Güncel
Amerika’nın sahipsiz çocukları bir Müslümana emanet
Muhammed Bzeek’in hikâyesi, daha önce duyduğumuz hiçbir şeye benzemiyor. 1978 yılında eğitim için memleketi Libya’dan ABD’ye gelen Bzeek, 1989 yılından bu yana aileleri tarafından terkedilmiş, ölmek üzere olan çocuklara kol kanat geriyor. Şimdiye kadar 80 çocuğa bakmış ve bu çocuklardan 10 tanesini kaybetmiş. Los Angeles’ta yaşadığı evde 7 gün 24 saat bu çocuklara bakan Bzeek’in sıra dışı hayatı, Trump’ın aralarında Libya’nın da olduğu 7 ülkeye ABD’ye giriş yasağı koymasından bir gün sonra ortaya çıktı. 28 yıl boyunca kendi halinde yaşayan, çevresindekilere yaptığı iyiliklerden bahsetmeyen Bzeek, gözler üzerine çevrildiğinde şaşırmış. Amacı ünlü olmak ya da bir yardım kampanyasının bilinen yüzü olarak öne çıkarılmak değil, aksine bütün Batılı değerlerin ve algıların ortasında “Bu bir İslam davası” diyerek yaptığı yardımlarla bir ömür sürmüş. Baktığı çocukların ne dinine ne diline ne ten rengine bakıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Uluslararası İyilik Ödülü verdiği Bzeek’le İstanbul’da buluştuk, 29 yıla yayılan bu iyilikleri konuştuk.
Muhammed Bzeek’in hikâyesi, daha önce duyduğumuz hiçbir şeye benzemiyor. 1978 yılında eğitim için memleketi Libya’dan ABD’ye gelen Bzeek, 1989 yılından bu yana aileleri tarafından terkedilmiş, ölmek üzere olan çocuklara kol kanat geriyor. Şimdiye kadar 80 çocuğa bakmış ve bu çocuklardan 10 tanesini kaybetmiş. Los Angeles’ta yaşadığı evde 7 gün 24 saat bu çocuklara bakan Bzeek’in sıra dışı hayatı, Trump’ın aralarında Libya’nın da olduğu 7 ülkeye ABD’ye giriş yasağı koymasından bir gün sonra ortaya çıktı. 28 yıl boyunca kendi halinde yaşayan, çevresindekilere yaptığı iyiliklerden bahsetmeyen Bzeek, gözler üzerine çevrildiğinde şaşırmış. Amacı ünlü olmak ya da bir yardım kampanyasının bilinen yüzü olarak öne çıkarılmak değil, aksine bütün Batılı değerlerin ve algıların ortasında “Bu bir İslam davası” diyerek yaptığı yardımlarla bir ömür sürmüş. Baktığı çocukların ne dinine ne diline ne ten rengine bakıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Uluslararası İyilik Ödülü verdiği Bzeek’le İstanbul’da buluştuk, 29 yıla yayılan bu iyilikleri konuştuk.
Bu hikâyeyi Türkiye’deki bir insana anlattığınızda imkânsız gibi geliyor. Ne kadar modernleşmeyi biliyor olsak da, hasta çocuklarını terk edip giden ebeveynler kavramı bize çok yabancı.
