Sosyal Medya

Kürsü

Mustafa Kutlu: Osmanlı kapitalizmi benimseyemezdi, çünkü Hududullah buna cevaz vermez

Mustafa Kutlu- Yeni Åžafak



Osmanlı Devleti ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Batı’da görülen dinî zihnî-fikrî-ilmî-siyasî vb. tecrübeyi yaÅŸamadığı için sanayi kuramadı, teknolojide geri kaldı.
 
Bu durum her yönü ile kapitalizmi doÄŸuran iklimin uzağında (ona tamamen kapalı) olmamız, özetle Âmentü’ye inanmamız ile ilgilidir.
 
Osmanlı kapitalizmi benimseyemezdi, çünkü Hududullah buna cevaz vermez.
 
Bizim medeniyetimiz ve ÅŸehirlerimiz “tarım toplumu”nun eseridir. Medeniyet tartışmalarında bu temel husus göz önünde olmalı.
 
Batı’daki gayri ahlâki güç temerküzü sanayi ve teknoloji ile ÇaÄŸdaÅŸ Küresel Medeniyeti kurdu. Bu medeniyet din dışıdır, asla kabul görmemeli.
 
Tarih ÅŸöyle veya böyle tecelli etseydi diye tasalanmayın, mânası yok. Zor oyunu bozar denilmiÅŸ. Veyl maÄŸluplara!
 
Osmanlı gururu uzun süre direndi (Batı’ya giden ilk elçilerimiz onları nasıl da küçümser) sonunda “DüÅŸmanın silahı ile” silahlanmayı kabul etti. Tekrara lüzum yok bildiÄŸiniz “BatılılaÅŸma”.
 
Bu macera iki yüz yıldır sürüyor. Araftaki aydınlarımız iÅŸbirliÄŸini seçmiÅŸ olsa da halk inancını ve ruhunu koruyor.
 
Macera dramatik bir “yarılma” ile neticelendi. Tarih boyunca köle olmayan milletimiz ÅŸeklen olan-biteni kabul etse de ruhen direniyor.
 
Mektep-medrese, alafranga-alaturka, ilerici-gerici, laik-dindar ayrımı bu yarılmanın neticesi olarak sürüyor. Ancak modernleÅŸme hükmünü yürütüyor. Taraflar ÅŸu veya bu ÅŸekilde modernleÅŸmiÅŸtir. “Yaralı bilinç”in tuhaf sonucu: Bir yandan modernleÅŸme öte yandan dindarlaÅŸma. Son elli yıldır seçimleri dindarlar kazanıyor.
 
“Tuhaf” dedik çünkü kazananlar ile kaybedenlerin hedefi aynıdır: Muasır medeniyete kavuÅŸmak, hatta onu geçmek.
 
Bu “derin yara”nın analizini akademyaya bırakıyorum.
 
Åžehirlerimize dönelim.
 
Hemen her ÅŸehrin civarında bir “BaÄŸlar” semti vardı. Yaz gelince ÅŸehir ahalisi (esnaf-memur-zenaat erbabı) baÄŸlara göçerdi. Ä°stanbul dahil “sayfiye”ye gidilirdi. Ayağımız topraÄŸa basıyordu. Hemen her ailenin mali durumuna uygun bir “baÄŸ evi” vardı. Olmayanlar kiralardı. BaÄŸ komÅŸuluÄŸu mahalle komÅŸuluÄŸu gibiydi. Ä°stanbul dahil ÅŸehirlerde dahi her evin küçük de olsa bir bahçesi vardı.
 
Dolayısıyla tarım toplumunun ÅŸehirleri de topraktan kopmamıştır. (Geçen asrın ortasına kadar). Günümüzde “BaÄŸlar” semti nisbeten ayakta kalan yaÅŸamaya devam eden Kayseri ile Talas’ı örnek verebilirim. BaÄŸlara göçen ailenin fertleri tıpkı köylüler gibi tarla-baÄŸ-bahçe sular, fidan budar, mahsûl toplar, meyve-sebze kurutur, reçel-pekmez kaynatır, tarhana döker, eriÅŸte keser, kışlık erzak olarak ne lazımsa onunla uÄŸraşır. Un-bulgur-yaÄŸ-peynir-turÅŸu-kavurma tedarik eder. Biz bu toplumun son nesli çocukken ÅŸu tekerlemeyi söyler-oynardık:
 
Tedariğim / Torba dikim / Yazın koyum / Kışın yiyim
 
Refik Halit “Åžeftali Bahçeleri” adlı hikâyesinde bu hayatı çok güzel anlatıyor.
 
