Arzu gücü ile akıl arasında insan: Reddederek özgürleşmek
Follow @dusuncemektebi2
İnsan arzularının peşinde koşar, arzuları tarafından sevk edilir, arzularına ulaştığında mutluluk, engellendiğinde de mutsuzluk ve moral bozukluğuyla başka bir alana savrulur; ama yaşadığı sürece vazgeçmez. .
Hayatın ve dünyanın geçici olduÄŸundan tereddüt etmeyiz; doÄŸan herkes ölür, her ÅŸey ve her iÅŸ biter, gün gelir evren de sona erer. Edebiyat, sanat, yüksek düÅŸünce ve din bize geçiciliÄŸi anlatırken insan fanilikten duyduÄŸu korku ve endiÅŸeyi yansıtır ürünlerine. DüÅŸünmek anlamındaki 'endiÅŸe' kelimesinin bu hüzün ve korkuyu kendinde barındırması insanın bu trajik durumunu anlatır. "Bir gün gelecek bitecek" düÅŸüncesiyle yaÅŸamak, en büyük hazları yaÅŸarken bile içimizde derin ve aşılmaz bir ukde bırakır, tadımız kaçar. Bardağın dolu tarafını görmeye kendimizi ne kadar zorlasak da gözümüzün önünde duran boÅŸ tarafı mutluluklarımızı kadük bırakır.
Hz. Peygamber ölümü "ağız tadını kaçıran" diye niteler. Bir tasavvuf deyiminde; "gelirler bir-bir, giderler bir-bir, geride kalır bir" denilir, geçicilik ve fena âleminde yaya insanın serüvenini ve Hakk'ın bekasını anlatır deyim. Herkes yalnız gelir dünyaya, bir birey olarak çekilir gider âlemden; bu hengâme esnasında hiçbir izdiham yaÅŸanmaz, kimse ötekinin önünü kesmez veya önüne geçmez. Herkes yerini doldurmaya gelir, bundan razı olsa da olmasa da o yerde yaÅŸar, giderken kendi yerine gelir. Ölüm ve doÄŸum kadar bireysel bir iÅŸimiz olamaz herhalde; belki de bütün sosyallik duygumuz bu yalnızlığın üzerimizdeki etkisini azaltmak arzusundan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
Her birimiz gidici olduÄŸumuzu bilerek yaÅŸarız; bilmediÄŸimiz, ölümden sonra ne olacağımızdır. Felsefe veya bilim bize ölüm sonrası hakkında hiç bir ÅŸey söylemez; ne geçmiÅŸte ne ÅŸimdi veya gelecekte felsefeden bu konuda bir bilgi sahibi olabileceÄŸiz. Bu konuda bize kim ne anlatırsa bir umudu beslemek üzere konuÅŸacaktır veya daha "gerçekçi" bir üslupla yokluktan söz edecektir. Hayatın sonrası hakkında bize bilgi verebilen sadece dindir. Bir dini, felsefeden ayrıştıran en önemli fark burada ortaya çıkar: Öte dünya hakkında verdiÄŸi bilgi ve inanç! Allah bir peygamber gönderir; peygamber de bize, "ölümlü" olduÄŸunu bildiÄŸimiz hayatın ardını ve önünü "görür gibi" tasvir eder. Biz de bu anlatılanlar ve kendi bildiklerimiz hakkında savruluruz. Bir kısmımız öte hakkındaki bilgiye ulaÅŸmanın sorumluluÄŸunu üstlenir, hayatımızı deÄŸiÅŸtiririz, bir kısmımız ise ilk hâlinde kalmayı sürdürür.
Biz dinden söz ederken bir mebde ve mead bilgisi, yani insanın evrendeki serüveninin başını ve sonunu bilenin gönderdiÄŸi bir bilgi ÅŸeklinde onu tasviri severiz. Bununla beraber dinin bize baÅŸlangıç hakkında verdiÄŸi bilgileri biz zaten akıl ile öÄŸreniriz. Her insan, âlemin bir zaman içinde var olduÄŸunu, ÅŸöyle veya böyle tasavvur edilen bir var ediciye dayandığını veya en azından içinden onu aÅŸan bir nizamda olduÄŸunu bilir. Filozofların bu konudaki kanaatlerinin "akıl" bilgisi olduÄŸunu düÅŸünürüz ve bunda tereddüt duymayız. Tanrı'nın varlığının bilinmesi sadece Tanrı hakkında bir bilgi deÄŸildir; bu bilgi aynı zamanda dünyanın fani ve mümkün olduÄŸunu bilmek anlamına da gelerek ilk hissiyatımızı kesin önermelere dönüÅŸtürür.
