Sosyal Medya

Önemli Şahsiyetler

Suudlar kimdir, nereden geldiler?

Klasik kaynaklarda Adnânîler’den Aneze’ye mensup bir kol olarak zikredilir. Buna göre ailenin nesebi Aneze kabilesinin Mesâlîh koluna dayanır. Ancak son yıllarda ailenin de bizzat benimsediği ve literatüre giren görüşe göre soylarının Aneze ile kesişmekle birlikte Benî Hanîfe kabilesinden geldiği belirtilir. Şu anda kullanılan Âl-i Suûd ismi, Suûd b. Muhammed b. Mukrin b. Merhân’dan gelir. O da bugünkü Suudi Arabistan’ın doğusunda Katîf yakınlarında Duru‘ bölgesinde yaşayan ve Benî Hanîfe kabilelerinden olan Bekir b. Vâil ailesinden Mâni‘ b. Rebîa el-Müreydî soyundandır.



Suûdîler’in atası kabul edilen Mâni‘ b. Rebîa el-Müreydî dönemine kadar aile hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Sınırlı da olsa bazı kaynaklarda zikredildiÄŸine göre Mâni‘ el-Müreydî’nin bugünkü Riyad yakınlarında Hacrülyemâme (Ârız) bölgesinde Ä°bn Dir‘ adında bir akrabası bulunmaktaydı. Kendisi bölgede nüfuz sahibiydi. Aralarında cereyan eden haberleÅŸme üzerine Ä°bn Dir‘, Mâni‘ el-Müreydî’yi aile fertleriyle birlikte Katîf taraflarından kendi bölgesine davet etti. Bu davetin sebebi ve kesin tarihi bilinmemekte, ancak XV. yüzyıl ortalarında olduÄŸu kabul edilmektedir. Ä°bn Dir‘, daveti kabul ederek bölgeye gelen aileye yerleÅŸmeleri için bugünkü Riyad yakınlarında bulunan Müleyyebid ve Asîbe mevkilerini verdi.
 
Buralara yerleÅŸen aile, geldikleri yere (Duru‘) veya yeri kendilerine tahsis eden Ä°bn Dir‘a nisbetle bölgeyi Dir‘iye adıyla andı. Çöl içinde suyu bol ve ziraata elveriÅŸli, oldukça müstahkem bir yer olan Dir‘iye, diÄŸer kabilelere göre yerleÅŸik hayata daha fazla alışık olan yeni sakinleri tarafından kısa zamanda imar edilerek küçük bir ÅŸehir haline getirildi. Çöl geleneklerinin ve bedevî kültürünün egemen olduÄŸu Dir‘iye’yi Müreydî ailesinden gelen emîrler idare etmeye baÅŸladı. Ancak aile içinde daima emirliÄŸi ele geçirme mücadelesi vardı. XVIII. yüzyılın baÅŸlarında Dir‘iye, Rebî‘ Ä°bn Mâni‘in idaresinde idi. Fakat oÄŸlu Mûsâ babasına isyan ederek yönetimi ele geçirdi. Ä°bn Dir‘in kendilerine ayırdığı bölgelerin etrafında Benî Hanîfe’ye mensup Âl-i Yezîd kabilesi de hüküm sürüyordu ve onlarla da aralarında baÅŸtan beri süregelen kabile kavgaları yaÅŸanmaktaydı. Mûsâ b. Rebî‘ emîr olduktan sonra Âl-i Yezîd ile mücadeleye giriÅŸerek onları yenilgiye uÄŸrattı ve nüfuzunu daha da geniÅŸletti. Onun ölümünün ardından sırasıyla oÄŸulları Ä°brâhim ve Merhân idareci oldu. Merhân b. Mûsâ’nın Rebîa ve Mukrin adında iki oÄŸlu vardı. Daha sonra kabile bunlardan gelen iki ayrı kola ayrıldı. Rebîa’nın kolundan gelenlere Âl-i Vatbân, Mukrin’in kolundan gelenlere Âl-i Mukrin denildi. Suudi Arabistan’ın kurucusu olan bugünkü Suûdîler ikinci koldan gelmektedir. 
 
