Özel / Analiz Haber
Kemal Sayar: Çocukluğun masumiyetine dair bir tarihsel altın çağ var mıydı gerçekten?
Follow @dusuncemektebi2
Neil Postman’ın ünlü kitabı Çocukluğun Kayboluşu’nda medyanın denetimsiz varlığının, anne baba kontrolünü aşındırdığı ve bu durumun, giderek pek çok evde merkezi bir hüviyet kazandığı dile getirilir. Modern toplumdaki değişimin sonuçlarından bir tanesi de, çocukların içinde yetiştirildiği ahlaki çatının zayıflaması. Acaba çocukluğun masumiyetine dair bir tarihsel altın çağ var mıydı gerçekten?
Çocuklar hakkında fazlasıyla kaygılandığımız bir çaÄŸdan geçiyoruz. Çocukların eriÅŸkin dünyasına çok erken sokuldukları ve ticari çıkarlara dayalı medya endüstrisinden çok fazla etkilendikleri dile getiriliyor. ÇocuÄŸu asli fıtratını, yetiÅŸkinlerde olduÄŸu gibi bir tüketici kimliÄŸine indirgeyen bu deÄŸiÅŸimin, çocuklukta yoÄŸun bir kriz duygusuna yol açtığı ve bu krizin bir deÄŸiÅŸimden çok bir çözünme veya yok olmayı ima ettiÄŸi dile getiriliyor. Günümüz ‘paranoyak anne babalığının’ ÅŸikayet kültürü üzerine temellenen söz dinlemez ve tehlikeli çocuk imgesi, çocukların yaÅŸadığı yapısal ve maddi gerçekleri gizleyen, çocukları talihsizlikleri yüzünden suçlayan bir iÅŸlev görüyor. Çocuklukla ilgili korkular çoÄŸaldıkça bu bir “ahlaki panik” halini alıyor. Çocuklarımıza modern bazı geliÅŸmeler sonucunda (uygun olmayan medya içeriÄŸine ulaşım) nasıl zarar verdiÄŸimize dair ÅŸeamet tellallığı giderek çoÄŸalıyor.
YetiÅŸkinler ve çocuklar arasındaki sınırların silindiÄŸi, ergenliÄŸin kaybedildiÄŸi, eriÅŸkinler ve çocuklar arasındaki güç dengesinin ikincisi lehine bozulduÄŸu, çocuklar için ayrı mekân ve yaÅŸantıların kaybolduÄŸu yönünde eleÅŸtiriler ifade ediliyor. Çocukların yetiÅŸkinliÄŸe giderek artan hızlarda sokulmasından medya sorumlu tutuluyor. Sözgelimi, Neil Postman’ın ünlü kitabı ÇocukluÄŸun KayboluÅŸu’nda medyanın denetimsiz varlığının, anne baba kontrolünü aşındırdığı ve bu durumun, giderek pek çok evde merkezi bir hüviyet kazandığı dile getirilir. Modern toplumdaki deÄŸiÅŸimin sonuçlarından bir tanesi de, çocukların içinde yetiÅŸtirildiÄŸi ahlaki çatının zayıflaması. Acaba çocukluÄŸun masumiyetine dair bir tarihsel altın çaÄŸ var mıydı gerçekten?
Çocuk hakları hareketinin çocukları ayrı bir sosyal grup olarak tanımlaması ve bireysel haklarının saÄŸlanmasının, onları eriÅŸkinlerle eÅŸdeÄŸer ve onlardan bağımsız bir statüye çıkardığı da düÅŸünülemez mi? Ayın öteki yüzüne baktığımızda, eÄŸitim standartlarının yükselmesiyle çocukların daha yeterli ve özerk bir hüviyete kavuÅŸtukları ve kendilerini ilgilendiren konularda düÅŸüncelerini dillendirebilir hale geldikleri de söylenebilir.
