Sosyal Medya

Güncel

Yasin Aktay: İslamofobinin mazereti olamaz

Yasin Aktay- Yeni Şafak



İslamofobinin, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, insanlara karşı nefreti kışkırtmanın bir mazereti yok. Oysa, İslamofobi kelimesinin içerdiği fobi, yani korku, kendi içinde bu mazereti üretmeye teşnedir.
 
Korkuyorlar, o yüzden nefret ediyorlar.
 
Korkuyorlar, o yüzden “önleyici” olarak saldırıyorlar.
 
Nefret ve saldırganlıklarının gerçek nedeni olan korku psikolojik bir durumdur, fobi ise bir hastalık. Her durumda raporluk bir durum ve bir mazeret üretebiliyor.
 
Oysa İslamofoblar gerçekten korktukları için Müslümanlara düşmanlık edip saldırıyor değiller. Bilançoya bakıldığında dünyada İslomofoblar hiç öldürülmüyor, saldırıya uğramıyor; onların marifetiyle katledilenler sadece Müslümanlar. Ama yine kendilerinden korkulanlar da Müslümanlar oluyor. Müslümanlar kendi katillerinden korkmuyor, ama katiller kendi kurbanlarından korkuyor. Böylesine tuhaf bir denklem.
 
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinin İslam ve Küresel İlişkiler Merkezinin (CIGA) düzenlediği 2. Uluslararası İslamofobi Konferansından bahsetmiştim. Artık küresel bir nitelik kazanmış olan İslamofobinin her yerde karşımıza çıkabildiğinden, çünkü büyük ölçüde batı-merkezli bir jeopolitiğin etkisiyle giderek kendi mazeretlerini üretip haklılaştırılabildiğinden sözetmiştik. Sayısız örnek verilebilir buna tabi. Ama bugün tipik bir örnek olay olarak ABD’de iki kızı ve damadı öldürülen Müslüman Dr. Muhammed Abu-Salah’nın geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’nin adalet komisyonunda “nefret suçları ve yükselen beyaz ırkçılık” örneği olarak çağrıldığı oturumda kongre üyeleriyle girdiği diyalog var.
 
Kongre üyeleri kendisini iki kızı ve bir damadı sadece başörtüsü ve Müslüman görmeye dayanamadığını söyleyen ırkçı bir komşuları tarafından Kuzey Carolina’daki Chapel Hill’de 2015 yılında vahşice taranarak katledilmişti. Doktor olan acılı baba komisyona ABD’de giderek yaygınlık kazandığı söylenen “nefret suçları ve yükselen beyaz ırkçılık” tehlikesine karşı hikayesini dinlemek üzere çağrılmış.
 
Ancak komisyon toplantısı boyunca “kendi çocuklarının otopsi raporlarını okumak zorunda kalmış tek değilse bile birkaç babadan biri, bu otopsi raporları kendi hafızasına saplanmış biri” olmanın dayanılmaz acısını paylaşmaya bile fırsat bulamadan, Komisyon üyelerinin tuhaf sorularına maruz kaldı. Sorular acılı babayı bir anda çocukları öldürülen değil de birilerini çocuklarını öldürmeye tahrik eden, buna mecbur bırakan bir şüpheli gibi tuhaf bir duruma düşürdü.
 
“Çocuklarınıza nefret aşıladınız mı?” diye sordu Morton Klein. Dr. Abu Salah’ın “Yusor ve Razan (kızları)’nın kafasından giren mermilerin beyinlerini parçalayarak çıkarken başörtülerinin üzerine kanlarının ve vücut parçalarının yapışıp kaldığını, damadı Deah’ın ise yere düşmeden önce göğsüne ve omuzlarına isabet aldığı kurşunlarla nasıl yere yığıldığını, otopsi raporuyla bunları canlı canlı yaşadığını” anlatırken öbürü “sizin dininiz size Yahudilere karşı nefret mi aşılıyor?” diye soruyor.
 