Din de bize bilginin bu kısmını böyle anlatır: Âlem mümkün bir varlık olarak zamanda var edildi, sürekli bir deÄŸiÅŸim ve tebdil içinde bir hâlden ötekine geçer; âlem kadim olmadığı gibi ezeli de deÄŸildir. Onu var eden ise ebedi ve ezeli Allah'tır. Buraya kadar din ile felsefeler arasında bir çeliÅŸki olmaz; çeliÅŸkiyi yaratan mead, yani hayatın sonu hakkında dinin getirdiÄŸi bilgilerde ortaya çıkar. Din ölüm sonrasından söz etmeye baÅŸladığında evrenin başı hakkındaki bilgimiz kadar insanın bu serüvendeki durumu da deÄŸiÅŸir. Bu "ukba" veya öte hayat bilgisi iki durum ortaya çıkartarak dini din kılar: Birincisi baÅŸlangıç ve ilke hakkındaki bilgimizi deÄŸiÅŸtirerek belirsiz bir ilke ÅŸeklinde tasavvur ettiÄŸimiz bilgi veya inançtan Tanrı'ya inanç ile yükümlü kılar. Bu ilk aÅŸama dinde "Her ÅŸey Allah'tandır" veya "Allah her ÅŸeyin yaratanıdır" ilkesiyle izah edilir. Ä°kincisi de insan bu hayatı ya da gideceÄŸi hayatı tanzim eden bir ilke ortaya çıkartır: Bu ise hayatı bir maksada göre yaÅŸamak demektir.
Ä°çimizdeki varlık tutkusu
Gelecek hakkındaki tereddüt ve endiÅŸeler bizde kaygı hâlini ortaya çıkarırken var olmanın verdiÄŸi tutku arzuların kaynağıdır. Gelecek hakkındaki kaygılarımız ne ölçüde güçlü ise içinde yaÅŸadığımız an hakkındaki savrulmalar da o ölçüde etkili hâle gelir. Bu itibarla hayatımızı yönlendiren iki temel saik vardır: Birincisi yaÅŸama arzu ve var olma tutkusundan ortaya çıkan mücadele, hareket ve var olma talebimizdir. Her bir insan hatta var olan tutkuyla hayata baÄŸlanır, var olma sevdasıyla tutunmaya çalışır. Normal ÅŸartlar dâhilinde var olma tutkumuzdan daha güçlü bir saikimiz yoktur.
Ä°bnü'l-Arabi insanı yönlendiren ve onu harekete geçiren en güçlü duygu arzu duygusudur dediÄŸinde hiçbirimiz yeni bir ÅŸey öÄŸrenmiÅŸ olmayız. Hepimiz arzu gücünün bizi yönlendirdiÄŸini ve bize hâkim olduÄŸunu biliriz; her insan "kendi hakkında basiret sahibidir" ve bedihi bir bilgiyle bizi neyin yönlendirdiÄŸini biliriz. Ä°nsan arzularının peÅŸinde koÅŸar, arzuları tarafından sevk edilir, arzularına ulaÅŸtığında mutluluk, engellendiÄŸinde de mutsuzluk ve moral bozukluÄŸuyla baÅŸka bir alana savrulur ama yaÅŸadığı sürece vazgeçmez. Ä°bnü'l-Arabi bunu "hareket sevgiden kaynaklanır" sözüyle açıklar. Bizi harekete geçiren içimizde saklı varlık tutkusu ve varlıkta kalma sevdasından baÅŸka bir ÅŸey olamaz. Ölümden kaçan insan bile, korktuÄŸu için deÄŸil, o korkunun perdelediÄŸi "yaÅŸama tutkusu" sebebiyle harekete geçer ve hayata koÅŸar.
Her insan, âlemin bir zaman içinde var olduÄŸunu, ÅŸöyle veya böyle tasavvur edilen bir var ediciye dayandığını veya en azından onu aÅŸan bir nizamda olduÄŸunu içinden bilir.
Ä°bnü'l-Arabi bunun ardından "arzu gücümüz olmadan, Allah'a ibadet bile etmeyiz" dediÄŸinde yeni bir ÅŸey öÄŸrendik ve heva gücünün imkânı hakkında endiÅŸe duyabileceÄŸimiz bir bilgiye ulaÅŸtık. Çünkü bütün dinlerde ve ahlak öÄŸretilerinde heva gücü kötülük ve ÅŸerrin kaynağı olarak görülmüÅŸtür. Bu itibarla hemen bütün geleneklerde heva gücü içimizdeki ÅŸeytan olarak kabul edilir ve dışarıdan bir etkiyle harekete geçse bile bizatihi kendisi yeterince kötüdür. Ä°bnü'l-Arabi heva gücü ibadetin de sebebidir ve "ulûhiyet tahtında hevayı oturur buldum" dediÄŸinde bu sözleri en ileri dereceye ulaşır.
