Sosyal Medya

Önemli Şahsiyetler

Türk edebiyatı tarihçiliğinin ilmî kurucusu: Mehmed Fuat Köprülü

4 Aralık 1890’da (21 Rebîülâhir 1308 - 22 Teşrînisâni 1306) İstanbul Sultanahmet’te Hâlid Ağa Konağı’nda dünyaya geldi. Doğum tarihinin 1888 (meselâ bk. Babinger, GOW, 403) veya 22 Kasım 1890 (meselâ bk. M. Zeki, Encyclopédie biographique de Turquie, 1928, s. 166; İnalcık, “Türkiye’de Osmanlı Araştırmaları: Türkiye’de Modern Tarihçiliğin Kurucuları”, s. 101) olarak gösterilmesi yanlıştır. Aile silsilesi onuncu kuşakta Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’ya ulaşır. Babası İsmâil Fâiz Bey, Bükreş sefiri Ahmed Ziyâ Bey’in oğlu ve Tanzimat ricâlinden beylikçi İsmâil Afif Bey’in torunudur. Annesi İslimiye ulemâsından Ârif Hikmet Efendi’nin kızı Hatice Hanım’dır.



Ali Emîrî Efendi, Fuad Köprülü’nün Köprülüler’den değil paşanın kaynı Kıbleli Mustafa Paşa’nın soyundan geldiğini ileri sürmüş ve üzerindeki Köprülülük sıfatını kaldırmak amacıyla kendine göre bir de şecere düzenleyerek bu iddiasını ısrarla tekrarlamıştır. Nesebini inkâr etmekle suçladığı Fuad Köprülü’nün Kıblelizâde yerine Köprülüzâde lakabını almasını ilk zamanlar doğrudan doğruya onun şahsî bir yakıştırması olarak göstermek isteyen Ali Emîrî bu iddiasını, bir müddet sonra ailenin daha önceki bazı fertlerince İsmâil Afif Bey’e Köprülülük izâfe edildiği, onun Köprülüler Türbesi’ndeki mezar taşının da buna göre tanzim edilmiş olduğu yolunda bir beyana çevirir. 
 
Gerek İsmâil Afif’in gerekse Köprülü Fuad’ın büyük babası Ahmed Ziyâ Bey’in Köprülüler ailesine mensubiyetleri hakkında Mehmed Süreyyâ Bey’in daha 1890’lı yıllardaki çok açık beyanları (Sicill-i Osmânî, 1311, III, 485; IV, 704) Köprülüzâdelik meselesinin Mehmed Fuad’ın icadı bir yakıştırma olmadığını gösterir. Babası İsmâil Fâiz Bey’in kabrinin Köprülüler Türbesi hazîresinde yer alışı da ailece sürmekte olan bir aidiyet geleneğini ortaya koymaktadır. Kıblelizâdelik isnadı ciddi müelliflerce benimsenmeyip onun Köprülüler’den olduğu kabul edilegelmiştir (meselâ bk. Tansel, TTK Belleten, XXX, nr. 120, s. 621; T. Gökbilgin, “Köprülüler”, İA, 1955, VI, 907). Öte yandan Fuad Köprülü’yü yakından tanımış yabancı ve yerli müellifler, onun irsî hususiyetlerini belirtirken kendisiyle Fâzıl Ahmed ve Fâzıl Mustafa paşalar arasındaki hayret verici sima benzerliği üzerinde durmuşlardır. 
 
Mehmed Fuad, Yerebatan semtinde bulunan Ayasofya Merkez Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra Mercan İdâdîsi’ne girdi. Burada gördüğü eğitimin son senesi Hüseyin Cahit’in (Yalçın) müdürlüğü zamanına rastlar. Erkenden şiire başlayan Mehmed Fuad’ın 1905 yılında Sultan Abdülhamid için yazdığı methiye basılan ilk şiiridir. Bu dönemde kaleme aldığı “Elhân-ı Mukaddeseden Bâyezid Câmi-i Şerifinde” başlıklı şiiri taşıdığı saf dinî duygularla dikkati çeker. 
 
Kendi ifadesine göre idâdîde ilk zamanlar riyâziyeye meraklı iken sonraları bunun yerini edebiyata ve ardından onun yanı sıra tarihe yönelen bir ilgi almıştı. 1907’de Mercan İdâdîsi’ni bitiren Köprülü, İstanbul Dârülfünunu’nun yeni bir düzen verilen şubeleri arasında muhtemelen baba mesleğiyle de ilgisi dolayısıyla Mekteb-i Hukuk’u seçti. Üç sene devam ettiği bu şubedeki tedrîsatı yetersiz gördüğünden bu mektepten ayrılıp kendi kendini yetiştirmeyi daha uygun buldu. Özel surette aldığı derslerle Fransızca’sını ilerletmeye önem verdi. Evinde babasının hususi kütüphanesinde Osmanlı vak‘anüvislerinin eserleri, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’si gibi kitaplarla tanıştı. Bir yandan geliştirdiği Fransızca’sı ile bu dilin edebiyatından başlayarak diğer Avrupa edebiyatlarını tanımaya, öte yandan Batılı fikir adamlarının eserlerini okuyarak düşünce ufkunu genişletmeye çalıştı. 
 
Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat meraklısı arkadaşları ile kurduğu dostluklar, zamanla genç neslin değişik tahsil kesimlerindeki başka istidatlarını da içine alan bir halka halinde genişleyerek Fecr-i Âtî topluluğu adını alacak edebî bir toplulukta bir araya gelmelerine zemin hazırladı. Mehmed Fuad, 1908 yılında Mehâsin mecmuasında yayımlanan şiirleriyle edebiyat dünyasına ilk adımlarını attı. Fecr-i Âtî topluluğunun 20 Mart 1909’da kuruluşunun resmen ilânından az önce birkaç makalesini basmış olan Servet-i Fünûn mecmuasının, 24 Şubat 1910’da Fecr-i Âtî Encümeni Edebîsi Beyannâmesi ile programını ve gerçekleştirmek istediği gayelerini ilân eden topluluğa sayfalarını tamamıyla açıp onun yayın organı haline gelmesi Mehmed Fuad’a kabiliyet ve meziyetlerini ortaya koyma imkânını verdi. Servet-i Fünûn mecmuası, artık yalnız şiir yazmakla kalmayıp hemen her haftaki nüshasına edebiyat, felsefe ve estetik konularını işleyen makaleler ve tenkit yazıları yetiştiren Köprülüzâde’nin fikrî açılımında mühim bir rol oynar. 
 
Mehmed Fuad zekâsı ve zihnî kıvraklığı ile takdirle karşılanırken öte yandan muarızlar da bulmakta gecikmedi. Yazılarında kendini hissettiren iddialı tutum ve etrafına yukarıdan bakan edası, kendini bir saha ile sınırlamayıp farklı sahalara ait konulara girmesi karşıtlarınca onun tenkit edilen tarafları idi. Hakkında çoğu şahsiyata varan tenkitlerde muarızları Köprülü’nün Mekteb-i Hukuk’ta yerinde saydığını, hatta başaramadığı için orayı terketmek zorunda kaldığını söylemekten geri durmadılar. Daha sonraki yıllarda amansız düşmanı kesilen Ali Emîrî Efendi de yüksek tahsilini bitirememiş oluşunu yüzüne vurmak için ondan “sâbık idâdî mezunu Kıblelizâde” diye söz eder. 
 
Türk fikir hayatı ve sosyal kalkınması için çok lüzumlu saydığı sosyolojinin daha başlardan itibaren Köprülüzâde’nin ilgi alanına girdiği görülür. Yayımlanmış ilk gazete yazısının içtimaiyata dair olduğunu söyleyen Mehmed Fuad’ın ilk kitabı da “Ulûm-ı Siyâsiyye ve İçtimâiyye Kütüphanesi” külliyatı içinde yer alan, Gustave le Bon’un Psychologie des foules adlı eserinden Rûhu’l-cemâat ismiyle yaptığı tercüme oldu (1909). Bunu aynı müelliften ikinci tercümesi Rûh-ı Siyâset ve Müdâfaa-i İctimâiyye (la Psychologie politique et la défense sociale) takip etti (1911). Bu arada İlmü’r-rûh-ı İctimaî Tetebbûâtı ­ İlm-i Cem‘iyyet adlı telif eserinin de basılmak üzere olduğunu haber verir. 
 
1910’da “İlm-i Cem‘iyyet” adı altında sosyolojiyi başlı başına konu edinen beş uzun makalesi yayımlandı (SF, nr. 998, 8 Temmuz 1326, nr. 1013, 21 Teşrînievvel 1326). 1912’de zamanın tanınmış yayın müessesesi Muhtar Hâlid Kitabevi adına Sosyoloji Tetebbuâtı adlı bir eserinin neşredileceği ilân edilir (Sabah, nr. 7675, 3 Safer 1329 / 21 Kânunusâni 1327). Onun Fecr-i Âtî yayınları arasında çıkacağı kaydedilen İbsen ve Felsefe-i İctimâiyye adlı eserinin de mihveri yine sosyoloji idi. 1912 yılında Hak gazetesinde yazdığı başmakalelerde sosyolojik konular ve düşünceler ön planda yer alıyordu. Bununla birlikte Fuad Köprülü’nün memleketimizde sosyoloji fikriyatını hazırlama ve yayma istikametindeki bu çalışmaları Türkiye’de sosyolojinin tarihiyle ilgili araştırmaların meçhulü kalmıştır (meselâ krş. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Türk Sosyoloji Tarihinde Prof. M. Fuad Köprülü’nün Yeri ve Hizmetleri”, İFM, XXV/4, Temmuz 1966 - Eylül 1966, s. 129-139; Lütfi Erişçi, “Türkiye’de Sosyolojinin Tarihçesi ve Bibliyografyası”, İÜ Sosyoloji Dergisi, I [1942], s. 158-169). Sosyolojiye karşı büyük ilgisi onu bu sahada ihtisaslaşmaya götürmemiş olsa bile bu disiplinden kazandığı formasyon sonraki ilmî çalışmalarına çok sağlam bir zemin hazırlamıştır. Başlangıçta yalnız edebiyatla münasebetli olduğu görülen sosyoloji ilgisi daha sonra tarih ve kültür tarihiyle bağlantılı hale geldiğinde Köprülü’nün en önemli eserlerinin yolunu hazırlayan başlıca hususlardan biri olacaktır. Köprülüzâde’nin Gustave le Bon tercümeleri, Ahmed Şevki’nin Rûhu’l-cemâat’taki tercüme yanlışlarını belirten tenkidi başta olmak üzere (“Tenkid”, İçtihad, nr. 24, 1 Haziran 1327, s. 735-739) çeşitli tenkitlere hedef oldu. Buna mukabil Ahmed Hâşim kendisini parlak ifadelerle övmüş (“Servet-i Fünûn’a Bir Mektub”, SF, nr. 1047, 16 Haziran 1327, s. 162-163), Bahâ Tevfik de onun bu tercümeleriyle memlekette sosyolojinin tanınması yolunda önemli eserler kazandırdığını belirtmiştir (“Bizde Felsefe”, Yirminci Asırda Zekâ, nr. 4, 16 Nisan 1328, s. 54). 
 
Zaman zaman hacimli birer dizi haline gelen makaleleriyle Batı edebiyatı ve edebiyatçılarını, Batı’nın fikrî aktüalitesini Türk okuyucusuna aktarmaya çalışan Köprülüzâde, kendinden önce Servet-i Fünûn kadrosu içinde Ahmed Şuayb’ın Hayat ve Kitaplar ile yaptığı işi daha sonraki zamanın Batılı şahsiyetleri ve isimleri etrafında devam ettirmek istedi. Hayât-ı Fikriyye-Tetebbuât-ı İlmiyye ve Felsefiyye adlı ilk telif eserini bu düşünce ile yayımladı (1910). O sıralarda adı çok geçen fikir adamı Roberto Ardigo’nun yanı sıra İskandiv edebiyatını ve Parnas şairlerini tanıtmaya yönelik bu eserin önsözü, Köprülü’nün zamanın Türkiye’sine sosyolojik yönden bakışlarını ve memleketin istikbali için şart gördüğü fikrî uyanışa dair düşüncelerini aksettirmesi bakımından ayrı bir değer taşımaktadır. 25 Nisan 1910’da telifi tamamlanan eserin daha basılmadan önsözüne derginin sayfalarında ayrıca yer verilmiştir (Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Kārilerime”, SF, XXXVIII/987, 22 Nisan 1326, s. 398-399). Köprülü bu önsözde, Türk toplumunun gerçekleştirilen siyasî inkılâptan başka büyük bir fikrî ve içtimaî inkılâba da muhtaç bulunduğuna işaret ederek bunun ancak memleketin fikir hayatında bir uyanış meydana getirmekle mümkün olacağını söylemiş, bu uyanışın Batı’nın tenkit, edebiyat, sosyal ilimler ve hukuk sahalarındaki birikimlerini fikir hayatımıza nakledip gençliğe kazandırmak sayesinde gerçekleştirebileceği üzerinde durmuş, bir külliyat teşkil etmek üzere tasarladığı Hayât-ı Fikriyye’yi bu gayeye hizmet etme düşüncesiyle hazırladığını söylemiştir. O günün Türkiye’si için ifade ettiği değeri ve mânayı ortaya koyan bir tanıtma yazısında kitabın Köprülüzâde’den mühim eserler beklentisini haklı çıkardığı belirtilmektedir (Fâzıl Ahmed [Aykaç], “Mehmed Fuad ve Hayât-ı Fikriyyesi”, a.g.e., XXXIX/995, 17 Haziran 1326, s. 99-100). 
 
Köprülü’nün değişik zamanlardaki bazı ifadelerinden Türk edebiyatı tarihine ilgisinin erken yaşlarda başladığı anlaşılmaktadır. Burada 1905 yılında tanıştığı Recâizâde Mahmud Ekrem’in bazı tavsiyelerinin de bu hususta payı olduğu zikredilmelidir. Henüz Fecr-i Âtî devresinde iken Şeyh Galib hakkında hazırladığı uzun bir araştırma dizisiyle daha sonraki yıllarda Bursalı Ahmed Paşa’ya dair çalışmasını Recâizâde’ye ithaf etmesi bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır. Mehmed Fuad Servet-i Fünûn’da bir yandan Paule Verlaine, Jacobsen, Catulle Mendes, Henri de Regnier ve Roberto Ardigo’ları tanıtırken aynı zamanda edebî geçmişimize yönelişinin ilk örneklerini de ortaya koymaya başladı. Bu vadide müstakil ilk yazısı olan, Sinan Paşa ve Tazarru‘nâme’si üzerinde yeni dikkat ve bilgiler getiren geniş hacimli makalesini Bâkî hakkındaki araştırması takip etti. Şeyh Galib’e dair yedi uzun makalelik çalışması Şeyh Galib üzerinde o zamana kadar ortaya konulmuş en etraflı monografiyi teşkil etmekte idi. Onun bu sıralarda birden ilgi odağı haline gelen Hüsn ü Aşk şairi hakkında bir şiirinin de bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır (“Şeyh Galib”, Mehâsin, nr. 1, Eylül 1324, s. 40-42). 
 
Mehmed Fuad bu devrede kaleme aldığı “Din ve Edebiyat”, “Edebiyat ve Ahlâk”, “Sanatkâr ve Hayat”, “Millî Terennümlerimiz” gibi makalelerinde edebiyat müessesesine sosyolojik açıdan yaklaşırken zaman zaman edebiyat tarihimizi ilgilendiren bazı noktalara dokunmaktan da geri kalmadı. Adını özellikle “Meçhul Âbideler” koyduğu yazısı (SF, XLI/1066, 27 Temmuz 1327, s. 601-602), onun edebiyat tarihçisi hüviyetinin teşekkülünü göstermesi bakımından bir vesika değerini taşır. Bu yazı daha o yıllarda Köprülü’nün edebiyat tarihimize yönelmeyi bir ilmî ihtiyaç, millî haysiyet ve bir millî vazife olarak algıladığını göstermektedir. Bu çift yönlü bakış, hayatı boyunca Köprülü’nün edebiyat tarihi çalışmalarının bütününe hâkim olan temel felsefeyi teşkil etmiştir. 
 