Abu Salah’ı Cumhuriyetçilerin sorumlu olduğunu düşündükleri “nefret suçları ve yükselen ırkçılık” karşısında çarpıcı örnek deneyimini anlatsın diye çağıran komisyonun Demokrat Partili üyeleri bile bu saygısızlık karşısında seslerini çıkarmıyorlar. Küstah Cumhuriyetçi aynı zamanda Amerikan Siyonist Örgütünün de başkanı olan Morton Klein çocukları hunharca, alçakça öldürülmüş Dr. Abu Salah’a soru sormanın ötesine geçip nasihat ediyor:
 
“Bizim gerçekten Mısırlı Başkan Sisi’nin yaptığını yapacak Müslümanlara ihtiyacımız var, Kur’an’ın bazı parçaları üzerinde yeniden düşünmek ve yeniden teyit etmek gerek. Neden Amerikalı Müslümanların üçte biri anti-semitiktir, bunun anlaşılması gerek… Bu Müslüman anti-Semitizmi hakkında konuşmamız lazım” diyerek hem kendi İslam nefretine mazeretini göstermiş oldu hem de bu nefretin anti-Semitizmin başka bir versiyonu, çok daha feci bir versiyonu olduğu gerçeğine kör ve sağır kaldı. Oysa o anda karşısında anti-Semitizm yoktu. O anda anti-Semitizm sadece bir ihtimaldi ama İslam düşmanlığının ortaya koyduğu insanlık dışı vahşet apaçık bir gerçekti.
 
Apaçık gerçeği bütün çarpıcılığıyla görmeyip artık uzak bir ihtimal olan anti-Semitizmi hele böyle bir ortamda dile getirmek basit bir münasebetsizlik sorunundan ibaret değil elbet. Amerikan siyasetine iyice sinmiş bulunan utanmazlık, nezaketsizlik ve karşılıklı sorumluluk duygusunun tükenişi. Bu tükeniş ABD’yi de içten içe tüketir, hiç kuşku yok, kaçış yok.
 
Kurbanları Müslüman olan vahşi, alçak insanlık dışı bir şiddetten bile anti-Semitizm için bir kar çıkarma uyanıklığını geçtik, buradan Müslüman nefreti ve düşmanlığı için bir mazeret üretebilmek büyük bir arsızlık.
 
Aynı arsızlığı ABD Başkanı Trump bir Cumhuriyetçi Kongre üyesini söylemlerinde ve politikalarından dolayı eleştirdi diye Siyahi Müslüman kadın kongre üyesi İlhan Omar’i anti-Semitistlikle suçlayarak gösteriyor. Meğer söylemleri ve siyaseti dolayısıyla eleştirilen kişi Yahudi imiş de, bundan dolayı Omar Yahudi düşmanlığı yapmış oluyor. Baksanıza şu anti-Semitizmin nasıl bir koruma hatta saldırganlık kalkanına dönüştüğüne.
 
İslamofobinin küresel bir konu haline gelmesinde kuşkusuz Amerikan siyasetinin bu arsız, duyarsız ve sorumsuz yaklaşımlarının çok büyük rolü var.
 
Bunları izlemeye devam etmek gerek.
 
Bu arada Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi’ni (CIGA) kurmuş ve yönetmekte olan Prof. Sami el-Arian’ı dikkatle ve tebrikle takip ediyorum. Yönetmekte olduğu merkez her hafta farklı ama her biri birinci sınıf bir etkinlikle akademik-düşünce hayatımıza çok ciddi-kaliteli katkılar sağlıyor. Tabii ki üniversitenin rektörü Prof. Dr. Mehmet Bulut’u da bunun için ayrıca tebrik etmeli. Türkiye’de üniversitelerin iyi yolda olduğuna dair bir umut veriyor. Tebrikler ve teşekkürler.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.