Güncel
İsmail Kılıçarslan: Arkadaşlık, dahası dostluk her şeyden önce bir “neşe” üretir, üretmelidir
Follow @dusuncemektebi2
İsmail Kılıçarslan- Yeni Şafak
Odayı altüst ettik. Bir labirent oyunu oynar gibi, o masayı buraya, bu koltuğu şuraya derken çeyrek saatte “buraya üç kişi sığar, kamera da şuradan çekim yapar” kıvamına geldik.
Aslında dört kişiydik. Ama alanımıza dört kişinin sığmasına imkân yoktu. O yüzden üç kişiye indirdik programı. Katılımcıları sürekli değişecek, dördüncü kişi telefon bağlantısı yaparmış gibi kenarda oturacaktı.
O meşhur, meşhur olduğu kadar da bayat soruyu sordu arkadaşlardan biri: “Ne konuşacağız?”
Size bir sır vereyim. Ben bu sorudan nefret ederim. Birazdan başlayacak bir muhabbet öncesi, çay ocağında çayları söylemeden hemen önce, “eee, ne konuşacağız?” diye sorsa arkadaşlarınızdan biri “nasıl la ne konuşacağız, muhabbet edeceğiz işte” demez misiniz? O halde niçin, araya kamera girince ne konuşacağımızı merak edelim ki? Çayları söyleyelim, muhabbeti demleyelim, rüzgâr bizi nereye götürürse oraya doğru akalım. Akalım ki sözün uçurtması süzülsün nazlı nazlı o rüzgârla.
Kamera kayda girdi. Başladık muhabbete. Kıkırdadık, güldük, gülümsedik, birimiz öksürdü onu çok komik bulduk. Dördüncümüz yandan muhabbete bağlandı, onu da…
“Ne konuşacağız?” endişesiyle başlayan program “amma çok şey konuştuk” diyerek, planladığımız süreyi de epeyce aşarak bitti.
Fakat size anlatmak istediğim şey bu değil.
Program çekilirken ben sürekli “dört dostun dokunulabilir neşesi” isimli bir şiir yazmanın hayalini kurdum. Belki şöyle başlardı: “o duvarın önündeki bizdik ve bir Balkan havası.” Yahut belki de şöyle: “sahih gülümsemeler diyarında argın dört akıncı at mahmuzluyoruz” Hatta belki de şöyle: “arkadaştık, tüm yorgunluklardan sonra gülümsüyorduk.”
Başlamadı. Başlamadım daha doğrusu. Yazmayacağım yani o şiiri. Ama o şiirde ne demek istiyorsam burada onu demeye çabalayacağım.
Arkadaşlık, dahası dostluk her şeyden önce bir “neşe” üretir, üretmelidir. Ergen sululuğunu, yetişkin iğnemelerini, yaşlı alaycılığını kastetmiyorum. Dolaysız, dolayımsız, doğrudan ve dokunulabilir bir neşe üretebiliyorsanız dostluk vardır masada.
Neşeyi paylaşmayı beceremeyen insan, hüznü de paylaşamaz, acıyı da… Birlikte neşelenmeyi başaramadığınız birine hüznünüzü de, acınızı da anlatmak istemezsiniz. Elinizden gelmez…
Programda ne konuştuğumuzun neredeyse hiç önemi yoktu. O eşsiz anda, dört dost olarak bir “neşe odası” oluşturduk ve orada, dünyada bizden başka kimse yokmuş ve dünyanın var kalabilmesinin yegâne yolu bizim o neşeyi sürdürebilmemizmiş gibi biteviye muhabbet ettik, hepsi bu.
Çalışılmış kahkahanın, öğrenilebilir hüzünlerin, pazarlanabilir acıların profesyoneli değil, hayatın ta kendisinin amatörü olarak kamera kayıttan çıktığında da sürdü neşemiz.
O dört kişinin Yusuf, Furkan, Aykut ve İsmail olduğunu iddia edenler olacaktır. İnanmayın onlara. İsimlerinin öyle olması meseleyi değiştirmez çünkü.
Üstelik eli artırıp “bunlar ‘Burada Kalalım’ isimli bir youtube kanalı açıyorlarmış, ona da ‘Kusurlu Rüya’ isimli bir program yapıyorlarmış” diyenler de olabilir. Ona da şimdilik itibar etmeyin. Zira henüz yeni çektik Kusurlu Rüya’yı, daha yüklemedik. Hem zaten, youtube kanalının ismini “her şey olgunlaşmadan” verdiğim için “top geçer adam geçmez” performansıyla Nijeryalı defans oyuncularına rahmet okutan Furkan Bey’le kavga çıkar aramızda. O yüzden Burada Kalalım kanalını arayıp bulsanız, oradaki şiir kliplerini falan izleseniz bile en azından Furkan’a söz etmeyin bundan. Aramızda…
Henüz yorum yapılmamış.