Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhasn Fazlıoğlu: İslâm âlemi önce geçmişini bulmalıdır

Bir Sırp atasözü şöyle der: "Mutlak kesin olan tek şey gelecektir; çünkü geçmiş durmaksızın/sürekli değişir". Son iki yüzyılın dünyasını en iyi ifade eden belki de en güzel cümle bu olmalıdır. Niçin? Bu sorunun yanıtını yine yakın tarihimize geri giderek belki bulabiliriz.



KurtuluÅŸu bu dünyada arayan Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ın yorumcuları Kabalacılar 'belirli bir gayeye göre tarihi deÄŸiÅŸtirme'ye sefirod adını verirler. Sefirod, ahiret inancı olmayan Yahudilerin yeryüzü cenneti inÅŸa etmek için geliÅŸtirtikleri bir düÅŸünme ve eyleme tarzıdır. Ancak 'belirli bir gaye' ifadesi, kapitalizmin doÄŸuÅŸu esnasında, eski iliÅŸkileri (gelenek) ortadan kaldırıp yeni iliÅŸkileri (modern) ikame etme olarak anlaşılmıştır. Yeni iliÅŸkilerin dayandığı zihniyet ise niyet-insanını devre dışı bırakıp kural-insanını gündeme taşımıştır. Çünkü geleneksel insan niyetlerini (deÄŸerlerini) esas alan ve maslahata göre davranan ahlak-insanıdır; kurallar da deÄŸerlerle baÄŸlantıları oranında dikkate alınırlar. Modern insan ise menfaate göre düÅŸünür; bu açıdan kurallara uygun davranmayı esas alır; deÄŸerler bu kurallara dayandıkları oranda önemsenir. Bu durum, ahiret inancının yokluÄŸuyla birleÅŸince, dünyaya yönelik, dolayısıyla mutluluÄŸu yalnızca bu dünyada gerçekleÅŸtirmeye çalışan salt hukuk-insanını ortaya çıkarır. Sonuçta deÄŸerlerin dışarıda bırakıldığı ve salt hukukun üstün kabul edildiÄŸi bir çerçeve oluÅŸur. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, salt hukukun üstünlüÄŸü çerçevesinde dikkate alınan kiÅŸi, ancak ve ancak modern iliÅŸki biçimini/biçimlerini kabul eden, kurallara uygun davranan kiÅŸidir; geleneksel iliÅŸki/iliÅŸkiler biçiminde ısrar eden, deÄŸerlerini esas alan kiÅŸi ise, siyah-adamdır (ahlak-insanı). Çünkü deÄŸerlerin olgusal veya iÅŸlevsel aklî kaynağı yoktur, tersine deÄŸerler menÅŸelerini ya vahiyte/dinde yada dinleÅŸmiÅŸ ideolojilerde bulurlar. Bu açıdan din, salt hukukun üstünlüÄŸü anlayışının hakim olduÄŸu her yerde, önce tasfiye, sonra tadil ve en nihayet tahrip edilir. Bu çerçevede modernleÅŸme/batılılaÅŸma, yani modern Avrupanın dünyaya medeniyet getirme savı, kendi iliÅŸki biçimini hakim kılma ve tarihe bu çerçevede yön verme anlamına gelir. Bu iliÅŸki biçiminin dışında kalmak, direnmek yani kısaca muhalif olmak gericilik (irtica) olarak damgalanır.
 
