Güncel
Süleyman Seyfi Öğün: Bolluk, refah düşlerimizden vazgeçmek bir tarafa , onun en azgın evrelerini idrâk ediyoruz
Follow @dusuncemektebi2
Süleyman Seyfi Öğün- Yeni Şafak
Kur’anda en sevdiÄŸim ifâdelerden birisidir: “HerÅŸey aslına döner”.. HoÅŸ, efsâneler, hikâyeler de böyle söyler.. Dere tepe düz gidilir, lâkin sonra anlaşılır ki , bir arpa boyu yol gidilmemiÅŸtir. Bu aralar sık sık bunu düÅŸünüyorum. Süreçleri kavrayış biçimimiz , kadim gelenekte çevrimsel veyâ dâirevi iken modernlikte Kepler, Newton, Leibniz, Descartes gibi âlimler üzerinden düzçizgisel bir mahiyet kazandı. HoÅŸ, Nietzsche “Ebedî DönüÅŸ” kavramıyla bunun böyle olmadığını dile getirmekten geri durmadı. Buna mukâbil, yorumlar da deÄŸiÅŸik oldu. Meselâ Deleuze bunun farklılıklar üzerinden bir deÄŸerlendirmesini yaptı. Bâzıları bu bakışın kadercilikle de sıkı bir bağını kurdular. Meselâ “Amor fati “ üzerine çok sayıda tartışma yapıldı.
Niyetim, “min gayr-ı haddin”, bu felsefî tartışmalara dâhil olmak deÄŸildir. Bu hususta, sâdece târihsel zamanlar için “çevrimselci “ bakışa yakın durduÄŸumu ifâde edebilirim. Yâni kadim bakış bana daha tutarlı ve mâkûl geliyor. Bunun basit bir tekerrür olmadığını da kaydetmeliyim. Târih nihâyetinde bir birikimdir. Sürecini, o birikimin içinden gelen “yeni”, bana göre sâdece o zamâna kadar “el atılmadık” bâzı unsurların , praksis üzerinden o birikime eklemlenmesini içeren fâsılalarla gerçekleÅŸtirir. Nazarımda, “eski” ve “yeni”nin kavgası kurgusaldır ve fazlaca bir kıymeti yoktur. Onun içindir ki, başından beri ne muhafazakâr ne de devrimci fikirler bana câzip gelmiÅŸ deÄŸildir.
“Eski” kavramını birikimin kendisi olarak deÄŸerlendiririm. Yeni olan ise birikim süreçlerinde ortaya çıkan “farklı“ unsurların ona eklemlenmesini ifâde eder. Bu eklemlenme daha çok da eÅŸleÅŸme ÅŸeklinde tezâhür eder. Sancılı da olabilir, sancısız da. Birikim onu bir ÅŸekilde kendi kodlarına tercüme ederek masseder ve süreçler bu sûretle iÅŸler. DüÅŸündüÄŸüm diÄŸer bir husus da, târihin çöp tenekesi olmadığıdır. Onda muazzam bir geri dönüÅŸüm yattığını düÅŸünüyorum. EÅŸleÅŸmelerde bazı unsurlar görece sönümlenebilir belki; ama bunların külliyen yok olduklarını düÅŸünmüyorum. BaÅŸka bir çevrimde, bir bakarsınız sönümlendiÄŸini zannettiÄŸiniz o unsurlar su üzerine çıkar ve yeniden faal bir hâle gelir.