Dir‘iye bölgesi Âl-i Vatbân kolundan gelen emîrlerin kontrolünde iken bölgenin idaresi ilk defa kabilenin diÄŸer koluna (Âl-i Mukrin), 1132’de (1720) Suûd b. Muhammed b. Mukrin zamanında geçti ve onun ölümüne kadar (1725) devam etti. Ardından emirlik tekrar Âl-i Vatbân kolundan gelen Zeyd b. Merhân tarafından ele geçirildi ve onun emirliÄŸi de iki yıla yakın sürdü. Suûd b. Muhammed b. Mukrin’in ölümünden sonra emirlik Zeyd b. Merhân’ın eline geçtiyse de Suûd b. Muhammed’in oÄŸlu Muhammed emirliÄŸi tekrar aldı (1727) ve bundan sonra Dir‘iye’nin idaresi onun soyundan gelen emirlere intikal etti. Bu da Suudi Arabistan’ın kuruluÅŸuna giden yolu açtı. 
 
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılın baÅŸlarından itibaren her ne kadar tedrîcî bir ÅŸekilde merkezî gücünü bütün Arap yarımadasında hissettirdiyse de geniÅŸ çöllerde dolaÅŸan bedevîlerle yine çöldeki vahalarda yaÅŸayan yerleÅŸik grupların geleneksel idarelerine zorunlu olmadıkça müdahalede bulunmamıştı. Dönemin en güçlü müslüman devleti olduÄŸundan Mekke ÅŸerifleriyle birlikte genel olarak bütün Araplar onlara tâbiiliklerini arzetmiÅŸlerdi. Esasen Hicaz ve ona baÄŸlı kabul edilen merkezî Arabistan daha önceki siyasî yapılarıyla Osmanlı topraklarına katıldığı için eski idarecileri olan Mekke ÅŸeriflerinin yönetimine bırakılmıştı. Hatta Mekke ÅŸeriflerinin temel görevi Mekke’yi ve bedevî kabileleri idare etmekti. Ancak Osmanlı Devleti Cidde, BaÄŸdat, Åžam gibi yerlere merkezden tayin ettiÄŸi beylerbeyi veya valilerle bu geleneksel idareyi uzaktan kontrol altında tutmayı ihmal etmiyordu. XVIII. yüzyılın başına gelindiÄŸinde Osmanlı Devleti merkezî kontrolünü yavaÅŸ yavaÅŸ kaybetmeye baÅŸladı. Merkezî otoritenin zayıflaması bedevî Araplar arasında mücadeleleri arttırdı. Çölün her tarafında birbiriyle kavgalı zayıf emirlikler hükümran olmaya baÅŸladı. Ayrıca Orta Arabistan’daki bedevî kültürünün Ä°slâm dininden hayli uzak olması ve yaygın cehalet bölgede dinî karmaÅŸanın da yaÅŸanmasına yol açıyordu. Muhammed b. Suûd’un idareyi ele geçirmesi tam bu döneme rastlar. Bu karmaÅŸa içinde halkı çiftçi, küçük tüccar, zanaatkâr, az sayıda ulemâ ve kölelerden oluÅŸan Dir‘iye emirliÄŸini elinde tutma gayreti güderken eline bulunmaz bir fırsat geçti. 
 
Necid bölgesinde Benî Temîm kabilesinden bir ulemâ ailesine mensup olan Muhammed b. Abdülvehhâb’ın (ö. 1792) Vehhâbîlik olarak adlandırılan dinî hareketi Dir‘iye’de destek buldu. Baskılar karşısında Muhammed b. Abdülvehhâb, Dir‘iye’deki öÄŸrencileriyle irtibata geçerek oraya iltica edince Muhammed b. Suûd baÅŸlangıçta birtakım tereddütler geçirdiyse de kardeÅŸleri ve karısının ısrarıyla ona sahip çıktı. Ä°ki taraf arasında 1157 (1744) veya 1158 (1745) yılında yapılan ve Dir‘iye ittifakı diye bilinen anlaÅŸmadan sonra Suûd ailesi için yeni bir tarih baÅŸlamış oldu. Muhammed b. Suûd’un Dir‘iye sınırlarını aÅŸmayan nüfuzu Muhammed b. Abdülvehhâb’ın fikirleri sayesinde yayıldı. Muhammed b. Suûd, onun fikri olan bid‘atlarla savaÅŸmak adına civardaki kabile ve yerleÅŸim yerlerine cihad açarak nüfuz alanını büyüttü. Bu da Dir‘iye EmirliÄŸi’nin ekonomik anlamda zenginleÅŸmesi demekti. Nitekim modern Suûdî kaynakları bu tarihi birinci Suûdî Devleti’nin baÅŸlangıcı diye kabul eder. Muhammed b. Suûd’dan sonra oÄŸlu Abdülazîz b. Suûd ve torunu Suûd b. Abdülazîz zamanında emirlik büyük bir geliÅŸme gösterip nüfuz alanlarını geniÅŸletti. Kabilevî olmaktan ziyade dinî bir nitelik taşıyan yeni emirliÄŸin kurucusuna imam lakabı verildi ve daha sonra bu gelenek sürdürüldü.
 
