Sosyal Medya

Mustafa Kutlu: Yıkıntılar arasında bize sadece bir yıkılmışlık duygusu eşlik edebilir

Oğuz Atay’ın ünlü Tutunamayanlar romanından sonra bu söz, köksüzlüğü, kimlik bunalımını, insanın kendini kurma yolunda gösterdiği çabayı anlatmak için çok kullanılır oldu.



Ülkemizin BatılılaÅŸma yolunda attığı adımlar, geçmiÅŸin inkârı, DoÄŸu-Batı sentezi denemeleri, hayatın her alanında bir tedirginlik, bir oturmamışlık ve bundan doÄŸan bir köksüzlük bunalımı vücuda getirdi.
 
Buna bir ÅŸu kadar yıldan beri fırtınası altında bunaldığımız ÅŸehirleÅŸme sürecini de eklemeliyiz.
 
Ä°nsanlara musallat olan “boÅŸluk duygusu” pek çok sebeple birlikte, bir nebze de ayağını basabileceÄŸi saÄŸlam bir toprak bulamamaktan ileri geliyor. Bu toprak inanç,
 
dünya görüÅŸü, fikir ve sanat planında algılanacağı gibi, bütün bunların ÅŸekil verdiÄŸi reel hayat planında da algılanabilir.
 
Bir yerde durmak, bir istinada dayanmak, bazı unsurlardan güç almak ve neticede bir “aidiyet” duygusuna ulaÅŸmak ihtiyacındayız. Yurt kavramının getirdiÄŸi güvenlik ile yersiz-yurtsuz kavramının getirdiÄŸi endiÅŸe, bu kıyasta bize yardımcı olabilir.
 
Hatıralar ve hafıza bize bir yurtluktur; hem yaylak hem kışlaktır. Ama hangi hafıza, hangi hatıralar.
 
Siyasi, iktisadi ve kültürel dayatmaları, sanayileÅŸme ve ÅŸehirleÅŸme dışında geçmiÅŸine sürekli sünger çekilen bir hafıza neleri barındırabilir. Yıkıntılar arasında
 
bize sadece bir “yıkılmışlık”
 
duygusu eÅŸlik edebilir.
 
Oysa kimselere benzemeyen, biricik olan ve ÅŸahsiyetimizi oluÅŸturan kimlik, yukarıdan beri sayageldiÄŸimiz geçmiÅŸin; ondan hız alması beklenen geleceÄŸin bileÅŸkesidir.
 
Ne yazık ki Türkiye’de her ferdin yakın maziden çıkıp geldiÄŸi nokta sisler arasında her geçen gün belirsizleÅŸmektedir.
 
Daha dün lülesinden su içtiÄŸimiz çeÅŸme, gölgesinde oturduÄŸumuz aÄŸaç, üzerinden geçip gittiÄŸimiz Arnavut kaldırımı, göz açıp kapayıncaya kadar yok olup gitmiÅŸtir.
 
Baba evi yıkılmış, top koÅŸturduÄŸumuz arsaya apartmanlar tünemiÅŸ, dalından düÅŸüp kolumuzu kırdığımız dut aÄŸacı kesilmiÅŸ ve yaz günleri girip yüzdüÄŸümüz o yeÅŸil ırmak simsiyah bir suya dönüÅŸmüÅŸtür.
 
Bir gün ansızın baba ocağına döneriz.
 
Orayı, bizi yapan unsurların teÅŸkil ettiÄŸi binayı boÅŸuna arar dururuz. Sonra tarifsiz kederler içinde, boynumuzu bükerek alelade, kimliksiz ve kiÅŸiliksiz yaÅŸama ortamımıza geri döneriz.
 
Bu ortam tek tip insan, tek tip yiyecek, tek tip düÅŸünce, tek tip üretim ve tek tip tüketim üzerine bina edilmiÅŸtir. Planları ve uygulamaları baÅŸka diyarlarda test edilmiÅŸtir. Bize ithal ve lanse edilmiÅŸtir. Elimiz kolumuz baÄŸlı olarak sunulan konforu kaçırmamaya çalışırız. Yeni bir otomobilin eskisinden farklı yanları sürekli reklam edilip durur. Yeni deterjanın yeni formülü eskisini bir köÅŸeye fırlatır. Eski çoraplarımızı atarız, eski mobilyalarımızı kaldırırız, eski evimizi gözümüzü kırpmadan yıkarız.
 
GeçmiÅŸi yıkmak bize nasıl bir gelecek müjdelemektedir?
 
GeçmiÅŸi kendimiz mi, kendi kararımız mı yıktırıyor?
 
DeÄŸiÅŸme ve yenileÅŸme nedir, hangi yönde doÄŸrudur?
 
Biz ne zamandan beri böyle yıkıp, yeniden yapıyoruz yuvamızı?
 
Bütün bunların farkında olmayız. Olamayız çünkü böyle bir donanım için fırsat tanınmamıştır. Neden vazgeçip, neye talip olduÄŸumuzu tam mânasıyla idrak edememiÅŸizdir. Yıkıcılık kınanır, yapıcılık yüceltilir; yeni, eskiyi her zaman yener.
 
Peki sabit kalan nedir? Sabit kalması gereken nedir? Bize kök olan, bizi durduÄŸumuz yerde durduran; yürüdüÄŸümüz yerde yürüten nedir? Ä°ÅŸte bütün bunlar su üzerine yazılan yazılar gibi
 
gelir geçer. Hiçbir yerde tutunamayız, kendimiz olamayız, sadece tabi oluruz.
 
Yeni Åžafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.