Sosyal Medya

Güncel

Yasin Aktay: Demokrasinin başka ülkelerde faşizmi, ırkçılığı, katliamları engellemek gibi bir önceliği yok

Yasin Aktay- Yeni Şafak



İslamofobinin günümüzdeki küresel kurumlaşması bu olgunun artık sadece belli bölgelere mahsur olmadığını gösteriyor. İslamofobi Müslümanların azınlıkta olduğu yerlerde, Müslümanların varlığının sadece hafızalarda kalmış olduğu yerlerde, hiçbir Müslümanın olmadığı yerlerde ve hatta Müslümanların çoğunlukta olduğu yerlerde de karşımıza çıkabiliyor. İslamofobi çalışmalarını analiz edenlerin çoğu onu bir medya manipülasyonu veya bazı yerlerde azınlıkları yönetmenin bir aracı olarak görüyorlar. İslamofobia hakkındaki hakim anlayış onu basitçe Müslümanlara karşı tavır ve eylemler bütünü olarak veya Müslümanlara karşı yanlışlar yapanları öne çıkaran bir kavramsal kategori olarak basitleştiriyorlar. Oysa böyle bir bakış neticede bir şekilde onu Müslümanların da yanlış davranışlarına bir tepki olarak çevirmeye çok yatkın oluyor. İslamofobinin küreselleşmesi sorunu aslında tamamen çağdaş dünya düzenini yeniden kurmaya çalışan uluslararası ilişkilerin bir konusu olarak anlayan bir jeopolitik yaklaşımla ele almalı”.
 
Bu sözler Türkçe’de 2000 yılında yayınlanmış olan “Fundamentalizm Korkusu: Avrupamerkezciliğin Sonu ve İslamcılığın Doğuşu” ile 2017 yılında yayınlanmış olan “Hilafeti Hatırlamak: Dekolonizasyon ve Dünya Düzeni” başlıklı iki güçlü kitabın yazarı olan Salman Sayyid’e ait. Geçtiğimiz hafta sonu, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’ne bağlı İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi’nin düzenlediği “2. Uluslararası İslamofobia Konferansı”nın açılış oturumunda yaptığı konuşmada söylediği sözler bugünlerde İslamofobinin akıl almaz çokluktaki ve tuhaflıktaki tezahürleri ve uygulamalarına dair iyi bir açıklama.
 
Sayyid, “küresel demokrasi” diye bir gelişmenin bugünün dünya düzeninin kabul edemeyeceği bir şey olduğunu da ekledi. Batılılar kendi ülkelerinde demokrasiyi seviyorlar, ancak Müslüman ülkelerin veya Latin Amerika ülkelerinin demokratik olmasını kendi düzenlerine açık bir tehdit olarak görüyorlar. Onlar için yönetebilecekleri diktatörler kendileri dışındaki dünya için çok daha uygundur.
 
Şu anda dünya düzeni içinde aynı şekilde yönetmeyi umdukları halde gelişmiş demokrasisi dolayısıyla yönetemedikleri tek ülke Türkiye. İslam dünyasındaki tek doğru dürüst demokrasisini temsil eden Recep Tayyip Erdoğan’la sorunlar yaşıyorlar ve tam da bundan dolayı böyle bir demokrasi yerine hiçbir kural tanımayan, insan haklarını ayaklar altına almış olan Sisi Mısır’ıyla hiçbir sorun yaşamıyorlar.
 
Bundan dolayı İslam dünyasının işleyen tek demokrasisinin başındaki kişi olarak Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak üzere akıl almaz kampanyalar yürütüyorlar. Bu kampanyalarını yöneten şeyin veya bu kampanyaları doğrultusunda başvurdukları bir enstrümanın İslamofobi olduğu bugün net bir biçimde görünüyor. İslam gerçekten korkutuyor, ama öldürmekle, tehditle, aşırılıkla değil. Kendi dünya düzenlerine sorun ihtimallerini her zaman barındıran demokratik potansiyeliyle… O yüzden İslamofobinin doğrudan jeo-politikle alakası oluyor.
 
