Kemal Sayar: mutluluğun ekonomik bir tabiatı yok
![](resimler/detay/182293.jpg?1555665699)
İnsan, başka insanları duymaya, varlığa saklanmış ıstırabı anlayıp buna cevap vermeye yazgılı bir varlık. Doğan her çocuk diğer varlıkları taklit eder ve beynindeki ayna nöronlar aracılığıyla, ötekinin hisleriyle âhenk kurmaya çalışır.
Bir tebessümü veya gülücüÄŸü taklit ettiÄŸinizde mutlu hissedersiniz. Bir esnemeyi taklit ettiÄŸinizde ise yorgun düÅŸersiniz. Beyin için benlik ve öteki aynı sürecin kısımlarıdır. Beynin saÄŸ yarım küresinde adına ayna sinir hücresi denen derin empati yapılarının keÅŸfedilmesi, ben ve sen arasındaki kavramsal ayrılığı ortadan kaldırıyor. Bu keÅŸif sadece beyinlerimiz hakkında bize daha çok fikir vermiyor, aynı zamanda kimliklerimizi de temelde sosyal varlıklar olarak yeniden tanımlıyor. Her yaÅŸayan sistem (tek sinir hücreli sistemlerden karmaşık eko sistemlere kadar) yaÅŸamak için baÅŸkalarıyla etkileÅŸim halinde olmak zorunda. Bakım vericilerin ve sevilen kiÅŸilerin sunduÄŸu ihtimam ve sevgi, beynin geliÅŸmesi için olmazsa olmaz. Bu durumda beynimize baÅŸka insanlarla etkileÅŸim yoluyla inÅŸa edilen bir sosyal uyum organı olarak bakabiliriz. Yani tekil beyinler yoktur, bir aÄŸ içinde yer alan beyinler vardır. Ä°nsan insana aynadır, yurttur, ÅŸifadır. Bugün beyin yapısının dahi yaÅŸantıya bağımlı ve sosyal kuvvetlerce biçimlenen bir nitelik arz ettiÄŸini biliyoruz. Bu sosyal kuvvetlerin beynin geliÅŸim ve yapısındaki rolü o kadar kuvvetli ki, sinir bilimleri ile uÄŸraÅŸan pek çok kiÅŸi, bugün beynin sosyal olarak inÅŸa edildiÄŸini söylüyor. Ä°ç ve dış dünyalar beyinlerimizde birbiriyle çarpışıyor ve baÄŸlantı kuruyor. Birbirlerini biçimlendiriyor ve yontuyor. Bu etkileÅŸim ve bağımlılıklar hem kendi beyinlerimizin içinde hem de beyinler arasında gerçekleÅŸiyor. Derin ve iç içe geçmiÅŸ baÄŸlar. Ä°nsan beyni var olabilmek için baÅŸka beyinlere ihtiyaç duyuyor. Ben kavramı biz gerçekliÄŸine sıkı sıkıya bağımlı. Beyinlerimiz birbiriyle öylesine iletiÅŸim halinde ki her birimizin nerede baÅŸladığını ve nerede bittiÄŸini söylemek bile çok zor. Sizin kim olduÄŸunuz bizim kim olduÄŸumuzla çok yakından alakalı. Ä°nsan insana muhtaç. Her birimizin ötekine ihtiyacı var. BaÄŸlılık ve bağımlılık, sosyal ve biyolojik varlıklarımızın dokusuna nüfuz etmiÅŸ durumda. Bu derin bağımlılık, zayıflık olmak bir kenara, güç ve mukavemetimizin en temel ve gerekli kaynağı.
Ä°nsan toplumsal mutluluk için sosyal baÄŸlara ve destek sistemlerine ihtiyaç duyuyor. Bugün, sayısız araÅŸtırma, mutluluÄŸun ekonomik bir tabiatı olmadığını gösteriyor. Batı dünyasında hayat tatmini ile ilgili yapılan çalışmalardan elde edilen en temel bulgu ÅŸu: Mutluluk ne zenginlikle ve hatta ne de saÄŸlıkla ilgili. MutluluÄŸu belirleyen ÅŸey, bir insanın toplumsal baÄŸlarının geniÅŸliÄŸi ve zenginliÄŸi. Günümüz sinir biliminin beyinlerin karşılıklılığı ve iç içe geçmiÅŸliÄŸi üzerine söyledikleri, eski aydınlanmacı benlik görüÅŸlerini tamamen tersine çeviriyor. Eski aydınlanmacı benlik fikri, başına ayakta duran müstakil bir benlik tanımlıyordu. 21. yüzyıl nörobilimi bu eski düÅŸünceyi tamamen yeniliyor. Artık izole, rasyonel insan (homo economicus) görüÅŸü bir kenara bırakılarak insan geliÅŸimine dair çok daha zengin ve geliÅŸmiÅŸ bir kavrayışa ulaÅŸmış bulunuyoruz. Bilinçli, tutarlı ve bağımsız olarak karar verebilen rasyonel birey fikri, bizim kim olduÄŸumuzun çok kısmi bir dökümünü sunuyor. Hayır, biz sosyal varlıklarız. Karmaşık sosyal aÄŸlar içine gömülüyüz. Ä°çine doÄŸduÄŸumuz kabın ÅŸeklini alıyoruz.