Târihsel birikimlerin elbette derin bir eÅŸitsizlik temelinde geliÅŸtiÄŸini görüyoruz. Birikimin bâsit çevrimlerden îbâret olmaması da buna baÄŸlı. EÅŸitlik ile birikim iliÅŸkisi zayıf bir iliÅŸki olarak görünüyor. EÄŸer, insanlık birikimsiz zamanlar yaÅŸadıysa, belki de sâdece bunun çevriminin tekrarlı bir çevrim olduÄŸunu söyleyebiliriz. Bu zamanların “târihsel” kıymeti olmadığı da genel kabûl gören bir yaklaşımdır. “Târih” ile “târih öncesi” arasında yapılan akademik ayırım da bunun mahsûlüdür. Birikimin olması, aynı zamanda birikimin eÅŸitsiz olması manâsına gelir. Birikim süreçleri, biriktirenler ile birikimin oluÅŸmasında yer alan ,ama onun dağılımda dışlananları biraraya getirir. Ä°nsan düÅŸüncesinin esaslı mesâilerinden birisi bunu olaÄŸanlaÅŸtırmaya ve bir dengeye kavuÅŸturmaya adanmıştır. Kâdim dünyânın düÅŸüncesini belirleyen tam da budur. Adâlet kavramının da iÅŸlevi burada ortaya çıkar. Adâlet eÅŸitliÄŸe göndermede bulunmaz. Bir ÅŸeyin âdil olması, aynı zamanda eÅŸitlik içermesini gerektirmez. Hattâ tam tersine eÅŸitliÄŸin âdil olmadığı kabûlü yerleÅŸiktir. Modern bakışların içinde en az bir kuvvetli damar eÅŸitlik iddiasını adâlet ile eÅŸlendirir. Bu ÅŸimdilik hâlâ üzerinde çalışılan, hâlledilmeye çalışılan bir paradokstur. Ama daha mühimi, birikimin karakteri ile eÅŸitlik düÅŸüncesini baÄŸdaÅŸtırmaktır. Ağır bir ev ödevidir bu. Bir taraftan birikimin devâm etmesi, hattâ bolluÄŸa dönüÅŸtürülmesi arzu edilir; diÄŸer taraftan da bunun eÅŸitlikçi bir dağılımı istenir. Hâlbuki birikimi özendiren duygu, eÅŸitlik özlemi deÄŸildir. Tam tersine eÅŸitsizliÄŸin bizzat kendisidir. Kazanma hırsı bireysel, bireysel olduÄŸu kadar da dışlayıcıdır. Siyâsal ve hukuksal eÅŸitlik, eÅŸitsizlik meselesini çözmüyor. Ä°ÅŸin ucunda yeniden bölüÅŸüm meselesi yatıyor. 1990’larda yaÅŸanan çözülme tek taraflı, yâni sâdece ‘Sovyet Bloku’nu çözen bir süreç deÄŸildi. Bu aynı zamanda, siyâsal ve hukuksal yeniden bölüÅŸümün de sonunu getirdi. Sovyetler, reel eÅŸitliÄŸi saÄŸlamak adına, eÅŸitsizliÄŸi doÄŸurduÄŸuna inandıkları özel mülkiyeti ortadan kaldırdı. Böyle olunca yeniden bölüÅŸüme ayrıca gerek kalmayacağına inandılar. DiÄŸer taraftan birikimi arttırmak için abandılar. Sosyalist kalkınma masalı da buydu. Netice derin bir “yabancılaÅŸma” ve üretim, yâni birikim kaybı oldu. Batı ise yeniden bölüÅŸüm için ağır mâliyet artışını göze aldı. Bu da birikim sürecini için için sakatladı. 1970’lerden sonra ağır ağır bir durgunluk sürecine girdiler. Sovyetlerin çöküÅŸü ile Özgür (?) Batı’nın çözülmesi eÅŸ anlı yaÅŸandı. Tabiî ki ilki tantanalı olduÄŸu için dikkât çekti. DiÄŸeri ise daha çok, zafer nâralarını perde yaparak bir sıvışma olarak yaÅŸandı ve pek farkına varılmadı.
Bunları neden mi yazıyorum? Bugünlerde herkes Atlantik-Pasifik, Avrasya-Atlantik, ABD-Çin , Silâh-Para, adına ne dersek diyelim, yaÅŸanan gerilimin kazananının kim olacağı merak ediliyor. Bir taraftan bata çıka da olsa tüketim devâm ediyor. Bolluk, refah düÅŸlerimizden vazgeçmek bir tarafa , onun en azgın evrelerini idrâk ediyoruz. Birikimin karakteri ile alâkalı en küçük bir tartışma bile yok artık. KaybediÅŸler tepki doÄŸuruyor,doÄŸurmasına. Ama kimse oyunu sorgulamıyor. Türkiye’de ise kimileri Avrasya seçeneÄŸinin, kimileri ABD ve AB ile yola devâm edilmesinin kimileri de Çin ile yakınlaÅŸmanın çözüm olacağına bel baÄŸlamış durumda. Bu seçeneklerin dönemsel etkileri ve faydaları olabilir. Bilemem. Ama paradoks, belki de uzlaÅŸmaz çeliÅŸki devâm ediyor. ABD kazanırsa tablonun ne kadar felâketli olacağını biliyoruz. Ama birisi çıkıp, meselâ Çin kazanırsa bizi hangi dünyânın beklediÄŸini tartışmıyor mu?…
Henüz yorum yapılmamış.