Fecr-i Âtî yıllarının öne çıkardığı bir diğer taraf onun sahip bulunduğu tenkidî zihniyet ve tenkit kabiliyetidir. Bütün ilmî hayatına hâkim olan bu nokta, Genç Kalemler mecmuasının ortaya attığı yeni lisan davasına karşı giriştiği polemikte çok daha belirginleşir. Yeni lisan hareketine karşı İstanbul basınında ilk polemiği başlatan Köprülü, hareketin adındaki garipsenen tarafa dokunup bunun yapma bir dil meydana getirme yolunda bir teşebbüs olduğu zannını uyandırdığına dikkat çekmiş, yazı dilinde geçen Arapça ve Farsça terkipleri tasfiyeye yönelik teklifleri dile müdahale olarak görmüş, estetik yönden bir yaklaşımla konuyu bilhassa nazım sahası planında ele alıp doğuracağı uygunsuzluk ve olumsuzluklar üzerinde durmuş, dilin müdahaleye gelmez bir varlık olduğu gerekçesinden hareketle yeni lisancıların tezini çürütmeye çalışmıştır. Köprülü’nün kendilerine yönelttiği tenkitlere tahammülsüzlük gösteren yeni lisan cephesi mensupları polemiği gittikçe şahsiyat vadisine çekerek meseleyi aynı zamanda millî edebiyat münakaşası haline dönüştürdükleri sırada Köprülü, “Tıp Fakültesi’nden altmış talebe nâmına” diye imzalı bir beyannâmede Türklük dünyasına karşıt birtakım duygu ve düşünceler taşımakla suçlandı (“Bir Târize Cevap-Köprülüzâde Fuad Bey’e”, Genç Kalemler, nr. 17-18, Mart 1328, s. 152). Bu yazıya karşı Köprülü’nün cevabı, başından beri estetik endişelerin tesiri altında ısrarla sürdürdüğü görüşlerini içine girmekte olduğu Türkçü atmosferin de tesiriyle terketme arefesinde bulunduğu bir sırada milliyetçi bir nefis müdafaasını ifade etmekteydi (“Türklük ve Yeni Lisan”, SF, XLII/1091, 19 Nisan 1328, s. 519-520). Bunun ardından gelen “Küçük Bir Mudhike” adlı yazısı (a.g.e., XLIII/1095, 17 Mayıs 1329, s. 51), kendisine karşı yürütülen ve iyiden iyiye bir şahsiyat davası halini almış olan tenkit ve ithamlara karşı son cevabı, fakat o zamana kadar verdiği cevapların da en şiddetlisi oldu. 
 
1908’de Türk Derneği, 1911 yılı Ağustosunda Türk Yurdu Cemiyeti, 1912 Martında Türk Ocağı ve 1914 ilkbaharında Türk Bilgi Derneği’nin ortaya çıkışı ile müesseseleşen Türkçü görüş ve ülküyle Köprülü’nün buluşması geç olmadı. Ziya Gökalp’in büyük nüfuzuyla bu düşünceyi bir ideal olarak benimseyen iktidar partisi İttihat ve Terakkî çevresiyle yakın münasebet içine giren Mehmed Fuad, Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin 1910’daki ilk maarif vekilliği sırasında lise öğretmeni olarak tayin edildi. Öte yandan partinin yayın organı durumundaki Hak gazetesinin kendisine ayrılan başmakale sütununda yazmaya başladı. Emrullah Efendi’nin 1912 yılındaki ikinci vekilliği sırasında resmî hayatta ilk defa aktif rol alma fırsatını buldu. Eğitimde ıslahat yapmaya çalışan Emrullah Efendi’nin İstanbul Sultânîsi’nde lise ve sultânîler için yeni bir edebiyat müfredat programı hazırlamakla görevlendirdiği komisyonda yer alarak edebiyat öğretiminin yeni bir zihniyetle düzenlenmesi ve edebiyat tarihinin ayrı bir ders olarak kabul edilip programlara konulmasında önemli rol oynadı. Bununla da kalmayarak Ma‘lûmât-ı Edebiyye adlı ders kitabını (I-II, İstanbul 1912-1913) beraber hazırladıkları Fecr-i Âtî topluluğundan arkadaşı ve sultânîden meslektaşı Şehâbeddin Süleyman ile birlikte, edebiyat tarihini medeniyet tarihinin bir şubesi olarak gören yeni bir anlayışla Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı isimli ilk lise edebiyat tarihi kitabını meydana getirdi. 
 
1912-1913 yılları Köprülü’nün fikrî hayatında bir geçiş ve dönüm noktasıdır. Genç Kalemler’in yeni lisan ve beraberinde yürüttüğü millî edebiyat tezine karşı giriştiği fikir mücadelesi ve Ziya Gökalp’le yakınlaşması onun zihniyet ve tutumunda Türkçü düşünüş istikametinde bir sarsıntı ve uyanış meydana getirdi. Esasen kendisi de yazı dilimizin bir sadeleşme süreci içine girmiş olduğunu kabul ediyor, ancak onun tabii gidişine müdahaleyi doğru bulmuyordu. Giriştiği tartışmanın aldığı seyir bir merhalede “Türklük ve Yeni Lisan” adlı yazısıyla millî duygularını kâğıda dökmeye vesile olurken aynı zamanda onun millî hedefe doğru bir mihver değiştirme arefesinde olduğunu gösteriyordu. 
 
1912’ye gelinceye kadar yazı faaliyeti hemen hemen yalnız Fecr-i Âtî’nin neşir organı Servet-i Fünûn’la sınırlı olan Köprülü bu yılın ilk aylarından itibaren basın âleminde alan genişletmeye başladı. Genç Kalemler ile giriştiği polemik Servet-i Fünûn sayfalarında devam ederken mart ayından itibaren ağustosun ilk haftasına kadar beş ay boyunca Hak gazetesinin başmakale sütununu üstlendi. Gazetenin haftalık edebî ilâvelerinde de makale ve şiirleri yayımlandı. Köprülü’nün 1912 ilkbaharının başlarından itibaren Servet-i Fünûn’daki yazıları gittikçe seyrekleşmeye başlar. Servet-i Fünûn’da çıkan sondan bir önceki yazısı olan “Millî Terennümlerimiz” adlı makalesinin (XLIV, nr. 28, Kânunusâni 1328 [10 Ocak 1913]) arkasından Türk Ocağı’nın yayın organı Türk Yurdu dergisinin 6 Şubat 1913 tarihli sayısında “Ümid ve Azim” isimli ilk makalesi yayımlandı. Ebüzziyâ Tevfik’in ölümü dolayısıyla kaleme aldığı makale onun Servet-i Fünûn’daki son yazısı oldu (XLIV, nr. 1140, 28 Mart 1329 [10 Nisan 1913], s. 507-508). Ziya Gökalp’in Türk Yurdu’ndaki ilk yazısı olan “Kızılelma” şiirinin çıktığı nüshanın ardından gelen nüshadaki “Ümid ve Azim” onun Türkçü cephede yer alışının açık bir habercisi olur ve Köprülü imzası bundan sonra Türk Yurdu sayfalarında görülmeye başlar. Öte yandan Hak gazetesiyle hız kazanmış olan gazete yazarlığını 1913 yılının ikinci ayından itibaren Tasvîr-i Efkâr gazetesinin yazı kadrosu içinde devam ettirdi. Türk Derneği ve Türk Ocağı gibi milliyetçi kuruluşların ortaya koyduğu, gittikçe gelişmekte olan atmosfer içinde bu görüşleri benimseyen İttihat ve Terakkî’ye yakın milliyetçi çevrelere yaklaşma ihtiyacının sevkiyle Köprülü’nün tuttuğu bu yeni istikamet, onun 1912 yılı ilkbaharında İstanbul’a gelmiş olan Ziya Gökalp’in tesir alanına girişinde izahını bulmaktadır. İttihat ve Terakkî çevresindeki münasebetlerin sağladığı uygun ortam Ziya Gökalp ve Köprülü arasında bir yakınlığın kurulmasına imkân hazırladı. Selânik’te iken onun yazılarını ve Genç Kalemler ile girişmiş olduğu tartışmayı ilgiyle takip eden Ziya Gökalp, bu tartışmalar sırasında derginin yazı heyetince bir ara Selânik’e davet edilmiş olan Köprülü’yü yakından tanıma fırsatını bulduğunda istidat sahibi gördüğü birçok genç gibi onu da çevresine almakta tereddüt etmedi. Sosyolojiye olan ilgisini ayrıca takdir ettiği Köprülü’ye Durkheim sosyolojisinin kapılarını açarak onu bu yoldan hareketle Türklüğün Orta Asya’daki derinliklerine uzanmaya teşvik etti. Dârülfünunun diğer şubeleri gibi 1912 yılında yeni bir düzen verilmeye çalışılmış olan Edebiyat Fakültesi’nde ihdasına ihtiyaç duyulan Türk edebiyatı tarihi dersi için Ziya Gökalp’in sağladığı büyük destek sonucu Köprülü’ye fakülte meclisinin kararı ve Maarif Nâzırı Şükrü Bey’in onayı ile 20 Kasım 1913 tarihinde dârülfünun muallimliği pâyesi verildi. 
 
Fuad Köprülü’nün hayatının tamamıyla ilim mecrasında yürüdüğü bu yeni safhasına geçmeden önce edebî faaliyetinin Türkçü cephede aldığı istikamet üzerinde durmak gerekir. Bu yeni cephenin getirdiği değişiklikler Köprülü’nün ilkin şiirinde ve edebî yazılarında kendini gösterir. Geçmiş yıllarda hararetle savunduğu aruz vezni ve Arapça-Farsça terkipsiz olamayacağını söylediği şiir dili yerine evvelce karşı çıktığı cephenin şiirde aradığı bir değer olarak hece veznini ve terkiplerden arınmış bir ifade tarzını benimsedi. Balkan Harbi ve uğranılan bozgunların memleket çapında yarattığı millî hassasiyetin ilhamları ile yazdığı “Ümid ve Azim” makalesiyle (TY, yıl: 2, nr. 8, 24 Kânunusâni 1328, s. 240-247) onu takip eden büyük şiiri “Türk’ün Duası” (a.g.e., yıl: 2, nr. 10, 21 Şubat 1328, s. 289-296; nr. 11, 8 Mart 1328, s. 324-330), yer aldığı safta şahsiyetine hâkim olan köklü değişimi aksettiren ilk yazıları oldu. Onun bu dönemde Türk Yurdu’nda çıkan diğer şiirleri ve edebî yazılarının da Balkan Harbi’ndeki felâketlerin doğurduğu ıstıraplar etrafında merkezleştiği görülmektedir. Köprülü, Türkçü düşünüşün en önde neşir organı olan bu dergideki ilk yazısı “Ümid ve Azim”de İslâmî ahkâmdan Göktürk yazıtlarına kadar uzanan bir düşünceler silsilesi içinde Bergson’un “élan vital” görüşünü dile getirerek Türk gençliğini içine düştüğü ümitsizlik ve yılgınlıktan sıyrılıp atılım yapmaya çağırıyor ve ona irade felsefesini telkin ediyordu. Bu sarsıcı yazının akisleri, yayın hayatına yeni giren diğer bir Türkçü derginin başyazısında hemen kendini gösterdi (“Ümid ve Azim -Türk Gençlerine-”, Büyük Duygu, nr. 3, 30 Mart 1329, s. 23-24). Bu yazı Türk Yurdu’ndakinin bir nazîresini, aynı kalemden çıkmış gibi olan daha kısa bir versiyonunu ortaya koyuyordu. Köprülü’nün tercüman olduğu duygu ve düşünceleri çok geçmeden Mehmed Âkif de aynı istikamette şiire dökmekteydi (“Etühlikünâ ...”, Sebîlürreşâd, X, nr. 239, 28 Mart 1329 / 4 Cemâziyelevvel 1331, s. 73). 
 
Köprülü, Türk Yurdu’nun iki sayısında yer alan “Türk’ün Duası”nda bir yandan ihtişamlı bir atmosfer yaratmak gayesiyle terkiplerle yüklü bir ifadeye yer verirken, öte yandan manzumenin aruza ve terkipli dile veda edişin arefesinde olduğunu hissettiren “Eski Bir Türk Terennümü” diye adlandırdığı bir ara parçasında henüz heceye gitmeden Arapça-Farsça terkiplerden tamamen arınmış bir şiir dilinin ilk denemesini ortaya koyuyordu. Türkçü / Turancı motifler bütün şiir boyunca iyiden iyiye belirginleşiyor, o zamana kadar şiirine hâkim olan ferdî romantizm yerini milletçe duyulan ıstıraplara, Türkçü / Turancı millî bir romantizme bırakıyordu. Türk ordusunun savaşın başından beri üst üste uğradığı mağlûbiyetlerle Çatalca’ya çekildiği, Edirne’nin düşmek üzere olduğu günlerde yazılan bu manzume yayımlanmasının ardından hemen bestelenerek sahnede icrasına girişilmiş, edebî yönden tahlilî ve tenkidî bazı görüşlerle birlikte bir değerlendirilmesi de yapılmıştır (Rübâb [= Şehâbeddin Süleyman], “Hareket-i Edebiyye”, Rübâb, nr. 49, 28 Şubat 1328, s. 82-84; nr. 51, 14 Mart 1329, s. 114-116). Yeni harflerle neşrini gerçekleştiren Fevziye Abdullah Tansel’in manzumeyi Balkan Savaşı’ndan sonra yazılmış göstermesi (“Fuad Köprülü’nün Türk Ocaklılar’la İzmir Seyahati ve Temsil Edilen Manzum Tiyatrosu: Türk’ün Duâsı”, TK, VIII/92, Haziran 1970, s. 518) doğru değildir. 
 
Fuad Köprülü Balkan Savaşı acıları serisini, Edirne’nin düşman eline düştüğü günlerde nesir olarak yazdığı “Hicret Mâtemleri” ve hece vezniyle yazılmış “Meriç Türküsü”, “Hicret Türküleri” manzumeleriyle sürdürürken aynı tonda “Süngü Altında”, “Hicret Hikâyelerinden” başlıklı iki hikâye kaleme aldı. Edirne’nin geri alınışının ardından yazdığı “Anadolu Akşamı” savaş boyunca çekilen sıkıntıların bir tesellisi gibi gelir. Bu manzumeler, millî romantizmin birer ifadesi oluşları yanında Köprülü’nün millî vezin sıfatıyla heceyi artık bırakmamak üzere benimsediğini göstermektedir. Köprülü Umumî Harp yıllarında da yine hece vezniyle “Şehidin Rüyası”, “Şehid ve Hilâl”, “Son Akın”, “Şehid Mezarı”, “Şehidlerimiz”, “Kış” manzumeleriyle o büyük savaşın terennümlerini; “Ortaç Yolcuları”, “Deli Ozan”, “Akpınar Perileri”, “Akıncı Türküleri”, “Hakan”, “Yamaçlarda Kaval”, “Altın Saz” manzumeleriyle de Türkçü romantizmin örneklerini verecektir. 
 
1913 yılı sonlarında başlayan dârülfünun hocalığı ve özellikle 1914’ten itibaren gittikçe artan ilmî faaliyetleri Köprülü’nün şiirden ve şairlikten giderek uzaklaşmasına yol açtı. İkdam gazetesindeki savaş merkezli şiirleri ayrı tutulursa bir kısmı 1917-1918 yılları arasında Yeni Mecmua’da, bazıları da 1919’da Büyük Mecmua’da çıkan son manzumelerini M. F. rumuzuyla yayımlıyordu. Pedagojik amaçla nazma döküp bazılarını 1917’de Talebe Defteri dergisine verdiği “Nasreddin Hoca Hikâyeleri”ni 1918’de kitap haline getirdikten sonra nazımda kalemini sadece takma adlar altında neşrettiği mizahî tarzdaki manzumeler için kullanan Köprülü, bu defa da Fecr-i Âtî estetiğinden Türkçü cepheye geçmesi yüzünden görüş ve kanaatlerinde istikrarsızlıkla itham edilmekteydi (bu konuda bir örnek olarak bk. Raif Necdet, Hayât-ı Edebiyye, İstanbul 1922, s. 65). 
 