Bu sayede Necid kabilelerinin hemen tamamı itaat altına alındı, çölde tam bir güvenlik saÄŸlandı. 1765’e kadar emirliÄŸi devam eden Ä°mam Muhammed b. Suûd, Osmanlı Devleti’nin tepkisinden çekindiÄŸi için Irak ve Hicaz bölgelerine pek fazla yanaÅŸmadı. DiÄŸer taraftan Osmanlı Devleti 1750’lerden itibaren BaÄŸdat ve Basra yöneticileriyle Mekke ÅŸeriflerini uyararak (BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 6716) VehhâbîliÄŸi benimsemiÅŸ olan Suûdîler’in faaliyetlerinin önlenmesini istedi. Muhammed b. Suûd’un ölümünden sonra oÄŸlu Abdülazîz emîr oldu (1765). Ä°lk iÅŸ olarak da kuzeye doÄŸru yöneldi. Babasından daha muhteris ve Muhammed b. Abdülvehhâb’ın öÄŸretisine sıkıca baÄŸlı olan Abdülazîz bir taraftan denize çıkış yolu olan Lahsâ’ya, diÄŸer taraftan Hicaz’a gözünü dikti. Bu bilgilerin Ä°stanbul’a ulaÅŸması üzerine BaÄŸdat ve Basra Valisi Ömer PaÅŸa ÅŸiddetle uyarıldı (BA, MD, nr. 164, s. 206). Ancak Abdülazîz’in yaptığı ittifaklar sayesinde 1198’de (1784) Lahsâ’nın güneyindeki bir mevkiye yerleÅŸmesi engellenemedi. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti ile isyancı (belgelerde hâricî) kabul edilen ve kabilelerden oluÅŸan Suûd müttefik güçleri karşı karşıya geldi. Lahsâ’nın kuzeyinde Osmanlı askerlerinin desteklediÄŸi Müntefiḳ aÅŸiretiyle giriÅŸtiÄŸi mücadelede galip gelen Abdülazîz hâkimiyet alanını geniÅŸleterek Lahsâ’nın limanı olan Uceyr’e kadar ulaÅŸtı. 
 
Suûdîler’in Arap yarımadasındaki esas yayılmaları ve hâkimiyetlerini geniÅŸletmeleri Ä°mam Suûd b. Abdülazîz zamanında (1803-1814) gerçekleÅŸti. Civarındaki kabileler ve hatta Osmanlı Devleti’nin mahallî yöneticilerinin hâkimiyet alanları aleyhinde sürekli geniÅŸleyen Suûdî etkisi BaÄŸdat, Lahsâ ve Hicaz sınırlarına dayandı. Osmanlı Devleti özellikle Åžam ve BaÄŸdat valileri vasıtasıyla bu geniÅŸlemeyi durdurmaya çalıştı. Mekke ÅŸeriflerinin politikaları ve özellikle Vehhâbîler’i hacdan menetmeleri veya ÅŸartlı kabul etmeleri problemin dinî bir cihad haline dönüÅŸmesine yol açtı. Napolyon’un 1798’de beklenmedik bir ÅŸekilde Mısır’ı iÅŸgal etmesi ve bunun ardından ortaya çıkan meseleler Suûdîler’in iÅŸine yaradı. 1803’te Hicaz’a karşı giriÅŸtikleri iÅŸgal hareketi engellenmekle birlikte 1806’da Mekke ve Medine’yi ele geçirmelerine engel olunamadı. Suûdîler’in (Vehhâbîler) Haremeyn’i iÅŸgalleri III. Selim’in halifelik ve saltanat prestijini de sarstı. 
 
