Güncel
Ercan Yıldırım: Akdeniz’e sahip olan, dünya sistemine de sahip olur
Follow @dusuncemektebi2
Doğu Akdeniz’deki enerji kavgası, sadece sıradan yeraltı kaynağı aramasının ötesinde ortaya çıkan “medeniyet açığı”nın kapatılma şeklini, yöntemini, içeriğini de belirleyecek. Kıbrıs’taki, Doğu Akdeniz’deki dirayet aynı zamanda ulus devletin ve İslam ülkelerinin geleceğini şekillendirecek
Akdeniz’e sahip olan, dünya sistemine de sahip olur. Akdeniz dünyanın manivelası, nirengi noktası, kilit taşıdır…
Fernand Braudel’in vurguladığı gibi Osmanlı İran’a, İspanya Atlas Okyanusu’na yönelip Akdeniz’i boşaltınca çöküşünü de başlatmıştı; ABD Akdeniz’e bakışını gevşetince imparatorluk vasfı tartışmaya açıldı, yeniden “içdeniz”e dönmenin çabası içine girdi!
Dünya sistemi Soğuk Savaş sonrasında Medeniyetler Çatışması’nı 11 Eylül doktriniyle uygulamaya çalışsa da yerleşik bir nizam getiremedi; 11 Eylül düzeni ölemedi, yeni bir doktrin de doğamadı.
Dünya sisteminin yeni görünümünü, aktörlerini, kurallarını muhtemelen Akdeniz hakimiyeti belirleyecek. Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını ele geçirmeyle ilgili süreç sıcak bir çatışmaya kolayca evrilebilecek noktaya gelirken beraberinde köklü değişiklikleri, oluşumları da başlatacak.
Küresel ve bölgesel çatışmada Çin-Rusya’nın geriletilmesi, Ortadoğu’da İsrail merkezli yeni dizayn, Türkiye, İran gibi sistemin bilkuvve alternatiflerinin stabil tutulması, Kıbrıs’ın konumu, medeniyetlerin dönüştürülmesi, yeni oligopoller ve yeni devletçiklerle küresel şirketlerin ulus devletler nezdindeki karşılığı, hatta Avrupa’nın siyasi tercihleri ve yönelimleri Akdeniz’in geleceğine, çatışmanın boyutuna, kazananların niteliğine bağlı.
Medeniyet fabrikası
Tarihte bir iç deniz olmasına rağmen insanlığa karakterini veren coğrafi parçaların başında gelir Akdeniz; dünyada en çok devlet etrafında kurulmuş yıkılmış, Çin-Hind ve Amerika’daki uygarlıkların dışında bilimi, düşünceyi, tarihi en çok etkileyen medeniyetler, Mezopotamya, Mısır, Yunan, Hristiyan-Batı ve İslam medeniyeti burada şekillenmiştir.
İnsanlığa hitap eden öğretiler, felaketler, yeniden doğuşlar, hikayeler; ilk iki insanın kavuşmasından Allah’ın evinin inşasına, Etna’dan Hz. İbrahim’e, Nuh tufanından denizin yarılması, son akşam yemeği, Son Peygamber’in Hira’da vahye muhatab olmasına kadar pek çok hikmet bu havzada şekillenmiştir.
Alp–Himalaya dağ silsilesinin iklimine, toprağına, insanına şeklini verdiği, zeytinin, incirin, üzümün kültür kurucu rol oynadığı, dünyanın en tuzlu suları arasında yer alan, kırmızı terra-rosa toprağı, bodur maki bitki örtüsüyle kendine özgü karakteri bulunan Akdeniz, güneyi ve kuzeyinde göçebelikle yayla kültürüyle, gözü yaşlı lodosuyla farklı kültürlerin, inançların, yaşam biçimlerinin, putperestlikten vahye kadar medeniyet değerlerini bir araya getiren kozmopolitizmin kendisidir. Akdeniz bu bakımdan tarihin, insanlığın, dünyanın hülasası, adeta özüdür.
Rodos, Girit, Malta, Sicilya, Kıbrıs adaları, Anadolu, Balkan İtalya, İber yarımadaları kendi başına bir yaşam alanı, medeniyet dinamiği, kültür örüntüsü niteliğindedir.