Fuad Köprülü’nün akademik hayatının başlangıcı edebiyat ve fikir hayatına girişi kadar erken oldu. Henüz yirmi üç yaşında bir gencin dârülfünunda kürsü sahibi olması bazı çevrelerce yadırgandıysa da kendisi, tayini bahis konusu edildiği sıralarda Türk edebiyatı tarihini okutacak daha yetkili kimsenin bulunmadığı iddiası ile adaylığını ilân etmiş, Türk edebiyatı tarihi araştırmalarında bir devir açtığı kabul edilen “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı büyük makalesini de tayininden bir ay kadar önce yayımlamıştı. Bu tayin, Fuad Köprülü’yü memleket ilmine olduğu kadar dünya Türkoloji’sine de kazandıracak bir başlangıç oldu. Ziya Gökalp’in yanında Türkçü zihniyetle ilim hayatında büyük açılımlar göstermeye başlayan Köprülü, devamlı ve süratli bir tempo ile kendini geliştirme kabiliyeti ve içinde yer aldığı akademik mevkiin çalışma şartları bakımından sağladığı imkânlarla büyük mesafeler katederek ilim hayatının zirvelerine doğru yükselmeye başladı. 
 
Köprülü’nün günümüzde dahi önemini koruyan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” ile başlayan çıkışının ardından önceki yılların hazırlık ve birikiminin ilk ciddi verileri birbiri ardı sıra gelmeye başladı. Daha önce Türk Derneği’ndeki ilmî toplantılarda birikimi ve orijinal görüşleriyle dikkat çeken Köprülü, derneğin daha teşkilâtlı ve daha gelişmiş devamı olan Türk Bilgi Derneği’nin üyeleri arasında yer aldı. Derneğin idare heyeti sekreterliğinin yanı sıra seçilmiş bulunduğu Türkiyat şubesinin sekreterliği de ona havale edildi (27 Mart 1914) (“Türk Bilgi Derneği”, Bilgi, nr. 6, Nisan 1330, s. 647). Daha önce de 12 Mart 1912’de faaliyete geçen Türk Ocağı’na katılmış bulunuyordu. Bu defa millî araştırmalara zemin hazırlamak, ehemmiyeti yavaş yavaş anlaşılmakta olan Türkiyat çalışmalarına imkân açmak düşüncesiyle 23 Mart 1915’te kurulan Âsâr-ı İslâmiyye ve Milliyye Tedkik Encümeni’nin sekreterliğine getirildi. Adı Türkiyat Cemiyeti olarak düşünülmüşken Sadrazam Said Halim Paşa’nın karşı çıkması yüzünden bu şekle çevrilmiş olan encümenin ilmî araştırmalara tahsis edilen Millî Tetebbûlar Mecmuası’nın idaresi de ona verildi. 
 
Alelâde bir derviş, ümmî bir hak âşığı diye bilinmekte olan Yûnus Emre’yi, hakkında o zamana kadar yazılmış olanların hepsinden çok daha ciddi ve daha ileri boyutta ele aldığı makalesi ve onun ardından şahsında Orta Asya ve Anadolu kültür birliğini ortaya koymaya çalıştığı Ahmed Yesevî’yi ilk defa ilim âlemine tanıtan araştırması asıl Köprülü’nün ön habercisi oldu (“Tercüme-i Hâl: Yûnus Emre”, TY, yıl: 2, nr. 19, 27 Haziran 1329, s. 612-621; “Türk Edebiyatı Tarihi: Yûnus Emre-Âsârı”, a.g.e., yıl: 3, nr. 3, 17 Teşrînievvel 1329, s. 922-930; “Türk Edebiyatı Tarihi: Hoca Ahmed Yesevî. Çağatay ve Osmanlı Edebiyatları Üzerindeki Te’siri”, Bilgi, nr. 6, Nisan 1330, s. 611-645). Kendisini dört beş sene sonra Türkoloji’de milletlerarası bir şöhrete yükseltecek büyük eseri Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ın temeli bu iki makalede atılmaktaydı. 1915 yılına gelindiğinde Millî Tetebbûlar Mecmuası’nda ilim âlemine sunduğu üç büyük ve önemli araştırması yayımlandı (“Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe” [nr. 1, Mart-Nisan 1331]; “Türk Edebiyatının Menşei” [nr. 4, Eylül-Teşrînievvel 1331]; “Selçukîler Zamanında Anadolu’da Türk Medeniyeti” [nr. 5, Teşrînisâni-Kânunuevvel 1331]). 
 
Köprülü’nün araştırmalarındaki süratli gelişmeye, kabiliyeti ve büyük çalışma iradesinin yanında döneme mahsus şartların da bir yardımı olmuştur. Dârülfünuna tayininden bir süre sonra I. Dünya Savaşı’na girilmiş, eli silâh tutanlar cepheye gittiğinden sınıflarda talebe mevcudu birkaç kişiye inmişti. Bu durumda hocalara araştırma ve telifle meşgul olabilecekleri geniş vakit imkânı doğmuş bulunuyordu. Daha Fecr-i Âtî ve lise öğretmenliği yıllarından başlayarak Kütübhâne-i Umûmî (bugünkü Beyazıt Devlet Ktp.), Nuruosmaniye, Süleymaniye, Râgıb Paşa gibi kütüphanelerde kendisini yazma eserlerle meşgul olurken görenlerin dikkat ve takdirini çeken genç Köprülü bu muhitte İsmail Saib (Sencer), Bursalı Mehmed Tâhir gibi kitâbiyat âlimleriyle tanışarak kendilerinden istifade etti. Araştırmalarını derinleştirmek için ihtiyaç duyduğu Garp neşriyatını temin hususunda İttihat ve Terakkî Partisi’nde nüfuz sahibi olan Ziya Gökalp’in mühim yardımlarını görür, istediği yayınlar Maarif Nezâreti’nce ısmarlanarak Köprülü’nün istifadesine sunulur (krş. Hâlide Edib [Adıvar], Memoirs of Halidé Edib, London 1926, s. 316). 
 
Fuad Köprülü’nün savaş yılları sırasındaki verimli araştırma ve yayın faaliyetine, Millî Tetebbûlar Mecmuası ve Türk Yurdu’ndan sonra 1917’de Ziya Gökalp’in idaresinde Yeni Mecmua’nın yayın hayatına girmesinin büyük tesiri oldu. Zamanın gözde bir iki gazetesine de yazı veren Köprülü’nün geniş bir okuyucu zümresine araştırmalarını iletebilmesi hususunda bu dergi büyük faydalar sağladı. Yeni Mecmua devresi, Türk sanat tarihiyle büyük kültür merkezi olmuş şehirlerin tarihinin onun ilgi alanına girmeye başladığını haber verir. Bu dergiye sanat tarihçisi Heinrich Glück’ün Türkçe tercümesini koydurduğu “Türk Sanatı” adlı önemli yazısına (nr. 59, 29 Ağustos 1918, s. 129-132; nr. 60, 5 Eylül 1918, s. 149-152) zeyil olmak üzere yazdığı “Türk Sanatı” başlıklı makalesi (nr. 61, 12 Eylül 1918, s. 169-172), onun Türk medeniyeti tarihi açısından bu sahanın meselelerine ne kadar vukufla nüfuz ettiğini ve bunların münakaşasına hazır bir birikime erişmiş olduğunu göstermektedir. 
 
Dârülfünuna ilmî ihtiyaçlara cevap verecek modern bir kütüphane kazandırmak yolunda çalışmalarda bulunan Köprülü, I. Dünya Savaşı yıllarında özellikle Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri kadrosunda vazife almış Alman ilim adamları ile birlikte bu uğurda büyük gayretler sarfetti. Bunun neticesinde dârülfünuna mühim yazma eser koleksiyonları satın alındı. 
 
Fikir hayatının her devresine eşlik etmekten geri kalmayan tenkit ve hücumlar Köprülü’nün dârülfünun hocalığı ile başlayan yeni dönemde de eksik olmadı. Bunlardan bazıları doğrudan doğruya şahsiyat vadisinde cereyan ederken bir kısmı ilmî zeminde yürüyen tartışmalar olarak ortaya çıktı. Köprülü’nün şahsiyat meselesinde karşılaştığı en ağır hücum, Ali Emîrî Efendi’nin I. Dünya Savaşı esnasında başlayıp Mütareke yıllarında da ısrar ve inatla sürdürdüğü mücadelededir. Ali Emîrî Efendi, onun Köprülüler soyundan geldiğini reddederek Kıblelizâdeler’den olmayı kabul etmesi yönünde ardı kesilmez ısrarları ile yetinmeyip Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl ve İlk Mutasavvıflar gibi değerli eserlerini toptan kötüler. Daha da ileri giderek Yeni Mecmua’da çıkan bazı makalelerindeki ufak tefek hatalarını diline dolayıp işi cehaleti yüzünden dârülfünundan atılmasını istemeye kadar vardırdı. Köprülü bütün bu saldırılara ağır başlılıkla sadece bir defa için cevap vermekle yetinmiştir (“Bir Hiciv Münasebetiyle”, YM, nr. 44, 16 Mayıs 1918, s. 346-347). 
 
Fuad Köprülü, ciddi araştırmaların birbirini takip ettiği bu büyük açılım devresini 1919’da yayımlanan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’la noktaladı. Beş yılı aşkın bir süreden beri çalıştığı bu büyük eserin basımına geldiğinde İttihat ve Terakkî iktidarının çökmesi, Ziya Gökalp’in ve ülkenin her kesimden önde gelen şahsiyetlerinin Malta’ya sürgüne gönderilmesiyle birlikte Köprülü’nün “hayatımın en sıkıntılı yıllarını yaşadığım” dediği devre başladı. Ziya Gökalp tutuklanıp Bekir Ağa Bölüğü’ne konulduğunda ihtiyaten babası İsmâil Fâiz Bey’i onun ziyaretine gönderen Köprülü de bir ara tutuklanarak oraya sevkedildi, ancak kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Hürriyet ve İtilâf iktidarının dârülfünun üzerinde mânevî baskı kurduğu dönemde basımı tamamlanan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’a telif ücreti bile tahakkuk ettirilmedi. 
 
Köprülü, I. Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında dârülfünunda öğretim üyesi olarak bulunanların yanı sıra yabancı askerî heyetlerde, müttefik veya daha sonra işgal kuvvetleri karargâhlarında tercüman sıfatıyla vazife alarak İstanbul’a gelmiş Batılı Türkolog ve müsteşriklerle tanışma fırsatını buldu. Edebiyat Fakültesi’nde Ural-Altay Türk dilleri mukayeseli grameri dersini veren Wilhelm Friedrich Carl Giese, tarihte usul dersini vermekte olan Johannes Heinrich Mordtmann, Fransız Şark Ordusu tercümanı olarak İstanbul’a gelen Fransız Türkolog ve dilcisi Jean Deny bunlardan ilk hatırlanacaklardır. Rus Türkologu Vladimir Aleksandroviç Gordlevski, daha II. Meşrutiyet yıllarından beri İstanbul’da ilmî çalışmalarını sürdürmekteydi. Türk dostu Macar Türkologu Imre Karácson da bu samimi münasebetlerin diğer bir halkasıdır. 
 
Millî Mücadele yıllarında da Köprülü yeni ve orijinal araştırmalarını sürdürdü. 1920’de ilk, 1921’de ikinci kitabını ortaya koyduğu Türk Edebiyatı Tarihi ile Türklüğün edebî geçmişi ilk defa ilmî ve metotlu tarihine kavuşmuş oldu. 1922 ve 1923’te ilim âlemine sunduğu “Anadolu’da İslâmiyet” adlı makalesiyle (DEFM, sene: 2, nr. 4, Eylül 1338, s. 281-311; nr. 5, Teşrînisâni 1338, s. 385-420; nr. 6, Kânunusâni-Mart 1339, s. 457-486) müsteşriklere ders veren bir metot zihniyetiyle Türk din tarihinin temellerini attı. Uyandırdığı büyük ilgi dolayısıyla bu araştırmalarının bir kısım neticeleri, Şeyh Bedreddin hareketi etrafına bazı notlarla birlikte aynı yıl Almanca olarak da yayımlandı (Köprülüzāde Meḥmed Fu’ād, “Bemerkungen zur Religionsgeschichte Kleinasien”, MOG, I/4 [1922], s. 203-222). Köprülü, bu dönemde de ilmî araştırmalarının yanı sıra memleketin fikir ve edebiyat aktüalitesinin meseleleri etrafında yazılar yayımlamayı sürdürdü. Dârülfünunun seviyesi ve ondan beklenen hizmetler, Türkiye’de ilmî hayatın nasıl yükselebileceği gibi hususlar yazılarında üzerinde ısrarla durduğu konuların başında gelir. Köprülü’nün akademik hayatı Cumhuriyet döneminde de mühim yükselmeler kaydetti. Bu devrin ilk eseri olarak ortaya koyduğu Türkiye Tarihi (1923) münasebetiyle Atatürk’ün kendisine el yazısı ile yazıp gönderdiği tebrik ve teşekkür mektubu (Fuad Köprülü, “Bir Hâtıra”, TTK Belleten, nr. 10, Nisan 1939, s. 277-279) Cumhuriyet’in kendisinden ve temsil ettiği Türkoloji’den beklentilerini ifade etmektedir. 
 
Fuad Köprülü, İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) dârülfünun rektörlüğüne seçildiğinde (1924) fakülte meclisinin kararı ile onun yerine Edebiyat Fakültesi dekanı oldu (İleri, nr. 2136, 30 Kânunusâni 1340). Aynı yıl Atatürk’ün arzusu ve Maarif Vekili Vâsıf Bey’in (Çınar) teşebbüsüyle 22 Mart’ta Maarif Vekâleti müsteşarlığına getirildi (Vatan, nr. 344, 24 Mart 1340/1924). Müsteşarlığa tayini basında çok müsbet karşılanan Köprülü (meselâ bk. Millî Mecmua, nr. 13, 24 Nisan 1340, s. 207), idarecilik vasıf ve kabiliyetini ispatlayarak kendisinden beklenmekte olan icraatın bir kısmını kısa zaman içinde gerçekleştirmeye muvaffak oldu. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün kurulmasını sağlaması müsteşarlığı sırasında yerine getirdiği hizmetlerin en mühimidir. Atatürk’ün desteğini de alarak esaslarını ve statüsünü doğrudan doğruya kendisinin hazırladığı Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün kuruluş kararı ve tüzüğü 12 Kasım 1924 tarihinde Vekiller Heyeti’nce kabul edildi. Köprülü, sekiz ay hizmet verdiği müsteşarlıktan istifa edip (13 Kasım 1924) Edebiyat Fakültesi’nde 1941’e kadar sürdüreceği faaliyet ve araştırmalarına döndüğünde Vekiller Heyeti’nin kendisine verdiği tam yetkiyle Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nün başına geçti. Enstitünün birbiri ardınca gelen faaliyetleriyle Türk ilmi için yüz akı bir sayfa açılmış oldu. 
 
