Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Turan Kışlakçı'nın kaleminden: Yürümek Bir Felsefe, Bir Sanat ve Bir Aşk’tır Gradiva

Yürümek, yeryüzünün en kutlu hareketi… İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasıf. Yürümek düşünmektir. Yürümek temâşâdır, nüzhettir, teferrüctür, tefekkürdür, teemmüldür, seyr-u seferdir. Yürümek bir edep, bir sanat, bir duruştur… Bazen bir kelam, bazen bir kalem, bazen de bir selamdır… Bir yürüyüştür hayat… Yürür ve yürüdükçe büyür… Güneş yürür, ay yürür, yıldızlar yürür, gezegenler yürür ve insan yürür…



Ä°nsana “Kendini küçük görmeyi bırak, sen yürüyen evrensin…” diye seslenen Mevlana Celaleddin Rumi, “Yolu yürümeye baÅŸla. BaÅŸladıktan sonra yolun devamı görünecektir” der. Yani sadece ilk adımı at, gerisi gelecektir… Her yürüyüÅŸün başında bir düÅŸ, bir tasarı, bir niyet vardır. Adımlarla baÅŸlar yürüyüÅŸ. Adım adım… Önce bir adımla baÅŸlar, sonra bir baÅŸka adım ve bir diÄŸer adım daha derken, tıpkı davula vuruÅŸların oluÅŸturduÄŸu ritim gibi biriken adımlar, yürüyüÅŸün ritmini oluÅŸturur. Yürüdükçe de dinden felsefeye, sanattan edebiyata ve siyasetten aÅŸka her alanda fikirler üÅŸüÅŸür insanın zihnine. Yürümek, dünyanın en tanıdık ama aynı zamanda en karmaşık ÅŸeyidir. Ä°nsan bazen dinlenmek, bazen çalışmak ve bazen de keÅŸif için yürür. Seher vaktinin ilk adımlarına eÅŸlik eden yürüyüÅŸ, umudun ve düÅŸüncenin adıdır. AkÅŸam dinginliÄŸine eÅŸlik eden yürüyüÅŸ de, manevi huzurun ve doyumun keyifli anıdır. Gündüz yürüyüÅŸünü yapamayan, bir gece yürüyüÅŸü olan uykuya da hasret kalır.
 
Yürümenin tarihi insanlığın tarihidir. Yürümek insani bir özelliktir. Ä°nsan türünün varlığı ayaklarla, yani yürümesiyle baÅŸlar. Tümüyle insana özgü bir yetenek olan dünyaya anlam vermek, dünyayı anlayarak ve baÅŸkalarıyla paylaÅŸarak hareket etmek insan varlığının, milyonlarca yıl önce ayaÄŸa kalkmasıyla doÄŸmuÅŸtur. Ä°nsanlar bir yerden baÅŸka bir yere gidebilmek için yürümüÅŸlerdir. Hicret, göç ve medeniyetlerin inÅŸâsı insanın yürümesiyle vücut bulmuÅŸtur.
 
Yürümek bir sanattır. Ä°nsanoÄŸlu çocukluÄŸunda, yürüme sanatında ustalaÅŸana dek de sık sık hüsranla yere düÅŸer. DüÅŸmeyle cilveleÅŸerek yürümeyi öÄŸrenir. Önce vücutlarıyla öne doÄŸru bir hamle yapar, sonra da bacaklarını o vücudun altında tutabilmek için koÅŸturur. Böylece yürümeyi öÄŸrenirler. Gecikmeli bir düÅŸme olarak baÅŸlar yürüme ve düÅŸüÅŸ de cennetten kovulup dünyaya düÅŸmeye karşılık gelir. Ä°nsan hayatının her merhalesinde de düÅŸe kalka öÄŸrenir, zorlukları aÅŸar. Çocuklar gibi…
 
Yürümek dünyaya açılmaktır. Zamânı ve mekânı keÅŸiftir. Yürümek ile ayaklarımızın altındaki zemini hissederiz ve sınırlarımızı keÅŸfederiz… YürüyüÅŸ zaman ve mekânın yeniden büyülenmesi konusunda son derece rahat bir yöntemdir. Sadece yaÅŸanan ânı hissettiren bir iç zenginliÄŸe ulaÅŸma yoluyla geçici bir kendini bırakmadır. Yürüme insanda bir basitlik ve rahatlık duygusu canlandırır. Acele etmeden zamanın tadını çıkarma keyfi verir.
 
