Özel / Analiz Haber
İbrahim Paşalı: Terapiste Gittim, Döneceğim
Follow @dusuncemektebi2
Bir kelimeye takılmak, sadece entelektüellerin sorunu değil. Kızlar annelerinin, anneler kızlarının, oğullar babalarının, babalar oğullarının, âşık maşukun, maşuk âşığın fi tarihinde ağzından çıkan o sözü hâlâ unutamıyor, o söze takılıp kalıyor, asıl meseleyi anlayamıyor. Şarkının nakaratı o söz olan bir şarkı söylüyorlar, ana teması o söz olan bir hikâye anlatıyorlar. Arkadaşlarına, sevgililerine, terapistlerine. Entelektüeller de bir söze, bir kavrama takılarak kavga ediyorlar yıllardır. Bir başka ifadeyle, gerçeğe takılıp hakikati ıskalıyorlar.
Ä°BRAHÄ°M PAÅžALI / CÄ°NS DERGÄ°
Suç oranının çok düÅŸük olduÄŸu Ä°skandinav ülkeleri, ne ilginçtir ki polisiye dizileriyle de meÅŸhurdur. Huzur denilince akla ilk gelen bu Nordik ülkeleri, dünyaya çok iyi polisiye hikâyeleri anlatıyorlar, çok iyi gerilim dizileri yapa-biliyorlar. Suçtan ve gerilimden uzak yaÅŸayan bu huzurlu Nordikler, bunları nereden ve nasıl biliyorlar?
“Kurgu onlar, gerçek deÄŸil” uyarısına gerek yok ey canısı! Yazının başındayız daha, hevesimi de kalbimi de kırma. Kurmaca ile gerçeÄŸi birbirine karıştırıyor deÄŸiliz. Dahası, senin “gerçek” diye anlattıkların da kurmaca/kurgu, fakat daha bundan bile bihabersin. Hiç düÅŸündün mü, gerçek ile hakikat arasındaki farkı niye açıklayamıyorsun?
Kırk beÅŸ yıldır güneÅŸin altında, dünyanın üstündeyim. Yıllardır güneÅŸin altında olmama raÄŸmen huyum kurumadı, kırk yaşındayken de espri yapıyordum. Kırk yaÅŸ travmasını anlatmak ve atlatmak için: “Kırk yaşındayım, Efendimiz gibi kırk yaşında peygamberlik gelecek deÄŸil ya! Peygamberlik bekleyen de yok zaten, ÅŸeytan gelmesin kâfi!”
Bunlar ve birazdan söyleyeceklerim, aramızda kalırsa sevinirim. Åžaşırmıyorum artık, güzellik malzemelerini pazarlayan satış danışmanı kadınların, genelde güzel olmamasına. (MethettiÄŸin “mucize yaratan krem”lerin faydası olsa, sana olurdu.) Åžaşırmıyorum, pervasızca uluslararası hukuku çiÄŸneyenler ile dünyaya demokrasi ihraç edenlerin aynı ülkeler olmasına. Futbol ligimizin “yerli ve milli” olmamasına, iÅŸgal altında olmasına. (“Ülkenin bütün tersaneleri” gibi bütün stadyumları da yabancılar tarafından iÅŸgal edilmiÅŸ olabilir.) Her fırsatta gazetecilik dersi vermekten olsa gerek, gazeteci olduÄŸunu söyleyenlerin gazetecilik yapmamasına. MuhabirliÄŸe tenezzül etmeyiÅŸine. Hep aynı hikâyelerin anlatılmasına, hikâyenin deÄŸiÅŸmemesine, yeni hikâyelerin peÅŸinden gidilmemesine. Ä°talikleyerek söyleyeyim: Åžaşırmıyorum.
Ä°nsan, bizzat kendisi yaÅŸamasa da, ÅŸahidi olmasa da, iyi hikâyeler anlatabilir. Hatta –mazisinden seçtikleriyle kurguladığı– kendi hikâyesi de çok iyi olabilir! “Based on true story” yazmasına, gerçek olaylardan esinlenilmesine, yaÅŸan-mış olmasına gerek yok; -mış gibi yapmak kafi. Hikâye anlatmada iyi olmak ve/ya hikâyesinin iyi olması, bir insanı iyi yapmaya yetmeyebilir. “Nasılsın” sorusuna, “iyiyim” diye cevap veremeyebilir.
