Abdurrahman Arslan: Camide genç yok ama İslamcı genç çok; böyle bir İslamcılık ve Müslümanlık modeli olamaz
Follow @dusuncemektebi2
Genç dergiden Aydın Başar, "Gençlik ve İslamcılık" üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
Bir insan, bir Müslüman, bir mütefekkir ve Ä°slam toplumunda sosyolojinin olamayacağını iddia eden bir sosyologtur Abdurrahman Arslan. Gerçek bir bilge, yürekten gelen hikmetli bir sestir.
Genç dergiden Aydın BaÅŸar, "Gençlik ve Ä°slamcılık" üzerine bir söyleÅŸi gerçekleÅŸtirdi.
SöyleÅŸi ve Abdurrahman Arslan'ın ifadeleri ÅŸu ÅŸekilde:
İlk olarak şunu sormak istiyorum: İslamcı ifadesini kullanmak zorunda mıyız?
Biliyorsunuz bu çok tartışılan bir konudur. Burada öyle bir durum var ki Müslüman deyince, insan zihninde yaptığı çaÄŸrışımda bazı ÅŸeyler eksik kalıyor. Bu Müslüman olmaktan kaynaklanan bir eksiklik deÄŸil, Müslüman zihninin dönüÅŸmüÅŸ olmasından kaynaklanan bir eksiklik. Müslüman denildiÄŸinde yönetim biçimiyle ilgilenen, siyasal rejimin de kendi ilkelerine göre düzenlenmesini isteyen bir insan akla gelmiyor. Ä°deolojilerin zihinleri kısıtlamasından kaynaklanan bir problem bu. Dolayısıyla bu Ä°slamcılık terimi bunun akla gelmesi için kullanılan bir kelimedir. ReÅŸit Rıza’dan tutun da Mehmet Akif’e kadar ilk dönemin Ä°slamcıları kendilerini Ä°slamcı olarak tanımlamamışlardır.
Bir yazınızda: “Camide genç yok ama Ä°slamcı genç çok” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
20. yy’ın baÅŸlarında kendisini inÅŸa eden Ä°slamcılık, kendisini o güne göre konumlandırdı. Yani kendisini, muhalif gördüÄŸü o günün dünyasına göre inÅŸa etti ve ona göre de bir mücadele yöntemi seçti. Fakat kendisine muhalif olarak gördüÄŸü o dünya zamanla deÄŸiÅŸti. Modern dünya postmodern bir dünya oldu. Bu süreçte Ä°slamcılık zihnen büyük bir boÅŸluÄŸa düÅŸtü. Mevcut dünyanın hadiselerini anlamakta ve anlamlandırmakta zorlanmaya baÅŸladı. Hatta bence Ä°slamcılık bu manada entelektüel olarak zihnen çöktü. Ä°ÅŸte bunun neticesinde Ä°slamcılar sloganik bazı söylemlerin peÅŸine düÅŸtüler. Bu süreç içerisinde içsel olarak fakirleÅŸtiler. Entelektüel olarak kendisini Ä°slamcı gören fakat amel olarak baktığımızda Ä°slam’ı yaÅŸamak gibi bir kaygısı olmayan insanlar olmaya doÄŸru gittiler. Namaz kılmayan ama kendisini Ä°slamcı olarak nitelendiren yeni bir gençlik modeli ortaya çıktı. Bu gençliÄŸin enfüsî dünyalarına baktığımızda orada Ä°slam’ın çok belirleyici olmadığını görüyoruz. Elbette ki bu yanlış bir çizgidir, bu böyle gitmez! Böyle bir Ä°slamcılık ve Müslümanlık modeli olamaz! Ameli olmayan bir Müslümanlığın bize bir faydası olmaz. Bunun içim benim kiÅŸisel kanaatime göre Ä°slamcı düÅŸüncenin kendisini yeniden restore etmesi gerekmektedir.
Ä°slamcılar hangi hassasiyetini yitirdiler de böyle bir sonuçla karşılaÅŸtılar?
Ä°slamcılar baÅŸlangıçta Hz. Peygamber ve onun ümmetinin taşıdığı bir hassasiyete sahipti. Nitekim ilk dönem Müslümanlarına baktığımız vakit oradaki Hıristiyanlara, Yahudilere ve bilhassa müÅŸriklere karşı, onlara benzememek prensibi ile hareket ediyorlardı. Bu anlayışı Hz. Ä°sa’nın ve Hz. Musa’nın müminlerinde de görürsünüz. Ä°slamcılık 1960’dan itibaren ciddi bir kırılma yaÅŸadı ve “benzememe” ilkesinin yerini “benzeme” aldı. Dolayısıyla Ä°slamcılık 1960’lardan itibaren bir Ä°slami ihyâ hareketi olmaktan çıktı. Åžimdi Ä°slamcılar, batılı karşı çıktılarına benzeyerek Ä°slamcılık yapmaya çalışmakta ve Ä°slamcılığı öyle anlamaktadırlar. Bu da Müslümanı zihnen ve amel olarak dönüÅŸtürdü. Karşımıza yeni tipler çıktı.
