Kürsü
Leyla İpekçi: “Maceralar macerası bir muammadır ölüm!”
Follow @dusuncemektebi2
Leyla İpekçi- Yeni Şafak
Sabahleyin seçim sonuçları ne alemde diye bakarken, henüz başkanlığa oturmamış bir adayın beşinci baskısı yapılmış bir liderlik ve başarı öyküsü kitabının tanıtımını gördüm. Nasıl bir proje imiş acaba derken, sandık görevlileriyle ilgili yasal olmayan şekilde örgütlü olarak toplandıkları ortaya çıkmış olduğunu okudum. Nüfus hareketliliği yüzünden bazı ilçelerdeki oyların tavan yaptığını filan… Derken Mehmet Amca’nın haberi geldi.
“Mehmet Amca sırrına erdi! Bir aşık göçtü bu diyardan!”
Akdeniz’de bir adadan, Kıbrıs’tan yeni gelmiştik. Yunus konuşmuş, Yunus dinlemiştik. Onu yazacaktım. Adalardan bir yâr gelip durur, dedim kendi kendime. Denizi, sahili, dalgası, balıkları derken… “Yerine yeni bir aşık gelmiştir” dedi birimiz. “Aşıksa ölmeyi bilecektir” sözüne muhatap olmuştu ölmeden evvel dedi bir diğerimiz.
Mehmet Amca’mızın haberi anın içinde sonsuzluğa açılıyordu. An öylesine sırla doluydu ki. “Maceralar macerası bir muammadır ölüm” dedi büyüğümüz. Tasdikleyecek bir makamım yoktu ama insiyaki olarak evet dedim.
Yunus’u yazıyordum işte, her koşulda yazdırıyordu kendini. “Aşıklar ölmez” derken ne kast ediyorsun ey Yunusumuz diye sorasım gelirdi, Mehmet Amca’nın saf meczubî halinin içindeydi cevabım.
***
Köyüyle şehri, aklıyla gönlü arasında bir Hak dostu idi Mehmet Amca’mız. İstanbul’un hangi semtinde bir İbn Arabi, Yunus, Mevlana veya aşk ve irfan etkinliği olsa, orada hazır biterdi. Çünkü onun gibi aşıklar için belediyelerin kültür etkinlikleri genelde yetersiz kalır, tatmin olamadan birinden diğerine yolculuk eder dururdu.
Öyle ki bir keresinde, hani savcının makamında şehit edildiği o karanlık gün (şehirde elektrikler kesilmişti) benim Zeytinburnu kültür merkezinde bir etkinliğim vardı, bir başka hanım yazarla birlikte. Zar zor ulaşabilmemiz bile bir mucizeydi o gün oraya. Toplam iki seyirci gelmişti. Biri Mehmet Amca’ydı. Başından sonuna kadar dinledi bizi. Sanki bütün salonu doldurmuş gibiydi.
Ah! Dedim duyunca haberi. Başka bir şey diyemedim. Ölümü, aşkı, insanı, kalbi, Rabbi, nefsi bize Rabçe’den tercüme eden Yunusumuzun dizelerinde dalgalandı ölüm.
“Ölümden ne korkarsın / Korkma ebedi varsın!” Deyip durdu bizim Yunus. Mehmet Amca’nın yankısı oldu.
En son onu bizim kitabevinin mutfağında görmüştüm. Sofrada karşılıklı oturduk. Başına gelen sıkıntıların adresini biliyor, şikâyet etmek yerine teslimiyet içinde delice komik, yarı kuşdili sözler söylüyordu. Onun dilini anlamayan yoktu aramızda. Çünkü bir Yunus vardı, Yunus’tan içeri ve bize tefsir ediyordu tavırlarıyla olup biteni!
Kün/etik bilgi tatbikiyle doğuyordu gönülde, hikmetini ümmice sözlerle dilimize koyuveriyordu, biz hakikatini çoğu zaman bilmesek de. Evet Mehmet Amca’mız bir süredir hastanedeydi. Kaynağından içiyor, susuyordu. Susarken bile gülümsüyordu.
***
Onun göçtüğünün haberi anda yankılamaya devam ederken diğer yazar arkadaşımla çocuk kitabı için başlık arıyorduk. Çocukların bir tohumdan ağaç yetiştirmesini anlatıyordu. Aslında ağaç da çocukları yetiştiriyor diyesiydim, buradan verelim başlığı diyordum. Ama bir türlü bulamıyorduk.