Kabul etmek gerekir ki Akdeniz dünyada sadece iktisadi kanalları elinde tutmuyor aynı zamanda hayata anlam veren, insanlığı yönlendiren dini, kimlik, medeniyet kutuplarını, merkezlerini Mekke-Kâbe’yi, Roma-Vatikan’ı, Kudüs’ü etrafında bulunduruyor. Buna elbette İstanbul’u, Nil’i, piramitleriyle Mısır medeniyetini, felsefeyi-bilimi-iktisadi düşünceyi yönlendiren Yunan-İyon-Lidya’yı, kapitalizmi “icat eden” Venedik-Cenevizi, erken kolonyalist Fenike’yi, ilk imparatorluğa kök söktüren Kartaca’yı, kapitalizmin raconunu kuran Sicilya ile locaları, şövalyeleri, vatansızlığın teolojisini yapan Yahudiliği de eklemek gerek…
Her kavşak noktası, ticaret yolları üzerindeki her mevki gibi Akdeniz kozmopolitizmin, kültür taşıyıcılığının, etkileşimin, eklektizmin mekanı oldu. Kurucu kimliklerin teşekkül ettirdiği imparatorluklar, Pax Romana, Pax Ottomana-Turcica hatta Pax Britannica Akdeniz’de kuruldu. Akdeniz Batı medeniyetiyle Mezopotamya arasındaki sınır hattıdır; Haçlı Seferleri bir yönüyle Akdeniz havzasını ele geçirmeye yönelikti. Sadece kutsallığı nedeniyle Kudüs’ü ele geçirme ile açıklayamayız Haçlı Seferleri’ni. Kıta Avrupa’sına hapsolan Batı’nın genişleme, zindandan kurtuluş, yaşam alanı olmasa da tedarik zinciri kurma, lojistik bulma çabasının ürünüdür aynı zamanda. Bu manada Mısır tam anlamıyla lojistik merkezi işlevi görür; Osmanlı’nın, Payitaht’ın temel gıda ürünleri ilkin Balkanlardan, Anadolu’dan temin edilirdi, buralardaki herhangi bir sıkıntı da İmparatorluk dara düşmez Mısır’dan takviye alırdı.
Pax Ottomana
Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönem aynı zamanda en savunmasız, zayıf yıllarını oluşturuyordu; Muhteşem Süleyman zamanında İmparatorluk Akdeniz’i Preveze Zaferi ile “Türk Gölü” yaptı. Dünyada Osmanlı, kapitalist dünya sisteminin dışında kendi nizamını kurmuş, uluslararası sistemi organize etmişti. Temel ticaret yolu olan Akdeniz’de İmparatorluğun yasası geçerli olduğu gibi izin almadan gemi indirmek mümkün değildi.
Akdeniz’e sahip olmanın getirdiği refah, kendi kendine yeten sistem, özgüven aynı zamanda “yeniye-değişime” kapalı bir zihniyeti doğurdu; yenilenmeyi gerektirecek eksiklik, arayış yoktu çünkü. Bunun karşısında Avrupa, batısında Atlas okyanusu doğusunda ve güneyinde Türk varlığı ile feodalizmin kendi iç çelişkisi, feodal beylerin halka ürün çeşitliliğini yasaklaması nedeniyle kapana kısıldığı için çok ciddi sıkıntıya düştü. Buna zaten verimsiz toprakları, yaklaşık 18. asra kadar devam eden soğuk iklim dönemini eklerseniz, Batı’nın arayışını, yeni yollar bulma gayretini, okyanusa açılma gözü pekliğini anlayabilirsiniz…
Osmanlı güçlü, zengin, yasa koyucu özgüveniyle etkileşime, yeniye kendini kapatırken Batı açlığın verdiği arayışla Akdeniz’in etkileşimli kültürünü edindi. Ümit Burnu, ABD’nin keşfi Akdeniz’in parlaklığını bir anda söndürdü. Tuzlu deniz, Süveyş’in açılmasına kadar ticaretten çok stratejik, siyasi yönüyle değer kesbetti.
Osmanlı çok güçlü olduğu dönemde bazı Avrupa ülkelerine Doğu Akdeniz’de şirket kurma izni verdi; kapitalizmin doğuşunun bir ucunda İnebahtı yenilgisi varsa öteki tarafında Doğu Akdeniz’deki şirket kültürünün ve imtiyazlarının etkisi bulunur. Akdeniz’i kendi gölü yapan dünya sisteminin de başına geçer ama aynı zamanda yeni bir medeniyet, yeni bir nizam da teşkil ettirir.
Yavuz’un Mısır’ı almasıyla İngilizlerin Mısır’ı ele geçirmesi iki farklı ekolün uluslararası sistemi şekillendirmesi demektir; esasında bakarsanız kapitalizm biraz da “gemi” manasına gelir.