Fuad Köprülü’nün ilmî hayatında 1923’ten itibaren milletlerarası kongreler, Batı akademik ilim kuruluşlarında çeşitli sıfatlarla üyelikler devresi başladı. 1922’de Société Asiatique’in abone üyeleri arasında ismi görülen Köprülü 1923’te Paris’te Dinler Tarihi Kongresi’ne davet edildi. Burada ortaya koyduğu yepyeni ve sağlam görüş ve bilgilerle Batılı âlimlerin yanlış bilgi ve kanaatlerini kökünden sarsan “Les origines du Bektachisme. Essai sur le développement historique de l’hétérodoxe musulmane en Asie mineure” adlı tebliğini sunan Köprülü, bu tarihten itibaren Batı ilim dünyasının vazgeçemeyeceği bir değer ve şöhret olarak çeşitli kongrelere katıldı. 1925’te Sovyet İlimler Akademisi’nin daveti üzerine akademinin 200. yıl dönümünü kutlama merasiminde Türkiye’yi temsil etmek üzere Rusya’ya giden Köprülü’ye, 5 Kasım 1925’te Türkoloji’ye hizmetleri ve kazandırdığı orijinal araştırmalar dolayısıyla Sovyet İlimler Akademisi muhabir üyeliği tevcih edildi. 1926’da Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde “Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler” adlı meşhur konferanslarına başlamadan önce İstanbul’a gelmiş bulunan Barthold ile birlikte Bakü Milletlerarası Türkoloji Kongresi’ne katıldı (26 Şubat - 6 Mart 1926). Kongrenin baş gündemini teşkil eden Türk dünyasında alfabe değişikliği ve ortak yazı dili meselesiyle ilgili olmak üzere “Türk Halklarında Edebî Dilin İnkişafı” adlı tebliğinin yanı sıra Anadolu’nun Türkleşmesi ve Anadolu’da dinî hareketleri konu alan diğer bir tebliğ sundu. Ayrıca Ali Şîr Nevâî hakkında da bir konuşma yaptı. Burada bıraktığı tesirin bir semeresi olarak Âzerî Edebiyatına Ait Tedkikler adlı kitabı aynı yıl Bakü’de yayımlandı. 1927’de, ilme yaptığı hizmetler dolayısıyla Heidelberg Üniversitesi tarafından fahrî felsefe doktoru pâyesiyle ödüllendirildi. 1928’de Oxford Müşteşrikler, 1929’da Londra Dinler Tarihi ve Harkov Müşteşrikler kongrelerine orijinal tebliğleriyle katıldı. Aynı yıl Çekoslovak Şark Cemiyeti ile Alman Arkeoloji Cemiyeti’ne de muhabir üye seçildi. 1932’de Leiden’de üç Batı diliyle çıkmakta olan İslâm Ansiklopedisi, Osmanlı-Türk edebiyatını menşelerinden son yüzyıla kadar terkibî bir şekilde ele alan geniş hacimli “Littérature turque ʿothmanli” maddesini yayımlayarak onun şahsında bir Türk ilim adamına ilk defa sayfalarını açtı (Encyclopédie de l’Islam, IV, 1932, s. 988b-1018b). 1931 yılında kurucusu olduğu Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası’nda yayımladığı Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bâzı Mülâhazalar adlı büyük araştırması ile (I, 165-313) derin vukuf isteyen çok çetin bir alanda ilim âleminin yeniden dikkat ve takdirlerini üzerinde toplayan Köprülü, 1934 yazında Firdevsî’nin 1000. doğum yılı münasebetiyle Tahran’daki kutlama merasimlerinde Türkiye’yi temsil etti. Aynı yıl Sorbonne Üniversitesi tarafından Osmanlı Devleti’nin kuruluşu meselesi üzerinde konferanslar vermek üzere Paris’e davet edildi. Burada Fransızca olarak sunduğu üç konferansın tesiri büyük oldu. Bu konferanslar 1935’te Les origines de l’Empire ottoman adıyla Paris’te basıldı. 1939’da Sorbonne Üniversitesi tarafından fahrî doktorluk pâyesi verilmek üzere Paris’e davet edilen ve 9 Kasım’da yapılan bir törenle fahrî doktorluk pâyesi tevcih edilen Köprülü’ye ayrıca 1937’de Atina Üniversitesi fahrî doktorluk, 1939’da Macar İlimler Akademisi muhabir üyeliği, 1947’de Amerikan Şark Cemiyeti şeref üyeliği, 1956’da Karaçi Üniversitesi fahrî hukuk doktorluğu unvanı verdi. Harvard Üniversitesi ile Ford Vakfı’nca hazırlanan ortak program uyarınca araştırmalar ve ilmî konuşmalar yapmak üzere çağrıldığı Amerika’ya giderek Harvard ile Colombia Üniversitesi Yakın ve Ortadoğu Enstitüsü’nde 13 Eylül 1958 ile 2 Temmuz 1959 arasında konferanslar ve seminerler verdi. 1959’da ayrıca Amerikan Tarih Cemiyeti tarafından şeref üyeliği ile taltif edildi. 1964’te Londra School of Oriental and Africain Studies de kendisini muhabir üyeliğe seçerek 1960’tan bu yana siyasî hayatın sarsıntılarına, çeşitli haksızlıklara hedef olan Köprülü’nün hatırını almak ister. 1939’da muhabir üyesi olduğu Macar İlimler Akademisi 1964 yılı başında bu üyeliği şeref üyeliğine yükseltti. 
 
Köprülü, 1924 yılı Kasımında müsteşarlıktan ayrılıp dârülfünuna döndüğünde edebiyat tarihi dışında uğraştığı, yepyeni araştırmalar ortaya koyduğu mühim sahalar için de diğer yüksek öğretim müesseselerinde ders vermekle görevlendirildi. İlâhiyat Fakültesi’nde Türk din tarihi, Mülkiye Mektebi’nde müesseseler tarihi, siyasî tarih ve Türk tarihi (1923-1929), Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nde (daha sonraki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi) medeniyet tarihi derslerini okuttu (1926-1929). Vekâleten uhdesine İlâhiyat Fakültesi dekanlığı verildi. Ayrıca arada Türk Tarih Encümeni başkanlığına da getirildi (6 Temmuz 1927). 
 
Fuad Köprülü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk Yurdu ve özellikle Ankara’nın kültür ve fikir dergisi Hayat’ta ilmî makalelerinin yanında muntazaman yazdığı yazılarla Cumhuriyet ideolojisi istikametinde atılan adımları desteklemeye, memleketin ilim ve maarif alanında ilerlemesinin yollarını göstermeye çalıştı. Devletin maarif politikasına yön vermek üzere kurulan Hey’et-i İlmiyye’nin üyeliğini yaptı (1923-1924, 1926). Bununla birlikte bu dönemde, öteden beri benimsemiş bulunduğu inanç ve kanaatlerle resmî görüş ve inkılâbın bazı tasarrufları arasında uyumsuzluklar da kendini hissettirmeye başlar. Cumhuriyet öncesinden bu yana Arap harfleri yerine Latin alfabesinin kabulü tezine yazı ve konferanslarıyla hep karşı çıkmış ve bu yüzden tenkitlere uğramış olan Köprülü 1928 harf inkılâbıyla bu görüşünü terke mecbur kalır ve sonraları onun hayırlı neticelerinden bahseder. 
 
Bütün medeniyetlerin kaynağını Orta Asya Türklüğü olarak gören, Türklüğün başka ülkelere yayılıp oralarda yerleşmesini Orta Asya’da yaşanmış büyük bir kuraklık hadisesine bağlayan, tarihin en eski çağlarında Anadolu’da yaşamış, devlet kurmuş halkları Türk menşeli göstermek isteyen resmî teze muhalif düşüncelere sahip olduğu bilinen Köprülü, 1930’lu yıllarla başlayan dönemde Türk Tarih ve Türk Dili Tedkik cemiyetleri gibi yeni yeni kurulmakta olan birtakım teşekküllerin dışında veya uzağında bırakıldı. Bu tutuma paralel olarak yüksek tahsil diploması olmadığı gerekçesiyle maaşı beşinci dereceye indirildi ve dekanlıktan uzaklaştırıldı (1931). 1932 yılı Temmuzunda toplanan I. Türk Tarih Kongresi’nde resmî görüşün sözcüsünün nakillerine cepheden yüklenmek yerine dayanılan kaynakların eski değil yeni olması, bahis konusu bölgedeki halkın adı, etnik durumu gibi noktalara temas etmekle yetinmesi bile hoş karşılanmadığından aynı günün sonraki oturumunda söz alarak sabahki sözlerinin tenkit maksadı taşımadığı, düşüncelerini lâyıkıyla ifade edememiş olduğu için yanlış anlamalara yol açmış olabileceği şeklinde özür dilercesine beyanda bulunduğu görüldü (Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar. Müzâkere Zabıtları, İstanbul 1932, s. 42-47, 50-51, 79). Orta Asya Türk tarihinin Barthold’un yanı sıra en büyük mütehassısı sayılan Zeki Velidi Togan kuraklık nazariyesine karşı çıktığı için aynı gün hakarete uğruyor, ardından yalnız kürsüsünden değil Türkiye’den de ayrılmak zorunda kalıyordu. 
 
Ekim 1932’de toplanan I. Türk Dil Kurultayı’nda medenî cesaret göstererek resmî görüşü sarsıcı bir konuşma yapan Hüseyin Cahit’i hırpalamaya çalışan sözcüler arasında dile müdahale düşüncesinin her zaman karşısında olmasına rağmen Köprülü’nün de bulunması (krş. Birinci Türk Dil Kurultayı, Tezler. Müzâkere Zabıtları, İstanbul 1933, s. 413-414), siyasî otoriteye hoş görünerek kendisine af yolunu açmak gibi bir psikolojiyle açıklanabilir. Divan edebiyatının millî bir değer ifade edip etmediği meselesi gündeme geldiğinde de bazan gösterdiği böyle bir ikili tutum muhaliflerinin kendisine karşı tenkit ve hücumlarına sadece malzeme hazırlar. Ancak siyasî şartların yalnız onu değil başka birçok şahsiyeti de böyle bir tutuma mecbur bıraktığı unutulmamalıdır. Netice itibariyle resmî görüşe ters düşen “akortsuzluklar” şu veya bu şekilde giderildiğinden Köprülü, büyük başarılarla sürecek ilmî çalışmaları için muhtaç olduğu ortamı bulmuş oluyordu. Bu dalgalanmaların aşılmasıyla, kendisine daima takdir duyguları besleyen Atatürk’ün sofrasında yer almış, Çankaya Köşkü’nün arzu edilen, fikrine değer verilen müdavimlerinden olmuştu (Atatürk’ün son zamanlarına kadar süren bu ziyaretler için bk. Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Ankara 1955, tür.yer.). 
 
1933 üniversite reformu sırasında ordinaryüslüğe yükseltilen Köprülü yeniden Edebiyat Fakültesi dekanlığına getirildi. Atatürk’ün tensibiyle 1935 Haziranındaki ara seçimde Kars milletvekili oldu. Yine Atatürk’ün arzusu ile Mekteb-i Mülkiyye’de Osmanlı-Türk müesseseleri tarihi, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde orta zaman Türk tarihi derslerini üstüne aldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki derslerine devam etti. 1933 yılından beri Ankara’da çıkmakta olan Ülkü-Halkevleri Dergisi 1935 Temmuzundan itibaren Köprülü’nün idaresine verildi. 41. sayısından bu yana Türkoloji ağırlıklı bir fikir ve kültür organı olan dergi, Köprülü’nün 102. sayısında ayrılışıyla (Ağustos 1941) şekil ve mahiyet değiştirerek bir süre daha yayımını sürdürdü. 
 
Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Atatürk’ün daha verimli çalışabilmeleri için kendilerine milletvekilliği imkânı sağladığı üniversite hocalarını bu iki vazifeden birini seçmek zorunda bırakınca Köprülü seçimini milletvekilliğinden yana kullandı (Cumhuriyet, 27 Eylül 1941). 1941’de İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldıktan sonra Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki hocalığına bir müddet daha devam etti. 
 
4 Mart 1939’da üniversite hocalığının 25. yıl dönümünün büyük bir jübile ile kutlanması düşünülmüştü. Bu defa da karşıtları, ilk gençlik yazılarından bazılarını dillerine dolamak suretiyle birtakım itham ve aşağılamalara kalkışmaktan çekinmediler (meselâ bk. Halil Vedat Fıratlı, “İlim Zihniyeti ve Meslek Ahlâkı”, Oluş, Ankara, nr. 10, 5 Mart 1939, s. 145-146). Dergi, Hüseyin Cahit Yalçın’ın 1936 yılında çıkmış “Edebiyat Gecesi” adlı yazısını Köprülü aleyhinde malzeme olsun diye yeniden basar (s. 147). Hocalarını ve ilmini yakından tanımak fırsatını bulmuş öğrencileri de kendisine karşı girişilmiş kampanyayı onu öven, yüksek ilmî şahsiyetini belirten yazılarıyla önceden karşılamak isterler (Zahir Güvemli, “Fuad Köprülü ve Metodolojimize Getirdiği Sosyal Ruh”, Yeni Birlik, nr. 4, 1 Mart 1939, s. 10; Samim Kocagöz, “Hâdiseler: M. Fuad Köprülü”, a.g.e., s. 10). 
 
1913’te başlayıp 1936’da tamamlanan Encyclopédie de l’Islam’ın tercüme, tâdil ve ilâve suretiyle Türkçe’sinin çıkarılması için 1940’ta harekete geçilirken Köprülü bu hareketin dışında bırakılmak istendi. Ancak ansiklopedinin başına getirilmiş olan Abdülhak Adnan Adıvar bu tertibi boşa çıkartarak Köprülü’nün yardımını sağlamaya muvaffak oldu (Orhan Köprülü, “Dr. Adnan Adıvar ve İslâm Ansiklopedisi”, TK, nr. 95, 1970, s. 786-790; Caferoğlu, TM, XV [1968], s. 7). Ansiklopedinin 1941’de yayımlanan üçüncü fasikülünden itibaren Köprülü için verimli bir devre daha başlamış oldu. Bu dönemde İslâm Ansiklopedisi’nde “Aruz”, “Âzerî Edebiyatı”, “Çağatay Edebiyatı” gibi her biri birer kitap kapasitesinde maddeleri neşredildi. Vakıf müessesesi hakkında Vakıflar Dergisi’ne yazdığı büyük çaptaki incelemeleri, Türk hukuk tarihi araştırmaları için kurduğu Türk Hukuk Tarihi Mecmuası da bu devrenin kazançlarındandır. 
 
II. Dünya Savaşı sonrasının memleket şartları Köprülü’yü aktif politikaya çekti. İlim adamı diye kendisinin memleketteki gidişata kayıtsız kalamayacağını ifade ederek tek parti ve şeflik zihniyetine karşı demokrasi mücadelesi içine giren Köprülü, 1935’ten bu yana mensubu bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili sıfatıyla üç arkadaşıyla birlikte verdiği “dörtlü takrir” ile mücadelenin kapısını açtı. Bu dört milletvekili 21 Eylül 1945’te partiden ihraç edildi. Köprülü 7 Ocak 1946’da siyasî hayata giren Demokrat Parti’nin dört kurucusundan biri oldu. Başta Vatan gazetesinde, ayrıca Ankara’nın çeşitli basın organlarında sürekli çıkan yazılarıyla siyasî ve fikrî mücadelesini hararetle devam ettirdi. Bu siyasî yazıları büyük bir kısmı ile, daha sonraları yabancı talebeye Türkiye’yi tanıtmaya yardım edecek bir ders kitabı olarak Columbia Üniversitesi namına On the Way to Democracy adıyla 283 makalelik bir eserde bir araya getirildi (haz. Prof. Tibor Halasi-Kun, The Hague 1964; kitabın tanıtımı için bk. Bernard Lewis, BSOAS, XXVIII/2 [1965], s. 453; Mihin Eren, TTK Belleten, XXX/118, Nisan 1966, s. 301). 
 
1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelince Dışişleri bakanı olan, bir ara başbakan yardımcılığı da yapan Köprülü’nün ilmî faaliyetten uzak kaldığı bu devrede Dışişleri bakanı ve hükümet üyesi sıfatıyla 1951 yılında İstanbul’da toplanan XXII. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’nin gerçekleşmesi hususunda önemli hizmetleri oldu. Kongrenin açılış konuşmasında oryantalizmin siyasî ve dogmatik tesirler dışında tutması gereken yolu, Doğu ve Batı yakınlaşmasında yapabileceği hizmeti belirterek ona yeni hedefler gösterirken günümüzde değeri çok daha öne çıkan mühim mesajlar verdi (Fuad Köprülü, “XXII. Müsteşrikler Kongresinin Açış Nutku”, İTED, I, nr. 1-4, 1953, s. 39-42). 
 
