Tarihî bir iddianın denetlenmesi için vesikaların yeterli olduÄŸu; dolayısıyla geçmiÅŸe iliÅŸkin herhangi bir iddianın doÄŸrulanabilirliÄŸi ile yanlışlanabilirliÄŸinin yine geçmiÅŸ kaynaklara geri gidilerek baÅŸarılabileceÄŸi düÅŸünülür. Oysa hem geçmiÅŸe hem bugüne hem de geleceÄŸe ait iddiaların ancak ve ancak muayyen bir kavram-örgüsü içerisinde anlam kazandığı çoÄŸu zaman unutulur. Çünkü her kavram-örgüsünün, baÅŸka bir deyiÅŸle Sistem'in ilkeleri/kelime-i ÅŸehadetleri mevcuttur. Bir kiÅŸi sistem içerisindeki unsurlarla ne kadar sorunlu olursa olsun, Sistem'in dayandığı ilkeler hep geçerliliÄŸini korurlar. Çünkü Bütün'e iliÅŸkin bir kanaat [ki küllîdir] sisteme ait her parçaya anlamını-deÄŸerini verir. Bu nedenle Bütün'e tavır alınmadan parçaya alınan tavır yalnızca psikolojik bir rahatlama saÄŸlar. Bütün'e alınacak bir tavır ise tehlikelidir; çünkü kiÅŸinin tüm anlam-deÄŸer dünyasını baÅŸtan aÅŸağı deÄŸiÅŸtirmesine, yeniden kurmasına sebep olabilir. Bu nedenledir ki bir tarih-medeniyet perspektifinin bütününe iliÅŸkin karşı-duruÅŸ yoksa, parçalara iliÅŸkin eleÅŸtiriler, ne kadar çok olursa olsun, hep aynı ilkeler, kelime-i ÅŸehadetler içerisinde, cereyan eder, edecektir.
Bu kabuller çerçevesinde, yukarıda tırnak içerisinde verilen, Ä°slam medeniyeti'ndeki felsefe-bilim hayatının baÅŸlamasına ve devam etmesine iliÅŸkin iddianın ilkece incelenmesi gerekir. Buna göre, bu cümlede üç temel kabul mevcuttur: Birincisi, felsefe-bilim tercümelerle baÅŸlamıştır; ikincisi, bu hareket aklî/rasyonel tavırlı Mu'tezile'nin siyasî iradeyi yönlendirdiÄŸi dönemde, özellikle Me'mun döneminde iÅŸ görmüÅŸ; üçüncüsü ise Ehl-i hadis'in siyasî hakimiyeti etkisi altına almasıyla bitmiÅŸtir. Bu üç madde, doÄŸal olarak, Ä°slam medeniyeti'ndeki felsefe-bilim hareketinin din ile bilim çatışması dialektiÄŸi içerisinde alınmasını zorunlu kılmaktadır. Acaba öyle midir?
Öncelikle birinci maddeyi ele alalım: Bir medeniyetten baÅŸka bir medeniyete felsefe-bilim sahasına iliÅŸkin bir eserin tercüme edilmesi ne demektir sorusuna, günlük tecrübelerimiz ışığında verilebilecek muhtemel yanıtları aklımızda tutarak ÅŸunu söyleyebiliriz ki hiç bir medeniyette tercüme/çeviri bir felsefe-bilim hareketi baÅŸlatmaz; ancak yolda olan, yürüyen bir fikrî hareketi, felsefe-bilim üretimini besler, zenginleÅŸtirir, geliÅŸtirir. Tersi olsaydı tüm milletler, çeviri yoluyla yerli felsefe-bilim hareketlerini, geleneklerini rahatlıkla kurabilirlerdi. Yine, tersi olsaydı, yakın tarihimizde, Salih Zeki'nin Henry Poincaré'den yaptığı bilim/matematik felsefesine iliÅŸkin tercümelerin Türkiye'de bir bilim/matematik felsefesi hareketi baÅŸlatması gerekirdi. Ama açıktır ki, bir deÄŸirmende taÅŸ dönmüyorsa, oluktan dökülen buÄŸday, un olmaz yalnızca boÅŸluÄŸa, hiçliÄŸe gider. Öte yandan, ilmî çeviri, daha baÅŸtan, çevrilen eserlerin hem dil hem de muhteva itibariyle anlaşılmasını ÅŸart koÅŸar. BaÅŸka bir deyiÅŸle, eserin ana-dili, çevrildiÄŸi ikinci-dil ve çevrilen konunun teknik içeriÄŸi bilinmeli, özellikle çevrilen dildeki ilmî terimler hazır olmalıdır. Batlmayus'un Almacestî'sinin teknik içeriÄŸini bilenler, yukarıdaki ÅŸartlar çerçevesinde, bu tercümenin kolayca yapılamayacağını da bilirler. Ä°slam medeniyeti'nde yapılan çevirilerde ise geliÅŸmiÅŸ teknik bir dil mevcuttur; ve yabancı kelimeler oldukça azdır. Açıktır ki bu seviyede bir dil, çeviri esnasında yaratılamaz; çevirilerle beraber oluÅŸamaz. Bu tespitin en güzel örnekleri ilk dönem Latince eserlerde görülebilir: Hem konunun teknik muhtevasının anlaşılamaması hem de Arapça kelimlerin çokluÄŸu bakımlarından tipik bir çeviri hareketi ile karşı karşıyayız Latince tercümelerde. Öte yandan çeviri hareketini yürüten isimlerin hemen hemen hepsi, aynı zamanda, matematik, astronomi, tıp vb. konularda, özgün eserler yazmışlardır. Mevcut birikimi hazmetmeden üzerine yeni-bir-ÅŸey koymanın o kadar kolay olmadığı erbabının malumudur. Çünkü Ä°slam medeniyeti'nde çeviri ile yaratıcı katkı/düÅŸünce eÅŸzamanlıdır. Bunun da ötesinde, çeviriler yapıldığı esnada, çevrilen mirasa, tashih edilmesi yanında hem eleÅŸtiri hem de reddiye yazılması oldukça ilginçtir. BaÅŸka bir deyiÅŸle, çeviriye eleÅŸtiri ve katkı eÅŸlik ediyor; çünkü hemen hemen tüm mütercimlerin tercüme eserleri yanında özgün eserleri mevcuttur. Bu nedenlerle, sanıldığının tersine, Ä°slam medeniyeti'nde aktarma, özümseme, yaratma, çöküÅŸ biçiminde bir sıralanış yoktur; çünkü tercüme asrı aynı zamanda üretim, yaratım asrıdır.