II. Mahmud tahta geçtikten sonra bu meseleyi Mısır Valisi Mehmed Ali PaÅŸa’ya havale etmek zorunda kaldı. Mehmed Ali PaÅŸa, Suûdîler üzerine birçok askerî sefer düzenledi. 1811’de oÄŸlu Ahmed Tosun PaÅŸa 1812’de Hazinedar Ahmed PaÅŸa kumandasında orduları Hicaz’a sevketti ve Hicaz’ın tahliyesine çalıştı. Gönderilen kuvvetler 1813’te Suûdîler’i Hicaz’dan çıkararak eski vatanlarına sürdü. Aynı yıl Mehmed Ali PaÅŸa da bir kısım kuvvetlerle Hicaz’a gelerek bazı düzenlemeler yaptı. Ahmed Tosun PaÅŸa, 1813-1814 yılları boyunca Necid taraflarındaki Suûdîler’e karşı askerî seferler düzenlediyse de baÅŸarılı olamadı. Bu arada Ä°mam Suûd b. Abdülazîz 1814 yılı Mayıs baÅŸlarında vefat etti ve yerine oÄŸlu Abdullah b. Suûd (1814-1818) geçti. Yeni emîr babası kadar dirayetli deÄŸildi, ancak Ahmed Tosun PaÅŸa bu durumu deÄŸerlendiremedi. Bunun üzerine Bâbıâli’nin baskısıyla Mehmed Ali PaÅŸa büyük oÄŸlu Ä°brâhim PaÅŸa’yı görevlendirmek zorunda kaldı. Onun Mısır’dan baÅŸlattığı askerî harekât yaklaşık iki yıl sürdü. Yayıldıkları geniÅŸ alanlarda tutunamayan Suûdîler bütün güçleriyle asıl mevkileri olan Dir‘iye’ye çekildiler. Ä°brâhim PaÅŸa harekâtını sürdürüp Dir‘iye’ye girdi ve ÅŸehri tahrip ederek kullanılamaz hale getirdi (Eylül 1818). Esir alınan Abdullah b. Suûd ve bir kısım adamı önce Kahire’ye, oradan Ä°stanbul’a gönderildi. Ä°stanbul’da sorgulanan Abdullah b. Suûd, Medine’yi iÅŸgalleri sırasında hücre-i saâdeti yaÄŸmalamak suçundan muhakeme edilerek idam edildi (17 Aralık 1818). Bu tarihten sonra MiÅŸârî b. Abdülazîz b. Suûd baÅŸta olmak üzere aileden gelen bazı isimler kabileleri tekrar toplayarak emirliÄŸi yeniden kurma teÅŸebbüsünde bulundularsa da 1824 yılına kadar bir baÅŸarı elde edemediler. 
 
1824’te Türkî b. Abdullah, topladığı kuvvetlerle Riyad’ı muhafaza eden küçük Mısır askerî birliÄŸini buradan çıkarıp Suûd EmirliÄŸi’ni yeniden tesis etti. Mısır kuvvetlerinin Necid’deki olumsuz davranışlarının da etkisiyle 1834 yılına kadar Riyad’ı merkez edinerek emirliÄŸi yeniden toparladı. Ancak aile çekiÅŸmeleri yüzünden aynı yıl öldürüldü. Ä°dareyi oÄŸlu Faysal b. Türkî ele geçirdi. Yeni durumdan hoÅŸnut olmayan Mısır valiliÄŸi Necid’e gönderdiÄŸi kuvvetlerle Faysal b. Türkî’yi yakalayıp Mısır’a sevketti (1837); yerine de Mısır’da göz hapsinde tuttuÄŸu aynı aileden Hâlid b. Suûd’u gönderdi. 1840’ta Londra protokolüyle Mısır kuvvetlerinin Necid ve Hicaz’dan çekilmesi yeni bir karışıklık meydana getirdi. Teorik olarak bölge tekrar Bâbıâli’nin doÄŸrudan kontrolüne geçmiÅŸ olmakla birlikte bu fiilen gerçekleÅŸmedi. Mısır vilâyetinden gelen ve protokolle tahliye edilen kuvvetlerin yeri doldurulamadı. Bu yüzden gerek Necid’deki diÄŸer kabileler arasında gerekse Suûd ailesi içinde çekiÅŸmeler baÅŸ gösterdi. Hâlid b. Suûd duruma hâkim olamayınca Bâbıâli’nin tasvibiyle aynı aileden Abdullah b. Süneyyân b. Ä°brâhim Riyad emirliÄŸine getirildi, fakat istikrar yine saÄŸlanamadı. 
 