İlim adamı mizacı politika hayatı ile kolay bağdaşamadığından, ayrıca iktidarın başlangıçtaki hedef ve vaadlerinden gittikçe sapmakta olduğunu gördüğünden Dışişleri bakanlığından istifa eden Köprülü (1956) 5 Temmuz 1957’de bazı arkadaşlarıyla birlikte partisinden de ayrıldı. Aynı yıl kısa bir süre Hürriyet Partisi içinde faaliyet gösterdi. 1958’de Amerikan tarih ve Türkoloji çevrelerinin teşebbüsü ile Harvard ve Columbia üniversitelerinde araştırmalar yürütmek, konferanslar vermek üzere Amerika’ya gitti. Orada bulunduğu on ay zarfında özellikle adı geçen iki üniversitede çeşitli konferanslar verdi. 
 
27 Mayıs İhtilâli’nin ardından 6-7 Eylül hadiseleri sebep gösterilerek 1960 yılı sonlarında tutuklanıp Yassıada’ya gönderildi. Devlet başkanına hitaben Amerikan üniversitelerindeki bazı ilim adamlarının imzalarının ortaklaşa yer aldığı bir mektupla (14 Ekim 1960) bu haksız ve yakışıksız tutum protesto edildi. Dört ay süren tutukluluğu beraatla neticelendi. Karşılaştığı bu kaba ve hoyrat muamele ile ruhen ve maddeten sarsılmış olan Köprülü, 18 Aralık 1961’de dava arkadaşlarıyla birlikte Yeni Demokrat Parti’yi kurarak son bir siyasî hamle daha yapmak istedi. Ancak partinin daha adından başlayarak hemen hemen her siyasî faaliyeti müdahaleye uğradığından siyasî hayattan çekilmeyi uygun gördü. İçine düştüğü kırgın ruh haliyle kitaplarına dönen Köprülü, 1962 yılında yeniden basılmasına ihtiyaç duyulan Türk Sazşairleri Antolojisi’nin önceki neşrinde (1940) eksik kalmış ilk cildiyle birlikte tam ve yeni bir neşrini hazırladı; ayrıca geniş bir giriş kısmı düşündüğü, Nâmık Kemal’in Renan Müdafaanâmesi’nin yeni harfli metnini yayımladı. 1964 Ağustosunda kaleme aldığı “Orta Asya Türk Dervişliği Hakkında Bazı Notlar” ise (TM, XIV [1965], s. 259-262) onun son ilmî yazısı oldu. Köprülü, politikadan tamamen el çektiği günlerde eski harflerle basılan eser ve yazılarından bazılarının yeni baskılarını hazırlamakla meşgulken 15 Ekim 1965’te Ankara’da geçirdiği bir trafik kazasından sonra bakımındaki bazı hata ve ihmaller yüzünden ortaya çıkan komplikasyonlar neticesinde nakledildiği İstanbul Baltalimanı Hastahanesi’nde 28 Haziran 1966’da vefat etti. 1 Temmuz Cuma günü İstanbul Üniversitesi merkez binasında sade bir törenin ardından doğduğu evin pek yakınında atalarının yattığı Köprülüler Türbesi’nde toprağa verildi. 
 
İlmî Şahsiyeti-Prensipleri ve Metodolojisi. Fuad Köprülü, edebiyat ve fikir hayatına girişinin daha ilk zamanlarından başlayarak kendisinden ilim yolunda parlak başarılar, büyük eserler beklenen bir sima olarak karşılanmıştır (Süleyman Nazif, “Abdülhak Hâmid”, SF, XLI, nr. 1044, 26 Mayıs 1327, s. 77; Fazıl Ahmed [Aykaç], s. 251-252). Köprülü’nün fikrî ve ilmî şahsiyetinin dikkat çekici tarafı olan çok cephelilik, birbirinden farklı alanlarda kalem oynatma, değişik ihtisas sahalarında eserler verebilme kabiliyeti gençlik yıllarında ilk işaretlerini vermiş, bu durum yadırganarak karşıtlarınca bir tenkit vesilesi yapılmıştır. Köprülü’ye bu cepheden yönelik tenkit, her şeyden bahse kalkışmaması ve başkalarına tepeden bakmaması tavsiyesiyle birlikte gelir (Celâl Sâkıb, “Tetebbû Karşısında Mehmed Fuad Bey”, Genç Kalemler, nr. 20, 27 Nisan 1928 [1912], s. 191, 193-194). Onun bu özelliği ilmî şahsiyetini kabul ettirdiği çok sonraki yıllarda bile tenkide konu olmuştur (Süleyman Nazif, “Haksız Bir Telakki”, SF, nr. 1430, Mart 1924, s. 363). Edebiyat ve estetik konuları etrafındaki gençlik yazılarının, yaptığı tercümelerin tenkitlere uğraması onun kendisini geliştirmeyi düstur edinmiş mizacını yıldırmamış, tuttuğu yolda yürümekten caydırmamıştır. Fecr-i Âtî yıllarının herhangi bir orijinallik atfedilemeyecek yazıları onun istidadını, merak ve ilgilerini haber vermenin yanı sıra fikrî bir hazırlık hizmeti görmüştür. 
 
Köprülü’nün başlangıçta Batı edebiyatı istikametinde olan ilgisinin bir müddet sonra Osmanlı sahasına meyletmesi çok geçmeden Türkçü cepheye geçmesiyle Yûnus Emre’ye ve daha gerilerde Ahmed Yesevî, Çağatay edebiyatı ve İslâm öncesi Türk edebiyatı çizgisine uzanmıştır. Türk Yurdu’nda Yûnus Emre hakkındaki makale dizisi, Bilgi Mecmuası’ndaki “Hoca Ahmed Yesevî, Çağatay ve Osmanlı Edebiyatları Üzerindeki Tesiri” adlı yazısı, beş altı sene sonra doğacak Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ın bir nüvesini teşkil etmiştir. Yine Türk Yurdu’nda “Dokuzuncu ve Onuncu Asırlardaki Çağatay Şairler” dizisi ise kırk yıl kadar sonra İslâm Ansiklopedi’sindeki “Çağatay Edebiyatı” maddesinin öncüsü olarak ortaya çıkar. Anadolu beylikleri ve Oğuz etnolojisi etrafındaki ilk araştırmaları içinden de Les origines de l’Empire ottoman gelecektir. 
 
Fuad Köprülü, bizzat kendi ifade ettiği üzere devamlı surette ileride yazacağı eserlerin hazırlığı içindedir. Geniş not alma sistemi bu hazırlanışın en büyük yardımcısı olmuş, yayıldığı çok geniş alanların her birinde attığı küçük çaplı ilk adımlar onu zaman içinde daha büyük ve terkibî incelemelere götürmüştür. Köprülü’nün ilmî şahsiyetinin en ön planda bir karakteri olan saha genişliği, içine aldığı çeşitli şubeleri ve ilgi merkezleriyle şu bilançoyu meydana getirmektedir: a) Edebiyat Tarihi. İslâm öncesi ve sonrası Orta Asya Türk edebiyatları, bu kadro içinde ayrı bir inkişaf merhalesi olarak Çağatay edebiyatı-Batı grubu Türk edebiyatları, Kıpçak-Âzerî-Osmanlı klasik edebiyatları. b) Türk Halk Edebiyatı. Âşık edebiyatı (saz şairleri), halk hikâyeleri ve halk hikâyeciliği, meddahlar-meddahlık, tasavvufî halk edebiyatı, tekke edebiyatı, mutasavvıf halk şairleri. c) Türk Din Tarihi. Anadolu’da Türk yerleşiminin ilk devirlerinde dinî-mezhebî-tasavvufî hareketler, Anadolu’da İslâmiyet, Bektaşîlik-heterodoks dinî zümreler ve hareketler, “hagiographie”, din tarihi ve siyasî kuruluşlarıyla ilgili olarak Oğuz etnolojisi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu meselesi, orta zaman Türk devletleri tarihi. d) Biyografi. Şairler (Türk-İran), tezkireciler (Türk-İran), tarihçiler (Türk-İran), orta zaman Türk hükümdarları. e) Dil tarihi. Tarihî ıstılahlar, onomasti, geçmiş asırlardaki folklorik ve sihrî inançlar, orta zamanlar sosyal ve medenî müesseseler tarihi, vakıf müessesesi tarihi, hukuk tarihi, örfî hukuk, amme hukuku-hukukî teamüller, hukukî semboller, iktisat tarihi. f) Epigrafi-Nümismatik. g) Genetik cepheden Türk sanat tarihinin bazı temel problemleri, tezyinî sanatlar tarihi, Türk nakış (minyatür) tarihi, klasik Türk mûsikişinasları. h) Türkoloji tarihi, Türkolog ve müşteşrik portreleri, kitâbiyat, Türkoloji yayın ve araştırmaları aktüalitesi, nekroloji. i) Türkiye’nin kültür meseleleri, yeni Türk edebiyatı aktüalitesi (1935’lere kadar). 
 
Köprülü’nün şahsına münhasır bu saha genişliği ve çok yönlülük, Türkoloji ilminin gelişmesine hız kazandıracak bir değer ve hizmeti de beraberinde getirmiş, orijinal araştırmalarının sunduğu yeni meseleler ve bilgiler Türkoloji’ye yeni ufuklar açmıştır. Çalışmalarını dar bir ihtisas sahası içinde hapsetmeyip konuları Türk ve orta zaman İslâm tarihinin umumi kadrosu içinde ele alması Köprülü’ye geniş bir görüş ve kavrayış imkânı sağlamıştır. Meselâ Osmanlı Devleti’nin kuruluşu meselesini dar bir mecradan çıkarıp çözüm yolunda çok ileri bir seviyeye ulaştırmış olmasında yukarıda tablosu verilen araştırma dallarındaki çalışmalarının topluca ve ehemmiyetli ölçüde hissesi vardır. 
 
Fuad Köprülü araştırmalarını çerçevesi dar, münferit vâkıa ve konulara hasretmek yerine Türk tarihi ve kültürünün umumi kadrosu içinde rol sahibi konu ve meselelerle uğraşmayı tercih etmiş, teferruat üzerinde durmamıştır. Bundan dolayı özellikle edebiyat tarihi sahasındaki monografilerinde biyografik alana fazla heves göstermemiştir. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’da ele aldığı Yûnus Emre ve Ahmed Yesevî’nin hal tercümeleri bir istisna gibi görünürse de bunlarda asıl mesele, onların hayatlarından ziyade mensup oldukları fikrî cereyan ve temsil etmekte oldukları Orta Asya ve Küçük Asya arasındaki kültür birliğidir. 
 
Gençlik yıllarının hevesiyle Bursalı Ahmed Paşa ve Şeyh Galib’in hal tercümelerine merak saran Köprülü buna bir müddet sonra Bâkî’yi de dahil etmiştir. Bu üç şair hakkında biyografi dizileri meydana getirmiş, ancak bunlar tefrika halinde kalmıştır. Divan Şiiri Antolojisi’nin bu şairlere dair müstakil fasikülleri ise daha önce yazdıklarının bir hulâsası mahiyetindedir. Yayımlanan divanlarının başına koyduğu Fuzûlî ve Nedîm biyografileri İbnülemin Mahmud Kemal’in yazdığı benzerlerine nisbetle çok daha muhtasardır. Divan Şiiri Antolojisi’nin bazı fasiküllerinde yer alan şair hal tercümeleri o şairlere dair birer mukaddime niteliğindedir. İslâm Ansiklopedisi’nde divan şairleriyle ilgili maddeleri de sınırlı çerçeveleri itibariyle kendisini fazla teferruata sevkedecek mahiyette değildir. Âşıkpaşazâde, Beyhakī, Cûzcânî, Cüveynî, Devletşah gibi tarihçilere ait hal tercümeleri, orta zaman tarihiyle ilgili meseleler etrafında ele alınmaları itibariyle Köprülü’nün tercihleri arasında kolayca yer bulabilmiştir. 
 
Köprülü’nün metodunun esası, teferruat arasında kaybolmadan ele alınan konu veya meseleyi menşelerinden itibaren tarihî tekâmülü (seyri) içinde takip ve tetkik etmektir. Köprülü’ye göre üzerinde durulan meselenin umumi tarih veya medeniyet ve kültür tarihinin genel çerçevesi içinde genetik bir tarzda incelemeye tâbi tutulması, onun hakiki mahiyetini anlama hususunda en isabetli ve ilmin gereği bir tutumdur. Genetik tutum, bir sosyal müessese veya kültür olgusunun orijinalliğini veya ne yolda ve ne mahiyette bir iktibas mahsulü olduğunu tesbit hususunda en emin metottur. 
 
Fuad Köprülü’de genetik metot, Türk kültürüyle ilgili her vâkıa veya müesseseyi sınırlı bir mekân veya zaman yahut sınırlı bir siyasî ve etnik kadro yerine, bütün Türklüğü en geniş zaman ve mekân kadrosu ile kuşatabilecek bir “kül” suretinde ele almayı esas kabul eden bir görüşün emrindedir. Buna göre Anadolu Türklüğü’nde edebiyat ve sosyal müesseseler, diğer sahalardaki Türklüğün edebiyat ve sosyal müesseselerinden ayrı ve kendi başlarına bir seyir takip etmiş olmayıp diğer sahalardaki Türklük ile müşterek bir mâzinin devamıdır. Bundan dolayı başta edebiyat olmak üzere Türk kültür ve medeniyet müesseselerini, Orta Asya içerlerinden Akdeniz ve Adriyatik kıyılarına kadar bütün Türklüğün en az on üçon dört asırlık seyir ve tekâmülünü bir bütün olarak incelemek gerekir. 
 
Köprülü’nün Türk edebiyatı tarihi sahasında ortaya attığı bu görüş ve tatbik ettiği metot Türk hukuk ve sosyal müesseseler tarihinde de çok değerli neticeler vermiştir. Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülâhazalar adlı geniş araştırmasında Köprülü, o zamana kadar Bizans’tan alınmış oldukları kabul edilegelen çeşitli sosyal müessese ve unsurların menşeinin Bizans’la temastan çok önceki devir ve sahalardaki Türklüğe ait bulunduğunu bu metot ve görüşe dayanarak meydana çıkarmış, bu konudaki ön yargıları kökünden sarsmıştır. Onun medeniyet ve sosyal tarihimizi tetkik ederken en başta gelen gayesi, Batı ilim âleminin Türkler hakkındaki menfi hükümlerinin yanlış ve temelsiz olduğunu ortaya koymak olmuştur. Türk tarihi ve kültürüyle ilgili hemen her çalışmasında bu tutum ve bu amaç daima kendini gösterir. 
 
Fuad Köprülü’nün bütün ilmî çalışma ve araştırmaları Türklüğün medeniyet ve kültürünü objektif ve gerçekçi bir tutumla ortaya koymak, Batı dünyasının Türklüğün hak ve rolünü inkâr veya göz ardı etmek isteyen taraflı ve sübjektif kanaatlerini tashih etmek gayesi etrafında toplanır. Köprülü bununla yetinmeyerek periyodik yayın organlarındaki yazılarıyla geçmişimize karşı kuvvetli bir ilginin uyanması, millî tarihimizin ilmî usullerle araştırılması yolunda adımlar atılmasını sağlamaya çalışmıştır. Tarih ve kültürümüzü yabancılardan öğrenmek durumunda kalınmasını hem ilmî hem millî bir haysiyet meselesi olarak kabul eden Fuad Köprülü, bu iki esas vasıfla mücehhez modern Türk tarihçiliğinin teşekkülü için üniversitedeki dersleri, çeşitli müesseselerdeki konferansları, periyodik yayın organlarındaki yazı ve tenkitleriyle devamlı bir gayret içinde bulunmuştur. 
 
Köprülü’nün hocalığı ve ilmî hayatı boyunca yol açıcılık görevini de yerine getirmeye çalıştığı belirtilmelidir. Bu misyonunu gerçekleştirmek için çok defa ilk başlatıcı olmuş, bir insan ömrüne sığması mümkün olmayacak proje ve tasavvurlarının gerisinin getirilmesini gelecek nesillere birer tavsiye olarak havale etmiştir. Devamını getirmemiş olduğu Türk Edebiyatı Tarihi, Türkiye Tarihi, Anadolu’da İslâmiyet, Türk Halk Ansiklopedisi ve hazırlanmakta, hatta basılmakta olduğunu haber verdiği bir yığın eser projesi, bugün için Türkoloji dünyasının araştırmacılarını bekleyen çalışma alanları olarak ortada durmaktadır. 1950’den itibaren içine girdiği siyasî faaliyetin yazmayı tasarladığı eserlerin hiç değilse bir kısmının gerçekleşmesini önlediği muhakkaktır. Bunların arasında meselâ hazırlamakta olduğunu haber verdiği Orta Zaman Türk Medeniyeti Tarihi’nin ortaya çıkmaması Türk kültürü ve Türkoloji için telâfisi güç bir kayıptır. 
 
