Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Mustafa Özel: Bayram. Çocuklaşma günleri... Büyüdükçe çocukluğumuz kadar, insanlığımız da eksiliyor

Varlık kavramı üç dilin birbiriyle ilintisi içinde ele alındığında, bir dilde sanki gayet açıkmış gibi gözüken durumun hiç de öyle olmadığı görülüyor. Türk''ün “var” dediği şeye, İngiliz bir yer tayin ediyor; Alman ise onu var edene dikkatleri çekiyor.



Bayram. Çocuklaşma günleri. Çocuk, insana en yakın insan. Büyüdükçe çocukluğumuz kadar, insanlığımız da eksiliyor. Adeta varlığımız mahiyet değiştiriyor.

Varlığımız? Bu ne demek acaba? Bildiğimiz dinî ve felsefî geleneklerin çoğunun üzerinde birleştiği nokta: Önce Söz vardı! Hangi söz, nasıl söz, kimin sözü? “Var” sözü bile her dilde farklı ifade ediliyor. Mesela İngilizce''de “vardır” için kullanılan ifade şu: “There is.” Türkçe tam karşılığı: “Oradadır.” (Nerededir?) Almanca''da vardır''ın karşılığı: “Es gibt.” Türkçesi: “O verir.” (Kim verir?)
 
Varlık kavramı üç dilin birbiriyle ilintisi içinde ele alındığında, bir dilde sanki gayet açıkmış gibi gözüken durumun hiç de öyle olmadığı görülüyor. Türk''ün “var” dediği şeye, İngiliz bir yer tayin ediyor; Alman ise onu var edene dikkatleri çekiyor. Bu karmaşa içinde Yunus Emre''ye müracaatın faydası olur mu?
 
Ey sözlerin aslın bilen
 
Gel de bu söz kandan gelir
 
Söz aslını anlamayan
 
Sanır bu söz benden gelir
 
Söz karadan aktan değil
 
Yazıp okumaktan değil
 
Bu yürüyen halktan değil
 
Hâlık âvâzından gelir
 
Ne elif okudum ne cim
 
Varlığındandır kelecim
 
Bilmeye yüzbin müneccim
 
Tâliim ne''ıldızdan gelir
 
Evet, müneccimler bile talihimizin hangi yıldızdan geldiğini bilmez, bilemez. Bir iktisatçının şöyle bir soru sorması uygun mudur: Acaba ilk insanın ilk sorusu ontolojik miydi, ekonomik miydi? Yani, ilk insan önce “Ben neyim? Nereden geldim? Niçin geldim?” diye mi sordu; yoksa “Kim isem ve başıma her ne hâl geldi ise, varlığımı nasıl devam ettirebilirim?” İhtimal, her iki soruyu da sormuştur. Pratikte, birinci soruyu cevaplandırma tarzı, ikinci soruya nasıl cevap vereceğimizi derinden etkiler. Tersi de doğru: İkinci soruya öncelik verme, birinci soruyu cevaplandırmamıza biçim verir.
 
Modernlik, ikinci soruyu cevaplandırma tarzının birinci soruyu gereksiz kılmasıdır! Bakışlarını maveradan masivaya çeviren modern insan, “en büyük sayının en yüksek mutluluğunu” hedeflediğinden, birinci soru anlam ve ağırlığını kaybediyor. Mütemadî tatminsizlik içinde yaşamamızın başlıca sebebi budur. Büyük sayılara ulaşsak bile, kalbimiz bir türlü yatışmıyor.
 
Bunu, modernlik öncesi insanın arzu ve açgözlülüğü ile karıştırmamalıyız. “Geleneksel” denen insanda da belirli bir eşya arzusu vardı elbette. Dünya zevklerine müştak bir halk ozanı sayılan Karacaoğlan''dan birkaç mısra bize bu hususta yeterli fikir verebilir:
 