Heva gücü yemek, içmek, cinsellik gibi hayvani duygularımıza verdiÄŸimiz genel isimdir. Daha doÄŸrusu bu gücümüz söz konusu eylemlerle varlığını sürdürür. Bunlar kendi ihtiyaçları karşılayana kadar bizi sevk eder ve bizi yönlendirirler. Söz konusu fiil ve niteliklerin "hayvani" diye nitelendirilmesi bir tahkir deÄŸildir; hayat ve yaÅŸamak ile ilgili olmaları sebebiyle böyle isimlendirilmiÅŸlerdir. Her birimiz bu duyguların tatmin edilmesiyle yaÅŸar ve hayata tutunuruz. Lakin insan aklının teÅŸekkülüyle birlikte "hayvani" olan ikincilleÅŸerek bir alt kategoriye iner. Bu durumda hayvani nitelemesi insanı tarif eden bir anlam olmaktan çıkarak insanın kendisini kontrol etmesi gereken nitelikler hâline gelir. Biz söz konusu niteliklerle varlığımızı koruruz ancak sadece onları karşılamakla ve yerine getirmekle "insan" olamayız. Ä°nsan olabilmemiz akıl dediÄŸimiz daha üst bir kabiliyetin bizde ortaya çıkmasıyla mümkündür. Akıl ise daha önce sayesinde var olduÄŸumuz niteliklerle bazen çatışarak bazen uzlaÅŸarak fakat her durumda arada bir gerilim bulunarak ortaya çıkar.
Redderek var olmak
Ä°nsan "düÅŸünen canlı" diye tarif edilir. Bu, gerçekte insanın kendisi hakkında ulaÅŸabildiÄŸi en nihai ve kesin açıklamadır. Ä°nsana dair hemen bütün önermeler bu cümlenin parçaları olabilir. Bununla birlikte "insan düÅŸünen canlıdır" önermesinin izahında ittifak etmek her zaman mümkün deÄŸildir. Çünkü akıl ve düÅŸünmenin kendisi hakkındaki belirsizlik tarifin bütünü hakkında bizi müphem bir noktaya düÅŸürür. Tarifin farklı yorumları insanlık düÅŸüncesindeki geliÅŸim seyrini takip etmemizi mümkün kılar. Belki de bir tabir üzerinden bütün insanlık düÅŸüncesinin seyrini görmek mümkündür: Platon'un idealar düÅŸüncesinden insan ve onun akletmesi hakkındaki tasavvurumuz farklı görüneceÄŸi gibi Aristoteles veya sonraki ÅŸarihlerinde ve Müslüman düÅŸünürlerde de durum farklılık arz edecektir. Modern dünyada ise iÅŸ tamamen deÄŸiÅŸecektir. Meselenin ayrıntısı bir yana, "düÅŸünen canlı" kadim zamanlardan beri ihtiyaçlarımızı aÅŸan bir ruhumuz olduÄŸu iddiasıyla irtibatlı bir düÅŸünceler kümesidir. Bu durumda insan üzerine her konuÅŸma onun yaÅŸadığı hayatı aÅŸan ve ona sığmayan bir yönü olduÄŸunu hesaba katarak yapılır. Üstelik insanın bu hayatı aÅŸan kısmı genellikle dünyanın bir parçası olan kısmının arzu ve istekleriyle çeliÅŸir, onunla çatışır, ona direnir; genellikle de ona raÄŸmen ortaya çıkar.
Dinî hayat kadar ahlak da bu çatışmanın bir neticesi olarak ortaya çıktı. Çünkü ahlak, hayati arzularımız (hayvani olan) ile aklımız arasındaki çeliÅŸkilerde arzuları sınırlamak ve kontrol altında tutmak ilkesine dayandı. Üstelik insan özgürlüÄŸü de böyle tanımlandı. Ä°nsanın özgürlüÄŸü arzularının peÅŸinden giderek deÄŸil, arzuları ile akıl arasında bir yabancılık ve gerilim düÅŸünürsek, arzularına direnirse ulaÅŸabileceÄŸi bir kemal hâlidir. BaÅŸka bir anlatımla özgürlük yaparak ve uyarak deÄŸil, direnerek ve reddederek var olacağımız bir kemal hâlidir. Hürriyeti böyle bir kemal hâli sayanlar dünyaya bir oyun ve eÄŸlence yeri olarak bakarak dünya ile oynamayı hayatın anlamı saydılar; ötekiler ise yani akla karşı arzuları tercih edenler için ise dünya hayatı var olabileceÄŸimiz tek yer olarak bir oyun ve eÄŸlenceden ibarettir dediler.
Ekrem Demirli - Lacivert Dergi
.
Henüz yorum yapılmamış.