Yürümek bir isyandır. Gandhi ve Mao’nun yürüyüÅŸü gibi… ÇaÄŸdaÅŸ dünya baÄŸlamında yürümek bir nostalji ya da direniÅŸ biçimini akla getirebilir. YürüyüÅŸ, yürüyüÅŸçünün özgürlük düzeyine göre farklı tonlarla bedeninin zaferidir. Gandhi ya da Mao gibi bazı siyasal muhalifler yaptıkları uzun yürüyüÅŸlerle dünyayı sarsmışlardır. Politik hac yolculuÄŸunun mucidi belki de Gandhi’dir: 1930’da gerçekleÅŸtirdiÄŸi 200 mil uzunluÄŸundaki ünlü Tuz YürüyüÅŸü’nde kendisi ve ülkenin iç kesimlerinde yaÅŸayan çok sayıda insan, Ä°ngiliz kanunlarını ve Ä°ngiliz vergilerini protesto etmek amacıyla kendi tuzlarını üretmek üzere denize yürümüÅŸlerdi.
 
YÜRÜMEK ŞİFADIR
 
Ä°nsan yürüyerek hüznünü giderir, kızgınlığını dindirir. Yürümek kaygı ve endiÅŸeden uzaklaÅŸtırır. Kısa bir gezinti biçiminde de olsa yürüyüÅŸ çaÄŸdaÅŸ toplumlarımızın telaÅŸlı, stresli ve endiÅŸeli yaÅŸamını tıkayan kaygılara geçici olarak ara verir. Yürümek dışarıda, “açık hava” dediÄŸimiz yerde olmaktadır. Yürümek ÅŸehirli insanın mantığını, hatta en yaygın ÅŸartlanmışlıklarını bile ters-yüz eder.
 
YürüyüÅŸ dünyayı duyumsamaya götürür. Ä°nisiyatifi insana bırakan eksiksiz bir etkinliktir. Yürürken her canlıyla konuÅŸur insan… DüÅŸüncelere ve hayallere dalıp gider… RastlaÅŸmak, tanışmak, konuÅŸmak, zamânın tadını çıkarmak, istediÄŸin yerde durmak, istediÄŸin gibi yola devam etmek… DüÅŸünmenin ve yürümenin huzurlu mutluluÄŸu. Amerikalı ünlü yazar Henry David Thoreau “Yürümek” adlı kitabında ÅŸöyle der: “Ä°nanıyorum ki günde en az dört saat hatta kimi zaman dört saatten de fazla, her türlü maddi kaygılardan uzaklaÅŸarak ormanlarda, daÄŸlarda, tepelerde dolaÅŸmazsam bedensel ve zihinsel saÄŸlığımı koruyamam…”
 
Yürümek saÄŸlıktır, ÅŸifadır. Dünyanın birçok yerinde yapılan araÅŸtırmalara göre, günlük yürüyüÅŸ yapmanın fiziksel ve psikolojik birçok faydası bulunmaktadır. Bunlardan bazıları ÅŸunlardır: “Zihinsel ve fiziksel zindeliÄŸi geliÅŸtirir, ürettiÄŸi serotonin ve endorfin hormonları morali düzeltir, hafıza kaybı problemini ve alzheimer riskini azaltır, stresten kurtulmanızı saÄŸlar, kan dolaşımına yardımcı olur, kalp-damar hastalıkları riskini azaltır, kemiklerin kuvvetlenmesine yardımcı olur, dayanıklılığı artırır, uykusuzluÄŸu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur, bel ve boyun aÄŸrılarını hafifletir, yaÅŸlanma sürecini geciktirerek, genç görünüm saÄŸlar.”
 
