÅŸmayla KaradaÄŸ’a bırakılmak zorunda kalınan topraklar yüzünden Arnavutların düÅŸmanlığı kazanmış ve 1878 yılında Arnavut isyancılar tarafından ÅŸehit edilmiÅŸti.
***
Haluk Oral, MüÅŸir Mehmed Ali PaÅŸa ÅŸehit edildikten kısa bir süre sonra Yeni Zelanda’da onun hayat hikâyesinin anlatıldığı bir makalenin yayımlandığından söz ediyor. Bu makalede anlatıldığına göre, Mehmed Ali PaÅŸa, Berlin Kongresi sırasında kongre üyelerine “Eriha’nın Gülü” isimli Almanca ÅŸiirini okumuÅŸtur. Oral, kitabında Almanca orijinalini ve tercümesini verdiÄŸi bu ÅŸiirle Nâzım’ın “Hâlâ Servilerde AÄŸlıyorlar mı?” isimli ÅŸiiri arasındaki ÅŸaşırtıcı benzerliÄŸe dikkatimizi çekiyor ve Nâzım’ın büyük dedesinin bu ÅŸiirini okumuÅŸ olma ihtimalinin bulunmadığını söyledikten sonra, “Anlaşılan,” diyor, “Mehmed Ali PaÅŸa’nın ‘Eriha’nın Gülü’ kırk yıl sonra yeniden doÄŸmuÅŸtu.”
Eriha’nın Gülü (The Rose of Jericho), susuz kaldığında yapraklarını kapatıp yuvarlak, kuru bir ot görüntüsüne bürünen, fakat aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, suyu bulduÄŸunda yeÅŸerip hayata dönen bir çöl bitkisiymiÅŸ.
Mehmed Ali PaÅŸa’dan söz edip de kızlarından ve damatlarından söz etmemek olmaz. PaÅŸa’nın Hayriye, Leyla, Zekiye ve Adeviye isimlerinde dört kızı vardı. Sultan II. Abdülhamid’in emriyle üçü paÅŸalık rütbesine kadar yükselecek olan genç subaylarla evlendirildiler. Zekiye’nin kocası Ä°smail Fâzıl PaÅŸa, bu evlilikten doÄŸan çocuklardan biri de Ali Fuat Cebesoy’dur. Hayriye Hanım, Hüseyin Hüsnü PaÅŸa’yla evliydi; Mehmet Ali Aybar torunlarıdır. Leyla Hanım ise, Mustafa Celaleddin PaÅŸa’nın oÄŸlu Hasan Enver’le evlendirilmiÅŸti. Hasan Enver PaÅŸa, AyÅŸe Celile Hanım’ın babası, Nâzım Hikmet’in dedesidir.
***
Nâzım Hikmet’in hece vezniyle yazdığı “Hâlâ Servilerde AÄŸlıyorlar mı?” isimli ÅŸiiri Yahya Kemal tarafından düzeltildikten sonra Yeni Mecmua’da yayımlanmıştı. Aynı vezinle ve aynı duyarlıkla kaleme aldığı “Mevlânâ” ÅŸiiri de -gün ışığına ilk defa Aralık 1920 tarihinde Birinci Kitap’ta çıkarsa da- aynı tarihlerde yazılmış olsa gerek. Nâzım’ın Mevlânâ’ya duyduÄŸu ilgiyi, baba tarafından dedesi Mehmed Nâzım PaÅŸa’nın MevleviliÄŸine baÄŸlamak mümkündür.
Osmanlı Devleti’nin son Selânik valisi Mehmed Nâzım PaÅŸa, din ve tasavvuf konulu eserlerinde hatırı sayılır bir âlim, Muhataba ve Yek-Âvâz isimli eserlerinde de ÅŸair olarak karşımıza çıkar. Bu münevver Osmanlı paÅŸası, Ziya PaÅŸa, Namık Kemal ve Muallim Nâci gibi Tanzimat devri ÅŸairleriyle yakın dostluklar kurmuÅŸ, hatta Ziya PaÅŸa’nın Adana valiliÄŸi sırasında mektupçuluÄŸunu yapmıştır. “Mevlevileriz” redifli manzumesi gibi yer yer Åžeyh Galib’i hatırlatan ÅŸiirleri, onun, dolayısıyla ailesinin nasıl bir kültür ikliminde yaÅŸadığına dair önemli ipuçlarıdır. Haluk Oral da Nâzım’ın Ekber Babayev’le bir sohbetinde söylediklerini naklederek dedesinin tesirine iÅŸaret ediyor: “Büyükbabam Mevlevi Nâzım PaÅŸa ÅŸairdi, anam Lamartin’e bayılırdı. Evimizde babamın edebiyata ilgisizliÄŸine bakmaksızın ÅŸiir baÅŸ köÅŸedeydi.”
Merak eden okuyucularım, Nâzım’ın “Ben de mürîdinim iÅŸte Mevlânâ” dediÄŸi “Mevlânâ” ÅŸiirini internette bulabilirler.
MüÅŸir Mehmed Ali PaÅŸa, L’Illustration dergisinin 6 Ekim 1877 tarihli sayısının kapağında.
***
Mehmed Nâzım PaÅŸa’nın beÅŸ kıtadan oluÅŸan, kıta sonlarında “Be biz Osmanlılarız bizde çok arslan bulunur” mısraının tekrar edildiÄŸi hamasi bir muhammesi de vardır. Kemal Tahir’in Devlet Ana’sını okuyanlar, bu romanın başında epigraf olarak kullanılan “Be biz Osmanlılarız, bizde çok insan bulunur” mısraını hatırlayacaklardır.
Nâzım Hikmet’in dedesi Mehmed Nâzım PaÅŸa’nın gençliÄŸi. Nâzım PaÅŸa, çile çıkararak dede ünvanını kazanmış bir Mevlevi idi.
Kemal Tahir, belki de Nâzım’dan duyduÄŸu bu mısradaki “arslan” kelimesini “insan” olarak hatırlamış olsa gerek. Ä°lk defa Vakit gazetesinin 4 Haziran 1292 (16 Haziran 1876) tarihli sayısında yayımlanan, Haluk Oral’ın tamamını aktardığı bu manzumenin üçüncü kıtasıyla bu yazıyı noktalamak istiyorum:
Gelin ey ehl-i vatan can verelim nâm alalım
Dâr-ı ukbâya ÅŸehâdetle gidip kâm alalım
Kılıcı destimize her seher ü ÅŸâm alalım
Gösterip kendimizi âleme bir nâm alalım
Be biz Osmanlılarız bizde çok arslan bulunur
Henüz yorum yapılmamış.