Ahmet Davutoğlu: Her gün ahlaktan söz etmek insanı ahlaklı kılmaz… Brunson olayı beni üzdü...
Follow @dusuncemektebi2
Eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasında insan odaklı siyaset, ortak aidiyet bilinci, liyakat, dış politika ve adalete güvenin yeniden tesisi başlıkları yer aldı. “Eğer adalet sisteminde bir sıkıntı varsa ne içeride düzen kalır, ne dışarıda itibar kalır” diyen Davutoğlu Rahip Brunson davasını örnek gösterdi.
“Brunson davası dolayısıyla uluslararası alanda yaşadığımız itibar kaybı beni görevde olmamama rağmen o kadar üzdü ki. Niye Brunson davası beni üzdü? Eğer ortada zikredildiği gibi büyük bir suç varsa, ne olursa olsun bırakılmamalıydı. Yok öyle bir suç yok idiyse, kim olursa olsun tutuklanmamalıydı.”
Ankara’da düzenlenen iftar yemeğinin ardından yaptığı konuşmada “Vizyon üretmek düşünce özgürlüğü ile olur” ifadelerini kullanan Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dost yüzler gördüm zor zamanlarda yanımızda olan ahde vefa gösteren, hiçbir zaman dürüstlükten ayrılmayan dostları gördüm. Bazı şeyler, değeri kaybolduğunda anlaşılır ve hissedersiniz ki, o şeyi ikame etmek mümkün değildir. Gerçek dostlar birbirine güzel şekilde, övgülerle konuşanlar değil, birbirine hakikat üslubunca ve usulüyle konuşanlardır. İşte bugünlerde belki de kaybettiğimiz değerlerin başında dostluk geliyor. Hem dünyada karamsarlık var ve maalesef hem de ülkemizde. Son dönemde nerede, kiminle karşılaşsanız, psikolojik olarak bir karamsarlığın etkisi altında olduğunu görüyorsunuz. Ekonomik krizler, gergin siyasi söylemler ve hepimizin karşı karşıya kaldığı ve görmekten büyük üzüntü duyduğu ahlaki erozyonlar bir karamsar atmosfer oluşturuyor. Eğer dünyanın bu kaotik döneminde insanlığa bir mesaj ileteceksek önce psikolojimizi düzelteceğiz. Her şeyi kaybedebiliriz, tekrar kazanırız. İktidar kaybedilir tekrar kazanılır. Bir tek şey var ki, kaybedildiğinde ikame edilmesi mümkün değildir. O da ümit, ümidini kaybedenin yarını olamaz. Ümidi oluşturacak olan şey; korkular, dürtüler değildir. Ümidi oluşturacak olan şey; ortak referanslara sahip bir toplumun yeni bir vizyon üretmesidir. Vizyon üretmek ise düşünce özgürlüğüyle olur. Bize en aykırı bile olsa, üretilen her düşünce berekettir.”
Ortak referansların kaybedilmesinin kendisini kaygılandıran bir husus olduğunu dile getiren Ahmet Davutoğlu, Bağdat’ta, Musul’da mahallelerin nasıl bölündüğünü gördüğünü belirterek “Hepimizin mahallelerimizden çıkmamız lazım. Bizim geleceğimizin en önemli teminatı son dönemde iyice içine kapanılan bu mahallelerimizden çıkmamızdır.” dedi.
Eski başbakan Ahmet Davutoğlu yeni bir vizyon için ana referans olarak gördüğü noktaları 7 madde ile sıraladı:
“Birincisi; insan odaklı siyaset. Bu çok rahat dile kolay geliyor. Onun için hemen hemen bütün siyasilerin, hepimizin en sık söylediği sözlerden birisi; Şeyh Edebali’nin ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’. Bunu söyleyen ve Şeyh Edebali’den ilham alan bir devlet adamı o sözü sarf ettikten sonra sokağa indiğinde vatandaşını şu veya bu etnik kimlikle, şu veya bu mezhebi kimlikle ayırt etmeye başladığında aslında siyasetin öznesi insan olmaktan çıkar. Kaos ile otoriter yapılar arasında bir denkleme dünya sıkışmış durumda. Bizim savunduğumuz şudur; özgürlük ve güvenlik. Biri diğerine feda edilmesi gereken iki değer değil. İkisinin de aynı anda ve aynı ölçekte başarılması gereken iki temel hedeftir. Eğer siz güvenliği özgürlük için feda ederseniz kaosa, özgürlüğü güvenlik için feda ederseniz otoriter rejimlere yönelirsiniz. Otoriter eğilimlerin kalıcı olacağını düşünmek büyük hatadır. En önemli husus özgürlüklerimizin tahkim edilmesidir
İkincisi; ortak aidiyet bilinci. Devletlerin bekası, milletlerin devamı ve daimiyeti askeri güç ile sağlanamaz sadece. Devletlerin bekasını sağlayan temel şey, o toplumu bir araya getiren bireylerin ortak aidiyet bilinci. Mahallelerimizden çıkalım ve bu toplumda kimsenin öteki olmadığını gösterelim.