Çocuklardan birinin adı İnci’ydi. İyi ya, inciye ulaşana kadar ağaç olacaktı işte! Meşe palamudu. ‘İncisini yetiştiren ağaç’ dedik ama olmadı. ‘Her ağaçta bir inci saklı’ dedik yine olmadı. ‘Tohumdan meşeye yolculuk’ dedik. Böyle paslaşırken… Mehmet Amca’nındı gelen tecelli. Tohum, yolculuk, ağaç, meşe palamudu, inci… Evet dedim arkadaşıma; bir aşık gider bir aşık gelirmiş gerçekten. Hepsi Kendi değil miydi?
Sonra okumaya başladı arkadaşım: “Kurtuluş Savaşı’nda meşe palamudu unundan yapılan ekmeklerle karnını doyurmuş halkımız. O çok vefalı ağaçtır. Yalnızca insanlar değil hayvanlar için de vazgeçilmez bir yiyecektir. Su ve rüzgarla ne aşınmasına ne taşınmasına izin verir toprağın. Sımsıkı tutunur toprağa saçaklı kökleriyle. Toprağını korumak için bir ömür nöbet tutan askere benzer ağaç. Sadece toprağı değil, yeraltı su kaynaklarını da korur. Kabuğuyla böceklere, kovuğuyla kuşlara. Kökleri ile sincap tavşan gibi canlılara yuvadır meşe.”
Sus pus olduk derken. Çünkü fark etmiştik ki Mehmet Amca’mızın sırrını paylaşıyorduk an içinde bu capcanlı sözcüklerle. Her kelime kendisinin mecazı olmuş ve bize Mehmet Amca’nın kuş diliyle veriyordu haberini.
Nöbet tutan asker, ey Mehmetçik! Aşık ölmesini bilmişti!
Toprağını korumak için nöbet tutan askere benzeyen ol ağaçtan bir aşk/er bitip durur imiş her devir! “Bazen bir ağaç bin yıl yaşar, bazen de bir yılda elli bin palamut verir” dedi birimiz. “Bir yolcu tohum!” dedi biriciğimiz.
***
Mehmet Amca’mız koskoca şehirde her gittiğimiz yeri bize aşina kılardı. Aşık meşrep hali öylesine sirayet ederdi ki içimize, hep onun gibi -biraz fazla içinden- ama aslında başka bir alemden bakmanın tadına varırdık birlikteyken.
Ne olduğunu bazen bilir, bazen bilmezdik. Elinde torbası, cebinde tesbihi; yani silahı. Yolculuk kimine uzun, kimi menzilleri devirmiş, sona doğru! Silah arkadaşlarına unutulmaz cephe tatbikatları yaptırırdı. Cemaleddin Halveti (ks) ile geçirdiği aşk ve irfan dolu hayatını sanki biz yaşamaktaydık. Sevenlerin sözsüz kelâmsız konuşmasını, evet, biz Mehmet Amca’mızdan işitir dururduk. Ruhu şad olsun.
Osman Kemali babamızdan devam etsin o halde başladığımız yolculuk:
“Maceralar macerası bir muammadır ölüm / Saik-i nâr-ı cahîm ya dâr-ı mev’adır ölüm
Ten cehennemdir eğer ruh onda kaldıysa esir / Her taraf eyler hücum insânı ifnâdır ölüm…”
“Resulullah (as) insanın kabrinin amellerine göre cennet veya cehennem olacağını beyan ederken şöyle der: Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur. Hadiste geçen kabir; ruhun kabri olan bedenimiz. Bu beden ölünce de yok olmayacak ve biriktirdiği nesneye gıda olacaktır. Burada Hakkı idrak eden benlikler için ten ruh olmuş, aslına vuslat etmiştir. Onlar için bu kabir hayatı söz konusu değildir. (Bkz: Aşk Sızıntıları şerhinden, Mustafa Tatcı, H yayınları)
“Ya düşer rûh cisme hayvanlar içinde haşrolur / Ya çıkar âlâya bir seyr ü temâşâdır ölüm!”
Henüz yorum yapılmamış.