ÇocukluÄŸun tarihine bakmak, Philippe Aries’in ÇocukluÄŸun Asırları adlı ayrıntılı çalışmasına göz gezdirmeden mümkün deÄŸil. Aries’in tezinin kalbinde çocukluÄŸun OrtaçaÄŸda keÅŸfedildiÄŸi düÅŸüncesi yatar. Yazar, görsel sanatlarda OrtaçaÄŸdan önce çocuk imgesinin yer almamasını, çocukların özgül niteliklerine karşı belirgin bir kayıtsızlık olarak görmektedir. Aries aynı zamanda, çocuklar ve eriÅŸkinler arasında katıldıkları eÄŸlenceler arasında pek de bir fark olmadığını ifade eder, zira o çaÄŸlarda modern toplumlarda baÅŸat olan iÅŸ ahlakı cari deÄŸildi. OrtaçaÄŸda iÅŸ ve eÄŸlence arasında keskin ayrımlar yoktu, oyun ve eÄŸlenceler hayatın bütününe yayılabiliyordu. Bütün bu gözlemler yazarı OrtaçaÄŸ toplumunda çocukluk fikrine pek yer olmadığı düÅŸüncesine götürür. Tabii bütün bunlar çocukların hor görüldüÄŸü, terk yahut ihmal edildiÄŸi anlamına gelmez. Aries’e göre toplum bir bütün olarak çocuksu mahiyettedir ve yaÅŸam kesitleri arasında keskin geçiÅŸler yoktur. ‘ÇocukluÄŸun onu yetiÅŸkinlerden, hatta gençlerden ayıran özgün doÄŸasının hiç bilinmediÄŸini’ iddia eden yazar, yedi yaşından itibaren çocukların oyunlarda ve eÄŸlencelerde yetiÅŸkinlere katıldığını, mesleÄŸin içinde yoÄŸrularak, iÅŸ erbabı ile yaÅŸayarak, çalışarak bir iÅŸ sahibi olduklarını söyler. Yani OrtaçaÄŸ toplumlarında bebeklik ile yetiÅŸkinlik arasında bir geçiÅŸ dönemi yoktur.
Çocuk ve eriÅŸkin arasındaki sosyal kategorilerin bu silikleÅŸmesi, OrtaçaÄŸ’dan sonra geliÅŸim safhalarının koyu çizgilerle belirlenmesiyle son bulur. OrtaçaÄŸ sanatında çocuklara mahsus bir odak görülmemiÅŸ olmasını, Aries, çocukların ebeveynleri için duygusal açıdan önemli kabul edilmemesine baÄŸlar. Çocuk ölüm hızının yüksek olması nedeniyle ebeveynler, uzun dönem hayatta kalma ÅŸanslarını bilemedikleri çocuklarına yakın baÄŸlanmalar geliÅŸtirememekte, muhtemel bir kayıp olarak aldıkları çocuÄŸa baÄŸlanmaktan kendilerini alıkoymaktadır. Aries bu durumu 17.yy dan sonra çocuÄŸa gösterilen yoÄŸun duygusal baÄŸlanma ile karşılaÅŸtırır. Çocuklar daha fazla deÄŸer gördükçe aileler küçük üyelerini şımartmaya baÅŸlamıştır. Yine bu dönemden baÅŸlayarak çocuÄŸun zayıflığı ve bilgisizliÄŸi, bununla birlikte onun masumiyeti de vurgulanmaya baÅŸlanmıştır. Ailenin dışında da çocuk, mutlaka terbiye ve kılavuzluk edilmesi gereken, Tanrının kırılgan mahluku olarak görülmeye baÅŸlanmıştır.
ÇocukluÄŸun sosyal hayatın ayrı bir safhası olarak tanınması, çocukların ihtimam ve korunmaya ihtiyaç duydukları düÅŸüncesini de beraberinde getirmiÅŸ, farkı aynı zamanda onları yetersiz ve eksik vatandaÅŸlar olarak tanımlamıştır. Aries çalışmasında, Batı toplumlarında 17.yüzyılı çocukluÄŸun keÅŸfedildiÄŸi bir dönem olarak tanımlar. Aynı zamanda erkek çocukların çocukluÄŸunun kız çocukların çocukluÄŸundan daha erken fark edildiÄŸini ve zengin sınıflarda bu farkın daha da belirginleÅŸerek çocuk kıyafetlerin ayrışmaya baÅŸladığını yazar.
Yazarın andığımız çalışması pek çok itiraz ve eleÅŸtiriyi de beraberinde getirmiÅŸtir. Bu eleÅŸtirilerin önde gelenlerinden bir tanesi, yazarın tarihi aşırı bir biçimde bugün merkezli okuduÄŸu yönündedir. BaÅŸka bir deyiÅŸle, geçmiÅŸ olayları ve sosyal süreçleri bütünüyle Batılı bir perspektiften yorumlamakta ve yargılamaktadır. ÇocukluÄŸun ve çocuklara nasıl davranıldığının, bugünün ideal standartlarından yola çıkarak yorumlanması eleÅŸtiri konusu yapılmıştır.