Faysal b. Türkî, 1843’te Mısır’da serbest bırakılınca Riyad’a dönerek ikinci defa zorla emirliÄŸi ele geçirdi. Osmanlı Devleti’nin tepkisini hesaba katıp itaat etmeyi menfaatlerine uygun buldu ve Cidde valiliÄŸiyle yazışıp baÄŸlılığını arzedince mesele geçici de olsa halledilmiÅŸ oldu. 1847’ye kadar nüfuzunu geniÅŸleten Faysal b. Türkî’nin durumu BaÄŸdat valisi tarafından devlet merkezine bildirildi. Bâbıâli de bölgedeki kabile iÅŸlerinden sorumlu gördüÄŸü Mekke Åžerifi Muhammed b. Abdülmuîn Ä°bn Avn’ı uyarıp tedbir almasını istedi. Mekke ÅŸerifi topladığı birlikleriyle Riyad taraflarına hareket etti. Faysal b. Türkî ise diplomasi yolunu tercih ederek Åžerif Ä°bn Avn’a yakınlarından bir elçilik heyeti yollayıp af ve eman diledi. Bunun üzerine yükümlü olduÄŸu vergiyi vermesi ve Necid’de padiÅŸah adına hutbeyi okutması ÅŸartlarıyla affedildi, ayrıca resmen Necid kaymakamlığına tayin edildi. Nüfuz alanını hayli geliÅŸtiren Faysal b. Türkî, Basra körfezinde faaliyetlere giriÅŸmesi dolayısıyla baÅŸta Ä°ngilizler olmak üzere yabancıların da dikkatini çekmeye baÅŸladı. 
 
1865 yılında Faysal’ın ölümü üzerine emirliÄŸi Abdullah b. Faysal üstlendi. Ancak bu durumu kabullenmeyen kardeÅŸi Suûd, Abdullah’ın idaresine karşı çıktı ve topladığı kabilelerle kardeÅŸine isyan etti. Bundan istifade etmek isteyen Ä°ngilizler, Suûd’a dolaylı destek verdi. BaÄŸdat valileri durumu sürekli olarak Ä°stanbul’a bildiriyordu. Ancak konuya en çok ilgi gösteren BaÄŸdat Valisi Midhat PaÅŸa oldu. GeliÅŸmelerin Ä°ngiliz nüfuzunu arttıracağını düÅŸünen Midhat PaÅŸa bölgeye askerî bir sefer düzenleme hazırlıklarına giriÅŸti. Bir taraftan Bâbıâli’yi ikna ederken diÄŸer taraftan babasından intikal eden kaymakamlık sıfatıyla Abdullah b. Faysal’ın devletten kardeÅŸine karşı yardım istemesini saÄŸladı. 1871’de Suûd’un etkin olduÄŸu Necid sahillerine (Lahsâ) yapılan askerî sefer neticesinde bölgede istikrar saÄŸlandı. Katîf, Lahsâ (Hüfûf) ve Katar bölgelerinde kurulan mutasarrıflıkla doÄŸrudan merkezî idare tesis edilirken Riyad ve civarı Necid kaymakamlığı unvanı ile Abdullah b. Faysal’ın idaresine verildi. Sahilde istikrar saÄŸlanmış olmasına raÄŸmen aile içi çekiÅŸmeler 1875 yılına kadar devam etti. Hatta Midhat PaÅŸa’dan sonraki BaÄŸdat valileri iki kardeÅŸ arasında tercih yapmakta zorlandı.
 