“Yürümek spor deÄŸildir” der Frasız felsefe profesörü Frederic Gros “Yürümenin Felsefesi” adlı kitabında: “Spor teknik, kurallar, puanlama ve rekabet meseledir. Yürümek ise bir ayağı diÄŸerinin önüne atmak çocuk iÅŸidir. Yürüyenler karşılaÅŸtığında ne bir sıralama vardır ne de puanlama. Yürümek için iki bacağınızın olması yeterlidir. Gerisi fasa fisodur. Hızlanmak mı istiyorsunuz? O halde yürümeyin, baÅŸka bir ÅŸey yapın; tekerleklileri kullanın, kayın, uçun! Yürümeyin. Ve unutmayın, yürürken takdire ÅŸayan tek ÅŸey gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemidir. Yürümek spor deÄŸildir.
 
Ormanlarda, yollarda ya da patikalarda yürümek dünyanın düzensizlikleri karşısında gittikçe artan sorumluluklarımızdan uzaklaÅŸtırmaz bizi, soluklanmamızı, duyularımızı keskinleÅŸtirmemizi, meraklarımızı yenilemimizi saÄŸlar. YürüyüÅŸ çoÄŸu zaman insanın kendi içinde yoÄŸunlaÅŸmasını saÄŸlayan bir dönemeçtir.”
 
YÜRÜMEK DÜÅžÜNMEKTÄ°R
 
Yürümek filozof-vâri bir eylemdir. Ayağın adımı, düÅŸüncenin adımıdır. Bundandır ki, yeni bir düÅŸünce, çoÄŸunlukla, tabiatın zaten hep orada bulunan bir unsuruymuÅŸ gibi gelir bize; düÅŸünmek, üretim deÄŸil de bir yolculuktur sanki. Belki de, yürümenin düÅŸünürlere mahsus faydalarının kaynağı da budur. YoluculuÄŸun sürprizleri, özgürleÅŸtirmesi ve zihin açıcılığı bazen dünyayı deÄŸil mahalleyi dolaşırken de edinilebilir; yürüme, hem uzaklarda hem de yakınlarda yol alır. Yürümek insanın çevresindeki sınırını sonsuzca geniÅŸletmiÅŸ ve insanın beyninin geliÅŸmesine katkıda bulunmuÅŸtur.
 
Ä°deal olarak yürüme zihnin, bedenin ve dünyanın, sanki nihayet birbiriyle konuÅŸmaya baÅŸlamış üç kiÅŸi ya da aniden bir melodi oluÅŸturan üç nota benzeri uyum içinde bulunduÄŸu bir durumdur. Yürüme sayesinde bedenimizde ve dünyada var oluruz. Bedenin, ruhun ve dünyanın sesini dinlemek… Sanki zihni harekete geçiren, hareketin kendisi olduÄŸu kadar gözümüzün önünden geçip giden manzaralardır ve yürümeyi hem belirsiz hem de sonsuz ölçüde bereketli kılan da budur: Yürümek hem bir araç hem de bir amaç, hem yolculuk hem de varış noktasıdır.
 
Yürürken, beden ve zihin birlikte çalışır ve böylece, düÅŸünmek neredeyse fiziksel, ritmik bir eyleme dönüÅŸür. Dünyayı keÅŸfetmek, düÅŸünceyi keÅŸfetmenin en iyi yollarından biridir ve yürürken bu âlemlerin her ikisinde birden yol alırız.
 
DüÅŸünmeyle yürüme arasındaki baÄŸ Antik Yunan döneminde sıkça karşımıza çıkmasına raÄŸmen ZerdüÅŸtlük, Hinduizm ve Budizm gibi birçok dinde de yürümenin önemine geniÅŸ vurgu yapılmıştır. Antik dönem bilgeleri, derin düÅŸüncelerin peÅŸine ancak yürüyerek düÅŸtüklerini ifade eder. Aristoteles’in bir aÅŸağı bir yukarı yürüyerek ders anlattığı ve öÄŸrettiÄŸi belirtilir. Sokrates, Platon ve Aristoteles’ten önce Atina yaÅŸamına hâkim olan Sofistler gezginlikleriyle ünlenmiÅŸlerdi. Aristo’nun okulunda yetiÅŸen filizoflara Peripatetikler veya Peripatetik ekol adı verilmiÅŸtir ve Ä°ngilizcede peripatetic kelimesi “uzun yürüyüÅŸleri alışkanlık edinmiÅŸ kimse” anlamına gelir. Yani isimleri, düÅŸünmeyi yürümeyle iliÅŸkilendiriyor. Stoacılar da isimlerini stoa’dan, yürürken bir yandan da konuÅŸtukları, Stoacı düÅŸünüÅŸün metanetine en aykırı resimlerle bezeli Atina’daki sütunlu yoldan almışlardı.
 