Öyle ya, neden geçmiÅŸ toplumlar çocuklarını Batı toplumları gibi görmek zorunda olsun ki? Üstelik çocuklar geçmiÅŸte farklı olarak algılanıyorduysa bu onların çocuk olarak algılanmadıkları anlamına gelmez. Görsel sanatlarda çocukluk imgelerini araÅŸtırmanın, çocukluÄŸun on yedinci yüzyıldan önce önemsenmediÄŸi gibi büyük yargılara kapı aralayamayacağı dile getirilir. Yedi yaÅŸ üstü çocukların yetiÅŸkinler gibi giydirilmeleri, onların çocuk olarak algılanmadığını kanıtlamaz. Batı toplumunun geçmiÅŸ çaÄŸlarından baÅŸka kaynakları (günlükler, öz yaÅŸam öyküleri, gazete kaynakları) dikkate alarak yapılan çalışmalar, farklı sonuçlar da verebilmiÅŸtir. Pollock’a göre anne babanın sevgisi, bebek ölüm hızının yüksek olmasından dolayı azalmamakta, fakat kendisini, çocuklarının en zor ÅŸartlarda dahi hayatta kalması için gösterilen çabada cisimleÅŸtirmektedir. Küçük çocukların ölmesi için her ihtimalin ortada olduÄŸu kültürlerde yaÅŸayan anne babalar, çocuklarını ihmal etmez fakat onların hayatta kalma ÅŸanslarını en üst düzeye çıkaracak bir gayretin içinde olurlar. Yani sevgiyi göstermenin biçimi farklıdır sadece. Bu nedenle, Aries’in eldeki kanıtlardan çok hızlı ve kuvvetli tahminlere sıçradığı dile getirilmiÅŸtir. Üstelik, OrtaçaÄŸda çocuklara zalimce davranıldığına dair herhangi bir emare veya kayıt yoktur.
Haddizatında yakın tarihli bazı çalışmalar Batı toplumlarında OrtaçaÄŸda da çocukların yetiÅŸkinlerden farklı görüldüÄŸünü göstermektedir. Çocuklar ayrı ihtiyaç ve geliÅŸimsel safhaları olan, farklı bir grup olarak davranılmayı hak eden, oyuna teÅŸvik edilen, ihtimam ve koruma gerektiren varlıklar olarak resmedilmektedir. Bu konuda ayrıntılı bir çalışma, Colin Heywood’un dilimize de çevrilen Batı’da ÇocukluÄŸun Tarihi adlı kitabıdır.
Bütün bu eleÅŸtirilere raÄŸmen, Aries’in çalışması bize ÅŸunu söyler: Çocukların hayatları ve onlara nasıl davranıldığı zaman içinde deÄŸiÅŸim gösterir. ÇocukluÄŸun sosyal açıdan inÅŸa edildiÄŸi düÅŸüncesini bize anlatır. Çocukluk zamansal ve sosyal baÄŸlama göre sürekli yeniden tanımlanmaktadır. ÇocukluÄŸun algılanma biçimleri kimi yazarlara göre ani deÄŸiÅŸim ve kopuÅŸlarla gitmekte, kimi baÅŸka yazarlara göre ise deÄŸiÅŸen ÅŸeyler olmakla birlikte deÄŸiÅŸmeyen bir öz daima kalmaktadır. Ä°kinci grup yazarlar, anne babanın çocuÄŸu yetiÅŸtirmekteki heves ve gayretinin deÄŸiÅŸmediÄŸini söyler. Ayrıca çocuÄŸun oyunla ve oyuna duyduÄŸu ihtiyaçla tanımlanması da deÄŸiÅŸmeden kalan özü oluÅŸturan unsurlardan birisidir.