Amerikalılar da dâhil herkes şaşırıyor bu hikâyeyi duyduğunda, kimse böyle bir şeyin olabileceğini düşünmüyor. 1989’da karımla beraber bu işe başladığımda, hastanede çok fazla bu durumda çocuk vardı. Çok fazla çocuk ilgiye muhtaç durumdaydı ve biz bu işin neresinden tutabileceğimizi düşündük. Uyuşturucu kullanan, alkol kullanan, çocukları bu koşullar altında doğan insanlar var. Onların doğuştan rahatsız ya da sonradan ölümcül hastalıklara yakalanan çocukları ya hastanelere bırakılıyor ya da devlet çocuklara sahip çıkıyor. Bir çocuğu istemiyorsan hastaneye bırakıp gidebilirsin. Çöpe bırakmaktan daha doğru olduğu için böyle bir önlem alıyorlar. Yeni doğan çocukları kiliseye, hastaneye, sosyal hizmetlere ya da camiye bırakabilirsin. Hiç kimse sana bir soru sormaz, seni yargılamaz. Çünkü soru sormaya başlanırsa insanların korkacağını, çocukları çöplere, tuvaletlere bırakacağını biliyorlar. Bu yeni doğmuş bebekler için böyle. Bir bebek doğduktan sonra birkaç ay geçince, onların velileri bu çocuklara bakamayacağını anlıyor. Zaten uyuşturucu ve alkol kullanan annelerin çocuklarında bir takım hastalıklar gelişiyor, bunların bir kısmı da ölümcül oluyor. Bebeğin durumu birkaç ay sonra anlaşılıyor. Bekâr anneler, çok genç yaştalar, işleri yok, kendilerine yardım eden bir aileleri yok, çoğunlukla bebeğin babası belli değil, bebekte ölümcül hastalıklar da ortaya çıkınca hastanelere bırakıyorlar. Çocukla ilgilenecek durumda değiller.
Amerika ne kadar “özgürlükler ülkesi” olsa da çok sayıda kilise cemaati var, kendine özgü bir muhafazakâr portre çiziyor; hal böyleyken, bu cemaatlerden biri çıkıp bu meseleye el atmıyor mu?
Amerika’da on tane erkek arkadaşa sahip olmak özgürlük. Onun dışında bir özgürlük yok. Her şeyi yapamazsın ama on tane sevgilin olabilir. Kiliseler kürtaja karşı ama bu duruma karşı bir politikası yok. Eğer çocuk terk edilecekse ona da sahip çıkarlar ama bu toplumsal çözülme için bir politikaları, bir fikirleri yok. Bu durumdan hoşlanmıyorlar ama yapabilecekleri bir şey de yok. Bu çocukların önemli bir kısmı ergen, bir kısmı evsiz, uyuşturucunun etkisindeler. İşin öbür tarafında da şu var. Sadece evlilik dışı ilişkilerin çocukları terkedilmiyor. Normal aileler de hasta, ölümcül durumdaki çocuklarını bakamayacaklarını düşündükleri için hastaneye bırakabiliyorlar. Bir diğer durum da şu, yine normal bir aile ama hasta çocuğunu dilendiriyor, çalıştırıyor, ihmal ediyor, istismar ediyor. Bu durumda da çocuklar devlet tarafından alınıyor. Bu artık kronikleşmiş bir sorun.
Peki hükümetin bu konudaki tepkisi ne?
Amerika’da çocuk ve aile hizmet departmanları var. Bunlar bütün çocukları hükümet adına korumaya alıyor, bazen bir ailenin bütün çocuklarını alabiliyor ve onlarla ilgileniyor. Bazen hastanede, bazen özel bir rehabilitasyon merkezinde, bazen koruyucu ailelerin yanında, bazen ortak yaşam alanlarında. Sosyal hizmetler uzmanlarının çocukları var ve o ailelerle ilgileniyor.
Bu mekanik bir ilgi değil mi?
Tabii, bu bir iş. Sosyal hizmetler uzmanı aileye gider, çocukları kontrol eder. Eğer bir tehlike görüyorsa, onu alma hakkına da sahip ama bakımından sorumlu değil. Denetiminden sorumlu. Evsiz bir ailenin çocuğu varsa, hükümet onu da alıyor.
Hollywood Trump’a beni örnek gösterdi
Şimdi anlamaya çalıştığım şu: Amerika dünyaya ve Müslüman ülkelere kendi sistemini en iyi sistem olarak sunan ülkelerin başında geliyor ancak yaşadığı sosyal çöküşe bir Müslüman dışında kimse tepki göstermedi, öyle mi?