Koloniciliğin ilk versiyonunu uygulayan Fenikelilerin gücü biraz da Lübnan Sediri’nden gelir; şiddetli dalgalara dayanıklı gemileri Fenikeliler yaptığında barbar Avrupa’ya kadar uzanabilmişti; yine sağlam gemiler inşa eden Hollandalılar, İspanyollar sermaye temerküzü oluşturabilecek zenginliklere ulaşabilmişti.
ABD ve İngiltere Almanları, İngilizler Fransızları deniz sayesinde alt edebildi, Cenova Ümit Burnu’nun etkisini finans merkezi olmayı başarmasına borçluydu. Roma Kartaca’yı Pön Savaşları’yla yendikten sonra hegemonyasını tesis edebildi fakat Otranto’yu ele geçirse bile Osmanlı daha ilerisine gidemeyince duraksadı. Ebedi hayalleri olan “sıcak denizlere inme”yi hala tam manasıyla gerçekleştiremeyen Rusların İmparatorluğu da hep topal kaldı!
Akdeniz kıyameti
Orta deniz tüm çatışmaların, hegemonya arayışlarının, zenginliğin ateşleyicisi misyonuyla bugün de tekrar dünya sistemine ağırlığını koymaya başladı. Halen dünya deniz ticaretinin üçte birini elinde bulunduran Akdeniz siyasi pozisyon almalarla birlikte yeni enerji kaynaklarının bulunmasıyla sadece küresel ticarette değil “medeniyetler çatışması”nda da belirlemeler yapacak gibi görünüyor. Son yıllarda canlılık kazanan Doğu Akdeniz enerji kaynaklarına rahatlıkla Ortadoğu’nun şekillenmesini, İsrail’in güvenliğini, Kürt devleti meselesini, İran’a müdahaleyi, Mısır darbesini, Arap Baharı’nı, Afganistan-Irak-Suriye müdahalelerini, Suudi-Mısır birlikteliğini, Balkanların durumunu, ticaret savaşlarını, Avrupa’nın çıkış arayışlarını, İslamofobi ve neo ırkçılığı ekleyebiliriz.
Breivik’in 2011 yılında, Torrent’in 2019 yılında yaptığı katliamları ve yayımladıkları manifestoları gönül rahatlığıyla Akdeniz’deki çatışmaya, duvarların yükseltilmesine, jiletli tellere, İslamofobiye, Trump’ın Meksika Duvarı’na ekleyebiliriz… Türkiye’nin S–400’ler, F–35’ler, ABD ambargo tehditleri ve Kürt devleti ihtimaline karşı ittifak arayışlarını, Doğu Akdeniz’de arama yapan iki gemi ve onları koruyan deniz kuvvetleriyle hatta Kıbrıs meselesiyle ilişkilendirebiliriz.
Osmanlı’nın İnebahtı yenilgisi, Navarin ve Çeşme’de donanmasının yakılması ve I. Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye neredeyse deniz gücünden mahrum girdi yeni dünya sahnesine. Akdeniz’deki çatışma ihtimali Türkiye’nin denizdeki varlığını kuvvetlendirdiğini gösteriyor. Bu açıdan sadece enerji kaynaklarına erişim değil Kıbrıs’ın güvenliği ve yeni Ortadoğu, 2023’e hangi şartlarda gireceğimiz zincirleme olaylar ve açıkçası kararlarla belirginleşecek.
Doğu Akdeniz’de İsrail-Mısır-Kıbrıslı Rumlarla birlikte Türkiye’nin de gaz aramasına girişi, eşanlı ticaret savaşları, Rusya’nın Tartus’taki üssüyle “sıcak denizlere inme” ihtimalinin ucundan tutması, İslamofobi ve Ortadoğu’daki çatışmalar çok yönlü ve boyutlu denklemlerin, ittifakların kurulmasını gerektirdi.
Öyle bir sürece giriyoruz ki “bölgede” kafasını pervasızca kaldıran rahatlıkla avlanıp imha edilecek; sıkı ittifaklar kuranlar, kırıp dökmeden yeni süreçlere katılanlar, rasyonel davrananlar kazanacak!
Doğu Akdeniz mevzuundaki gibi esasında dünyanın geri kalanında da temel mesele devletlerin klasik “savaş tertibatı” alacak gücü, cesareti kendinde bulamaması, konvansiyonel savaşa yeltenecek iradenin oluşmaması.