Ä°slam felsefesindeki MeÅŸÅŸailer de benzeri ÅŸekilde ad almışlardır. Arapça asıllı bir sözcük olan “MeÅŸÅŸai”, Arapça’da “yürüdü” anlamına gelen “meÅŸa” fiilinden isim olarak, Grekçe’deki “peripatos” terimini karşılamak için üretilmiÅŸtir. MeÅŸÅŸaiye, kelime olarak yürüyücülük ve yürüyüÅŸü alışkanlık etmek demektir. Aristotales derslerini gezinerek verdiÄŸi için, ona ve onunla birlikte yürüyenlere “peripatos” denilmiÅŸtir. Peripatetikler, yani Ariston’nun öÄŸrencileri ve takipçileri de Aristotales’in yöntemine, bilimler, sınıflamasına, mantığına, fizikten metafiziÄŸe yükselen felsefi sistemine baÄŸlı kalmışlardır. MeÅŸÅŸaiyye, bir ıstılah olarak da genelde Aristo felsefesinin benimsenmesi, özelde de Ä°slam AristoculuÄŸu demektir. Aristo’nun felsefesini benimsemiÅŸ olan Ä°slam Filozoflarına da “meÅŸÅŸaiyyun” denilmektedir. Ä°slam düÅŸünce tarihine baktığımızda Kindi, Farabi, Ä°bn Sina, Ä°bn Bace ve Ä°bn RüÅŸd gibi büyük filozofların bu ekole dahil edilebileceÄŸini görmekteyiz. Burada dikkat edilmesi gereken bu filozofların hiç birisi tam anlamı ile Aristocu olmamaÅŸlardır. Aristo’dan etkilendikleri gibi Eflatun (Platon) ve Yeni-Eflatunculuktan da etkilenmiÅŸlerdir. Müslüman filozoflar, mantık sahasında daha çok Aristo düÅŸüncesinden esinlenmiÅŸ olup ahlak, siyaset, metafizik gibi konularda da daha çok Eflatun’dan esinlenmiÅŸlerdir.
 
Çok sonraları, yürümekle felsefe yapmanın baÄŸdaÅŸtırılması o derece yaygınlaÅŸtı ki, Orta Avrupa’da birçok yer ismine ilham verdi: Hegel’in yürüyüÅŸ yaptığı rivayet edilen Heidelberg’teki Philosophenweg (Filozof Yolu); Kant’ın günlük gezintileri sırasında yanından geçtiÄŸi Königsberg’deki Philosophen-damm (Filozof Barajı) ve Kierkegaard’nun sözünü ettiÄŸi Kopenhang’daki Filozofların Yolu.
 
Ünlü filozof Friedrich Nietzsche yorulmak nedir bilmeyen hatırı sayılır bir yürüyüÅŸçüydü. Sık sık yürüyüÅŸten bahsederdi. Günde 8 saat yürürdü. Yürürken çalışırdı. Notlar alırdı. Birçok kitabı yürürken yazmıştı. “Gezgin ve Gölgesi” adlı kitabı için ÅŸunları not düÅŸer: “Birkaç satır dışında hepsi yolda düÅŸünüldü ve kurÅŸun kalemle altı küçük deftere karalandı.” Yine “Ecce Homo” adlı kitabında ÅŸunları not düÅŸer: “Mümkün mertebe az oturmalı; açık havada yürürken doÄŸmayan, ÅŸenliÄŸine kasların da katılmadığı hiçbir düÅŸünceye güvenmemeli. Önyargıların hepsi bağırsaklardan gelir.”
 
Ünlü Fransız düÅŸünür Jean-Jacques Rousseau için yürüyüÅŸ, özgürlük deneyimidir, tükenmez bir gözlem ve düÅŸ kaynağıdır. Rousseau “Ä°tiraflar” adlı kitabında ÅŸöyle söylemiÅŸti: “Yalnızca yürürken derin düÅŸüncelere dalabiliyorum. DurduÄŸum zaman, düÅŸüncelerim de duruyor; zihnim yalnızca bacaklarımla birlikte hareket ediyor.” Danimarkalı ünlü filozof Soren Kierkegaard da günlüklerinde ısrarla tüm eserlerini yürürken yazdığını ifade eder.
 