Evet, öyle de denilebilir. Benim hikâyem çıktığında Amerikalılar inanmadı. “Bir Müslüman ölmek üzere olan çocuklara yıllardır bakıyor ve çocuklar Müslüman değil, öyle mi?” diyorlardı. Çok sıra dışı bir karşılaşmaydı onlar için. Hikâyemi okuyanların birçoğunun İslam’la ilgili fikri değişti. “Daha önce böyle bir şeyi bir Müslümanın yapabileceğine inanmıyorduk” dediler. Benim hikâyem Amerikalıların bile istemediği çocukları kuşatan bir hikâyeydi, bu yüzden fikirleri değişti. Yaşadıklarım LA Times’da yayınlanmadan iki gün önce yedi tane ülkenin Amerika’ya girişi Trump tarafından yasaklandı. Bir tanesi de benim ülkem, Libya. Birçok Hollywood yıldızı, Trump’ı “Git ve Muhammed’in hikâyesini oku” diye eleştirdi.
Muhammed Bzeek Libya’dan ABD’ye nasıl gitti?
1978’de üniversite bursu aldım ve mühendislik okumak üzere buraya geldim. Utah Üniversitesi’nde elektronik mühendisliği okudum. 39 yıldır oradayım.
Sizin ABD’ye gitmenizden bu yana çok şey değişti. Özellikle ABD dünyada İslam karşıtı bir misyon üstlendi ve İkiz Kuleler saldırısını bu misyonun bahanesi olarak kullandı. ABD eliyle yıkılan ülkeler arasında Irak, Afganistan, Mısır ve Libya da var. Sizin için bu süre zarfında ABD içinde yaşarken ne değişti?
Benim ülkeme de müdahale ettiler. ABD medyasını Yahudiler kontrol ediyor ve sürekli antipropaganda yapıyorlar. Onlar için bu coğrafyalarda insan yok. Muhammed yok, Ensar yok, Hasan yok. Oralar sadece “İslam bölgesi” olarak anılıyor. Sadece kötü şeyler söyleniyor, insan hikâyeleri asla anılmıyor ve yapılanlar legalize ediliyor.
Bu hikâyenin sahibi olmasaydınız, bu hikâye bilinmeseydi, Müslüman ve Libyalı olarak ABD’ye girebilir miydiniz?
Hayır. Benim ülkem zaten ABD’de yasaklı artık. Yeşil Kart sahibiyseniz ya da ABD pasaportunuz varsa ancak girebilirsiniz. Onun dışında öğrenciyseniz de iş adamıysanız da sıradan vatandaşsanız da ABD’ye giremezsiniz. Ben de giremezdim. 39 yılda 2 kez gidebildim ülkeme. İlki 1999’da, diğeri 2010’da. Hükümet yüzünden. 98’de babam vefat ettiğinde bile gidemedim. Şimdi ülkemde iç savaş var, herkes birbirini vuruyor. Eskiden bir tane diktatör vardı, şimdi herkes güç istiyor.
Kardeşim de yetim çocuklara bakıyor
Doğudan bakınca, bu coğrafyada yaşanan karmaşayı hep Batı’ya yoruyoruz. Onların müdahaleleri ve çıkarları Ortadoğu’ya barış gelmesinin en önemli engeli bize göre. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Elbette öyle. Bütün İslam düşmanı ülkeler Müslümanları bölmek istiyor, birleştirmek istemiyor ki. Tabii ki onlar yüzünden bu haldeyiz. Benim kız kardeşim Libya’da iç savaş nedeniyle kimsesiz kalan çocuklar için çalışıyor. 2012’de Libya Yetim Organizasyonu’nu kurdu. Onlar altı yüzden fazla yetim çocuğa bakıyor. İkimiz de batının sahipsiz bıraktığı çocuklara sahip çıkıyoruz farklı coğrafyalarda.