Çocukluk üzerine yakın zamanlarda büyük kehanetlerde bulunan yazarlardan biri de yazının başında sözünü ettiÄŸim Neil Postman. Ona göre günümüzün giderek artan hızda ve yoÄŸun dinamiklerinin etkisi ve aile yaÅŸamın modernleÅŸmesi ile birlikte çocukluk kaybolmaktadır. Onun analizine göre, kitle iletiÅŸimindeki biçim ve öz deÄŸiÅŸimi, çocukluÄŸun farklı bir biçimde tanımlanmasına yol açar. Matbaanın icadı, zamanında sosyal hayata çok derin ve dramatik bir biçim kazandırmıştır. Bir eriÅŸkinin yeterli görülebilmesi için okur yazarlık zorunlu addedilmiÅŸ, bu da formel eÄŸitim sisteminin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Çocuklar böylece minyatür eriÅŸkinler olarak deÄŸil, bütünüyle farklı ve henüz olmamış eriÅŸkinler olarak tanımlanmıştır. EÄŸitimin amacı çocukları eriÅŸkin olmaya hazırlamaktı. Televizyonun yaygınlaÅŸmasıyla birlikte herkese aynı bilgi aynı anda verilebilir hale gelmiÅŸ, böyle bir ortamda sır tutmak imkânsızlaÅŸmıştır. Postman’a göre sırlar olmaksızın çocukluk diye bir ÅŸey söz konusu olamazdı. Bugün internet teknolojilerinin hayatın her yarığından içeri girdiÄŸi ve bütün dünyayı birörnekleÅŸtirdiÄŸi bir zamanda yaşıyoruz. Sır tutmak bir yana sırların ortaya dökülmesinden özel bir haz devÅŸirildiÄŸi bir dönemeçteyiz. Denebilir ki televizyonla ilgili kötümser kehanet, yeni medya teknolojileriyle, zehir yüklü bir bulut halinde üzerimize en karanlık senaryoları yaÄŸdırıyor. Yine de çocukluk orada ortada duruyor ve anne babalar, önceki nesillerden çok daha fazla kaygılı olarak çocuklarının üzerine titriyor.
‘ÇoÄŸu insan artık orta sınıfın uzun çocukluk kavramını kabul etmiÅŸtir’ diye yazar Heywood, ‘BaÅŸka bir deyiÅŸle, biz çocukların dünyasının yetiÅŸkinlerin dünyasından farklı olduÄŸunu, gençlerin okullara, oyun bahçelerine, odalarına vb yerlere kapanıp kalmasını hiç düÅŸünmeden kabul ederiz.’ Bugün çocukluk döneminin psikolojik ihtiyaçları olan, bağımlı, eÄŸitim ve terbiye gerektiren, masum bireylere iÅŸaret ettiÄŸine inanıyoruz. Dolayısıyla hakÅŸinas bir ihtimam ve terbiyenin, çocuÄŸa doÄŸru rehberlik saÄŸlayacak bir anne babalığın, çocuktaki cevheri iÅŸleyecek bir eÄŸitimin nasıl olması gerektiÄŸine dair pek çok soru soruyoruz. Çocuk zihninin boÅŸ bir levha olduÄŸu ve onun iÅŸlenmesinin aileye, topluma ve devlete ait bir yükümlülük olduÄŸu düÅŸüncesi Locke’dan bu yana modern projenin ana umdelerinden birisi olagelmiÅŸtir. Nasyonal sosyalizmden komünizme dek totaliter ideolojiler, çocukluÄŸu militarize etmiÅŸ ve çocukları devletin ideolojik bekâsının taşıyıcıları haline getirmiÅŸlerdir. Gürkan Öztan’ın Türkiye’de ÇocukluÄŸun Politik Ä°nÅŸası adlı çalışması, cumhuriyetin kuruluÅŸ yıllarında çocukluÄŸun aileden devlete uzanan bir kutsal baÄŸ olarak nasıl sadakat ekseninde kurgulandığını anlatır : ‘Ebeveyn, çocuÄŸunun yalnızca kendisine ait olmadığının, onun aynı zamanda Türk devletine ve milletine ait olduÄŸunu idrak ile mükelleftir. Hal böyle olunca, çocuk terbiyesi meselesi aynı zamanda bir milli pedagoji geliÅŸtirme gayretinin ürünü haline gelmiÅŸtir’. Sözün özü, çocukluk hem zamanın ruhuna hem de politik ihtiyaçlara göre yeniden kurgulanmış ve inÅŸa edilmiÅŸtir.
Bütün bu tartışmalarda eksik olan bir ÅŸey varsa o da Batı dışı toplumların çocuk tasavvurlarının pek az çalışılmış olmasıdır. ÇocukluÄŸun Ä°slam coÄŸrafyalarında geçirdiÄŸi dönüÅŸümler, içerdiÄŸi anlamlar geniÅŸ ufuklar vaat etmektedir. Avrosentrik olmayan bir çocukluk tarihi okuması, çocukluÄŸun sosyal inÅŸası tartışmalarına zengin bir boyut ekleyebilir.
KAYNAK: SERBESTÄ°YET
Henüz yorum yapılmamış.