Peki, bu durumun başka sosyolojik nedenleri de var mıdır?
Elbette ki var, en baÅŸta aldığı eÄŸitimin bunda çok önemli bir katkısı var. Bu eÄŸitimle ilgili olarak Müslüman zihnin dönüÅŸmesi söz konusu… Müslüman zihni dünkü Müslüman zihnine göre duyarlılığını yitirdi. Duyarlılığın yerine tepkisel bir takım anlayışlar benimsendi. Oysa Ä°slamcılığın ilk dönemdeki temsilcilerine baktığımızda tepkisellikten ziyade nefs-i müdâfâa hali söz konusuydu.
DiÄŸer taraftan Ä°slamcılar kendilerini batının aynasında seyretme gibi bir düÅŸünceye yakalandılar. Özgünlükten uzaklaÅŸtılar ve taklit eden bir konuma düÅŸtüler. Ä°slamcılığın en büyük problemlerinden biri buydu. Yani karşı çıktığının aynasında kendini inÅŸa etmek. GörünüÅŸte onu alt etmek, onunla mücadele etmek gibi çok meÅŸru bir sebep ortaya koyuyor. Yani Ä°slamcılığın rövanÅŸist bir boyutu var. Benim Ä°slamcılığın en çok rahatsız olduÄŸum boyutu da budur.
Sünneti yaÅŸayan bir gençlik ideal bir gençliktir. Aynı zamanda kendisine muhalif olan hayat tarzını da sünneti yaÅŸayarak reddeden bir gençliktir. Yani ideal gençlik hayatı Müslümanca kurmaya yönelik bir eylem içerisindedir. Sünnetin önemi de amelle ilgilidir; hayat dediÄŸiniz amelin kendisidir.
Bugün taklide dayanan bu yanlış çizgiden nasıl kurtulabiliriz?
Benim kanaatime göre hayatımızda yeniden Sünnet’in ihyâ edilmesinden baÅŸka bir çare yok. BaÅŸka hayat tarzlarının hayatımızı istila etmesini istemiyorsak hayatımızı derken sadece amel olarak kastetmiyorum, entelektüel olarak da bunu kastediyorum- yani onların ilkelerinin ve onların davranış biçimlerinin bize sirayet etmesini istemiyorsak, buna karşı sünneti yaÅŸayarak kendi hayat biçimimizi ihyâ etmeliyiz. Hayatın muhteva olarak yeniden zenginleÅŸebilmesi için ve Müslümanın dönüÅŸmüÅŸ zihninin yeniden rayına girebilmesi için kanaatime göre bu konu önemli bir konudur. Çünkü baÅŸka bir türlü çözüm yoktur. Vahyi anlamak için de bizim Sünnet’e ihtiyacımız vardır.
Yani ideal gençlik Sünnet’i yaÅŸayan bir gençlik midir?
Evet, Sünnet’i yaÅŸayan bir gençlik ideal bir gençliktir. Aynı zamanda kendisine muhalif olan hayat tarzını da Sünnet’i yaÅŸayarak reddeden bir gençliktir. Yani ideal gençlik hayatı Müslümanca kurmaya yönelik bir eylem içerisindedir. Sünnet’in önemi de amelle ilgilidir; hayat dediÄŸiniz amelin kendisidir. Bir hastayı mı ziyarete gidiyorsunuz; bulun bir kitaptan öÄŸrenin; Efendimiz (a.s.) bir hastayı ziyarete giderken nasıl davranırdı? EÄŸitimle ya da saÄŸlık bilgisiyle önerilen hastayı ziyaret tarzına karşı siz de burada kendinize ait bir hasta ziyaret tarzını yeniden keÅŸfedin. Bir akraba ziyareti için de söylenebilir bu veya bir yaÅŸlı ziyareti için de söylenebilir. Yani ne derseniz deyin, sadece ziyaretle de sınırlandırmayalım. Bu hayat bence ancak böyle yeniden neÅŸv ü nema bulabilir. Müslüman, sadece vahyi okuyarak hayatı yeniden Ä°slamlaÅŸtıramaz, Müslümanların bence büyük çoÄŸunluÄŸunun yanılgısı budur. Bazıları vahyin yani teorinin kolayca pratiÄŸe dönüÅŸtürülebileceÄŸini sanıyorlar. Bence bu çok büyük bir yanılgıdır…
Burada; “Peygamber niye vardır o zaman” sorusu anlamlıdır. Ä°ÅŸte Peygamber tam da bunun için vardır. Mesaj getiren deÄŸildir sadece; aynı zamanda o mesajı beÅŸerin amelleri için düzenleyen birisidir. Zaten hayatı kurmak ne demektir? Onu amel olarak yaÅŸamak deÄŸil midir? Ne zaman ki sizin düÅŸünceleriniz amele dönüÅŸür, iÅŸte hayat dediÄŸiniz sosyal gerçeklik budur. BaÅŸka türlü ben bir çıkış yolu göremiyorum. Sünnet iÅŸte bu amelî boyuta karşılık gelmektedir. Ä°mam Åžâfi; “Efendimiz’e verilen hikmet onun sünnetidir” diyor. Ben buna canı gönülden katılıyorum.