Hollywood büyük hikâyeleri sever. Bir Müslümanın başrolünde olduğu bu büyük hikâyeyi de sevdi mi?
Gazete çıktıktan iki gün sonra bütün Hollywood şirketleri beni aradı. Bütün dergiler, televizyon kanalları. Sonunda telefonumu kapattım. Onlar sadece hikâyeyle ilgileniyorlardı, benimle değil. Onlar için bunu bir Müslümanın yapmış olması sürprizdi. Daha önce böyle bir hikâye duymamışlardı. Üstelik politik bir tarafı yoktu hikâyemin, herhangi bir milleti ya da dini ya da zümreyi hedeflemiyorlardı. O yüzden benim Müslüman olmamla hiç ilgilenmediler. Benim bunu Müslüman kimliğiyle yaptığını düşünen, bana Müslüman olarak ilk Türkiye yaklaştı. O yüzden Türkiye’ye gelmeyi kabul ettim. O yüzden Türkiyeli yönetmen Ensar Altay’ın benimle çekim yapmasını istedim.
Bu hikâye nasıl başlıyor? İlk çocuklarını nasıl aldınız?
Üç tane siyah çocuk vardı. Uyuşturucu kullanan bir annenin çocuklarıydı. Anneleri hamileyken uyuşturucu kullanıyordu. Bir tanesi hamilelikte uyuşturucu kullanımından kaynaklanan sorunlar yüzünden hastaydı. Bağışıklık sistemi yoktu. Göbek bağı çok kısaydı, ağızdan yemek yiyemiyordu. Çocuklardan birini babaannesi aldı, bir tanesi 31 yaşında, Las Vegas’ta yaşıyor ve beni hâlâ arıyor. Doğuştan hasta olan üçüncü çocuksa 8 yıl yaşadı, 1994’de öldü. Ben bu işe karım sayesinde girdim. Onun ailesinde de evlatlık almak alışkanlığı vardı. Onunla beraber böyle bir işe girdik.
İslam’da infak etmek, çocuk okutmak gibi yollar var. Böylesine zor bir yolu niye seçtiniz?
Bunu da yapabilirdim ama bu çocukların eve ihtiyacı vardı. Anne babaya ihtiyacı vardı. Anne ve baba demeye ihtiyacı vardı. Bir insanın onları her an sevmesine ihtiyaçları vardı. 29 yıldır bunun için uğraşıyorum. Bu çocukların bir ev, bir aile sahibi olması için.
İlk kaybettiğim çocuğa üç gün ağladım
Ölümcül hastalığı olup kurtarabildiğiniz çocuklar oldu mu?
Evet. Eğer bir çocuk kurtulduysa başka bir eve, başka bir aileye yerleştiriliyor. Benim evim sadece ölmek üzere olan çocuklara açık. Çünkü en çok onların bir eve ihtiyacı var. Kaliforniya hükümetinden ölmek üzere olan çocuklarla ilgilenme lisansım var. Sadece benim evimde ölümcül hasta ve ölmek üzere olan çocuklara bakılıyor. Bazı çocuklarımla görüşmeye devam ediyorum. Benim evimden bir çocuk çıktıktan sonra iletişim kurma hakkım yok, çünkü o çocuk bana ait değil. Aileleri izin verirse onlar iletişim kurabilir. Bazı ailesi olmayan çocuklarla iletişim kuruyoruz. Özellikle Michael sürekli arıyor.
Kaç tane çocuğunuz kaybettiniz?
1989’dan bu yana 80 çocuk evime geldi. 10 tanesi vefat etti.
İnsanlar bir çocuğun kaybıyla zor başa çıkıyor, siz bu kadar kaybı nasıl kaldırabildiniz?
