Sosyal Medya

Her kuşağın Cemil Meriç'i bir başka

Okuma denilen şey tabii ki bizim kuşak için öyle pek de üzerinde durulmuş, kafa yorulmuş bir ameliye sayılmazdı. Ne bulsak okuyorduk, demek boşuna değil. Zamanla biraz da kendi kişisel tecrübelerimizi ciddiye aldıkça bir kitabın, bir insanın, bir olayın hatta çevremizi kuşatan kâinatın nasıl okunması gerektiği konusunda dur durak bilmeyecek bir şekilde kafa yormaya başlayacaktık. Başlayacaktık diyorum, çünkü mesela en azından benim için hâlâ geçerli olan soru hâlâ daha ne okuyacağımdan çok nasıl okuyacağıma dair sıkıntılarımı karşılamakla sınırlı gibiydi.



Üniversitede insan olabildiÄŸince idareli düÅŸünmeye, biraz daha özenli olmaya yöneliyor sanki. Benimki de öyle oldu. Artık bir örnek arkadaÅŸlar arasında yaÅŸamıyorduk, kimse kimseye benzemiyordu. Memlekette darbe olmuÅŸ, bizi bu duraÄŸa kadar getirenlerin çoÄŸu ortadan kaybolmuÅŸ, hatta ironik olacak belki ama iÅŸte önünde beklemeye baÅŸladığımız duraklar da her ne hikmetse gözümüzden bir bir kaçmaya baÅŸlamıştı. Yanı başımızdaki insanlar da bizim gibi artık kendi yaÄŸlarıyla kavrulmaya mahkûmdular, baÅŸka da bir çareleri var mıydı? Bilmiyorum. Dün bitmiÅŸ, arada hatırlandığında bile ondan gidip bir ÅŸeyler tedarik etmeye kimsenin bir hevesi kalmamıştı. Ya yarın? Oralar da doÄŸrusu pek muallaktı. Biraz derinleÅŸmeye, zor da olsa kendi içimizde yol almaya ihtiyaç vardı. Bu kadar yol aldıktan sonra her ÅŸeye yeniden baÅŸlamak ne kadar doÄŸruydu? DoÄŸru yanlış önemli deÄŸildi, elimizdekilerle sınanmaktan da onlarla yetinmekten de bîzardık. Artık yeni ÅŸeyler yapmak ve dahi yeni ÅŸeyler duymak lazımdı.
 
Benim Cemil Meriç’le yeniden tanışmam bu belirsizlikler ikliminde gerçekleÅŸti. Kırk Ambar’ı darbeden önce almıştım, ama onu bir baÅŸka biçimde okumak ancak ÅŸimdi mümkün olacaktı. Kitap, onu üreten ortam, yazarın dünyası, hatta ruh hâli bir tarafa en çok da okuyucunun evreni bu baÄŸlamda bence yeni bir anlam taşıyordu. Tamam, sırtımıza nadide yükler sarılmıştı, emsalsizdiler, deÄŸerliydiler ama bir o kadar da ağırdılar, belimizi doÄŸrultamıyorduk. Yine de bizim her ÅŸeye raÄŸmen onları aynı dünyayı takip etmek için yorulmak pahasına da olsa kavramamız gerekiyordu. Bunun elveriÅŸli bir yolu var mıydı? Kim bize yol gösterecekti, hem sahi önden giden kim olacaktı? Bunlar da benim gibi paha biçilmez hedeflere ulaÅŸmak isteyenler için mutlak sorulması gereken sorular arasında yer alıyordu.
 
Ben ÅŸahsen Meriç okurken de diÄŸer baÅŸka yazarların kitaplarıyla haÅŸir neÅŸir olurken de hep kendi dünyamla elimdeki yazarın evreni arasındaki o mesafeyi göz ardı etmemeyi hesaba katıyordum. Hem ben Cemil Meriç deÄŸildim ki, onun gibi de asla olamazdım. Hatay’da baÅŸlayan ve karmaşık ruh denklemleri içinde 80’lere eriÅŸen müzmin bir karakterin hem fiziksel hem de entelektüel dünyası sıra dışı bir hikâyeyle birlikte hayatıma eÅŸlik ediyordu. Onun kendi okumaları, ilgi ve yönelimleri, tanıklık ettiÄŸi dünya karşısındaki tavır ve tutumları bizden bütün bunları taklit etmeyi deÄŸil olsa olsa anlaşılmayı talep ediyor olmalıydı. Bana kalırsa Cemil Meriç’in istediÄŸi buydu ama istemediÄŸi de buydu sanki. Bunu anlamıştım. Anlaşılmak güzeldi, kim istemezdi ki anlaşılmayı, herkes bizi anlasın, kimse bizi yormasın isterdik, yalan mı? Peki millet bizi anlayınca bu denkliÄŸe, bu kavrayışa açık mıydık? Hadi açıklığı geçtik, buna razı mıydık? Ben bile böylesi bir kavrayışa tav deÄŸilken acaba Meriç bundan hoÅŸnut muydu? Bilmiyorum, sanki deÄŸildi.
 