Fuad Köprülü’nün gaye, prensip ve metot bakımından ana hatları belirtilmeye çalışılan araştırmalarının diğer meziyet ve vasıfları, onların teknik ve kompozisyon yapıları bakımından ayrıca ele alınıp açıklanmasıyla daha iyi anlaşılabilecektir. Onun bütün monografilerinde her şeyden önce kendini hissettiren bir plan fikri ve mantıkî bir nizam hâkimdir. Köprülü, bir konu veya meseleyi ele aldığında önce o zamana kadar üzerinde yapılmış yayın ve çalışmaları, bunların ne seviyede bulunduğu, varsa düzeltilmeyi ve tamamlanmayı gerektiren taraflarını belirtir, ardından o konuda sağlam ve güvenilir neticelere varmak, incelenen vâkıanın gerçek mahiyetini belirleyebilmek için ne gibi usul takip etmek gerektiğini vazederek esasa girer. Kaynaklara hâkimiyet, mevcut literatürden âzami derecede faydalanma gayreti, bunun sağladığı kitâbiyat zenginliği, konunun sübjektif tercihlerden sıyrılmış bir tarafsızlıkla işlenmesi, mantıkî berraklık ve muğlak nokta bırakmayan açık bir dille ifade edilmesi onun yazılarının değişmez özellikleridir. Bunları Batılı müelliflere mahsus bir imtiyaz gibi görmeye alışık olan Avrupa ilim çevreleri, genç bir Türk müellifinin elinden çıkmış Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’da bu özellikleri gördüklerinde hayretten ve onu takdir etmekten kendilerini alamamışlardır. 
 
İlmî hayatı ile iç içe yürüyen hal tercümesinin ve bu sahadaki yüksek seviyesini belirten bütün açıklamaların bir yekününü 1925 yılında onu, sonraki büyük ve ünlü çalışmalarının daha adı bile ortada yokken Sovyet İlimler Akademisi’ne muhabir üye olarak teklif eden Barthold, Krackovskij ve Oldenburg’un ortak imzalı raporlarının şu ifadelerinde görmek mümkündür: “Yukarıdaki izahlarımızdan anlaşılıyor ki Köprülüzâde’nin tetebbuları sayesinde Türkiyat ilim sahası, gerek tarih ve gerek lisâniyat itibariyle evvelki vaziyetiyle kıyas olunamayacak derecede yükselmiştir” (“Zapiska ob uçeniḫ trudaḫ Köprülü Zade Fuad Bey”, İzvestiya Akademii Nauk SSSR, Leningrad, XIX, VI. seriya, nr. 18, Novyambr 1925, s. 895-898, T trc. A[kdes] N[imet], “Köprülüzâde Mehmed Fuad Bey”, TM, II [1928], s. 559). Günümüzde Köprülü, ilim çevrelerince Türkoloji’de bir deha olarak kabul edilmektedir. 
 
Köprülü’yü olumsuz yönden gören ve gösteren aykırı bakışların da bulunduğu kaydedilmelidir. Bunlar Marksist görüşe bağlı olarak onu yıpratmak gayesini taşıyan ideolojik cephe, eski partisiyle kurucusu olduğu partideki siyasî hasımları ve bu ikisinin dışında olup onun bazı tutumlarını kusurlu bulanlar olarak üç gruba ayrılabilir. Marksist hücum ve tenkit cephesinin en belirgin ifadesi A. Cerrahoğlu’nun (Kerim Sadi) Tarih Anlayışı Olmayan Tarihçi: Fuat Köprülü adlı kitapçığında (İstanbul 1964) görülebilir. Taşıdığı isim bile tek başına bu kitabın mahiyeti hakkında fikir vermeye yeterlidir. Buna Köprülü’yü yalnızca olumsuz yönden göstermeye çalışan yazılar da ilâve edilebilir (H. Altunyay, “Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü”, Tarih ve Toplum, nr. 38, Şubat 1987, s. 115-120; Mahmut Şakiroğlu, “Yeni Bir Kitap ve Eski Bir Makale Vesilesiyle Fuad Köprülü”, a.g.e., nr. 63, Mart 1989, s. 149-151; Mete Tunçay - Haldun Özen, “1933 Dârülfünun Tasfiyesi veya Bir Tek Parti Politikacısının Önlenemez Yükselişi ve Düşüşü”, a.g.e., s. 9-10, 13, 16). Siyasî hasımlarının tenkitleri içinde dozu en ağır olanlar Âşinâ Yüzler (İstanbul 1965, s. 169-184) ve Babamın Arkadaşları (3 bs., İstanbul 1969, s. 162-168) adlı kitapları ile Samet Ağaoğlu’dan gelir. Ağaoğlu’nun kin ve hiciv yüklü yazıları Köprülü aleyhtarları için devamlı başvurulan bir referans teşkil etmiştir. Köprülü’yü bazı tutumları yönünden beğenmeyen şahsiyetler arasında Mahir İz (Yılların İzi, 2 bs., İstanbul 1990, s. 252-253, 334) ve Münevver Ayaşlı (İşittiklerim ve Gördüklerim, Bildiklerim, İstanbul 1973, s. 187-189) gibi kişiler de zikredilebilir. Basında Köprülü aleyhindeki yazıların az olduğu söylenemez. Bu arada divan edebiyatı hakkında iki aykırı görüşündeki tutarsızlık dolayısıyla Hüseyin Cahit Yalçın’ın bir tenkidini de unutmamak gerekir (“Edebiyat Gecesi”, Fikir Hareketleri, nr. 169, 16 Kânunusâni 1936, s. 203-204). 
 
Bunların dışında son zamanlarda sağlam bir tarih ve Türkoloji formasyonuna sahip olmaksızın çok defa amatörce bir yaklaşımla Fuad Köprülü’nün tarihçiliğinin sorgulanma ve yargılanma konusu edildiği görülmektedir. Sırf I. Türk Tarih Kongresi’ndeki durum ve tutumundan hareketle onu yargılayan çalışmanın (Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih: Türkiye’de “Resmî Tarih” Tezinin Oluşumu [1929-1937], İstanbul 1992, s. 130-137, ayrıca “Dizin”, s. 227) yanında, çeşitli yorum ve değerlendirmeleriyle şu yazılar da yer alır: Ertan Eğribol, “Fuat Köprülü’nün Tarihçiliği” (Sosyoloji Dergisi, dizi: III, nr. 4, 1997, s. 49-60); Bülent Arı - Selim Aslantaş, “Türkiye’de Modern Tarihçiliğin Öncüsü: Fuad Köprülü” (Doğu-Batı, yıl: 3, nr. 12, Ağustos Ekim 2000, s. 193-205); Hanefi Palabıyık, “Ord. Prof. Dr. Mehmed Fuad Köprülü İlmî Hayatı ve ‘Türkiye Tarihi’ Eseri Münâsebetiyle Tarih Anlayışı” (Atatürk Dergisi, III/3, Ocak 2003, s. 7-29). Bu kategori dışında olmak şartı ile Köprülü’nün tarihçiliğiyle ilgili olarak şu yazı da zikredilmelidir: Fethi Gedikli, “Fuad Köprülü ve Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası ve Türk Hukuk Tarihi Dergisi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (nr. 1, 2003, s. 433-441). Köprülü’nün günümüze kadar lâyıkıyla tahlil ve tetkik edilmemiş bulunan tarihçiliği hakkında en salâhiyetli tesbit ve açıklamalar Osman Turan, Mehmet Altay Köymen, Halil İnalcık ve Ahmet Yaşar Ocak tarafından ortaya konulmuştur. 
 
Fuad Köprülü’nün çok cepheli zengin şahsiyetini kuşatacak çapta müstakil bir monografi henüz yazılamamıştır. İlmî olmak yerine sırf ideolojik yönden Köprülü’nün tarihçiliğine bakmak isteyen A. Cerrahoğlu’nunki bir tarafa bırakılırsa biri yine hacimce çok ufak olmak üzere ortada şu üç eser vardır: 1. Ali Galip Erdican, Mehmet Fuat Köprülü, A Study of His Contribution to Cultural Reform in Modern Turkey (Hartford / Conecticut-İstanbul 1974, 63 sayfa). Köprülü’nün hayatı hakkında kısa bir giriş mahiyetinde olan ilk bölümden sonra ikinci bölümünde Türkiye’de girişilmiş dinî reform hareketlerinde Köprülü’nün yeri, üçüncü bölümde dil ve eğitim reformları içindeki durumu, kendisiyle yeni kurulan ilâhiyat fakülteleri arasındaki hususlar ele alınmıştır. 2. George T. Park, The Life and Writings of Mehmed Fuad Köprülü: The Intellectual and Turkish Modernization (Baltimore 1975). Amerika Birleşik Devletleri Johns Hopkins Üniversitesi’nde 1972’de doktora tezi olarak hazırlanan çalışma şimdiye kadar Köprülü üzerinde yapılmış en hacimli monografidir (432 sayfa). Köprülü’nün şahsiyetini tarihçi ve Türkolog olmaktan çok Türkiye’nin modernleşmesindeki rolü bakımından değerlendiren tezin geniş bibliyografyasına, onun dağınık yazılarını görme gayretine rağmen bunun dışında bekleneni verdiği söylenemez. Derin tahlillere gitmeyen, lüzumsuz bahislerin şişkinlik verdiği monografi hüsnüniyetle yürütülmüş iyi bir derlemedir (eserin kısa bir tanıtma ve tahlili için bk. Orhan F. Köprülü, “Köprülü Hakkında İhmal Edilemeyecek Bir Eser”, TK, XV, nr. 176, Haziran 1977, s. 507-510). 3. Halil Berktay, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü (İstanbul 1983). İsminin sınırladığı açıdan Fuad Köprülü’ye bir bakış getirmeye çalışan, içinde birtakım ideolojik zorlamaların yer aldığı bir çalışmadır. 
 