Ancak Abdullah’ın maÄŸlûp olup Riyad’ı terketmesi (1874) Suûd’un konumunu saÄŸlamlaÅŸtırdı. Riyad’a hâkim olan Suûd b. Faysal, kardeÅŸleri Abdurrahman ve Muhammed’i BaÄŸdat’a rehin vererek Riyad ve civarının dışında faaliyet yapmamayı taahhüt etti. Suûd’un 1875’te ölümü üzerine serbest bırakılan Abdurrahman b. Faysal BaÄŸdat’tan Riyad’a gelerek emirliÄŸi üstlendi. Ancak aile içi çekiÅŸmeler de sürdü ve Abdurrahman gerek kardeÅŸleri Abdullah gerekse Muhammed ile uÄŸraÅŸmak zorunda kaldı. Bu durum fazla sürmedi, 1876’da büyük kardeÅŸi Abdullah’ın lehinde emirlikten çekildi. Abdullah b. Faysal’ın ikinci dönemi sorunlu baÅŸladı. O sırada CebeliÅŸemmer’de ortaya çıkan ve hayli nüfuz kazanan Ä°bnü’r-ReÅŸîd ailesinden Muhammed b. ReÅŸîd ile çekiÅŸmelere baÅŸladı. Suûd ailesinin güven vermemesi dikkate alındığında Osmanlı Devleti bölgede ReÅŸîdîler’in güç kazanmasına göz yumdu, hatta onları destekledi. Fakat bu destek iki taraf arasındaki dengeleri bozmayacak bir ÅŸekilde verildi. Muhammed b. ReÅŸîd, Suûd ailesinin içindeki çekiÅŸmelere müdahil oldu ve hatta Riyad’ı ele geçirerek Suûd ailesinden pek çok kiÅŸiyi katletti. Abdullah b. Faysal baÅŸta olmak üzere bazı Suûd emîrleri Muhammed b. ReÅŸîd’in idare merkezi Hâil’e (Hâyil) iltica ettiler. Bu durum 1889 yılına kadar devam etti, aynı yıl mülteciler Riyad’a döndü ve Abdurrahman b. Faysal emirliÄŸi tekrar uhdesine aldı. Ancak Ä°bnü’r-ReÅŸîd’in müdahaleleri sürdü ve sonuçta 1891’de Suûd ailesi tamamen Riyad’dan çıkarıldı. II. Abdülhamid’in izni ve aile fertlerine verdiÄŸi malî tahsisatla Suûdîler Küveyt’te ikamet etmeye baÅŸladı. 1902 yılında Abdülazîz b. Abdurrahman (Abdülazîz b. Suûd, Ä°bn Suûd) Küveyt’ten yanına aldığı adamları ile Riyad’a dönerek ÅŸehre girdi, Ä°bnü’r-ReÅŸîd’in bıraktığı idareciyi öldürdü ve babasını Küveyt’ten geri çağırdı. Bu davetle eski yurduna geri gelen Abdurrahman b. Faysal emîr sıfatıyla yeniden iÅŸleri idare ederken oÄŸlu Abdülazîz de Ä°bn ReÅŸîd ailesi baÅŸta olmak üzere eski hasımlarıyla uÄŸraÅŸmaya baÅŸladı. Yeni geliÅŸmeler karşısında Osmanlı Devleti bölgeye Kasîm askerî harekâtı adıyla bir harekât düzenlediyse de Abdülazîz’i durduramadı. Ä°ki taraf arasında varılan bir anlaÅŸma neticesinde Suûdîler’e yeniden kaymakamlık statüsü verildi ve Abdurrahman b. Faysal, Riyad kaymakamı tayin edildi. Teorik olarak böyle olsa da iÅŸler fiilen oÄŸlu Abdülazîz b. Abdurrahman’ın elinde idi. Oldukça zeki ve muhteris bir kiÅŸi olan Abdülazîz kabilelerle yaptığı ittifaklar ve çölde kurduÄŸu yerleÅŸim yerleri (Hicer) sayesinde hayli güç kazandı. Ä°hvan diye isimlendirilen yerleÅŸimciler gerektiÄŸinde askerî güç olarak kullanılmak üzere eÄŸitildi.
 
Balkan Harbi sırasında bölgede meydana gelen askerî boÅŸluktan faydalanarak Lahsâ mutasarrıflığının merkezi Hüfûf’taki küçük müfrezeyi ve Osmanlı memurlarını buradan çıkarıp bölgeyi ele geçirdi (1913). Bu durum karşısında yabancı müdahalelere meydan vermemek için orta bir yol arayışına giren Osmanlı Devleti, Mayıs 1914’te Abdülazîz b. Abdurrahman ile bir anlaÅŸma yaptı ve kendisine paÅŸalık rütbesiyle Necid valiliÄŸi unvanı verildi. Ancak I. Dünya Savaşı bölgedeki dengeleri alt üst edince Suûdî ailesi daha da güç kazandı ve 1932’de resmen bugünkü Suudi Arabistan’ı kurmayı baÅŸardı. Hânedan zamanımızda da geniÅŸ aile fertleriyle varlığını devam ettirmektedir (bk. SUUDÄ° ARABÄ°STAN). 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.