Sosyal Medya

Kürsü

İsmail Kılıçarslan: Anlatacağımız bu hikâye de feleğin bin türlü çemberini erkenden görmüş ve de geçirmiş Yusuf’a dairdir

İsmail Kılıçarslan- Yeni Şafak



''Kaderin iÅŸi bir türlüyse feleÄŸin çemberi bin türlü” denilmiÅŸtir ve de gayetle doÄŸru denilmiÅŸtir. Anlatacağımız bu hikâye de feleÄŸin bin türlü çemberini erkenden görmüÅŸ ve de geçirmiÅŸ Yusuf’a dairdir ve de hakikatli olmasından mütevellit acıklıdır. Hakikatli olan acıklıdır çünkü.
 
Yusuf kimdir bakalım? Babası ispirtoya düÅŸüp de bacağı kesilince yaÅŸ on birde sırtına üçayaklı kâğıt toplama arabasını almış bir garibandır. Evleri Unkapanı’ndan Süleymaniye’ye çıkan mahaldedir ve mezbeledir. Artık içki içmeyip “ben Allah yolunun adamı oldum” diyen babasından gayrı bir gariban anası, üç de kendinden küçük kardeÅŸi vardır. Ä°kisi kız, biri erkek.
 
Yusuf ÅŸimdi 16 yaşındadır. Sabahın 5’inde evden çıkıp akÅŸamın 7’sinde döndüÄŸü bir çemberin içerisinde yaÅŸamaktadır. Derdi zoru, anasıyla kardeÅŸlerini muhannete muhtaç etmeden, açta açıkta bırakmadan geçindirmektir. Eh, babasını da tabii...
 
Küstür babasına Yusuf. Makası yatık 50NC’yle Haydar’daki evi kumarda, af buyur karıda-kızda, en son ispirtoya düÅŸecek kadar hem de… Yine de babadır, baÅŸlarındadır. Hem piÅŸmandır da.
 
Sabah beÅŸte kalkar, Unkapanı’ndan Güvercintepe’ye iner. Her sabah “ulan iki de üçgen peynir mi alsam ki” diye düÅŸünüp vazgeçer. Depoda iki simit bir çayla karnını doyurup keyfine göre salınır BaÅŸakÅŸehir’e. Alır arabayı, bazı Hürriyet Bulvarı’ndan vurur Ä°STOÇ’a geçer, bazı Fatih Terim Stadı’nın oraları dolanır. Ekserisi başı kapalı ablalarla çenesi sakallı abilerin geride bıraktıkları kâğıtları toplar. Alüminyum, bakır falan çıkar arada. Onlar iyi para eder. Bazen de yepyeni oyuncaklar, azıcık giyilmiÅŸ giysiler, az yıpranmış ayakkabılar çıkar. Hayat öyle zamanlarda bayram olur. Misal satarsın bakırın kilosunu 10 liradan, o sattığınla Aksaray’dan 6 tane halka tatlısı sardırırsın ki vay babam vay. Yahut azıcık eprimiÅŸ bir kazakla dönersin küçük kız kardeÅŸinin yanına. AkÅŸam o kazak üzerindeyken resim çizer Yusuf’a.
 
Fakat tabii normali zor iÅŸ... Hem de pek zor iÅŸ. Seferinde 100 kilo kâğıt toplarsın en fazla. O da eder 15 lira. Günde 5 seferin 75 lira. 15’ini yola yemeÄŸe düÅŸ. Allah bereket versin. Az tabii. Az ama deponun sahibi Kudret der ki “sen 15’ten toplamayacaksan 10’dan toplayacak Afganlı çok Yusuf. Ona göre.”
 
Ona göre tabii. Yusuf’un öÄŸrendiÄŸi bir ÅŸey varsa o da bu dünyada her ÅŸeyin sırrının “ona göre” olduÄŸudur. Adımını atacak olsan ona göre. Zam isteyecek olsan ona göre. Hasta olacaksan ona göre.
 
Biz bu hikâyeyi niye anlatmaktayızdır bakalım size? Åžundan anlatmaktayızdır ki bu Yusuf, sadece bir konuda kendisine bir “ona göre” diyen olmadığından bir akÅŸam eve dönerken kendi evlerinden daha beter bir mezbelenin önünde oturup duran Suriyeli bir kızı görmesiyle…
 
Gördün de ne oldu sanki a avanak? Varıp gidip konuÅŸmanın imkânı var mı? Yok. Diyelim konuÅŸtun. “Haydi ÅŸöyle bir Eminönü’ne inelim de sana balık ekmek ısmarlayayım” desen vaktin var mı? Yok. Diyelim vakit de buldun. Kız kardeÅŸinin çizdiÄŸi ceylanların güzelliÄŸine benzer güzelliÄŸiyle bu kızın yanında yürümek kolay mı? Esmerin tekisin sen be. Sırtına giyecek adam gibi gömleÄŸin bile yok.
 
Ah Yusuf ah… Sana bir “ona göre” diyen olaymış iyiymiÅŸ.
 
Ama yahu, kız da boÅŸ deÄŸil ki. Her akÅŸam oradan geçeceÄŸi saatte kapının önüne oturup, tam Yusuf geçerken ayaÄŸa kalkıp, Yusuf’a ÅŸöylece bir gülümseyerek içeri girmesi ne demek bakalım? Hem kızın da öyle bir ayaÄŸa kalkıp içeri giriÅŸi var ki sanırsın Viyana’nın lort sülalesinden bilmem ne düÅŸeÅŸi akÅŸam çayından kalkmış da saraya dönüyor.
 
Bu prensesin huzuruna öyle çaput sarılmış ayakkabıyla, her yeri erimiÅŸ kadife pantolonla, rengi kaçmış gömlekle çıkılmaz, çıkılamaz. Bir ÅŸey yapmalıdır Yusuf. Ne yapacak bir ÅŸey yapıp da sanki? EÅŸekler gibi fazladan çalışacak.
 
Bir hafta boyunca günde 5 yerine 8 sefer yapıp, simit çay yerine yarım ekmeÄŸin içine çeyrek ekmek koyup öyle çalışır Yusuf. Sonunda Yeraltı Çarşısı’ndan bir spor ayakkabı, bir kot pantolon, bir de mavi gömlek alacağı 250 kâğıdı bir araya getirir. Eskilerini poÅŸete doldurup yürür mahalleye. Aha o prensesse Yusuf da prenstir yani.
 
Fakat masal Kaf Dağı’nın eteklerinde deÄŸil, günümüzde, Unkapanı’nın Süleymaniye’ye doÄŸru çıkan yokuÅŸunda yaÅŸanmaktadır. Kızın önünde oturup durduÄŸu mezbelede ışık yoktur. Kızın kendisi yoktur. Gölgesi, sesi, kokusu yoktur. En kötüsü gözleri yoktur. Mavi gömleÄŸin de, spor ayakkabının da canı cehennemedir.
 
AkÅŸam anasından öÄŸrenir meseleyi. O gün böyle adam irisi biri gelmiÅŸ, kızı da anasını da alıp götürmüÅŸtür. “Artık anasıyla mı evlenecek herif, yoksa kızıyla mı bilemedim, ama kurtuldular sanırsam. Adamın arabası da, kellesi kulağı da yerindeydi” cümlesindeki bütün çaresizliklere kahredip “ona göre” diye salar nefesini geceye: “Âşık olup gömlek alacaksan bile ona göre lan Yusuf.”

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.