Türkiye, Batı Avrupa karşısında aldığı askerî yenilgiler üzerine girdiÄŸi batılılaÅŸma macerasında, koruyacak bir ÅŸeye sahip olduÄŸundan, daima, Ä°smet Özel'in deyiÅŸiyle 'KonuÅŸulamaz Türk' olarak teklif sahibi olmaya çalıştı. O günden bugüne Türklerin modern Batıyla iliÅŸkileri konuÅŸulamaz ve konuÅŸulabilir olma özellikleri çerçevesinde geliÅŸti. KonuÅŸulabilir olmak için sefirod kavramının yoÄŸun olarak etki bulunduÄŸu Osmanlı münevveri, maziyi karaladı; geleceÄŸi ise kutsadı. Osmanlı münevverleri, ayrıca, geleceÄŸe iliÅŸkin tasavvurlarına uygun olarak, sefirod kavramını geriye doÄŸru iÅŸlettiler ve geçmiÅŸi de belirli bir gayeye göre deÄŸiÅŸtirmeye baÅŸladılar. Bu gaye, geçmiÅŸin gelecek tasavvuruna uygun hatta ona destek olabilecek ÅŸekilde yeniden tanımlanması ve inÅŸa edilmesidir. Bu durum, en iyi ÅŸekilde tarihî Ä°slam ile gerçek Ä°slam ayırımında kendini gösterir. Popüler düzeyde bu ayırım, Ä°slam ile müslüman ikilemine sebeb oldu: Sorumlu gerçek Ä°slam deÄŸil, bu gerçek Ä°slamı anlayamayan müslümanlardı. Aslında bu anlayış, dini bir idea olarak görüp hayattan, dolayısıyla tarihten uzak tutmaya; ve dini kiÅŸinin vicdanına hapsetmeye çalışan zihniyetin bir izdüÅŸümüdür.
 
ModernleÅŸme öncesinde Türk dünyası, ortak bilinç durumunun temsil edildiÄŸi bir metafiziÄŸe atıf yaparak maÅŸerî vicdanını canlı tutuyordu. Bu metafiziÄŸin iki yönü vardı: Åžifahî olanı ki Mevlid'le, Mızraklı Ä°lmihal'le, Muhammediye ve Ahmediye'yle, Hz. Ali hikayeleriyle, Battal Gazi gibi efsanelerle vb. yaşıyordu (Her ne kadar bu eserler yazılı ise de sözlü kültürün özelliklerine uygun yayılıyordu). Bu metafiziÄŸin yazıya dökülmüÅŸ kısmını Kelam ilmi oluÅŸturuyordu. DiÄŸer bir deyiÅŸle Kelam, Ä°slâm dünyasında ortak maÅŸerî vicdanın hesabını verdiÄŸi, nazariyata dayalı, yazılı Ä°slam metafiziÄŸidir. Bu iki yönlü metafizik yanyana deÄŸil, teÅŸkik anlayışı gereÄŸi, üst üste duruyor; ikisi arasındaki irtibat ve kontrolu ulema saÄŸlıyordu. BatılılaÅŸma sürecinde sefirod mantığını ileri ve geri doÄŸru iÅŸleten Osmanlı münevverleri ilk önce, bir taraftan hurafe diyerek ÅŸifahî vicdana, bir taraftan da dogmatik diyerek kelama saldırdılar. Hem de "mesâilin taÄŸayyürü usulun taÄŸayyürünü gerektirmez" kaidesini bildikleri halde. Böylece ulema ortadan kalktı; halk ile devlet arasındaki irtibat koptu. Bu iki ÅŸemsiye ile ulemanın tasfiyesi aydınlara, hatta bazı ulemadan kiÅŸilere, geçmiÅŸi, gelecek tasavvurlarına uygun olarak tahrif etme, tanımlama imkanı verdi. Nitekim maÅŸerî vicdanın her iki unsuru bugün Türkiye'de büyük oranda tasfiye edilmiÅŸ durumdadır. Ayrıca, yine bugün aydın kesiminin dinî anlayışı da, ulema tasfiye edildiÄŸinden nazariyata dayalı yüksek Ä°slam deÄŸil, tek başına kaldığında, diÄŸer bir deyiÅŸle yerinde olmadığında menfi görülebilecek halk Ä°slamıdır.
 