Üçüncüsü; toplumsal ve siyasal ahlaki değerlerin ihyası. Son dönemde bu konuda çok ciddi erozyon yaşadığımızı herkes görüyor. Her gün ahlaktan bahsetmek bir insanı ahlaklı kılmaz. Ahlakçı olmamak lazım, ahlaklı olmak lazım. Kişisel ahlak ile siyasi ahlak arasındaki zihni söylemsel ve eylem birlikteliğini sağlamak lazım. Ahlak dediğimiz şey, söylemle ya da teoriyle ortaya atılamaz. Bugün toplumumuzda en fazla kaygı gördüren akraba kayırmacılığı, yolsuzluğun değişik türleri, kibir, lüks, şatafat, görkem… Biz siyasi yolculuğumuza değil, bu bedevi yolculuğumuza çıktığımızda, çocukluğumuzda dahi reddettiğimiz şeylerdi bunlar. Siyasetimizde de bugün görülen sapmaların karşısında dayanacağımız temel referans noktası bu ahlaki değerlerin yeniden ihyasıdır. Bunları ihya etmeden herhangi bir şekilde Türk siyasetine yeni bir vizyon biçmek mümkün değildir. Son günlerde çok sık gündeme gelen haklı bir kaygı var; ‘kazanımlarımızı kaybetmemek’… Doğru evet kazanımlarımızı kaybetmemeliyiz ama ya kaybettiklerimizi nasıl kazanacağız. Siyasi ve etik konusunun en açık çözümü şeffaflıktır. Şeffaflığın olduğu yerde etik sapmalar çok zor olur.
Dördüncü unsur; adalet. Adalete güvenin yeniden tesisi toplumsal düzenin temelidir. Devletin referans ölçüsü adalet. Adalete olan güveni tesis etmemiz lazım. Son dönemde bizim önümüze çok sayıda anketler geliyor. Beni ürküten iki anket, yargının ve din adamlarının güven unsurlarındaki düşüş hepimizi ürpertmeli. Eğer adalet sisteminde bir sıkıntı varsa ne içeride düzen kalır, ne dışarıda itibar kalır. Brunson davası dolayısıyla uluslararası alanda yaşadığımız itibar kaybı beni görevde olmamama rağmen o kadar üzdü ki. Niye Brunson davası beni üzdü? Eğer ortada zikredildiği gibi büyük bir suç varsa, ne olursa olsun bırakılmamalıydı. Yok öyle bir suç yok idiyse, kim olursa olsun tutuklanmamalıydı.
Beşinci; devlet yönetiminde ehliyet ve liyakat ve devlet yönetiminin yeniden tanzimi meselesi. Çarpık bir parlamenter sistemi değiştirmek şart. Ama çarpık bir parlamenter sistemden kuvvetler ayrılığını yok eden bir başkanlık sistemi iddiasına geçtiğiniz zaman başkanlık sistemi de tam yerleşmemiş oluyor. Bir yıl geçti, tecrübeler edinildi. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere bütün devlet yetkililerinin, hepimizin devletimizin sağlıklı, etkin işlemesi için neler yapılabileceğini konuşmamız lazım. Açık yüreklilikle konuşmak lazım. İşte burada düşünce özgürlüğü önemli. ‘Biz yaptık ve bundan sonra tartışma yok’ dememek lazım. Mesela yasama ile yürütme arasındaki ilişkinin yeniden kurulması lazım. Etkinsizleştirilmiş bir meclis olgusu yürütmeye güç vermez. Yürütme, yasama ve yargı arasındaki ilişkilerin başkanlık sisteminin doğası içinde de bir bütüncüllüğe kavuşturulması mümkün. Ama en azından bir yıllık tecrübe şunu gösterdi ki; yasamada milletvekillerinin gücünün zayıflaması devletle siyaset arasındaki bağlara da zarar verdi. Hepimizin soğukkanlı bir şekilde konuşmamız lazım. Konuşmaktan korkmamak lazım. Farklı görüş beyan eden kim olursa olsun, bunu dış komplolarla, ihanetle veya başka suçlarla karşılamak yerine karşı bir fikirle buna cevap verelim. Çünkü herkesin herkesi tarif edilmesi mümkün olmayan bir dış gücün ajanı olarak delilsiz bir şekilde suçlama kapasitesi vardır. Delil üretmedikten sonra suçlamak o kadar kolay ki. 3 yıldır bu tür ve benzer birçok suçlamaya doğrudan muhatap olmuş birisi olarak söyleyeyim; bu suçlamalardan korkan insanlar düşünmeyi unuturlar, ahlakı unuturlar, en önemlisi de insan olmayı unuturlar.
Altıncısı; ekonomik rasyonalite. Son dönemde ekonomik krizlerle vatandaşlarımızın ne kadar muzdarip olduğu aşikar. Ekonomi, siyasal ve hukuki sistemin bir parçası ve asli bir unsuru olarak oluşur. Yapılması gereken birilerinin öngördüğü gibi ekonomiyi içe kapanarak bu krizi çözmek değil, aksine Türk girişimcisine güvenerek, ekonomiyi alabildiğince dünya standartlarında rekabete açarak, bu krizi aşabiliriz. Ama her şeyden önce ekonomide bir kriz olgusunun var olduğunu görerek, bir kriz yönetimi uygulamamız gerekir.
Yedincisi; çok boyutlu dış politika. Dış politika mutlaka ortak ve büyük stratejik bir resim içinde her bir unsurun doğru yere koyulduğu, her bir unsura hitap eden çok boyutlu bir yaklaşımla yeniden değerlendirilmeli.
Henüz yorum yapılmamış.