Bu paradigma deÄŸiÅŸiminin insana dair söyleyebileceÄŸi çok ÅŸey var. EÅŸya medeniyetinin insan mutluluÄŸunu tırmandırmadığını artık biliyoruz. Bütün rasyonalizasyon, rahat, neÅŸe ve seçme bolluÄŸuna raÄŸmen, insanlar kendilerini hâlâ berbat hissediyor, sevemiyor, hayatlarında bir bütünlük hissedemiyor veya buna inanmıyorlar. Ve bütün bunların neticesinde sosyal düzenlerinden bir ÅŸeylerin ters gittiÄŸini, bir ÅŸeylerin baÅŸtan aÅŸağı yanlış olduÄŸunu fark etmiÅŸ bulunuyorlar. Ä°ngiltere’de yapılan bir çalışmaya göre, beÅŸ ila on altı yaÅŸ arasındaki çocukların onda biri ve eriÅŸkinlerin neredeyse yarısı ruh saÄŸlığı ile ilgili bir sorundan mustarip.
Beynin sol ve saÄŸ yarım kürelerinin kökten bir biçimde farklı dünya görüÅŸlerine yaslandığı ve farklı dünya görüÅŸleri ürettikleri dile getiriliyor. Iain McGilchrist’e göre batı kültürünün gizli tarihi sol yarım kürenin soyut, araçsal, konuÅŸkan ve baskın doÄŸasını ön plana çıkarırken; saÄŸ yarım kürenin daha baÄŸlamsal, inanca ve sezgiye dönük, insancıl, sistemik, bütüncül ama nispeten daha geride duran doÄŸasını baskılıyor. Sol yarım küre yaÅŸantımızı adeta sömürgeleÅŸtiriyor. Böylece insan bir aynalar koridoruna giriyor ve yararcı, hesapçı, mekanik bir dünya görüÅŸünü çoÄŸaltıyor. Ä°zleyen yazımda bu konuyu daha ayrıntılı olarak ele almak istiyorum.
Sol beynin hakim unsur haline gelmesiyle, pek çok deÄŸiÅŸiklik gündelik hayata yansıyor. Mesela çocuklar yüzleri eskisi kadar okuyamaz hale geliyorlar. Hayatın her alanını düzenleyen yasalar o kadar karmaşıklaşıyor, hesap verilebilirlik o kadar ön plana çıkarılıyor ki, güven aşınıyor. Her kusur için bir dava açmaya yönelik kılı kırk yaran bir yasa kültürü ortaya çıkıyor. Burada ve hemen ÅŸimdi ekonomik kazanç üzerine dar fikirli takıntılar, eÄŸitim kurumlarının ve ilim hevesinin altını oyuyor. Ä°ÅŸletme hastalığı, tıbbın ruhunu öldürüyor. Makine benzeri karar verme algoritmalarını hüner ve muhakemenin yerine koyduÄŸumuzda, karar verme süreçlerindeki ruh kayboluyor. Okullarda el sanatlarının giderek kayıplara karışması, çocukların vücutlarını hissedebilecekleri ve elleriyle bir ÅŸey yapmanın sabrını damıtacakları eÅŸsiz bir eÄŸitim fırsatını heba ediyor. DoÄŸal dünyanın yaÄŸmalanacak bir kaynak olarak görülmesi, onun top yekûn istismarına yol açıyor. GeçmiÅŸte yalnız otistik çocuklarda görülen yüz okuma problemi, bugün eÄŸitim çağındaki pek çok ‘normal’ geliÅŸim gösteren çocukta görülmeye baÅŸladı. On beÅŸ yıl öncesinin çocuklarının rahatlıkla dikkat kesilerek yapabildiÄŸi görevleri bugünün çocukları dikkatlerini yoÄŸunlaÅŸtıramadıkları için yapamaz hale geliyor. Önceki nesillere göre yeni kuÅŸaklar daha az empati gösteriyor. Bir çocuÄŸun güvenlik duygusunu saÄŸlayan en temel ÅŸeylerden birisi, anne simasıyla geçirdiÄŸi uzun saatlerdir. Bugünün çocukları anneleriyle geçirdikleri vakitten çok daha fazlasını elektronik alet edevatın karşısında geçiriyorlar. Dikkatleri sürekli dağınık, çelinebilir bir halde ve aşırı doymuÅŸ durumdalar. Video oyunlarında, elindeki sanal silahla gözünü kırpmadan insan öldüren bir çocuk, azar azar ÅŸiddete duyarsızlaÅŸtırılmış oluyor.
Ä°nsan insana muhtaç, çocukların anne babalarına acıktığı ve bu açlığı elektronik istila ile doyurdukları bir dünya sadece huzursuzluk üretir. Mutlu çocuklar annelerinin gül simasına doyabilen çocuklardır. Kendilerini okumayı annelerinin yüzünden öÄŸrenen çocuklar. Güvenmeyi ve güvenilme duygusunu, sevdiklerinin yüzünde yaÅŸayarak tadan çocuklar. Bu yazıyı okuduktan sonra, ne olur kalkın ve çocukların yüzüne uzun uzun bakın. Onları elektronik imgelerle deÄŸil, sevdiklerinin yüzüyle ve sözüyle doyurun. Yeni bir dünya inÅŸa etmeye, hemen buradan baÅŸlayabiliriz.
GERÇEK HAYAT DERGÄ°SÄ°
Henüz yorum yapılmamış.