YÜRÜMEK Ä°BADETTÄ°R
 
Yüce Hâlık, ilk insanı yarattığında ona yürümeyi ve konuÅŸmayı öÄŸretti. Yeryüzüne gönderdiÄŸinde de ona yürümesini emretti. Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc) ÅŸöyle buyurmaktadır: “O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi, onun üzerinde yürüyün…” (Mülk / 15) Bundan dolayı tüm Enbiyalar ve Resuller, tüm yeryüzünde, adım adım yürüdüler. Ä°brahim (as) Harran’dan Kudüs’e, Kudüs’ten Mekke’ye yürüdü. Ä°sa (as) da Kudüs civarını karış karış yürüdü. Son geceki yürüyüÅŸünde ise Allah katına yükseltildi. Hz. Peygamber (sav)’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya gece yaptığı yürüyüÅŸe “Ä°sra” adı verildi yani “Gece YürüyüÅŸü”. Hicret de bir yürüyüÅŸtür… Üstad Sezai Karakoç “Hızırla Kırk Saat” kitabının 36. bölümünde Hz. Pegamber (sav)’in Mekke’den Medine’ye yürüyüÅŸünü ÅŸu dizelerle özetliyordu:
 
“Ayet ayet sure sure yürüdüler
 
Mekke’den Medine’ye erdiler.”
 
Peygamberlerin izinde giden tâbileri, havariler ve sahabiler de aynı istikamet üzere hep yürüdüler. Âlimler, arifler, mutasavvıflar, daÄŸlar, tepeler, vadiler ormanlar demeden diyar diyar yürüdüler. Ä°bn Arabi, Abdülkadir Geylani, BiÅŸr-i Hafi, Cüneydi BaÄŸdadi, Ä°brahim Edhem, Ä°mam Rabbani vb birçok âlim ve derviÅŸ Yüce Allah’ın görünen kitabını temâÅŸa ede ede yürüdüler. Yürümek Peygamberlerin özelliÄŸidir. Yürürken Peygamberler vahiy, âlimler ilham alır.
 
Müslüman âlimlerin ilim için yürüyüÅŸlerine ve yolculuklarına “rıhle” adı verildi… Binlerce km mesafeyi yürüyerek ilim için aÅŸtılar. “Rıhle fi talebi’l-ilm”, “Rıhle li talebi’l-ilm” veya kısaca “er-Rıhle” ÅŸeklinde ifade edilen yolculukları hep ilim içindi. Ä°lim yolculuklarının ilkini “çöl okulu” denilecek yerlere yapıyorlardı. Çöllerde Arapça lisanlarını geliÅŸtirmek için yürüyorlardı. Bedevi topluluklar ile hemhal oluyorlardı. Åžehirli olmalarına raÄŸmen, bu zor çöl koÅŸullarında bir bedevi gibi yaşıyorlardı.
 
Yürümek ibadettir. Hacc yürüyüÅŸü bir ibadettir. Kabenin etrafı, yürüyerek tavaf edilir. Hz. Ä°brahim (as) Yüce Allah’a duasında ÅŸunları söyler: “Ä°nsanları Hacc’a çağır, yürüyerek sana gelsinler…” (Hacc / 27) “Yürümenin Tarihi” adlı kitabın yazarı Rebecca Solnit ÅŸunu der: “EÄŸer düÅŸünmek tabiaatta din olsaydı, yürümek bunun en önemli ritüeli olurdu.”
 
Manevi bir yolculuk olan Hacc bir yürüme biçimidir. Ä°slam’da olduÄŸu gibi Hıristiyanlık, Hinduizm, Budizm gibi birçok dinde hacc ritüeli vardır. Hristiyanlıkta hacılar, dünyayı gezme fiilinin kaynağı olan “travail” kelimesindeki çalışma, eziyet çekme ve doÄŸum sancısı anlamlarını çaÄŸrıştıran bir ÅŸekilde, çoÄŸunlukla yolculuklarını zorlaÅŸtırmaya gayret ederler. OrtaçaÄŸdan bu yana, kimi Hıristiyan hacılar yalınayak veya ayakkabılarının içinde taÅŸlarla ya da oruç tutarak veya çile çektiren giysiler içinde seyahat etmiÅŸlerdir. Hıristiyanlıkta Hac yolculukları, yola en dayanıklı olanlar için deÄŸil, en az dayanıklı olanlar içindir.
 
