Kürsü
Fatma Barbarosoğlu- “Cennette sabır yoktur şükür vardır”
Follow @dusuncemektebi2
Fatma Barbarosoğlu- Yeni Şafak
I-
Hayatından bir kaç çarpıcı sayfa anlatmıştı aylar önce. Öyle bir kaç sayfa ki en yakınınızdakinin hikayesinden daha yakın. Korucu olan babasının acı, ağır ve meşakkatli hikayesini anlatmıştı.
Evleri bir nehrin kenarında, nehir taşıyor sık sık, taşan nehirden gelen Çamur deryasının önünden kurtardıkları eşyaları anlatmıştı.
Bir ege kasabasında Anadolu lisesine giden ilk çocuk olmanın, bir Ege kasabasında Anadolu Lisesi’ne giden ilk Kürt çocuk olmanın hikayesini anlatmıştı.
Her hikaye bugünden geriye yazılan değil miydi? Anlattığı, yokluğun içinden yazılan bir başarı hikayesiydi.
Hikayenin yenilgi kısmını, veda etmek için geldiği o akşam anlattı. Parça parça. Tutuk tutuk. O gittikten sonra odanın duvarında kaldı anlattıkları.
“Okulu bitirdim ve on altı ay amelelik yaptım” dedi veda konuşması için geldiğinde. “Elbisem yoktu. Şimdi bir sürü elbisem, ayakkabım var. Evlendim, bir çocuğum var. Ve iş görüşmelerine giderken giyebileceğim takım elbiselerim var.
Ben buraya iş görüşmesi için geldiğimde ameleydim. İngilizce bilen, İngilizce iktisat mezunu bir amele.
Her iş görüşmesinde hep boş kalacak bir hane vardı. ‘İş tecrübeniz var mı?’ YOK. Diyorlardı ki ancak aileden biri isen işe alınırsın. Aileden biri olduğum yer amelelerin dünyası idi. İş tecrübesi sorulmuyordu. Risk almak için tecrübe gerekmiyordu çünkü. Şimdi bir iş tecrübem, bir karım, yeni doğmuş sağlıklı bir oğlum ve iş görüşmelerine giderken giyeceğim çeşit çeşit takım elbiselerim var.”
Böyle vedalaştık.
Giderken “Benim için üzülmeyin Fatma Hanım” dedi.
Onun için üzüldüm. Ama en çok da onun kadar doğal, içten ve derinden şükrümü eda edemeyişime üzüldüm. Bana şükrü hatırlatan kişinin benden yirmi yaş genç olmasına ve ondan bir daha haber alamayacağıma, hikayesinin devamını hiçbir zaman öğrenemeyeceğime üzüldüm.
-II-
Yukarıdaki hatırayı gecenin bir vaktine çekip getiren İmam Gazali’nin El- Erbain Fî Usulîddin (Dinde Kırk Prensip) adlı kitabındaki şükür bahsi oldu.
Özellikle şu bölüm: “ Bil ki şükür de büyük faziletlerdendir. Hatta o, sabır, korku, zühd gibi geçen faziletlerden daha üstündür. Çünkü bu faziletler insanı şükretmeye sevk etmek için birer vasıta durumundadırlar. Şükretmek ise, bizzat gayedir. Bu böyle olduğu için ,cennette sabır, korku, zühd yok iken şükretmek vardır. Çünkü cennette şükretmek için bu vasıtalara ihtiyaç yoktur...Şükür ibadetin de özü ve ruhudur. Onun için cennette ibadet olarak yalnızca şükretmek vardır.”
Şükreden kullardan mıyız? Gecenin bir vakti ağlayarak namaz kılan ve Rabbimizin verdiği nimetlere göz yaşı içinde
şükredenlerden miyiz?
İmam Gazali her uzvun kendi sınırları içindeki şükrünü şöyle anlatıyor:
“Aklın şükrü, onunla Allah teâlâ’ yı tanımaya çalışmaktır. Kalbin şükrü onunla Allah Teâlâ’yı sevmektir. Gözlerin şükrü eşyaya ibret ve tefekkür nazarıyla bakmak ve eserde müessiri, sanatta Sânii, nimette mün’im’i, fiilde fâili görmektir. Dilin şükrü Allah teâlâ’yı zikretmek, nasihat etmek ve doğru konuşmaktır. Kulakların şükrü Allah Teâlâ’nın emir ve fermanı olan Kur’an’ı dinlemek, nasihat ve doğru söze kulak vermektir. Ellerin, ayakların, diğer organların ve nimetlerin şükürleri de bunları kendi veriliş gayeleri istikametinde çalıştırmak ve kullanmaktır.”
Biz ahir zaman kulları en ziyade gözün şükrünü eda etmekte eksik ve tutuk davranıyoruz galiba.
Henüz yorum yapılmamış.