Yıllar önce, ilk kez terapiste gittiÄŸimde, kim bilir ne ummuÅŸtum, ne bulmuÅŸtum? Aslında hazırlıksız sayılmazdım. Kaç kiÅŸi bilir, Freud’un meÅŸhur “divan”ını Bosna-Hersek’ten aldığını, öz be öz Türk divanı olduÄŸunu. DüÅŸmanlarından ve hayranlarından kaç kiÅŸi, Freud’un hiçbir hastasını tedavi edemediÄŸini biliyor. Böyle detayları bilmekle kalmıyor, malumatfuruÅŸluk yapıyordum, bunları bilmekle övünüyordum.
Ä°nsan üzülebildiÄŸi kadar sevinebilir diyordum, mesela. O da yetmezse patinaj metaforum vardı. Hepimiz farklı yerlerde patinaj çekiyoruz haddizatında. Senin takılıp kaldığın ÅŸeye ben saplanıp kalmamışım, benim mesele ettiÄŸim ÅŸeylere sen takılmamışsın. Sonuçta hepimiz bir yerlerde, bir ÅŸeylere saplanıp kalmışız. Çırpınıyoruz, patinaj çekiyoruz, etrafımızdakilere çamurumuzu sıçratıyoruz. EleÅŸtiri adı altında, suçluyoruz, aÅŸağılıyoruz. Patinaj çektiÄŸimiz için olsa gerek, bu cendereden çıkamıyoruz; konuÅŸarak, yazarak bir yere varamıyoruz. Benim aforizmalarım yetmezse, Rilke’yi yardıma çağırıyordum: “Terapi mi? Ya ÅŸeytanlarımı kovayım derken, meleklerimi ürkütürsem?”
Emekli entelektüel olsam da, Irwin D. Yalom gibi ünlü terapistlerin kitaplarına aÅŸinaydım. En sevdiÄŸim kitaplardan biri, Adam Phillips’in ÖpüÅŸme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine idi, laf aramızda.
MeÄŸer terapiste gitmek, insanın -yıllardır anlatıp durduÄŸu- hikâyesini deÄŸiÅŸtirmeye açık olması demekmiÅŸ. Önce insanın hikâyesi deÄŸiÅŸirmiÅŸ, sonra kendisi. Bilmiyordum. Bunu anlamam için, geçen yıllar içerisinde birkaç terapiste gitmem gerekti. Yazısının bir virgülünün dahi deÄŸiÅŸtirilmesine açık olmayanlar, korkarım, bunu hiç öÄŸrenemeyecekler.
Çok kötü bir boÅŸanma yaÅŸamış bir arkadaşımın terapist hikâyesini dinlemeseydim, bir terapist sayesinde “kızgın kumlardan serin sulara” çıktığını öÄŸrenmeseydim, büyük ihtimalle, terapiste gitmek gibi yeni bir hobim olmayacaktı. Bir gün özgeçmiÅŸimi güncelleyecek olursam, hobilerim kısmına, terapiste gitmeyi de eklemem gerekecek.
BeÅŸ yıl önceydi sanırım, biraz merak, biraz can sıkıntısı sayesinde, kendimi arkadaşımın çok methettiÄŸi, namını duyduÄŸum terapistin karşısında buldum. Eksik olmasın, arkadaşım randevuyu almakla yetinmemiÅŸ, çalıştığı kurumun özel tarifesinden istifade etmemi de saÄŸlamıştı. Melamileri taklit ederek hep söylüyorum: “Bu Allah’la uÄŸraşılmaz!” Kırk yıl düÅŸünsem, BaÄŸdat caddesinde bir terapiste gideceÄŸimi hayal bile edemezdim. Kırk yaşında terapiste gidince, o ÅŸaÅŸkınlıkla “Bu Allah’la uÄŸraşılmaz” deyiverdim.