Namaz için camiye yürümenin büyük sevap olduÄŸunu ifade eden Hz. Peygamber (sav), yürürken yolda bulunan bir engeli; taÅŸ, kemik, diken vb gibi ÅŸeyleri kaldırıp atmanın da sadaka olduÄŸunu belirtir. Bir hastayı ziyaret etmek için yürümek, bir hayra vesile olmak için yürümek, bir akrabayı veya yaÅŸlıyı ziyaret etmek için yürümek de Ä°slam’da önemli ibadetlerden biridir. Yolda kalmışa yardım etmek de en büyük sevaplardan biridir.
 
Ä°NSAN YÜRÜYÜÅžÜNDEN TANINIR
 
Yürümek insanı tanımak olduÄŸu gibi, bir insanı da yürüyüÅŸünden tanıyabilirsiniz. Kadim bilgeler “Ä°nsan yürüyüÅŸtür” derler. YürüyüÅŸünden kim olduÄŸunu bilebilirsiniz bir insanın. Kibirli mi – alçak gönüllü mü, asil mi – soysuz mu, paralı mı – cebi delik mi, katil mi – mâsum mu, gösteriÅŸli mi – sâde mi, onurlu mu – onursuz mu? Her insanın kendine ait bir yürüme tarzı vardır. Kimisi ritimli yürür, kimisi ellerini sallayarak yürür, kimisi sık adımlarla yürür, kimisi daha esnek ve yavaÅŸ yürür. Gençler ile yaÅŸlıların, kadınlar ile erkeklerin yürüyüÅŸleri arasında farklar vardır.
 
Hz. Lokman (as), oÄŸlunun yürüyüÅŸüne bile dikkat edip, ona ÅŸöyle yürümesini öÄŸütlemektedir. “Yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Åžüphesiz ki, Allah büyüklük taslayan ve övünen kimseleri hiç sevmez. YürüyüÅŸünde tabii ol!” (Lokman / 18) Lokman (as) oÄŸluna bir kibir gösteriÅŸi ÅŸeklinde yürümemesini öÄŸütlerken, ona en uygun yürüme tarzını da göstermiÅŸ oluyor. Bu yürüyüÅŸ, her türlü yapmacıktan uzak, tabii bir yürüyüÅŸ olacaktır. Ne, herhangi bir gurur ve kibir gösteriÅŸi içinde yürünecek, ne de, acizlik, takva yahut tevazu gösteriÅŸi içinde yürünecektir. Çünkü hiçbir ÅŸeyin sûni ve yapmacık olanı makbul deÄŸildir.
 
Hz. Lokman, oÄŸluna yürüyüÅŸle ilgili öÄŸüdünü yaparken, Yüce Allah’ın büyüklük taslayan ve kendisiyle övünen kimseleri sevmediÄŸini hatırlatmak suretiyle onun bu kötü huydan uzak durmasını teÅŸvik etmektedir. Çünkü kibir, kendini beÄŸenme, bütün iyilikleri yok eden büyük bir âfettir. Nitekim Åžeytan, kibri sebebiyle kafir olmuÅŸtur. Bu sebeble, Yüce Allah Kur’an’da mütekebbir ve kendisiyle övünen kimseleri sevmediÄŸini müteaddit yerlerde belirtmiÅŸ, Hz. Peygamber de bir hadislerinde ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “Kalbinde zerre ağırlağınca kibir bulunan kimse Cennet’e giremez.” (Müslim, Ä°man: 149)
 
Demek ki, insanın her türlü tavrı, hareketi ve konuÅŸması kibirden uzak olması gerektiÄŸi gibi, yürüyüÅŸü de kibirden vb kötü yürüyüÅŸ tarzlarından uzak olmalıdır. Bu konuda baÅŸka bir ayette ÅŸöyle buyurulmuÅŸtur: “Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen elbette yeri yaramazsın, boyca da daÄŸlara ulaÅŸamazsın.” (Ä°sra / 37) Yine baÅŸka bir ayette Yüce Allah, kendisine layık, örnek kullarının ÅŸöyle yürüdüÄŸünü bildirir: “Rahmanın kulları ki, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler.” (Furkan / 63)
 