Bu benim kaderim. Bir insan olarak ne yapabiliyorsam, limitimin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum, gerisi Allah’a kalmış. Ama ilk çocuğumu kaybettiğimde üç gün aralıksız ağladım. Bütün çocuklarımı biyolojik çocuğum olarak gördüm. Hepsine öz çocuğum gibi bakıyorum. Ölenlerin hepsinin mezarına gidiyorum. Başka ailelere giden çocuklarımı da özlüyorum.
Çok ciddi tıbbi desteğe de ihtiyacınız var. Bunu nasıl hallediyorsunuz?
Bunları hükümet sağlıyor. Yoksa bana maliyeti yıllık milyon dolarları bulur. Amerika’da yasalara göre 0 yaşından 18 yaşına kadar hükümet herkesin ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. Eğer çocuk hastaysa, 21 yaşına kadar. Eğer ölümcül hastaysa, ölene kadar.
Muhammed Bzeek’in bir günü nasıl geçiyor?
Bu benim 7 gün 24 saat işim. Hiç izin yok. 2010 yılından beri bir gün evin dışında bir yere gitmedim. Buraya gelirken, özel bir hastaneye teslim ettim çocuklarımı. Biyolojik çocuğumun da kırılgan kemik sendromu var. Yürüyemiyor. Evin içinde kaykayla geziyor. Bedensel olarak diğer çocuklardan çok daha küçük. 20 yaşında ama üç yaşında bir çocuğun bedenine sahip. Zekâsı yerinde. Diğer baktığım çocuk, bir kız. 7 yaşında. Ölümcül hasta. 6 aylıktan beri bakıyorum ona. Görmüyor, duymuyor ve konuşamıyor. Annesi onu hastaneye bırakmıştı. Beyni de çok küçük. Gelişimi yok. Sürekli krize giriyor. Nefes alamıyor. Günde dört ya da beş kez nöbet geçiriyor. 4 makineye bağlı. Annesi alkolik ve akli sorunları var. Üç tane daha çocuğu var, üçü de farklı adamdan.
Size “bütün bu hastalıklarla uğraşacağına bırak git” diyen olmadı mı?
Amerika’da birçok insan “Allah niye böyle insan yaratıyor” diye soruyor. Ben de “Allah’ın hepimizi yaratmak için bir nedeni var” diyorum. Dolayısıyla onların yaratılmış olmasının da bir sebebi var. İnsan olarak bunu asla anlayamayız, bizim küçük dünyamız, akli sınırlarımız buna yetmez. Allah asla sebepsiz bir şeyi yaratmaz, belki onun yaratılma sebebi hoşumuza gitmez ama Müslümanlar bunu sorgulamayız. Onun yarattığı her şeyi kabullenir ve teşekkür ederiz. Amerikalılar Müslümanları hiç anlayamıyor. Benim parmağım kesilse, “Elhamdülillah” diyorum, “Deli misin sen? Niye böyle diyorsun” diyorlar. Şükrediyorum ki, elim gitmedi. Müslümanlar için her şey şükür vesilesi.
Kör, dilsiz ve sağır bir kızla nasıl iletişim kuruyorsunuz?
Göremiyor, duyamıyor, onunla sadece kucağına alarak, dokunarak iletişim kuruyorsun. Onun bir ruhu var. Ben sürekli onunla iletişim kuruyorum, normalmiş gibi konuşuyorum. Ben bunu yapınca, ruhuna ulaştığıma inanıyorum. Onu seven, onu hayatta tutan birileri var. Sağır olmasına rağmen benim sesimin titreşimlerini hissediyor. En azından nefesimi hissediyor. Ve bunu anladığı zaman gülümsemeye başlıyor.
İmajım bir Müslümanın imajı
28 yıldır bu hayatı sürdürüyorsunuz, bu hikâye ne oldu da bugün ortaya çıktı?