Bir travma yüzünden hayatına devam edemiyor deÄŸildim. “An”ın çoÄŸunun mazimiz tarafından oluÅŸtuÄŸunu, “an”ı yaÅŸarken aldığımız kararları mazimizin ÅŸekillendirdiÄŸini bilsem de. Aksine, “geliÅŸine dış falso” vurur gibi espriler yapmaya devam edebiliyordum. Yakınımdakiler zaman zaman dalgınlığımdan ÅŸikayet etse de, hızlı cevap verdiÄŸimi, neredeyse her ÅŸeyden hızla espri çıkarabildiÄŸimi sanıyordum. Özetle, idare ediyordum.
Terminolojiye meftun okuyucuya gelsin bu malumat, furuÅŸluÄŸunu yapsın doya doya: TSSB diye kısaltılan, “travma sonrası stres bozukluÄŸu”m yoktu. Divana uzanmayı bekliyordum, divan da yoktu. Bunu beklemiyordum. Karşı karşıya oturduk. Niye geldiÄŸimi çok iyi anlattığımı iddia edecek deÄŸilim. Fakat bütün kusur bende olsaydı, “Kusuruma bakmayın ama niye geldiÄŸinizi anlayamadım.” demezdi. Böyle bir cevabı da beklemiyordum.
Ä°lk terapist hikâyeme birazdan geri döneceÄŸim, fakat ÅŸimdi kısa bir ara verip anlatmazsam, unutabilirim. Bu olaydan birkaç yıl sonra, ikinci bir terapiste gitmiÅŸtim. Bu defa hazırlıklıydım, kısa ve öz cümlelerle, niçin geldiÄŸimi anlatacaktım.
“Size geldim, çünkü yaÅŸadığım hayat ile dinlediÄŸim ÅŸarkıların bir alakasını göremiyorum.” dedim. Bahtıma, iki terapist de salon kibarı deÄŸildi, gerçekten kibar insanlardı, kliÅŸelerle konuÅŸmuyorlardı. Yüzü aydınlık, insana gerçekten güven veren, haza bir beyefendi diye tarif edebileceÄŸim ikinci terapistim de “Niçin geldiÄŸinizi anlayamadım!” dedi, tebessüm ederek. Bu kadarı da fazlaydı artık.
Unutmadan: Bir yazı hangi müzik dinlenerek yazılmışsa, o müzik dinlenerek okunmalıdır. Bu yazıyı yazarken, Ä°zlandalı müzisyen Ólafur Arnalds’ın “So Close” adlı ÅŸarkısını, sürekli baÅŸa alarak dinlediÄŸimi söylemiÅŸ olayım.
Ä°ki terapistim de saÄŸ olsunlar, su gibi aziz olsunlar, niçin geldiÄŸimi anlayamasalar da anlamış gibi yapmadılar, doktorluk taslamadılar. Ä°lk terapistime, niçin geldiÄŸimi açıklarken galiba sözü uzatmış, konuyu dağıtmıştım; ikinci terapistte ise çok kısa anlatmıştım. Biraz daha açıklamaya çalıştım: “Belki benim göremediÄŸimi dışarıdan bakarak siz görebilir, bana da gösterebilirsiniz? Hayatım ile ayrı tellerden çalan bu ÅŸarkıları niçin dinlediÄŸimi, belki siz anlayabilir, benim de anlamama yardımcı olabilirsiniz.” Bu defa güldü. “Farkındalığınız çok yüksekmiÅŸ” dedi. Ä°nsana yalan söyletiyorsa, tevazu deÄŸildir. Siz mütevazı veya kibirli diyeceksiniz diye, yalan söyleyecek deÄŸilim, genelde olduÄŸum gibi hazır cevaptım: “Fakat bu –farkındalık– hiçbir iÅŸe yaramıyor! Hiçbir ÅŸeyi kolaylaÅŸtırmıyor! Hiçbir ÅŸeyi deÄŸiÅŸtirmeye yetmiyor!” dedim. Bu defa kahkaha attı.
Henüz yorum yapılmamış.