Akdeniz’de başlayacak çatışma domino etkisiyle pek çok kaosu da sona erdirecek; güçlü, kapsamlı, devamlılığı olan “bölüşüm”ler sağlanamadığında, ittifaklar kurulamadığında son çare konvansiyonel yola girilir. Bunu kaldırabilecek küresel güç şu anda görünmüyor, bu yükü omuzlayabilecek, finanse edebilecek büyük sermayeler, insan kaynakları da tükendi.
ABD stratejileri
Doğu Akdeniz mevzuu enerji potansiyelinin küresel ve bölgesel güç için kullanılma çabalarının bir ürünü; Lenin bunu açıkça belirtmişti, komünizm eşittir Sovyetler Birliği artı elektrik, formülüyle… Petrolün enerjideki yeri gittikçe önemsizleşirken yerine gelen kayagazı ve öteki yeni kaynaklar ile beraber aslında “temiz su” da stratejik boyuta yavaş yavaş geliyor.
Akdeniz’deki enerji kadar ticaretin güvenliğinin sağlanması, yönlendirilmesi dünyadaki insan varlığını hareketlendirebilecek değerleri ihtiva eden medeniyet merkezlerinin yeni bir organizasyona dahil edilmesi reel politiği belirliyor. Buna Rusya-Çin’in açılım politikaları dahil. Rusya’nın Suriye’de aldığı inisiyatif sayesinde Doğu Akdeniz’e yerleşmesi, Çin’in zaten dünyanın en büyük limanlarına, Şangay’a, Guanzu’ya, Hong Kong’a elinde tuttuğundan deniz ticaretindeki üstünlüğüne karşı “yeni İpek Yolu” vasıtasıyla “kara harekatı”na girişmesi Akdeniz’deki patlamanın boyutlarını gösteriyor.
ABD Afganistan, Irak ve Suriye vasıtasıyla yeni İpek Yolu’na pusu atmıştı fakat İpek Yolu’nun en büyük çıkış noktası Suriye-Lübnan’ın da kontrol edilmesi gerekir.
Çin köklü bir medeniyet merkezi karakterine rağmen hiçbir zaman küresel bir güç, imparatorluk olamadı; dünyanın kaynama noktasına Akdeniz havzasına uzak kaldı. Sermaye Pasifik’e kaysa da dünya sisteminin merkezi, kıta Avrupası’nın beslenme noktası Akdeniz’dir; imparatorluk, küresel güç, dünya sisteminin sevk ve idaresinde “ben de varım” diyebilmek sadece küresel sermayenin ucuz işçiliğini yapmakla mümkün değil, Akdeniz çevresine de nüfuz edebilmek gerekir. Yeni İpek Yolu bir nebze Alp-Himalaya silsilesi boyunca kıta Avrupası’nın kalbine inse de Akdeniz’de varlık gösterme zorunluluğunu kapatamaz. Rahatlıkla söyleyebiliriz, Çin ile İsrail ortaklık kurabilir, kuruyor da! Fakat bu Çin’i küresel güç haline getirmez ama Konfüçyüs medeniyetiyle Mezopotamya-İslam medeniyetini buluşturmama gayretlerinde çok canların yanmasına vesile teşkil eder.
ABD rahatlıkla son yıllardaki ticaret savaşları uyarınca vergi artırımlarıyla Çin’e “İmparatorluk istisnacılığı” uygulayabilir. Akdeniz’e tekrar dönen ABD, savaş gemilerini bu istisnacılığın gereği için kullanabilir de!
Konvansiyonel büyük çatışmadansa lokal müdahalelere rıza gösterebilecek bir devletler sisteminde yaşıyoruz; bela bir biçimde gelecekse bile bunu en az zararla atlatmayı, büyük yıkımdan evlâ gören ulus devlet korumacılığı çağında yaşıyoruz!
Zaten el’an dünya sistemine alternatif geliştirebilecek bir güç çıkmıyor, çıkamaz da… Çin arkaik bir kapitalizme yaslanırken Rusya otoriter devlet kapitalizmiyle imparatorluk ruhu kovalıyor, her ikisi de nüfuz genişletme, oligopol inşa etme derdinde… Venezuela’daki ABD’nin güya başarısız darbe girişimi, oligopol inşasına kama niteliği taşıyor; çünkü ABD “kopma an meselesiyse sonucu kontrol et, çözümü üret” ilkesiyle çalışır. Akdeniz’deki güç savaşı dünya sisteminin yavaş yavaş yeni bir doktrine geçtiğini gösteriyor.