YürüyüÅŸte baÅŸkasını taklit de asla övülen bir davranış deÄŸildir. Karganın kekliÄŸin yürüyüÅŸünü taklit etmesi gibi bir haldir. Åžeyh Sâdi Åžirazi artık deyim haline gelen bir hikayesinde ÅŸöyle der: “Karga, keklik gibi yürümeye çalışmış. Keklik gibi yürüyememiÅŸ. Kendi yürüyüÅŸünü de kaybetmiÅŸ…” BaÅŸkasını taklit insanı özünden koparır, orjinallikten uzaklaÅŸtırır. Zaten insanlar, saf bir insandan söz ederken “ayakları gibi aptal” demezler mi?
 
YÜRÜMEK BÄ°R AÅžKTIR GRADÄ°VA
 
Yürümek bir aÅŸktır. Bazen insan bir yürüyüÅŸe âşık olur ve aÅŸkını bir kadının yürüyüÅŸünde bulur. Alman edebiyatının ünlü yazarlarından Wilhelm Jensen’in “Gradiva” adlı romanındaki hikâye gibi… Gradiva adlı romanda arkeolog Norbert Hanold baÅŸroldedir. Norbert, Roma’da bir koleksiyonda bir rölyef görür. Bu rölyefte yürüyen bir kız resmedilmiÅŸtir. Bu kız, günlük yaÅŸamdan bir kızdır. Bir kraliçe ya da tanrıça deÄŸildir. Yirmili yaÅŸlarda Romalı bir bâkire olduÄŸunu düÅŸünmüÅŸtür. Kabartma günlük yaÅŸamın bir kesitinden alınmış gibidir. Kız, karşıdan karşıya geçerken elleriyle hafifçe pilili eteÄŸini toplamıştır. Ayaklarında sandalet vardır, bir ayağı tümüyle yere basmıştır, öbür ayağının parmak uçları yere dokunmaktadır ama ayağını, tabanıyla topuÄŸu zeminle neredeyse 90 derecelik bir açı oluÅŸturacak ÅŸekilde yukarı doÄŸru kaldırmıştır. Bu görünüm gravüre olaÄŸanüstü bir çekicilik ve gizem katmıştır. Rölyefteki doÄŸallık ve sadelik o tür eserlerin yapıldığı zamanlarda pek de görülmeyen bir özelliktir. Norbert Hanold eserden, yaÅŸadığı çaÄŸdan bir izlenim edinmiÅŸ gibidir. Norbert’i en çok etkileyen ÅŸey kızın yürüyüÅŸüyle ilgilidir. Kızın sol adımını attığı sırada saÄŸ ayağının yere doÄŸru açısı Norbert’in dikkatini çeker. Bu özel adım atışla büyülenmiÅŸ gibidir. Bu rölyefin bir röprodüksiyonunu bulup odasına yerleÅŸtirir. Bu kıza latince “Gradiva” yani; “yürüyen güzel kız” adını verir. Norbert Hanold günlerini gecelerini bu rölyefe bakarak geçirmektedir. Gradiva’yı sık sık rüyalarında görmektedir. DüÅŸlerinde Gradiva’nın yürüyüÅŸünün ardına takılır.
 
Bir gün düÅŸten uyanan Norbert yaÅŸadığı ÅŸehrin sokaklarına camdan bakar. Bir anda o özel yürüyüÅŸü gördüÄŸü bir çift kadın bacağı fark ettiÄŸi zaman yatak kıyafetiyle kendini sokaÄŸa atar ancak kadını bulamaz. Artık ne zaman sokakta olsa, kadınların yürüyüÅŸlerine ve ayaklarına bakıyor ve o Gradiva yürüyüÅŸlü kadını bulmayı umut ediyordur. Norbert bir müddet sonra rüyalarının peÅŸinde Ä°talya’nın Pompei ÅŸehrine gider. Burada Gradiva’yı arar durur. Aylarca rölyefteki Gradiva’yı arayan Norbert, burada ilk çocukluk aÅŸkını bulur. Bir zooloji profesörü olan komÅŸusu Richard Bertgang’ın kızı olan Zoë Bertgang, Norbert Hanold’un çocukluk aÅŸkıdır. O zaman arkeolog Norbert’in Bertgang’dan bir tek ricası olur. “Bari bir kerecik olsun bu Gradiva rölyefindeki gibi yürür müsün?” der. Kız onu kırmaz. Aynı pozda yürür. Gerçekten de Gradiva kadar güzel yürümektedir. Ama bu kez ayağında eski Pompei sandaletleri deÄŸil, çaÄŸdaÅŸ Ä°talyan yapımı kum rengi ayakkabıları vardır.
 