2003 yılında Los Angeles’ın şerifiyle tanıştım. Yaptıklarımı ve yaşadıklarımı biliyordu. Bana sürekli oyuncaklar gönderiyor, kermeslere davet ediyordu. Bunlara düzenli gidiyordum. Onun getirdiği yardımlarla beraber hayatım biraz daha görünür hale geldi. Yıllar böyle geçti, çok öne çıkmıyordum. Bir yemeğe davet etti beni ve hikâyemizi orada anlattı. Çocuk departmanının başındaki isim de oradaydı, şerif konuşmasını bitirdiğinde, benimle konuştu. Çocuklarım hakkında sorular sordu. İki üç hafta sonra beni aradı. Sonra da LA Times Gazetesi aradı. Çocuk departmanı onlara benimle röportaj yapmalarını söylemiş. Kabul ettim. Fakat bir kural vardı, kızım ve benim hakkımda yazabilmeleri için mahkemeden izin almaları lazımdı. Bütün çocukların bir sosyal hizmetler uzmanı var, o yüzden izin almak zorundalar. Sonra bu yasal izinler aldı. Muhabir evime geldi ve uzun bir süre bizimle vakit geçirdi. Hastaneye geldi, doktorlarla vakit geçirdi, kızımın doğum gününe geldi. Yalnız Kaliforniya’nın değil ABD’nin en büyük gazetelerinden LA Times. Bu görüşme yapıldıktan sonra, bir süre yayınlanmadı. Niyetleri Aralık’ta hikâyemi basmaktı. Seçim zamanıydı ve benim hikâyem iki sayfayı kaplıyordu. Trump seçildikten sonra haberler biraz daha sakinleşti. Şubat ayına geldiğinde Trump, 7 ülkenin girişini yasakladıktan hemen sonra bu haberi bastılar. Bana “En doğru zamanda bastık” dediler. Ona dedim ki, “Allah’ın sırlarına kimse akıl sır erdiremez”. Her şeyin bir zamanı var. Haber bu zamanlamayla çok etkili oldu.
Haber çıktıktan sonra kıyafetlerinize, tarzınıza bir eleştiri geldi mi?
Birçok insan “Senin hikâyeni duyunca ağlıyoruz” diyor. İmajım neyse öyle kaldı, kalacak. Bir şey diyenleri de umursamıyorum. Beni kabul edeceklerse, böyle edecekler.
Geriye bakınca, “Hayatım nasıl geçti?” sorusunu nasıl yanıtlarsınız?
Yaptığım şeyi çok seviyorum, çocukları çok seviyorum. Bu benim insan yanım, bu benim görevim. Dini, dili, ırkı, rengi ülkeyi düşünmeden, karşımdakini yalnızca insan olarak görerek yardım etmeye çalışıyorum. Allah’a binlerce kere şükürler olsun ki, beni bu işi yapmam için seçti. Çocuklarla ilgilenebilme şansı verdiği için Allah’a şükrediyorum. Biz insanız. Bize gelen merhamet Allah’tan. İnsanlığımızı kaybettiğimize dair çok umutsuz batılılar. Benim hikâyem onlara bunun böyle olmadığı hatırlattı. Fakat bu bir İslam hikâyesi. Bu bir İslam davası. Bizim davamız insanlara ne anlattığımızın davası değil, ne yaptığımızın davası. Bu hikâye, İslam’ın ve Müslümanlığın gerçek rengini gösterdi. Bizim hikâyemiz bizim dinimiz inancımız sevgidir. İçten bir istekle ve tutkuyla bağlanılır. Gerçek İslam kimin ne olduğuna bakmadan kimin yardıma ihtiyacı varsa, ona odaklanmamızı sağlar. Müslümanları bilmeyen birçok insan İslam yüzünden savaşların başladığını düşünüyor. Benim hikâyem çıktığında, ABD’de insanlar Müslümanlara bir kez daha bakmak zorunda kaldı. Hatta bir ateist yazar “İnşallah Allah vardır ve seni bu yaptıkların için ödüllendirir” dedi.
kayak: Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.