Sosyal Medya

Kürsü

Rasim Özdenören- Sığınmacının meçhule yolculuğu

Rasim Özdenören- Yeni Şafak



Artı altmış santigrat derecede güneÅŸin kör edici buz gibi ışığı çölü delip geçiyor.
 
Onbinlerce insan boyuna yürüyor...
 
Bir meçhulden gelip baÅŸka bir meçhule yol bulmaya çalışarak...
 
Savaşın minyatürü çölün mavisini yitirmiÅŸ semasına yansıyor...
 
Vaktiyle Balkanlardan, Kafkaslardan yürüye yürüye Anadolu’ya geçmeye çalışan insan seli, ÅŸimdi Suriye ve Irak taraflarından...
 
BebeÄŸini sırtında taşımaya güç yetiremediÄŸi için buz gibi yakan taÅŸlara serilip kalmış, baygın, süt bebesi susamış ve aç nine, kurumuÅŸ memesini aÄŸlayan bebeÄŸin aÄŸzında tutmaya çalışıyor... Bebek bir anda kurumuÅŸ memeyi çekiÅŸtiriyor... Ninenin süzülen gözyaÅŸları keÅŸke süt olup memesinden aksa... Heyhat! O da, kurumuÅŸ taÅŸlara nazire yaparak kendi içine çekilip büzülüyor...
 
GüneÅŸin artı altmış santigrat derecedeki kör edici ışığı paçavralar içinde oradan oraya savrulan insanların kemiÄŸini delip geçiyor...
 
BebeÄŸin üç beÅŸ tel saç tüyünü yoluyor. Üç beÅŸ tel saç kırıntısı daha o an beÅŸ aylık bile olmamış o saç tüylerini aÄŸartıyor... Anne, bebeÄŸini kucağında tutmaya çalışırken taÅŸların ve ısırgan toprağın üstüne yığılıyor...
 
HiroÅŸima’nın atom bombası birkaç saniye içinde parlayıp geçti. Ortalığın küle dönmesi birkaç saniye içinde olup bitti. Sonuçları uzun yıllara sarksa da, yanan ve sönen bedenler, o yırtıcı çığlığı bir kere duydu, bir kere duyumsadı... Çölün ve dağın buzdan güneÅŸ ışınlarıysa durmadan acılı bedenleri delip geçiyor... Durmadan insanların beynine asla, asla, asla unutamayacakları çöküntüleri oyuyor, beynin ivicaclarını törpüleyip duruyor, orada onmaz yaralar açıyor, o yaraları durmadan büyütüyor...
 
TaÅŸ çölünü lastik ayakkabısıyla geçmeye çalışan on yaşındaki aç çocuk ayağını dalayan devedikenini koparıp kemirmeye çalışıyor...
 
Beri yanda, saÄŸanaktan kaçışan insanların yaptığı gibi bir yana doÄŸru kaçışmaya çalışan beÅŸ on kiÅŸilik bir topluluk... GüneÅŸ saÄŸanağından kaçıp bir saçak altına doÄŸru koÅŸuyorlar... Acaba öyle mi? Bir kentin, ancak yıllar içinde rastlayabileceÄŸi o saÄŸanaktan kaçış hali, ÅŸimdi bu daÄŸ çölünde, her saniyede defalarca yineleniyor... Çöl ortasında güneÅŸ ve buz saÄŸanağından kaçmayı deneyenlerin yüzü, insana, kurukafa üstüne çaprazlamasına çizilmiÅŸ iki kuru kol kemiÄŸi karaltısı resmediyor...
 
Tenceresi kaynayana, ocağı tütene yazın ve kışın lafı mı olur? Kışın yakıcı soÄŸuÄŸu yaz güneÅŸinin ısırıcı ışını kim için? Acaba kim için?
 
Baharın eleÄŸimsaÄŸması çöl sıcağında kaç renkle açar? Åžemsiye, adı üstünde güneÅŸten, ÅŸemsten korunmak için mi, yoksa yaÄŸmurdan sakınmak için mi icat edildi?
 
Bu soruyu, kış gününün puslu havasıyla güneÅŸ ışınlarının gözleri kör eden ÅŸavkından ufku göremeyen göçmene sormalı. Ne diyorsun ortak, kışın dondurucu puslu havası mı, yoksa gün ışığının ÅŸavkından ortalığın kapkara buluta dönmüÅŸ ufku mu? Kırk katır mı, kırk satır mı?
 
Dersen ki, Allah bir muhacire daima bir ensar göndermiÅŸtir. Ben onu bilemem.
 
Onu sahibi bilir. Ensar olmayı reddeden varsa, o da ancak kendini bilir; bilebilirse...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.