O halde gençliÄŸin Sünnet’e yönelmesi hikmete de geri dönmesi anlamına mı geliyor?
Modern dönem hikmetin reddedildiÄŸi bir dönemdir. Modern uygarlık hikmeti bir hurafe olarak kabul etmiÅŸtir. Bugün modern bilim/bilgi, aslında kendisini hikmet dediÄŸimiz ÅŸeylerden ayıklayarak ortaya çıkartmıştır. O yüzden de modern uygarlıkta hikmet boyutu diye bir ÅŸey aramayın. Yok, öyle bir ÅŸey… Bilhassa modern birey -ki birey onlara ait bir kavramdır- hikmete karşı tavır almış ve ahlaktan kendini arındırmıştır. Bu bakımdan ben bilimsel bilginin Müslümanlar için kullanışlı bir ÅŸey olduÄŸunu düÅŸünmüyorum. Bu bilgiyi meÅŸrû da kabul etmek doÄŸru deÄŸil. Çünkü ahlaktan arındırılmış bir bilgi insanî boyutunu kaybetmiÅŸ bir bilgidir. Müslüman zihnin dönüÅŸtürülmesinde ona bu tür bir bilginin yüklenmesinin payı büyük olmuÅŸtur. Onun için dünyaya Müslümanca bakamamaktadır. Ya da kısmen bakmaktadır, hepsi bu… Bu da Müslüman bir toplum ve Müslümanca bir bilgi oluÅŸması için yeterli deÄŸildir. Klasik kaynaklar bence hadiseleri kavrama ve deÄŸerlendirme noktasında bugünkü Müslümanlardan çok daha Müslümanca bir bilincin mahsulüdür. Bu bakımdan hikmete ulaÅŸmak istiyorsak bu kaynaklara da dönmemiz gerekmektedir. DiÄŸer taraftan hikmet lütfedilmiÅŸ bir ÅŸeydir. Yani öyle mücadele ederek elde edilen bir ÅŸey de deÄŸildir. Siz bir çaba sarf edersiniz ama Allah bunu size lütfeder. Dünyaya hikmetli bakmak öyle kolay bir ÅŸey de deÄŸildir. EÄŸer bu hikmetli bakış kabiliyetini kazanmamız hayati bir mesele ise –ki öyledir- bizim yeniden o klasik kaynaklara dönmemiz, yeniden o döneme dönmemiz, o günün Müslümanları nasıl dünyaya baktılar, hadiseler karşısında nasıl düÅŸündüler; bunu tespit etmemiz gerekir. Biz hayata bakarken onlarla aynı kaygılarla mı bakıyoruz yoksa zihnimiz dönüÅŸtüÄŸü için farklı mı bakıyoruz; bu da çok önemlidir.
Hikmet deyince aklımıza “Ä°lmin kapısı Ali’dir” hadis-i ÅŸerifi aklımıza geliyor. Siz bu konuda ne düÅŸünüyorsunuz?
Biliyorsunuz Hz. Ali (r.a.) çocukluÄŸundan beri Efendimiz’in yanındadır. O iÅŸin hikmet boyutunu kavramış birisidir. DiÄŸerleri de elbette ki onlar da kavramışlardır. Elbette ki biz de hikmeti Hz Peygamber’in yanında onun terbiyesinden geçenlerden öÄŸreneceÄŸiz. Diyor ya hani; “Hakikat bir noktaydı onu cahiller büyüttü”. Åžimdi bu kadar hikmetli bir sözü acaba kaç kiÅŸi söyleyebilir? Nehc’ül Belâga’yı okuduÄŸumuzda anlıyoruz ki gerçekten de bir peygamber terbiyesinden geçmeyen birisinin böyle lafları söylemesi mümkün deÄŸildir. Fakat bizim tarihten getirdiÄŸimiz bir tuhaflığımız var. Hz Ali’yi bilerek veya bilmeyerek ihmal ettik gibime geliyor. Åžimdi soralım kaç kiÅŸi Nehc’ül Belâga’yı okudu? Gönül isterdi ki bu genç nesil onu okusun, yani hepimiz onu okuyalım. Bir defa deÄŸil birkaç kere okuyalım. Dolayısıyla bugün bizim batıda bulmamız asla mümkün olmayan o hikmetli bakışı, o tefekkürü onda bulabiliriz.
Kaynak: Ekran Gazetesi
Henüz yorum yapılmamış.