Psikanalizin babası olarak tanınan Sigmund Freud’un, “DüÅŸlerin Yorumu” adlı kitabı “Gradiva” romanı üzerine yazılan yorumlardır. Bu romanı, ünlü psikiyatr Carl Gustav Jung, Freud’a 1906 yılında okuması için verdiÄŸi belirtilir. Gradiva, Freud’un bir edebiyat yapıtının ruhçözümsel yöntemle ele alınışının basılı ilk ve en kapsamlı örneÄŸini oluÅŸturur. Ünlü Fransız yönetmen Alain Robbe-Grillet de, Gradiva romanını filme çekmiÅŸtir.
 
Enderunlu Osman Vasfi’nin ÅŸu mısraları ÅŸarkın Gradivalarını ne güzel özetler:
 
“O gül-endam bir al ÅŸale bürünsün yürüsün,
 
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün.”
 
ÇAÄžDAÅž Ä°NSAN YÜRÜMEYÄ° UNUTTU
 
Modern insan yürüyüÅŸü unuttu. Yürüyen insandan mıhlanmış insana geçti. Günümüzde modern vâsıtalar, kentlerde tıkanıklıkara neden olmasına raÄŸmen gündelik yaÅŸamın bir parçasıdır. Bedeni milyonlarca insan için neredeyse gereksiz hale getirmiÅŸtir. Ä°nsan oturan ya da hareket etmeyen bir varlık olmaya baÅŸlamıştır ve birçok insanın yaÅŸamının yerini de protezler almıştır. Bugün insan bedeninin bir anormallik, düzeltilmesi gereken bir müsvedde gibi görülmesinde ÅŸaşırtıcı bir ÅŸey yoktur ve hatta kimileri bedenin saf dışı edilmesi gerektiÄŸini bile düÅŸünmektedir. Bireysel etkinlikler fiziksel enerjiden çok sinirsel enerji tüketirler. Beden, modernliÄŸin karşısındaki bir engeldir. Zamânın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüÅŸ; bir kaçış, modernliÄŸe bir naniktir.
 
ÇaÄŸdaÅŸ insan; seyahat ÅŸirketleri veya ellerinde haritalar tek baÅŸlarına düÅŸerler yollara. Ä°nsanlar artık ya yılsonu tatillerinde ya hafta sonlarında ya da boÅŸ zamanlarında birkaç saat yürümektedir. Bazen uzun gezintiler ve doÄŸa yürüyüÅŸleri ile insanlar en kısa güzergâhları tanımaktadır. Unutmamalı ki, ayaklarımızın kökleri yoktur, ayaklarımız hareket etmek için yapılmıştır. YürüyüÅŸ sırasında müzik dinleten kulaklıklar ya da cep telefonu konuÅŸmaları yalnızlığa, sessizliÄŸe ve bilinmeyenle karşılaÅŸmalara karşı bir tampon görevi görüyor.
 
Günümüzde birçok insan ev, araba, spor salonu, ofis, maÄŸaza gibi bir dizi iç mekânda, birbirinden kopuk halde yaşıyor. Oysa yürürken her ÅŸey birbirine baÄŸlıdır çünkü iç mekânlarda nasıl var oluyorsak, onların arasında kalan dış mekânlarda da aynen öyle var oluruz. O zaman insan, sadece dış dünyaya karşı inÅŸa edilmiÅŸ iç mekânlarda deÄŸil, tüm dünyada yaÅŸamaya baÅŸlar.
 
NE MUTLU YÜRÜYENLERE!
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.