Eserleri. Köprülü’nün bazı makaleleri başlı başına bir kitap teşkil edecek hacimde olup bunlardan bir kısmı yabancı dillerde müstakil birer kitap olarak yayımlanmıştır. Bu sebeple eserlerinin makale ve kitap olmak üzere iki ayrı grupta ele alınması isabetli olmaz. Burada önemli makaleleri kitapları ile bir arada kronolojik sıra içinde verilmiştir. 1. “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” (Bilgi, nr. 1, Teşrînisâni 1329, s. 3-52). Köprülü bu çalışmayla yalnız Türk edebiyatı tarihinin değil, hukuktan sanat tarihine kadar Türk kültürünün diğer müesseseleri için de geçerli bir metodun temelini atmıştır. Bu makale, yıllar sonra kendisi tarafından yapılan ifade değişiklikleri ve bazı küçük rötuşlarla makaleler külliyatı içinde yeniden yayımlanmıştır (Edebiyat Araştırmaları, Ankara 1966, I, 3-47). 2. Türk Târîh-i Edebiyyâtı Dersleri (İstanbul 1329 [taş basma]). Dârülfünun hocalığına tayininin ilk ders yılında verdiği ders notlarıdır. Daha ilk adımda dersin adını öğretim programında “Osmanlı edebiyatı tarihi” yerine “Türk edebiyat tarihi”ne çevirmekle işe başlayan Köprülü’nün bu ders notlarının “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl”deki düşünce ve görüşlerinin ilk uygulaması mahiyetinde olması ve ilmî edebiyat tarihçiliğimizin bir başlangıç örneğini teşkil etmesi bakımından ayrı bir değeri vardır. 3. Türk Târîh-i Edebiyyâtı Derslerinden: Garb Türklerinde Edebiyat ve Şekl-i Tekâmülü (İstanbul 1330 [taş basma]). İkinci ders yılına ait olan bu notlarda Anadolu sahası Türk edebiyatı ve medeniyeti ele alınmaktadır. Türk edebiyatının Anadolu’da nasıl teşekkül ettiği meselesinden başlanıp Yûnus Emre’yi de içine alan dönem anlatılır. “Hayat ve Medeniyet” umumî başlığı altında: “Siyasî Hayat”, “İdâre Teşkilâtı”, “Ordu ve Askerlik”, “Saray Hayatı ve Eğlenceler”, “İçtimaî Sınıflar”, “Ma‘nevî Hayat: Tekkeler ve Şeyhler”, “Osmanlılar’dan Evvel Hayat-ı Fikriyye” gibi bahislerin yer aldığı eser, Köprülü’nün edebiyat tarihine bakışına hâkim olan sosyolojik görüşü çok belirgin surette ortaya koyması yanında Anadolu’nun din tarihi, Osmanlı Devleti’nin teşekkülü meselesi, Anadolu’daki ilk medenî ve hukukî müesseseler etrafında ileride büyük bir genişlik ve derinlik kazanacak ilk dikkat ve başlangıçları aksettirmesi itibariyle ayrıca bir değer taşımaktadır. 4. Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı, Menşelerden Nevşehirli İbrâhim Paşa Sadaretine Kadar (İstanbul 1332). Şehâbeddin Süleyman ile birlikte hazırladığı, sadece ilk cildi çıkabilmiş olan eserin 1914 olan gerçek yayım tarihi hep 1916 olarak gösterilmiştir. 1914’te basılmış olmakla beraber hazırlanışı daha önceki yıllara çıkan bu ders kitabı, o zamana kadar ortaya konulmuş diğer eserlere nazaran daha ileri bir zihniyetle kaleme alınmıştır. Ali Emîrî Efendi, kitapta tesbit ettiği bazı bilgi yanlışlarını belirttiğinde Köprülü bunların kendisine değil o sıralarda artık hayatta bulunmayan Şehâbeddin Süleyman’a ait olduğunu ileri sürer. 5. “Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe” (MTM, nr. 1, Mart-Nisan 1331, s. 5-46). Önce Veled Çelebi’nin bazı ilk bilgiler vermeye çalıştığı, sonraları Rıza Tevfik’in bazı ilhamlar estirmek istediği bu sahada ortaya konulmuş ilk ilmî monografidir. Makalelerine tahsis edilen külliyatta yeni harflerle de bir neşri yapılmıştır (Edebiyat Araştırmaları, 1966, I, 195-238). 6. “Türk Edebiyatının Menşei” (MTM, nr. 4, Eylül-Teşrînievvel 1331, s. 5-78). Müellifin basıma hazır Türk Edebiyatı Tarihine Medhal adlı eserinin I. cildinden alınmış olduğu kaydıyla yayımlanan bu monografi Köprülü’nün vazettiği edebiyat tarihi metodunun güzel bir örneğidir. Makaleler külliyatı içinde kendisi tarafından yeni harflerle de neşri gerçekleştirilmiştir (Edebiyat Araştırmaları, I, 49-130). 7. “Selçûkîler Zamanında Anadolu’da Türk Medeniyeti” (MTM, nr. 5, Teşrînisâni-Kânunuevvel 1331, s. 193-232). Vak‘acı-hikâyeci tarih zihniyeti yerine sosyal hayat ve müesseselere ön planda yer veren tarihçilik yolunda Köprülü’nün ilk ciddi adımlarından birini haber veren bu yarım kalmış monografi, onun Anadolu’nun din tarihi ve orta zaman sosyal müesseseleri tarihi üzerinde geliştireceği çalışmalarının bir başlangıcını teşkil eder. 8. Nasreddin Hoca (İstanbul 1918). Hece vezninde ve çok sade bir dille kaleme alınan bu manzumeler Köprülü’nün mizaha yatkın esprili zekâsını aksettirmektedir. 9. Tevfik Fikret ve Ahlâkı (İstanbul 1918). Köprülü, Tevfik Fikret’in ölümünden az sonra onun şahsiyeti etrafında başlayan tartışmalar münasebetiyle kaleme almak ihtiyacını duyduğu bu denemede şair hakkında objektif bir değerlendirme ortaya koyar. 10. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919). İç kapağındaki 1918 tarihine bakılarak bu tarihte yayımlandığı sanılan eserin baskısı son sayfasında kaydedildiği üzere 1919 yılının Kasım ayında tamamlanmıştır. Ahmed Yesevî’nin temsil ettiği Orta Asya Türk tasavvufunun Anadolu’da Yûnus Emre ile devam ettiği tezi üzerine kurulan eser biri Ahmed Yesevî’ye, diğeri Yûnus Emre’ye dair iki esas bölümden meydana gelmektedir. Ancak bu iki mutasavvıfın biyografileriyle yetinilmeyip yetiştikleri kültür çevresi, zamanlarının tarihî şartları, bu şartların onların dinî ve tasavvufî görüşlerinin yayılmasındaki tesirleri kuvvetli bir sosyoloji birikiminin eşlik ettiği geniş bir tarih vukufu ile izah edilmiştir. Latin harfleriyle ikinci baskısında Köprülü’nün bizzat düzeltme ve ilâvelerde bulunduğu eser (krş. Fuad Köprülü, “Ahmed Yesevi”, İA, 1941, I, 210-215) günümüzde çeşitli sahalarıyla Türkoloji’nin vazgeçilmez bir klasiği olmuştur. Kitabın bu ikinci baskısından (1966) sonra ifadece sadeleştirmeler ve bazı yeni notlar ilâvesiyle daha itinalı üçüncü baskısı gerçekleştirilmiş (1976), bunu günümüze kadar aynı tertiple diğer baskılar takip etmiştir. Kompozisyon ve ifadesindeki mantıkî sağlamlık, zamanının Türkoloji’sine çeşitli yönlerden ilâve ettiği yeni bilgi ve görüşler, vazettiği çığır açıcı metot, kültür geçmişimizin tetkiki meselesinde ortaya attığı millî tez gibi fikir hayatımız için hepsi yeni şeyler olan meziyetleri yanında Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ın önemli bir özelliği de kaynak zenginliğidir. 11. Türk Edebiyatı Tarihi (Birinci kitab: Kable’l-İslâm Türk Edebiyatı [İstanbul 1920]; İkinci kitab: Ba‘de’l-İslâm Türk Edebiyatı, İstanbul 1921). Bu son cüzde Moğol istilâsına kadar Türk edebiyatına ait üçüncü kitabın da yakında çıkacağı bildirilen eser, İslâm öncesi çağdan başlayıp Osmanlı edebiyatının yanı sıra Çağatay ve Âzerî şubeleri gibi henüz ilmî surette tetkik edilmemiş Türk lehçelerinin edebiyatlarını, ayrıca Türkler’in hâkim oldukları Mısır, Hindistan, Hârizm, Kıpçak ve Kırım gibi sahalarda vücuda gelen şubelerini de içine alan ilk ilmî kitaptır. Aynı zamanda bir yönüyle Türk ruhunun asırlar boyunca geçirdiği seyri terkibî olarak gösteren bir medeniyet tarihi olarak da vasıflandırılır. Eser 1926-1928 yılları arasında çok daha genişletilmiş şekliyle fasiküller halinde yayımlanarak kitap şeklini almıştır. Hakkında 1920-1921 baskısından başlayarak yurt içinde ve dışında birçok tanıtma ve değerlendirme yazısı yayımlanmıştır (Kraelitz, MOG, II, 1923-1925; J. H. Mordtmann, OLZ, nr. 5, May 1923, s. 226-227; sırasıyla T. tercümeleri, TM, II [1928], s. 449-451, 451-452). 12. “Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’sîrâtı” (DEFM, sene: 2, nr. 1, Mart 1922, s. 1-30). Âşık edebiyatı geleneğini Ermeni edebiyatı tesirine bağlamak isteyen görüşe karşı yazılmıştır. Ermeni edebiyatındaki “aşuğ” sözünden başlayarak birçok hususta Türk şiirinin orijinal bir kolu olan âşık edebiyatının bu edebiyat üzerinde bıraktığı tesirler delilleriyle ortaya konularak objektif bir surette ispat edilmektedir. 13. “Anadolu’da İslâmiyet. Türk İstilâsından Sonra Anadolu Târîh-i Dînîsine Bir Nazar ve Bu Tarihin Menbaları” (DEFM, sene: 2, nr. 4, Eylül 1922, s. 281-311; nr. 5, Teşrînisâni 1922, s. 384-420; nr. 6, Kânunusâni-Mart 1923, s. 457-486). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’da incelemesine giriştiği konuyu daha da genişletip işleyen bu çalışmada hareket noktası, aynı konuyu ele alan Babinger ile diğer bazı müsteşriklerin hatalı görüşlerini düzeltme düşünce ve ihtiyacıdır. Anadolu Türklüğü’nün geçmişiyle ilgili çeşitli konulara temas eden bu zengin muhtevalı tamamlanmamış monografide ileride bir araştırma odağı haline getireceği Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş âmilleri meselesi de ayrıca ele alınır. Köprülü’nün çalışması Babinger’in aynı isimdeki makalesinin Türkçe tercümesiyle birlikte (“Anadolu’da İslâmiyet”, DEFM, sene: 2, nr. 3, Temmuz 1922, s. 188-221) yeni harflerle de yayımlanmıştır (F. Babinger - F. Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, nşr. Mehmet Kanar, İstanbul 1996). Köprülü’nün bu çalışması, California Utah Üniversitesi adına onun ve Babinger’in şahsiyetlerine dair bir önsöz ilâvesiyle beraber İngilizce’ye tercümesiyle birlikte neşredilmiştir (Islam in Anatolia After the Turkish Invasion [Prologomena], trc. Gary Leiser, Salt Lake 1999). 14. Türkiye Tarihi (İstanbul 1923). Türkiye Türklüğü’nün tarihini Orta Asya’dan ve Hunlar çağından başlatan bir tarih görüşüne dayandıran eserin ilk cildi olan kitap Anadolu’nun fethinden önceki devreyi içine alır. Atatürk’ün tebrik ve takdirini kazanan eser Emin Âli (Çavlı) tarafından bilgi yanlışları, tezatlar ve nisbetsizliklerle dolu olduğu ileri sürülerek metotsuzluk isnadının yanı sıra Hunlar’ı da Türk olarak göstermiş olmakla tenkide uğrar (“Türkiye Tarihi”, Son Telgraf, nr. 40, 1924). Emin Âli, bununla kalmayıp Meslek gazetesinde başka bir makalesi ve Hunlar’ın Türk olmadığı iddiasını tekrarladığı bir konferansı ile sataştığı Köprülü’den hak ettiği cevabı almıştır (“Bir Mülâkat: Türk Tarihi Nereden Başlar?”, Millî Mecmua, nr. 31, 15 Şubat 1341, s. 498-499). Eserin yakında çıkacağı ilân edilen Timur İstilâsına Kadar Garb Türkleri adlı ikinci cildinin yayını gerçekleşmemiştir. 15. Bugünkü Edebiyat (İstanbul 1924). Fuad Köprülü’nün çeşitli dergilerde millî edebiyat meselesi etrafında yazdıkları başta olmak üzere yeni çıkan edebî eserleri, ölümleri gibi vesilelerle bazı son devir edebiyatçıları hakkındaki yazılarını bir araya getirmektedir. Hüseyin Dâniş ile İran edebiyatı dolayısıyla yaptığı münakaşa ve tenkitlere ait altı yazısı da burada yer alır. 16. Türk Târîh-i Dînîsi (İstanbul 1925 [taş basma]) İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nde okuttuğu ders notlarıdır. İslâm öncesinden Şamanizm ile başlayarak konuyu tarih, edebiyat, etnoloji ve folklor zemininde ele alıp Anadolu’da İslâmiyet’e kadar getiren eser üzerinde bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (1991, Abdullah Aykın, Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün, “Türk Târîh-i Dînîsi”, Adlı Eserinin Transliterasyonu ve Değerlendirilmesi, Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi). 17. “Meddahlar. Türklerde Halk Hikâyeciliğine Dair Notlar” (TM, I [1925], s. 1-45). Türk halk edebiyatının bu orijinal kolu hakkında yeni bilgiler getiren, zengin malzemeler kazandıran geniş bir araştırmadır. 18. “Oğuz Etnolojisine Dair Tarihî Notlar” (a.g.e., I [1925], s. 185-211). Etnolojiyi, Türk tarihinin siyasî ve içtimaî bazı hadiselerinin anlaşılmasına yardımcı olan bir disiplin kabul eden bir yaklaşımla kullanmanın örneğini vermektedir. 19. “Lutfi Paşa” (a.g.e., I [1925], s. 119-150). Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamı Lutfi Paşa’nın hayatını yeni dikkatlerle tetkik eden örnek bir hal tercümesidir. 20. “Bektaşîliğin Menşeleri”. “Küçük Asya’da İslâm Bâtınîliği’nin Tekâmül-i Târîhîsi Hakkında Bir Tecrübe” (TY, II, nr. 8, Mayıs 1341, s. 121-140). Anadolu’da Türk yerleşiminden bu yana asırlarca sürmüş dinî hareketler ve heterodoks cereyanları anlama ve tetkik etmede doğru neticelere götürecek usulleri gösteren, bazı Batılı otoritelerin bu konuda düştükleri büyük hataları işaret ve tashih eden bir kongre tebliğidir. 1923’teki Dinler Tarihi Kongresi için hazırlanmış olan Fransızca’sı da ayrıca neşredilmiştir (Les origines du Bektachisme. Essai sur le développement historique de l’hétérodoxe musulmane en Asie mineure. Extraits des actes du Congrès international d’histoire des réligions tenu à Paris en 1923, Paris 1926, II, 391-411). 21. Âzerî Edebiyatına Ait Tedkikler (Bakû 1926). Âzerî edebiyat ve kültürüne devamlı ilgisine cemile olmak üzere Bakü Milletlerarası Türkoloji Kongresi’ne iştiraki vesilesiyle Âzer-Neşr müessesesi tarafından yayımlanan kitap Köprülü’nün Fuzûlî, Hasanoğlu, Habîbî ve Nâmî hakkındaki dört makalesini bir araya getirmektedir. 22. Türk Tarihi Dersleri: Anadolu Beyliklerine Ait Notlar (İstanbul 1927-1928). Mekteb-i Mülkiyye’nin ikinci sınıfında okuttuğu ders notlarıdır. Kitapta beyliklerin yanı sıra Moğollar devri Türk edebiyatı, Anadolu’da Moğol istilâsıyla ilgili bahislere de yer verilmiştir. Buradaki metin “Anadolu Beylikleri Tarihine Ait Notlar” adlı makalenin (TM, II [1928], s. 1-32) ön şeklidir. 23. Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Dîvân-ı Türkî-i Basît XVI’ıncı Asır Şâirlerinden “Edirneli Nazmî”nin Eseri (İstanbul 1928). 24. “Influence du Chamanisme turco-mongol sur les ordres mystiques musulmans” (İstanbul 1929). Yesevîlik’teki bazı seremonilerden Sarı Saltuk, Barak Baba gibi etraflarında efsaneler teşekkül etmiş şahsiyetlere kadar uzanan örneklerde kendini gösteren Şamanizm’den gelme motifleri ortaya koyan bir kongre tebliğidir. 25. “Türk Sazşairlerine Ait Metinler ve Tetkikler” Serisi: XVII nci Asır Sazşairlerinden Gevherî Hayatı ve Eseri (İstanbul 1929). 26. XIX uncu Asır Sazşairlerinden Erzurumlu Emrah (İstanbul 1929). 27. XVI ncı Asır Sonuna Kadar Türk Sazşairleri (İstanbul 1930). 28. XVII nci Asır Sazşairlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi (İstanbul 1930). 29. “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bâzı Mülâhazalar” (THİTM, I [1931], s. 165-313). Batı ilim âleminde akisler uyandıran bu büyük monografi Türk-İslâm sosyal müesseselerini kuşatmakla kalmayıp Batı toplumlarını, özellikle Bizans ve Balkan milletlerini de ilgilendirmesi dolayısıyla Batılı müelliflerce çeşitli tanıtma, tahlil ve tenkit yazılarının kaleme alınmasına yol açmış, ayrıca muhtelif Batı dillerine tercüme edilerek etrafında âdeta bir literatürün teşekkülüne yol açmıştır. Köprülü’nün, yayımından bir müddet sonra milletlerarası bir tarihçiler kongresinde ayrı bir tebliğle bu monografisindeki tezi ana hatlarıyla anlatma fırsatını bulması görüşlerinin yakından tanınmasını kolaylaştırmıştır (“Les institutions byzantines ontelles joué un rôle dans la formation des institutions ottomanes?” par. M. Fouad Koprulu, VIIe Congrès Internationale des Sciences Historiques, Warsaw 1933, I, 297-302) [Résumé des communications présentées au VIIe Congrès des Sciences Historiques de Varsovie, 1933, s. 297-302]. Meselenin Roma ve Bizans kültürüyle olan irtibatı bakımından kendilerini yakından ilgilendirdiği İtalyanlar, Şark Enstitüsü adına eserin tercümesini mükemmel bir baskı tekniğiyle ortaya koymuşlardır (Alcune osservazioni intorno all’influenza bizantine sulle istituzioni ottomane, trc. Centro e dell’Istito per l’Oriente, Roma 1953; tercümeye 1931’den sonra çıkmış konuyla ilgili yeni araştırma ve yayınlar ilâve edilmiştir). Eser İngilizce’ye de çevrilmiştir (Some Observations on the Influence of Byzantine Institutions an Ottoman Institutions, İng. trc. Gary Leiser, Ankara 1996; bibliyografyası, 1931’den bu yana çıkan ilgili yeni araştırma ve yayınların ilâvesiyle zenginleştirilmiştir). 30. Samanoğulları, 874-1005 (“Türk Tarihinin Anahatları”, eserinin müsveddeleri, nr. 53, Ankara 1932). Orta Asya’da ilk müslüman devletler meselesini ilgilendirdiğinden üzerinde durduğu bu devletin tarihine dair bir terkip tecrübesidir. 31. “Türk Edebiyatına Umûmi Bir Bakış” (Birinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1932, s. 308-320). 32. “Littérature turque ʿothmanli” (EI1 [Fr.], IV, 1932, s. 988b- 1018b). Türk edebiyatı tarihinin menşelerinden bu yana asırların seyri içinde panoramik bir bakışla terkibî surette bir değerlendirmesidir. XVI. asrın sonuna kadar olan bölümünün küçük farklarla Türkçe’si, “Anadoluda Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumî Bir Bakış” adıyla yayımlanmıştır (Yeni Türk, nr. 4, İkinci Kânun 1933, s. 277-292; nr. 5, Şubat 1933, s. 378-394; nr. 7, Nisan 1933, s. 535-553; ayrıca çok daha geniş surette; “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Bir Bakış”, Türk Tarihinin Ana Hatları, II. Seri Müsveddeler, nr. 41, Ankara 1944). 33. Eski Şairlerimiz. Divan Edebiyatı Antolojisi (İstanbul 1932-1934). 1932’den itibaren fasiküller halinde çıkmış, 1934’te 11. fasikülle kitap halinde tamamlanmıştır. Anadolu Selçukluları çağından başlayıp Nâmık Kemal ve Ziyâ Paşa’ya kadar divan şiiri vadisinde yazmış şairlerin eserlerinden seçilmiş parçalardan meydana gelir. 34. Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (İstanbul 1934). Çoğu dergi ve gazetelerde çıkmış on dokuz makalesinin geniş ölçüde rötuş ve ilâvelerle yeniden neşridir. 35. Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi (İstanbul 1935, cüz: 1). Sonraki cüzlerinin daha süratli çıkacağı kaydedildiği halde gerisi gelmeyen bu teşebbüs ileride girişilecek böyle bir hareket için bir örnek olmak üzere kalmıştır. “Ortaçağ ve Yeniçağ Türkleri’nin halk kültürü üzerine coğrafya, etnoloji, tarih ve edebiyat lugatı” başlığı eserde kuşatılmak istenen sahaları belirtmektedir (tanıtma ve tahlili için bk. Orhan Şaik Gökyay, Ülkü, VII/41, Temmuz 1946, s. 383-384). 36. Les origines de l’Empire ottoman (Paris 1935). 1934 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği üç büyük konferansı içine alan kitap Fuad Köprülü’nün akis yapmış eserlerinin başında gelir. Köprülü, Gibbons’un bu meseleye dair tezini kökünden çürütüp eski rivayet ve kanaatleri tamamen tasfiye ederken Batı ilim dünyasının önde gelen isimleri kitap hakkında kanaat, takdir veya bazı tenkitlerini gecikmeden ortaya koymuşlardır. Kitap Fransızca gibi yaygın bir dilde yazılmasına rağmen Rusça, Sırpça, Arapça ve İngilizce’ye çevrilmiştir. Eser, önce Rusça’ya tercüme edilerek teksir tekniğiyle çoğaltılmak suretiyle Rusya’daki ilmî kurumlara dağıtılmıştır (Porjeklo Osmansko Çarevine [Sırpça trc. Nedim Filipoviç], Sarajevo 1955; Kıyâmü’d-devleti’l-ʿOs̱mâniyye [Ar. trc. Ahmad as-Saîd Sülayman], Kahire 1967; The Origins of the Ottoman Empire [İng. trc. Gary Leiser], New York 1992). 1959’da Türkçe’si Türk Tarih Kurumu tarafından Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu adıyla, Nedim Filipoviç’in Sırpça tercümesinde Köprülü hakkındaki yazısı ile birlikte tafsilâtlı bir fihrist de ilâve edilerek yayımlanmış, ayrıca Orhan Köprülü eliyle 1972, 1986’da yeni baskıları yapılmıştır. 37. “Eski Türk Ünvanlarına Ait Notlar” (THİTM, II [1939], s. 17-32). Köprülü, Türk kültür ve amme hukuku tarihi bakımından büyük ehemmiyet taşıyan titülatür (unvanlar) sahası için gerekli tetkik usullerini de gösterdiği monografide hem yapılacak araştırmalara örnek, hem de bizzat konuya esas olan maddenin çözümü olmak üzere “saghunkök saghun, yughruş, çapar” unvanlarını büyük bir vukufla tetkik etmiştir. Bu araştırma Almanca olarak da yayımlanmıştır (“Zur Kenntniss der alttürkischen Titulatur”, KCs.A, I, Ergänzugsband, 1938, s. 327-344). 38. “Ortazaman Türk Devletlerinde Hukukî Senbôllerdeki Motifler” (THİTM, II [1939], s. 33-52). Orta zaman Türk-İslâm devletlerinde hâkimiyet kavramı ile sıkı ilgisi bakımından büyük bir ehemmiyet taşıyan hukukî semboller meselesinin tarihçesinin anlatılıp bu sahada yapılması gerekenlerin belirtildiği bu monografide bir tetkik örneği olmak üzere “ejderha” (dragon) sembolü ele alınmıştır. 39. “Mısır’da Bektaşîlik” (TM, VI, 1939, s. 13-29). Bektaşîliğin Mısır’daki hemen hemen hiç tanınmayan yayılımı hakkında yeni ve toplu bilgiler vermesi yanında yeni meseleler vazetmesi ve Köprülü’nün araştırma sahasının nerelere kadar vardığını göstermesi bakımından orijinal ve dikkat çekici bir monografidir. 40. İslâm Medeniyeti Tarihi (İstanbul 1940). İslâm medeniyeti üzerinde Barthold’un 1918 yılında Kul’tura Musul’manstva adıyla basılan tarihî terkip tecrübesinin C. Velidî tarafından Tatarca’ya yapılan tercümesi (Kıskaça İslâm Medeniyeti Tarihi, Kazan 1922) esas alınarak Şehid Sühreverdî’nin (Shahid Suhrawardy) Rusça’dan İngilizce’ye tercümesiyle de (Musulman Culture, Calcutta 1934) karşılaştırılmış metninin Köprülü’nün ilâve, açıklama ve düzeltmeleriyle genişletilmiş ve çok daha zenginleşmiş bir şeklidir. Köprülü’nün Türk-İslâm medeniyetinin çeşitli meselelerini ihata eden büyük vukufu esere apayrı bir değer kazandırır (Kitap hakkındaki şu iki mühim tahlil yazısı özellikle kaydedilmelidir: Abdülhak Adnan [Adıvar], “W. Barthold - Fuad Köprülü, İslâm Medeniyeti Tarihi”, Ülkü, XV, nr. 90, Ağustos 1940, s. 566-570; Ömer Lütfü Barkan, “Şark Ticaret Yolları Hakkında Notlar”, İFM, I, nr. 4, Temmuz 1940’dan ayrı basım). 41. Türk Sazşairleri Antolojisi (II-III, İstanbul 1940-1941; I-III, 1962). Geniş bir derlemeye dayanan eser bir bakıma bir saz şairleri tarihidir. 1940’tan itibaren fasiküller halinde neşrine başlanıp 1941’de II. cildi tamamlanmış, ancak umumi giriş cildi 1962’de yapılan yeni neşrine kadar çıkamamıştır. III. cildin sonundaki metinlerin anlaşılmasına yardımcı olan, edebiyat, tasavvuf ve tarih ıstılahlarının açıklamasını veren “Lugatlar” bölümü (s. 873-951) esere zenginlik katmıştır. Müellifin yirmi beş yılı aşkın çalışma ve araştırmalarının neticelerini veren ve umumi girişi teşkil eden ilk cilt 1962 neşrinde eseri tamamlamıştır. Kitabın yeni baskısında ilk yayını üzerinden geçen zaman içinde yapılmış başka araştırma ve yayınlardan istifade edilmemiş olması tenkitlere hedef teşkil etmiş, bazılarınca konu büyütülerek Köprülü’ye karşı bir taarruz vesilesi olarak kullanılmak istenmiştir (Hikmet Dizdaroğlu, “Köprü Altından Geçen Sular”, TDl., XII, nr. 138, 1 Mart 1963, s. 297-301; yeni tetkik ve yayınlardan istifade edilmediği noktası üzerinde daha ılımlı bir tenkit için bk. Cahit Öztelli, “Fuat Köprülü ve Son Eseri”, a.g.e., XII, nr. 136, Ocak 1963, s. 204-205; Fuat Özdemir, Fuat Köprülü’nün Türk Saz Şairleri Üzerindeki Çalışmaları [Ankara 1999] adlı monografide de bu yön ağırlıktadır). 42. Ali Şîr Nevâî (İstanbul 1941). Köprülü, ilim hayatının daha başlangıç yıllarından itibaren ilgilendiği ve çeşitli vesilelerle üzerine döndüğü Nevâî’nin 500. doğum yıl dönümü münasebetiyle (9 Şubat 1941) Türk Tarih Kurumu adına kaleme aldığı hacmi küçük, fakat ihatası geniş yazıda araştırmalarının terkibî neticelerini verdiği gibi Nevâî’nin eserlerinden Türk kültürü bakımından nasıl istifade edilebileceğini göstermeye çalışır. 43. “Bibliyografya Tenkidi: Altın Ordu’ya Ait Yeni Araştırmalar” (TTK Belleten, V, nr. 19, Temmuz 1941, s. 398-436). Altın Orda tarihi hakkında yapılmış araştırma ve yayınları tahlilî ve tenkidî surette ele alan Köprülü, bir orta zaman müslüman-Türk devleti olarak Altın Orda Devleti’nin tarihinin kaynakları ile birlikte tetkik metodunu da bu yazısında ortaya koymaktadır. Bu monografi aynı zamanda, Köprülü’nün tarihte sosyal hayat ve sosyal müesseseleri en ön planda tutan tarihçi anlayışından bir örneği bir kere daha vermektedir. 44. “Âzerî: A. Âzerî-Fârisî Lehcesi-B. Âzerî-Türk Lehcesi. C. Âzerî Edebiyatının Tekâmülü” (İA, 1949, II, 118-151). Âzerî edebiyatı hakkında derli toplu bir terkip eseri olan bir çalışmadır. Maddede Âzerî edebiyatı, Âzerî Türk lehçesinin teşekkülünden bu yana tarihî seyri içinde ana hatları ile gözden geçirilmiştir. Feridun Bey Köçerli ve bir iki araştırmacının hak ve emekleri unutulmamak şartıyla Köprülü Âzerî edebiyatı tarihinin de ilmî seviyede kurucusu sayılmalıdır. 45. “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihî Tekâmülü” (VD, II [1942], s. 1-39). Farklı alanlarda seyreden zengin ilmî hayatının vardığı zirve noktalardan birini daha haber veren bu monografi ele aldığı konu üzerinde yapılmış en terkibî çalışmayı ortaya koymaktadır. Köprülü’nün, bir ansiklopedi maddesinin belirli sınırları içinde ayrı ayrı zikredilmesi mümkün olmayan Türk hukuk tarihi ve hukukî müesseselerle ilgili diğer çalışmaları Orhan F. Köprülü tarafından şu eserde bir araya getirilmiştir: İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, İstanbul 1983. 46. “Yeni Fârisî’de Türk Unsurları” (TM, VII-VIII [1942], s. 1-16). Problem vazedici olarak Köprülü’nün eriştiği yeni bir merhaleyi ifade eden makale, bu sahada yapılmış en geniş çalışma olan G. Doerfer’in Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen adlı eserinin (I-IV, Wiesbaden 1963-1975) öncüsü durumundadır. 47. “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları” (TTK Belleten, VII, nr. 27, Temmuz 1943, s. 379-522). Bu tarihin bütün yerli kaynaklarının bir bir değerlendirilmesinin yapıldığı tetkik, her şeyden önce kaynakların tesbit edilip mahiyetlerinin değerlendirilmesi metodunu ortaya koyan bir örnek çalışmadır. Mevcut kaynakları büyük bir vukufla ihata etmesinin yanında, Anadolu’da yazılmış en eski vekāyi‘nâme olan Kadı Burhâneddin Anevî’nin ilim âlemince bilinmeyen Farsça Enîsü’l-ḳulûb’ünün metnini veren, mahiyet ve tarihî değerini tahlil eden bu çalışma İngilizce’ye de tercüme edilmiştir (The Seljuks of Anatolia. Their History and Culture, According to local Muslim Sources, trc. Gary Leiser, Salt Lake City 1992). 48. “Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Mes’elesi” (TTK Belleten, VII, nr. 28, Teşrînievvel 1943, s. 219-313). Osmanlı Devleti’nin kuruluş muammasının anlaşılmasında mühim bir rolü olan Türk etnolojisine bağlı âmiller meselesinde vardığı son neticeleri açıklayan bu terkibî monografide Kay kabilesiyle Kayılar’ın ayrı kabileler olduğunu ileri süren Marquart ile onun izinden giden Zeki Velidi Togan’ın görüşleri çok geniş bir tenkidî tutumla çürütülmektedir (bu hususta bir karşı mütalaa için bk. Tuncer Baykara, Zeki Velidi Togan, Ankara 1989, s. 59-60). 49. “Türk Etnoloji’sine Ait Notlar: Uran Kabilesi” (TTK Belleten, VII, nr. 26, Nisan 1943, s. 227-243). Köprülü’nün et-nolojiyi tarihî vak‘alar etrafında değerlendiren, problem vazetmekte kullanan tarihçiliğinden bir diğer örnektir. 50. “Bayrak” (İA, 1949, II, 401-420). Orta zaman Türk amme hukukunu ve hâkimiyet telakkisini yakından ilgilendiren bu konunun nasıl tetkik edileceğini anlatan örnek bir araştırmadır. 50. “Kay Kabilesi Hakkında Yeni Notlar” (TTK Belleten, VIII/31, Temmuz 1944, s. 421-452). Türk etnolojisini tarihî vak‘aların izahında mühim bir rehber sayarak belirli bir problem etrafında değerlendirmeye çalışan bir tarihçi zihniyetinin tatmin edici yeni bir örneğidir. 52. “Çagatay Edebiyatı” (İA, 1945, III, 270-323). 1913-1914’lü yıllardan itibaren meşgul olmaya başladığı sahalardan biri olan Çağatay edebiyatı tarihi yolunda terkibî bir çalışmadır. Köprülü’nün o zamana kadar bir benzeri ortaya konulamamış olan bu monografisi, Çağatay edebiyatına dair iki büyük ciltlik bio-bibliografikal eserin esasını teşkil etmiştir (H. F. Hofman, Turkısh Literature. A Bio-Bibliographical Survey. Section III, Muslim Central Asian Literature, I-II, Utrecht, 1969). 53. “Fıkıh” (İA, 1947, IV, 608-622). Fıkıh müessesesini Türk amme ve örfî hukuku dairesinde ele aldığı maddede Köprülü’nün Goldziher gibi otoritelerin görüşlerini izah ve gerektiğinde tenkit ettiği görülür. 54. “Halaç” (a.g.e., 1948, V/1, s. 109-116). Türk etnolojisinin tarihî problemlere bağlı olarak nasıl ele alınacağını ortaya koyan madde, orta zaman tarihî kaynaklarından çıkarılmış yeni bilgilerle zengin bir derlemeye dayanır. 55. “Hârizmşâhlar” (a.g.e., 1949, V/1, s. 265-296). Köprülü’nün Türk edebiyatı tarihi bakımından önemi dolayısıyla da üzerinde ısrarla durduğu bu büyük devlet hakkındaki en son terkibî çalışmasıdır. 56. “Hil‘at” (a.g.e., 1950, V/1, s. 483-486). Bizans müesseselerinin Osmanlı müesseselerine tesiri meselesinde ehemmiyetle ele aldığı bu konuyu oradakinden çok daha gelişmiş olarak işlediği bu madde Köprülü’nün İslâm Ansiklopedisi’nde çıkmış olan son maddesidir. 
 