Ä°kinci maddeye gelince: Ä°lginçtir Mu'tezile, Basra'da ve Me'mun'dan, hatta BaÄŸdad'ın kurulmasından çok önce, yaklaşık yarımasır önce ortaya çıkmış bir hareketti; ve tamamen Ä°slam medeniyeti'nin maddî-manevî-metafizik ortamından kaynaklanmıştı. Öte yandan, Mu'tezile, sanıldığının tersine, çevirilerin Ä°slam toplumuna, entelektüel hayatına soktuÄŸu yeni düÅŸüncelerle savaÅŸmak için kendini yeniden düzenlemiÅŸ; Yunan-Helenistik kültür baÅŸta olmak üzere, tüm yabancı akımlarla Ehl-i adl ve tevhid adıyla mücadele etmiÅŸtir. Bu nedenlerle Mu'tezile'yi Yunan-Helenistik kültürün yandaşı, aklî/rasyonel bir akım gibi göstermek, yalnızca, aÅŸağıda üzerinde durulacak çatışmanın bir ayağını muhayyilede yaratmaktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Öte ayndan, Mu'tezile'nin temsil ettiÄŸi dinî eleÅŸtiri, özellikle Yunan-Helen mirasının eleÅŸtirilmesi, bu mirasa iliÅŸkin görüÅŸleri zenginleÅŸtirmiÅŸ, yeni-bilim dalları yanından yeni bir ilim zihniyetinin de ortaya çıkmasına neden olmuÅŸtur.
Üçüncü madde ise daha da gariptir: Açıktır ki, Ä°slam medeniyeti'ndeki büyük tercüme hareketi Me'mun'dan (öl. 833) ve Mu'tezile'nin tasfiyesinden sonra, baÅŸka bir deyiÅŸle Ehl-i hadis'in hakim olduÄŸu dönemde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Eukleides, Batlamyus, Arkimedes, Apollonyus gibi isimlere ait bilim eserleri bu dönemde tercüme edilmiÅŸtir. BaÅŸka bir deyiÅŸle, büyük eserleri tercüme edenler, Huneyn b. Ä°shak (ö. 877), oÄŸlu Ä°shak b. Huneyn (ö. 911), Kusta b. Luka (ö. 900 civ.), Sabit b. Kurre (ö. 901) ve diÄŸer pek çok isim hem Me'mun'dan hem de Mu'tezile'nin sahneden çekilmesinde sonra yaÅŸamış ve Ehl-i hadis okulunun, Mütevekkil döneminde, Ahmed b. Hanbel eliyle hakimiyet kurduÄŸu bir dönemden sonra faaliyet göstermiÅŸtir. Öyleyse tercüme hareketinin baÅŸlangıç ve bitiÅŸini ne i'tizal ne de taassub tek başına izah edemez. Bir örnek vermek gerekirse, Mezopotamya-Mısır-Yunan astronomisinin zirve eseri Almacestî, Ä°slam medeniyeti'nde beÅŸ kez tercüme edildi. Bu tercümelerden ikisinin Me'mun için yapılmasının ilginçliÄŸi bir yana, daha sonra tüm Ä°slâm dünyasında kullanılan ve Latinceye tercüme edilen iki tercüme de Me'mun'dan elli yıl sonra, hem de Ehl-i hadis'in yönetimde olduÄŸu bir zamanda gerçekleÅŸtirildi. Bunun da ötesinde Ä°slam astronomlarının Yunan-Helenistik mirasa ait kullandıkları tüm matematik, astronomi eserlerinin onuncu yüzyılda yapılan tercümeler olması üzerinde yeniden durulması gereken bir noktadır.
Tarihî vakıa buysa, niçin ilke farklıdır? Bu sorunun yanıtı açıktır: Bu ilkeyi/ilkeleri koyan Batı-Avrupa kültürüne mensup insanların kafa yapıları, zihniyetleri din ile bilim çatışmasıyla kayıtlandığından, kendi tarihî çerçeveleri, medeniyet perspektifleri böyle olduÄŸundan, her yerde bu çatışmayı aramışlardır. Böyle bir çatışma yoksa da uydurmuÅŸlar, muhayyilelerindeki modele göre tarihî vakıayı tahrip ve tahrif etmiÅŸlerdir. Felsefe-bilim tarihinin en önemli sorunu zaten hep ÅŸu olmuÅŸtur: Hesap [model, çerçeve, bilmek] mı Gözlem [vakıa, bakmak] mı? Açıktır ki bu sorunun yanıtı her medeniyetin kavram-örgüsüne göre deÄŸiÅŸecektir. Özellikle, Hesab'ı olanlar Gözlerini o hesaba göre ayarlarlar.
Anlayış Dergisi (Sayı 19)
Ocak 2005
Henüz yorum yapılmamış.