Sosyal Medya

Kürsü

Hüseyin Akın: İstanbul’a zikirle girdin mi hiç?

Hüseyin Akın- Milli Gazete



Dünya boştur; onun içini hayatla doldurur insan. Hayatın içeriğinde ne var? diye sorabilirsiniz. Tabi ki şu üç şey: İnsanlar, mekânlar ve vakitler. Bu üç unsur ahenkle kaynaşıp anlamlı bir cümleye doğru yürürlerse yaşamanın zikri başlamış demektir.

Durduk yerde metafor yaptığım sanılmasın. Mustafa Nezihi Pesen’in özgün denemelerini okuyunca taşları yerli yerine oturtma adaleti yukarıdaki cümleleri kurmaya sevk etti. İnsan gerçekten çok bir şeydir. Nasıl da siluetine sürünüp geçerken ruhaniyetini ıskalayıveririz insanın. İnsan yanlarımızın durmadan körelmesi bu yüzden olsa gerektir. Peygamberimizi o insan yanıyla anlayabilmek ve anlatabilmek ne büyük hünermiş Mustafa Nezihi’nin samimiyetinden bir kez daha öğrendik. Biliyorduk, bildiğimiz nice şeyin eskiyip sıradanlaştığını. Hâlbuki “tebessümünden kimseyi mahrum bırakmak istemezdi” derken ne büyük bir yüz aydınlığını kaybettiğimizi hatırlatıyordu.

 

Kısas-ı Enbiya çeşmesinden kana kana içip Hz. Havva, Hz. Meryem ve Asiye’nin iz sürdüğü mekânlarda dolaşır gibi satırlar arasında gezinip duruyoruz. İmam Şafii’yi sadece bir mezhebin imamı olarak hafıza tahtamıza derç eden anlayışla onun insan yönünü dikkatlerden kaçırdığı için elbette sorunumuz vardır.

Mustafa Nezihi’nin, “Yolun ortasında bağdaş kuran bir ‘hüccet’tir” dediği Gazali, düşüncelerinden dolayı devrinin din bilginleri tarafından sapkınlık ve zındıklıkla itham edilip idam edilen Suhreverdi hep o insan yanlarımızı harekete geçiren kişiliklerdir. Bu isimlere Abdülkadir Geylani, Ahmet Rifai, Niyazi Mısri gibi mutasavvıf kişiliklerin yanı sıra Osman Kemali Efendi arif şahsiyetleri de dâhil etmiştir. Hepsi bu kadar değil elbette.

Neyzen Tevfik, Hikmet Kıvılcımlı, Gaspıralı, Carullah, Barudi, Beşir Fuat, Mehmet Akif, Rimbaud, Dede Efendi, IV. Murat, Edit Piaf, Ayşe Şasa, Neşet Ertaş, Hattat Hasan Çelebi ve diğerleri… Nezihi Pesen zikir havasını hiç dağıtmadan ilerliyor satırlar arasında. Menfi olana hiç sürünmeden, sadece müspet olanın izini sürerek bir yordam üzere yürüyor. İstanbul’un penceresinden bakınca güzellik dışında başka ne görülebilir ki?

 

İnsanı onaran mekân, mekânı şekillendiren ise yine insandır. İnsan yaşadığı, vakit geçirdiği yere benzer ne de olsa. Mekâna adım atar atmaz karşımızda Üsküdar’ı, orada da Yazı Kitabevi’ni görüyoruz. Heyecanlanıyoruz tabi ki. Musa abinin az çayını içmemiştik orada. Kaknüs Kafe, Yedi İklim dergisi, Zen Kitabevi… Hep bu mekânlarda yaşlandık.

Üsküdar deyip de hemen kaçmak olmaz elbet. Üsküdar sahilinin üç güzeli var sırada. Yazarın “üç kadim sevgilim” dediği; Kuşkonmaz, Yeni Valide ve Mihrimah. Yazar önde biz arkada Marmara İlahiyat Camii’ne kadar geliyoruz. Mustafa Nezihi’nin ayak bastığı yerlerin aynısını ben de gezmişim. Bir sürü kitap listesi var hatıralar arasında. Geçmişle bugün arasında bir yerde sıkışıp kalıyorum.

Vakitler bölümünde sabırla kurulan ünsiyeti saygıyla selamlıyorum. Tanpınar’ın zamanından ziyade Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati”ne yakın bir şeyden bahsediyor yazar. Açlık dediğimiz şey vakitten çok da bağımsız bir şey değil, bunu bir kez daha fark ediyoruz. İftar, sahur ve imsak gibi zaman kesitleri sırtlarına yüklendikleri mesajlarla gözlerimizin önünden geçiyorlar.

Evet, teravih de bir vakittir. Tutulan orucu derinlerde hissetme rahatlığıdır o. Cennet günlerinin tadımlığı olan bayramlar bilinçaltımızın en zengin arşivlerini oluştururlar. Bayram günleri şehirlerin boşalması ne bedbaht bir kaçıştır. Sen sana gelen rahmetten kaçıyorsun. Okulun açılış vaktinin bir zille ifade edilmesini de atlamamış Mustafa Nezihi. İstanbul’a zikirle girmek bu güzellikleri görmezden gelmemeye bağlı biraz da. Aslında hepimizin insanlarını, insan yanlarını, mekânlarını ve de bir türlü zapt edemediği vakitlerini yazmış Nezihi.

(İstanbul’a Zikirle Girdin Mi Hiç? -Mustafa Nezihi Pesen- avangard kitap)

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.