MaÅŸerî vicdanı olmayan bir toplumun ortaklaÅŸa paylaÅŸtıkları bir geçmiÅŸi ve yine ortaklaÅŸa ümid ettikleri bir geleceÄŸi yoktur; bu da kısaca ortak bir gayeleri bulunmadığını gösterir. Bir toplumun maÅŸerî bir gayesi yoksa kendi içerisinde cepheleÅŸir. Bu açıdan Türkiye'de halk arasında devamlı cepheleÅŸmeye neden olan, tüm deÄŸiÅŸik renkleriyle aydınlar, bu milletin maÅŸerî vicdanından, maÅŸerî gayesinden kopan insanlardır. Bundan dolayı hepsi, topluma malolmayan, kökleri ötede beride müphem bir iradenin biçimlediÄŸi, tayin ettiÄŸi birer cephe komutanıdır, kabile ÅŸefidir. Çünkü Türkiyedeki aydının mensubiyet duyduÄŸu bir milleti yoktur. Millet olmadan kiÅŸi olunamaz. Küresel düÅŸünmek, evrensel dert edinmek geniÅŸ düÅŸünmek deÄŸil yer-siz düÅŸünmek demektir. Tersi ise bir yerden düÅŸünmek, yer-li düÅŸünmek demektir. Çünkü merkezi olmayan bir dairenin tanımı nasıl mümkün deÄŸilse yeri olmayan bir düÅŸüncenin tanımı da o kadar mümkün deÄŸildir. Aksi, küresel, evrensel gibi siyasî kavramları bilgi nazariyesine mal etmek demek olur ki bu yanlıştır. Çünkü bilgi, düÅŸünce, küresel, evrensel olamaz, olsa olsa tümel olur, genel-geçer vb. olur.
 
Kısaca dendikte, baÅŸta Türkiye olmak üzere benzer süreci yaÅŸamıs olan diÄŸer müslüman toplumlar dertlerinden ve sıkıntılarından kurtulacakları bir muhayyel gelecek tasarladılar; ve bu geleceÄŸi gerçekleÅŸtirmek için yalnızca mevcud olanı deÄŸiÅŸtirmekle kalmadılar, geleceÄŸi de bu muhayyel geçmiÅŸin muhtevasına uygun ÅŸekilde tanımlamaya çalıştılar. Günübirlik sıkıntılar deÄŸiÅŸtikçe muhayyel gelecek yeniden dizayn edildi; bu yeni dizayna göre de geçmiÅŸ tekrar ve tekrar tanımlanmaya çalışıldı. Bu nedenlerle bugün ne Türkiye'de yaÅŸayanların ne de diÄŸer müslüman toplumların kendilerine has ortak-bir geçmiÅŸi yani tarihi yoktur. Her bir toplum geçmiÅŸini ÅŸimdiki sıkıntılarını ve dertlerini çözmeyi düÅŸündüÄŸü muhayyel gelecek tasavvuruna göre deÄŸiÅŸtirip durmakta silbaÅŸtan yeniden ama yepyeniden yazmaktadır.
 
Mirim Çelebî'nin deyiÅŸiyle "Akıl, hissî ya da aklî delili olmaksızın bir kavramın [olgu] varlığı hakkında yargıda bulunamaz", bulunur ise olgu olmaz vehim olur. Bu nedenle muhayyel gelecek tasavvuru bir vehimdi; bu vehme göre yeniden çeki-düzen verilen tarih/geçmiÅŸ de bir vehimdi. GeçmiÅŸi ve geleceÄŸi vehim üzerine kurulu Ä°slam aleminin bugünü ise -iÅŸte- apaçık ortadır (ama ne yazık ki vehim deÄŸildir). Çözüm önce geçmiÅŸin keÅŸfi, sonra da geleceÄŸin bu geçmiÅŸten hareketle yeniden inÅŸasıdır. Rehber ise meÅŸruiyetini deÄŸer dünyamızda bulan akıl ile aklın ürünü olan bilgidir; aklın yani bilginin Varlık üzerindeki tatbikatı da adalettir, erdemdir. BaÅŸka bir deyiÅŸle sorumluluk (vazife) sorgulayan (muhakkık) içindir. Her sorumluluk hisseden kiÅŸi de seçenek arar. Seçenek arayan kiÅŸiyse bilgisine (nazar) göre eyler (amel); sonucu adalettir/erdemdir.
 
Anlayış Dergisi, (Sayı 6), Kasım 2003 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.