Medeniyet açığı ve Türkiye
ABD’nin Doğu Akdeniz’deki varlığı enerji kaynaklarına sürekli erişimi İsrail-Suudi-Mısır konsorsiyumuna vererek sağlamak kadar ticareti yönlendirme, Rus-Çin-Türkiye başta alternatiflerin büyümesini ve en önemlisi “bir araya gelmesini” önlemeyi amaçlıyor.
Güvenliğini sağlamanın ötesinde artık İsrail’in Ortadoğu’daki merkeziliğini “normalleştirme” zamanının geldiğini düşünüyor ABD… Akdeniz’deki çatışma bu sürecin meşruiyetini de sağlayacak. Kürt devleti de İsrail’in normalleştirilmesinde gerekli görülen adımlardan, sistem tampon vazifesini icra edecek yeni aktörlerden sadece Kürtleri elverişli görüyor.
İsrail’i normalleştirmek için İran’ın, Kürt devletini ikame için Türkiye’nin “şeytanlaştırılması”, kışkırtılması sürecin bir parçası.
Türkiye bu anlamıyla tam bir cenderenin içinde. Bir yandan Kürt devletini ulus devlet kimliğine bariz tehdit gördüğü için engellemek öte taraftan iç birliğini, ekonomik ambargo ve çöküş tehdidini karşılamakla yükümlü… Buna enerji nedeniyle gündeme gelen Kıbrıs’ı da eklemek gerekir.
MÖ. 6 binlere kadar uzanıyor Kıbrıs’taki Anadolu izleri, Kıbrıs’ı Türkiye’den koparma girişimlerini bu zincire eklemek rahatlıkla mümkün. Çünkü Akdeniz’den başlayacak yeni çatışma ve düzenin bir ucunda Balkanizasyon ve Filistinizasyon var. Bu iki konsept ise en çok İmparatorluk bakiyesi Türkiye’yi tehdit ediyor. Yeni bir dünya sistemi doktrini kurmak Akdeniz’e sahip olup, İpek ve Baharat Yolları’nı selamete eriştirmekten geçtiği gibi Akdeniz’i teslim almak için Kıbrıs’ı ele geçirmeli! Türkiye’nin cenderelerinden biri de Akdeniz ve Kıbrıs meselesinde yatıyor.
ABD’nin yönetim stratejisi ilhaka, yıkmaya, yok etmeye değil istikrarsızlaştırmaya, iç çatışmaları sürekli kılmaya, alternatiflerin ve muhaliflerin büyümelerini, uç vermelerini engellemeye dönük.
Vietnam’da ABD’nin başarısız olduğunu söyleyenler, güçlenen bir sosyalist ülkenin en başta çökertilip sıradanlaştırıldığını atlıyor… Aynen Sırplar’da olduğu gibi. Yugoslavya sonrasında Balkanları domine edebilecek Sırp Krallığı’nın inşası yine ABD öncülüğünde durdurulmuştu. Türkiye bu stratejiye “hasta adam” teşhisi konduktan, Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren defaat kere muhatab oldu, oluyor. Denetimli serbestlik, eksik modernlik ve sakat kapitalizm ile Türkiye ne “ol”duruluyor ne “öl”dürülüyor; Akdeniz’deki gelişmeler, Lozan’ın yıldönümü yaklaşırken Türkiye’nin tarih sahnesindeki yerini de belirleyecek.
Kıbrıs, yeni Ortadoğu, ekonomik vaziyet, kamplar arasındaki tercihler, enerji kaynakları ve en önemlisi millet bağının kuvveti-iradesi-bilinci, iç birlik ve bütünlük, Türkiye’nin 2023’e hangi şartlarla gireceğini gösterecek.
Doğu Akdeniz’deki enerji kavgası, sadece sıradan yeraltı kaynağı aramasının ötesinde ortaya çıkan “medeniyet açığı”nın kapatılma şeklini, yöntemini, içeriğini de belirleyecek. Türkiye İslam aleminin lokomotifi ama son yıllarda başta Mısır-Arabistan, tüm Körfezle hasımlaştırıldı. Kıbrıs’taki, Doğu Akdeniz’deki dirayet aynı zamanda ulus devletin ve İslam ülkelerinin geleceğini şekillendirecek. Dünya sistemi yeni bir doktrine doğarken ortaya çıkacak “medeniyet açığı”nı kapatabilecek adımları Türkiye atabilir, yeter ki içeride ve İslam ülkelerinde ittihadı sağlayabilsin!
ERCAN YILDIRIM/STAR
Henüz yorum yapılmamış.