Köprülü’nün burada kaydedilemeyen 1000’i aşkın ilmî makale ve monografisi, yayınları hakkında tertiplenmiş bibliyografyalarda görülebilir. Günümüze kadar bu konuda ortaya konulan ve kronoloji itibariyle birbirini kısmen tamamlayan bibliyografya çalışmaları şunlardır: Şerif Hulûsi Sayman, O. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bir Bibliyografya 1913-1934 (İstanbul 1935); ve O. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bibliyografya 1912-1940 (İstanbul 1940); S. N. Özerdim, “Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü Bibliyografyası”, Türk Dili ve Tarihi Hakkında Araştırmalar I (Ankara 1950, s. 159-248); Osman Turan, “Fuad Köprülü’nün İlmî Neşriyatı”, Fuad Köprülü Armağanı (İstanbul 1953, s. XXVI-L); S. N. Özerdim, “Bibliyografya: F. Köprülü’nün Yazılarına Ek”, TTK Belleten (nr. 120, Ekim 1966, s. 661-665); Fevziye Abdullah Tansel, “Profesör Fuad Köprülü İçin Basılmış Bibliyografyalar” (TK, VI, nr. 68, Haziran 1968, s. 543-556); Orhan F. Köprülü, “Profesör Fuad Köprülü İçin Yazılmış Bibliyografyalar ve Bunlara İlâveler” (a.g.e., VIII, nr. 70, Temmuz 1970, s. 616-620); a.mlf., “Köprülü Bibliyografyasında Yeni Gelişmeler” (a.g.e., XIV, nr. 157, Kasım 1975, s. 50-55). 
 
BİBLİYOGRAFYA 
Köprülü hakkında pek çok yazı bulunmakla beraber bunların büyük bir çoğunluğu birtakım eksik ve hatalı bilgilerin nakil ve tekrarı olmaktan ileri geçemeyen yazılar olduğundan bunlara bibliyografyada yer verilmemiştir. Ansiklopedinin sınırlarının müsaade etmemesi dolayısıyla zikri gereken yazıların dahi mühimce bir kısmının terkedilmesi yoluna gidilmiştir. Köprülü’ye dair ilk defa burada verilen bilgiler, devrin basını başta olmak üzere hiç faydalanılmamış kaynak ve vesikalara başvurularak elde edilmiştir. 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.