Ömrüm uzun eyle Bâri Hüdâ
 
Hamd ü senâ şükür etmek isterim
 
Çalışıp kazanıp nefis taamlar
 
Dişlerim var iken yemek isterim
 
Bir küheylan at ver istemem eşek
 
Üstü kaplan postu tek olsun öşek
 
Kuş tüyünden yastık yumuşak döşek
 
Keçeler içinde yatmak isterim
 
Servete psikolojik yöneliş elbette kapitalist sistemle sınırlı değildir; hatta denebilir ki insanlar ihtiyaç duyduklarından daha fazla maddî varlığa “her zaman” sahip olmak istemişlerdir. İmam-ı Gazali''ye göre bunun birinci sebebi gelecek korkusudur. Korkan insan, kötümser olur. Dolayısıyla, mevcut ihtiyaçlarını karşıladığı anda bile, uzun hesaplar (tûl-i emel) yapar. Hatırına, ihtiyacına yeten malın telef olabileceği ve başkasına muhtaç duruma düşebileceği gelir. Bir kere bu hatırına gelince de gönlüne korku dolar ve korkunun verdiği rahatsızlığı, herhangi bir afet halinde başvurabileceği başka bir malının da olduğunu bilmekten ileri gelen bir güvenlik duygusundan başka şey dindiremez olur. Artık o, geleceği için beslediği korkudan ve hayata olan sevgisinden dolayı, habire uzun bir ömrü, hücum eden ihtiyaçları, malların afetlere maruz kalma ihtimalini hesap edip durur. Netice olarak da bu hal, onu korkusunun tek çaresi olarak gördüğü, ihtiyaçtan fazla mal toplamaya iter.
 
Gazali''ye göre bu öyle bir korkudur ki, belirli hiç bir mal miktarı onu dindiremez. Böylelerinin durabileceği son nokta, dünyadaki her şeye sahip olmalarıdır. Servet peşinde koşmanın ikinci ve daha kuvvetli saiki, insanoğlunun rububiyet eğilimidir. Gazali''ye göre, mayasındaki rabbanî özellik icabı insan ruhu rububiyeti sever. Rububiyetin anlamı, “kemâlde eşsiz ve varlıkta tek ve rakipsiz olmaktır.” İnsan, kâmil olmayı, ötesi olmayan bir amaç olarak, kendi içinde bir amaç olarak arzular. Ancak, varlıkta tekleşerek kemâle erme imkânı olmayınca, bu sefer diğer bütün varlıklara hükmetme yoluyla kemâle erme ihtiyacını tatmin etmek ister. İnsanlar üzerinde hakimiyet, onların ruhlarını ve gönüllerini kendine râm etmekle mümkün olur. Gönüllerin râm olması ancak sevgiyle, sevgi ise ancak sevilende bir kemâle inanılmasıyla mümkün olur. Böyle bir kemâl yoksa, o zaman insanoğlu bunu mal çokluğu ile dengelemek ister. (Sabri Orman''ın Gazali''nin İktisat Felsefesi başlıklı kitabını okumanızı isterim! İnsan Yayınları.)
 
Bu dünya neye benzer?
 
Herkes dünyayı bildiğini sanır. Oysa bilen söylemez, söyleyen bilmez. İyisi mi şu bayram gene Yunus Emre''ye konuk olalım. Bakalım esrik ozan dünyayı neye benzetiyor:
 
Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzer
 
Veli bizim ömrümüz bir tiz pazara benzer
 
Her kim bu şara geldi bir lahza karar kıldı
 
Geri dönüp gitmesi gelmez sefere benzer
 
Evet, dünya büyük bir şehir. Oradaki hayatımız ise çabucak bitiveren bir pazaryeri. O pazarda ancak bir an mola veriyor, sonra dönülmez bir sefere çıkıyoruz. Nereye gidiyoruz? Niçin geri dönmüyoruz? Yahya Kemal''e göre, geri dönmememizin sebebi, memnuniyetimiz! Gidenlerin her biri o kadar memnun ki yerinden; birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.
 
Dünya öyle bir şehir ki, önce tadı bal ve şekerden şirin. Sondaki acısı ise yılan zehiri gibi. Şehir insanı adeta hayaller içinde yüzüyor. Hayaller, insanın aklını başından alıyor ve onu insanlıktan uzaklaştırıp hayvanlık âlemine yaklaştırıyor.
 
Bu şarın evvel tadı şehd ü şekerden şirin
 
Ahır acısını gör şol zehr-i mâra benzer
 
Bu şârın hayalleri türlü türlü halleri
 
Aldanmış gafilleri câzu ayyâra benzer
 
Bu şarda hayallerin haddi vü şümârı yok
 
Bu hayâle aldanan otlar davara benzer
 
Peki, hayvanlıktan kurtulmanın, insanlık adına ve şerefine uygun yaşamanın imkânı yok mu? Var elbette! Bu şehrin sultanı olan Allah Teala''nın rızasına uygun yaşamak. Had ve hesabını bilmek; aşk ile ilk bahara kavuşmak:
 
Bu şârın sultânı var cümleye ihsanı var
 
Sultan ile bilişen yok iken vara benzer
 
Kendi mikdârın bilen bildi kendi hâlini
 
Veli dahi aşk ile evvel bahara benzer
 
Bayramınız kutlu, dostlarınız mutlu, günleriniz umutlu olsun!
 
Kaynak: Yeni Şafak Arşiv

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.