Sabah iÅŸe, yani ÅŸehre giden ahali mali durumuna göre kimi fayton, kimi beygir, kimi at arabası, kimi merkep, kimi yaya olarak arkalarında bir toz bulutu bırakarak baÄŸlardan uzaklaşır; ikindi sonrası dönüÅŸ baÅŸlar. “BaÄŸlar” dediÄŸimiz semtler nüfus artıp, ÅŸehirler büyüdükçe imara açıldı, aÄŸaçlar kesildi, yavaÅŸ yavaÅŸ yok oldu. Yerine apartmanlar dikildi. Bu yüzden her ÅŸehrimizin “Yeni Åžehir” adlı bir semti vardır.
 
Åžehirlerin imkânlarla dolu kışkırtıcı havası köylünün hizmet alamaması (eÄŸitim-saÄŸlık-iletiÅŸim-ulaşım), geçim zorluÄŸu, tarımın ihmali, bürokrasinin, hizmet sektörünün alabildiÄŸine geniÅŸlemesi, hantal devlet, montaj sanayi köyden kente göçü hızlandırdı.
 
Bu hüküm biraz doÄŸrudur.
 
Aslı şudur.
 
BaÅŸta büyük ÅŸehirler olmak üzere hemen her ÅŸehirde bir “rant ekonomisi” oluÅŸmuÅŸtur. Dün bir hazine arazisi çevirip gecekondu kuranlar bugün han-hamam sahibidir.
 
“Altına hücum” gibi bir ÅŸeydir bu.
 
Ä°stanbul’a bir bakın.
 
Çok eskiye gitmeyelim. YetmiÅŸlerin başında “Londra Asfaltı” üzerinde son durak meÅŸhur “Ömür YoÄŸurtçusu” idi. Ötesi bildiÄŸin tarla. Åžimdi ÅŸehir neredeyse TekirdaÄŸ ile birleÅŸmek niyetinde.
 
Bu yazı dizisini takip edenler bilecektir. Bir “kalkınma” tartışması yapmıyorum. Ne filozof, ne ideolog, ne ilim adamı veya iÅŸ adamı deÄŸilim. Reel-politika ile ilgim yok. Bir doktrin, manifesto, reçete yazmıyorum.
 
Ben bir hikâyeciyim. Ä°nsanî ve Ä°slâmî olandan “Ahlâk Nizamı”ndan yana tavrımı koydum, ülkemiz ve tüm insanlık için sanayii (endüstri) deÄŸil, tarımı seçelim dedim. Yeni bir “ilim kilisesi” kurulmuÅŸ, teknolojinin ürettiÄŸi tanrılara itaat esas alınmıştır. Ä°nanmayan aforoz edilir.
 
Ha otomobil, ha cep telefonu. Ha naylon, ha nükleer baÅŸlık. Bunlar bizi yönetiyor, biz onları yönetmiyoruz. Hepsi aynı “kafa”nın eseri. Âlete itaat edeceksin, yoksa başına iÅŸ açar.
 
Åžehirlerimiz taklide yeltendiÄŸimiz ÇaÄŸdaÅŸ Küresel Medeniyet’in dikey mimarisini benimsemiÅŸtir. Åžaşırtıcı deÄŸil.
 
“Kendimiz olmak” yarım asır öncesine göre artık çok zor.
 
Ama imkânsız deÄŸil. “Uzun Yol”a çıkmak lazım. Dilim döndüÄŸü kadar “Ahlâk Nizamı”nı anlatmaya çalıştım. Zihniyet deÄŸiÅŸir, fikir oluÅŸursa bu nizamın ÅŸehirlerini kurmak mümkündür.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.