Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: Hakikati söyle, işine geleni eyle!

İNSANLAR ARASI bildirişimi ve iletişimi sağlayan dilin, yalnızca biçimsel bir özellik kazanarak, anlam ve değeri atlaması, o dili kullananlar arasında safsatanın artmasına, giderayak bir bildirişim ve iletişim bunalımına neden olur; bunalım da bir iç-çatışma doğurur.



Özetle, bir dili konuÅŸmak ile bir dilin taşıdığı duyguları paylaÅŸmak, saÄŸlıklı bir iletiÅŸim ve bildiriÅŸimin asgari koÅŸuludur. Bu koÅŸulun bulunmadığı yerde, bildiriÅŸim deÄŸil buyurma; iletiÅŸim deÄŸil baskı ortaya çıkar. Buyurma ve baskının araçları ne kadar deÄŸiÅŸik olursa olsun, gücün yukarıdan aÅŸağıya belirlediÄŸi; bireylerin yaÅŸama kaygısını kullanan; tekliften çok tehdidin geçerli olduÄŸu; deÄŸil eleÅŸtiriyi, soru sormayı bile kaldırmayan; her soruyu varlığına kasıt olarak deÄŸerlendirip çözüm yerine, kaynağı tahrip eden; kısaca varlığını baÅŸkasının yokluÄŸunda bulan; amacı için her türlü aracı kullanmayı meÅŸrû gören, yok edici bir zihniyet hâkim olur. Yukarıda özetlenen durum günlük yaÅŸama koÅŸullarında geçerli, hayatın, bir arada var olmanın, deyiÅŸ yerindeyse, iki kiÅŸinin arkadaÅŸlığından bir köyün kurulmasına, hatta bir ÅŸehrin inÅŸasına deÄŸin iÅŸbaşında olan en temel ilkedir. Denilebilir ki, hayatı olanaklı kılan, dilin biçimsel yapısından çok, -ilkece ona dayansa da- duygusal yapısıdır.
 
Günlük yaÅŸamın ötesinde, düÅŸünce hayatının inÅŸasında dilin iÅŸlevi daha da karmaşıklaşır. DüÅŸüncenin saÄŸlıklı bir biçimde dile getirilmesi, bizatihi dilin saÄŸlıklı olmasını gerekli kılar. Sözcüklerin anlamı, kavramı ve yönletimi göz önünde bulundurulmaksızın yapılacak her konuÅŸma, denilmek istenileni ortaya koymaktan çok, ortalığı karıştırmaya yarar. Sözcüklerin anlamıyla oynamak, kavramları geliÅŸigüzel kullanmak, referanslarını sıkça deÄŸiÅŸtirmek, anlaşılmayı, anlaÅŸmayı engeller; çünkü her bir durumda da anlam, elden kaçar. Öyle ki, düÅŸünce hayatındaki anlaÅŸmazlık, günlük hayattaki iletiÅŸimsizliÄŸi besler, bunalımı derinleÅŸtirir.
 
Hem günlük hem de sıradan düÅŸünce hayatının üstünde dilin daha derin kullanımına iliÅŸkin özel bir durum söz konusudur. Özellikle günümüzdeki her türlü tartışmada karşımıza çıkan, siyasî, iktisadî ve ilmî gücü elinde tutanların, anlamını kendi amaçları doÄŸrultusunda belirledikleri, yargıların deÄŸiÅŸik özelliklerinden yararlandıkları, istenileni, dilin tüm olanaklarını kullanarak elde ettikleri bir durumdur bu. Bu durum kısaca ÅŸudur: Karşı tarafı susturmak için, tartışma esnasında, kavramların mahiyetine iliÅŸkin yargıda bulunurken; uygulamada kavramın referansını kendi amaçlarına göre belirlemek? Örnek olarak "Ä°nsan hakları" konusunda konuÅŸulurken, hem insan hem de hak kavramının mahiyetini merkeze alıp yargıda bulunduÄŸunuzda insan olan hiç kimse size karşı çıkmaz, çıkamaz; ancak bu kavramın dış-dünyadaki referansını güçlü olan belirler; itiraz edildiÄŸinde ilk duruma geri dönülerek karşıdaki kolayca susturulur.
 
Konuyu daha iyi temellendirmek için bu tür yargılarla ilgili daha fazla teknik bilgiyi, hafifleterek, vermeye çalışalım: Bir kavramın mahiyetini dikkate alarak verdiÄŸimiz yargılar hakiki yargılar; dış dünyadaki bireylerini göz önünde bulundurarak verdiÄŸimiz yargılar ise haricî yargılar adını alırlar. Bu nedenle hakikî yargılar, kavramın tümel doÄŸasına iliÅŸkindir ve mekan-zaman boyutuna baÄŸlı deÄŸildirler; kısaca insan derken ÅŸu mekanda ve ÅŸu zamanda bulunan herhangi bir insanı kast etmeyiz; bizatihi insan-olmaklığı anlarız; yargılarımızı da bu insan-olmaklık üzerine veririz. Hakiki önermeler, hiçbir biçimde sınırlandırılamaz; çünkü kavramın doÄŸası dış-dünyadaki var olanlardan çıkartılsa bile onlara hasredilmez. Hakiki olan, mekan-zaman'dan olduÄŸu kadar, hem halihazırdaki hem de takdir edilecek var-olma durumlarından da bağımsızdır. Bir kavramın dışarıda bulunan belirli sayıdaki bireyleri için yargıda bulunmak ise haricî önerme adını alır. BaÅŸka bir deyiÅŸle haricî yargı aynı özelliÄŸi paylaÅŸan belirli sayıdaki bir öbeÄŸe iliÅŸkindir. Mekan-zaman bağımlıdır ve özellikle halihazırda, bilfiil var olmayı gerektirir.
 