Demokrasi hakkında belki hayal kırıcı bir gerçek, ama demokrasinin başka ülkelerde faşizmi, ırkçılığı, katliamları engellemek gibi bir önceliği yok. Olmadığı gibi, kendi Batılı ülkelerinde de demokrasi faşizmle uyuşmayan bir şey değildir. Demokrasi bugünün Avrupa’sında gördüğümüz gibi faşizmle pekala uyum sağlayabiliyor. Yabancı düşmanlığıyla gayet iyi uyum sağlayabiliyor.
 
Göçmenlere karşı nefret söylemlerini en iyi kullanan aşırı partiler her zaman olmasa da çoğu zaman avantaj elde ederek demokrasilerde öne çıkabiliyor, iktidara gelebiliyor veya iktidar ortağı olabiliyorlar. Bugünün Avrupa’sında demokrasinin bu tarzda verilebilecek örnekleri alabildiğine çoğalmış bulunuyor.
 
Yani faşizm-uyumlu demokrasi, yabancı düşmanlığı-uyumlu demokrasi, sosyalizm-uyumlu demokrasi.ilh. Herşeyle uyum gösterebilen, kendine ait hiçbir değeri olmayan demokrasi bir tek İslam sözkonusu olduğunda onunla uyuşup uyuşmadığı sorgulanıyorsa bunun kimin için ne anlamı var?
 
Elbette bu, demokrasiye şu anda Müslüman dünyada, bir yönetim biçimi, bir siyasal katılım ve yetkilerin tedavülünün bir yolu olarak ve kurumların denetimini sağlayan bir mekanizma olarak duyulan ihtiyacı yok saymıyor. Ancak kuşkusuz her zaman demokrasinin yetmediğini, ondan çok daha fazlasına da sahip olmamız gerektiğini anlatıyor.
 
Aslında İslamofobinin bu şekildeki kullanımı batılı demokrasilerin yapıçözümünü getiren, maskelerini indiren bir tarafı var. Günümüz dünyası İslamofobi örneklerinin her geçen gün daha da yaygınlaşmasına tanık oluyor. Batı dünyası için Müslüman dünyada demokrasi talepleri arttıkça İslamofobik söylem ve uygulamaların daha da derinleşmesini bekleyebiliriz.
 
Bu çelişki geleceğin dünyasının başat paradokslarından biri olacaktır. Zira Sayyid’in de dediği gibi İslamofobiye İslam adına terör yapılması yol açmıyor. Ona yol açan şey bizatihi İslamofobların yıkıcı, soykırımcı tabiatından başkası değildir.
 
Çünkü İslamofobiye bir de haklılık kazandıran bir mantık demokrasinin kendi işleyişi içinde çalışmaya başlayacaktır. Yeni Zelenda’daki eşi görülmemiş vahşet ve nefretteki Müslüman katliamına gösterilmeyen tepkiler İslamofobiyi giderek normal görmenin, sonuçlarıyla birlikte meşru saymanın bir etkisi.
 
Bir de tipik bir örnek olarak ABD’de iki kızı ve damadı öldürülen Müslüman Dr. Muhammed Abu-Salha’nın geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi’nin adalet komisyonunda “nefret suçları ve yükselen beyaz ırkçılık” örneği olarak başından geçenleri anlatırken kongre üyelerince maruz kaldığı bir muamele var. Apayrı bir örnek olarak incelemeyi hak eden bir olay. Kızları sadece başörtülü Müslüman görmeye tahammül etmediği gerekçesiyle bir ırkçı İslam düşmanı tarafından vahşice öldürülmesine karşılık, acılı babanın yüzüne karşı, katilini mazur göstermeye çalışan sorular, cüretkar ifadeler…
 
Hiç kuşkusuz, bu olay katliamın kendisinden daha da fazla vahim. İbret olsun diye bu olayın üzerinde biraz daha duralım, ama tabii ki sonra…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.