Günümüzde bilimsel önermelerin pek çoÄŸu ilk bakışta hakiki önermeler gibi algılanır. "Su, yüz derecede kaynar" dediÄŸimizde, bu özelliÄŸin suyun doÄŸasına iliÅŸkin olduÄŸu söylenebilir; ancak "belirli koÅŸullarda"yı eklediÄŸimizde, bu özelliÄŸin suyun bizatihi doÄŸasının deÄŸil belirli koÅŸulların yarattığı bir özellik olduÄŸu fark edilir. "Isınan demir, genleÅŸir" denildiÄŸinde de genleÅŸmenin demirin tümel doÄŸasından kaynaklandığı söylenebilir. Ancak, genleÅŸme, mekan-zaman üstü olmadığı gibi yalnızca bilfiil var olan demirler için geçerlidir. Dinî önermelerde de benzer özellik söz konusudur: "Domuz eti haramdır" dendiÄŸinde, kast edilen domuz adlı hayvanın mahiyeti, doÄŸası deÄŸil (çünkü mahiyet, deÄŸer, kısaca sıfat taşımaz), mekan-zamandaki bireyleridir. Dolayısıyla dinî önermeler de, hakiki olmadıklarından, yargılarını ÅŸeylerin tümel doÄŸalarına deÄŸil, dış-dünyadaki gerçekliklerine, var olmalarına yüklerler; bu nedenle de haricîdirler.
 
Bu kısa ve basit teknik açıklamadan sonra, "insan hakları" tamlamasına dönersek, tartışmaların, tanımlamaların insanın mahiyetine göre yapıldığını, ancak uygulamanın dış-dünyadaki bireylerine göre deÄŸiÅŸtiÄŸini söyleyebiliriz. Ä°ÅŸte bu nedenledir ki, insan bireylerini sevemeyenler, insanlık kavramına sığınırlar. Benzer durum, yakın zamanda Türkiye'de, "tarih bilinci" tamlaması etrafında devam eden tartışmalarda da ortaya çıktı. Hem tarih hem bilinç kavramının hem de ikisinden kurulu tamlamanın mahiyeti, hele bizim gibi bu konuda oldukça zayıf bir millet için, itiraz edilemeyecek derecede açıktır. "Tarih bilinci" tamlaması üzerinden yürütülen tartışmalar, kavramların tümel doÄŸalarına iliÅŸkin olduklarından hakiki önermelerdir. "Tarih bilinci -dır/dur" gibi verilecek her yargı, yine hakiki olduÄŸundan karşı tarafı baÄŸlayacak, hem tümel hem de mekan-zaman üstü yapısı her türlü itirazı daha baÅŸtan bertaraf edecektir. Uygulamaya gelindiÄŸinde ise, tarih kavramının sıfatı, dolayısıyla harici bireyleri ortaya çıkacak, "hangi tarih?", "kimin tarihi?" soruları önem kazanacaktır. Öyle ki, Selçuklu-Osmanlı dönemine iliÅŸkin yüzlerce cami, köprü ve benzeri tarihî eser yerle bir edildiÄŸinde ortada görünmeyen kiÅŸiler bir yıkık DoÄŸu Roma (Bizans) sarayı üzerinde yeni bir bina yapılacağı zaman, tarih bilinci kavramına sığınıp kıyameti koparacaktır. Bu tür kiÅŸiler aslında, terörizm konusunda da ÅŸahit olduÄŸumuz gibi, herhangi bir kavramın mahiyeti üzerinde konuÅŸurken gizli bir gündeme sahiptirler. Bunun böyle olmadığı düÅŸünce aÅŸamasında deÄŸil ancak ve ancak uygulama aÅŸamasında tespit edilebilir. Tartışma, yap!
 
Hayat, sıfatı olmayan mahiyetler üzerinde inÅŸa edilen yargılara indirgenemez; çünkü hayat, mekan-zaman içindeki var-olanlara baÄŸlıdır. Ä°ÅŸaret edemediÄŸimiz mahiyetleri aklî seviyede tartışırız; ama yaÅŸamın içerisinde eyleme bakarız; davranışı esas alırız. AÅŸk kavramının mahiyeti üzerine düÅŸünene âşık denmez, filozof denir. Bize tarih bilincinden, insan haklarından, kardeÅŸlikten, bir-arada yaÅŸamaktan, özgürlükten, vs? bahsedenler bunları göstermeliler, aksi takdirde yalnızca konuÅŸmuÅŸ olurlar; hayata iliÅŸkin düÅŸündüklerini eylemeyenleri ise ciddiye almak zorunda deÄŸiliz; bırakalım konuÅŸsunlar; kendilerini tüketsinler. Çünkü mum yanar ama tükenir...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.