Tuz buz eden metinler
 
Kırk Ambar’a yeni baÅŸlamış, artık okumalarımı sadece ona hasredilmiÅŸ bir ilgiyle deÄŸil baÅŸka diÄŸer okumalarla da eÅŸleÅŸtirerek gerçekleÅŸtirmeye çalışıyordum. Okumaktan baÅŸka bir çarenin kalmadığını fark ettiÄŸim bir halet-i ruhiye içinde onun kesik kesik hatta yer yer bir asfalt kırıcısı gibi arka arkaya yüklendiÄŸi hamleleriyle oluÅŸturduÄŸu ÅŸu ortalığı tuz buz eden metinleriyle yüzgöz olmaya yeniden baÅŸlamıştım. Artık üstünkörü okumalarla sözümona etrafımdakilere yetiÅŸmeye çalıştığım kitaplarını yeniden okumanın zamanı gelmiÅŸti. Benim için hakikaten garip sayılabilecek bir keÅŸif, onu bir yere oturtmakta zorlanmam olmuÅŸtu.Bu adam sahiden ne söylüyordu, ona buna laf atıyor, bildik bilmedik her konuda söze karışıyor, kurduÄŸu cümlelerle hem kudretli bir büyü yaratıyor hem de elimizdeki kalıpların hiçbirine uyduramadığımız çıkışlarıyla bizi resmen adamakıllı buduyor yetmez bir de bunalıma sokuyordu.
 
Etrafımızda hem bütün bunlardan bunalan hem de aklı sıra bunalım takılan insanlardan ne kadar istersek o kadar vardı. Açıkçası onlardan baÅŸka da bir ÅŸey yoktu. Öte yandan iÅŸlerine ciddiyetle eÄŸilmeyenlerin görünme ve bilinme arzusu da resmen tavan yapmış durumdaydı; kendini ele vermek pek de rasyonel bir ÅŸey deÄŸildi, araziye uymak nerden bakılırsa bakılsın kışkırtıcı bir modaydı.  Herhangi bir konu üzerinde kılı kırk yaran bir ciddiyetle tam bir vukûfiyet arayışı içinde yol tutanlar içinse ortalıkta gezinmenin, pazara düÅŸmenin hiçbir anlamı ve deÄŸeri yoktu. Böyleleri belki de kendi evlerine çekilmiÅŸ, hayata sözümona bütün bedenleriyle dahil oldukları anlarda bile içlerinde taşıdıklarını zerre miktarda da olsa kimseye belli etmemek gibi zor becerilebilecek bir maharetle baÅŸka bir dünyada yaÅŸamaya devam ediyorlardı. Bütün bunların tanımlanmış bir miladı olduÄŸu kadar bir miadı da vardı, anlaşılan o ki hepsi geçiciydi. Bir gün gelecek maÄŸaradakiler dışarı çıkacak, ortalıkta görünmeyenlere bir hâller olacak, geri çekilenler öne atılacak, düÅŸtükleri kuyulardan çıkabilmenin bir yolu herkes için kolay bulunacak, herkes söze karışacak, ortalık mahÅŸer yerine dönecekti, az kalmıştı. Bir söz patlaması her tarafta hissedildiÄŸinde olması gereken bir ciddiyete geri dönmek ve orada karar kılmak için Cemil Meriç’i hatırlamak hiç de fena olmayacaktı.
 
Cemil Meriç’in neredeyse birbirinden bağımsız sayılabilecek muhitler arasında baÅŸ tacı edilebilecek bir ilgiyle takip edildiÄŸini fark ettiÄŸimde bende de sosyolojiye olan ilgi artık iyice depreÅŸmeye baÅŸlamıştı. Üniversitenin son yıllarında bu ilgilerim geçici birer heves olmaktan çoktan çıkmış, okumalarımın etkileÅŸimlerden beslenen dertlerim de bu minvalde yeni bir istikamete doÄŸru evirilmiÅŸ, yeni sorularla buluÅŸma zemini yakalamıştım. Nihayet basmakalıp bir tutkunun yönlendirdiÄŸi geliÅŸigüzel okumalardan uzaklaÅŸmak ve baÅŸka diÄŸer kaynakları da gözden düÅŸürmemeyi önceleyen yeni bir tarzda kendimi inÅŸa etmek için yolu yeniden tayine yeltendiÄŸimde Cemil Meriç’e dönmenin nasıl da emsalsiz bir keÅŸif olabileceÄŸini ben ancak böylece kavrayacak, bütün bunların ne kadar da kıymetli tercihler olduÄŸunu 90’ların başında ancak fark edebilecektim. Bizdeki okumalar genellikle ya tek tipti ya da hemen her kitap için birer uyarı levhası havasındaki ÅŸu mesafeli takip ihtarı bir hayli tedirgin edici ve boÄŸucuydu. Tartışmak hak getirirdi, yüzleÅŸmek, o da neyin nesiydi? HesaplaÅŸmak zaten mahkemelik bir ÅŸeydi. Buna kim cesaret edebilirdi? Aslında her ÅŸeye raÄŸmen belki de bunların hepsine vardık ama yine de eksik olan bir ÅŸey hep ortada bir yerde bizi yapayalnız bırakmıştı, o da tefekkürdü.
 
Artık aynı gemideydik
 
“ÇoÄŸul okuma” dedikleri ÅŸeyi sanırım daha yeni yeni keÅŸfediyor olmalıydım. Birbirinden bağımsız metinlerle haÅŸir neÅŸir olmaktan artık sıkılmam söz konusu deÄŸildi. Mesela Ä°bn Haldun’u biri aracılığıyla keÅŸfetmiÅŸsem, bir baÅŸkası sayesinde de onu anlamaya çalışıyor, birilerinin katkısıyla Mukaddime’yi kavramaya çalışırken, kendi irademi de bütün bu serüvene dahil ederek artık bir kararda durmaya çalışıyordum. Yaygın ve kabul gören okuma tarzlarının aksine bu tercih bana oldukça zor ve bir o kadar da meÅŸakkatli gelse de aynı konuya baÅŸka pek çok bakış açısının da pekâlâ olabileceÄŸini öÄŸreten Cemil Meriç’ti. Ne var ki ona dayanmak da zor mu zordu, hele taklitlerinden kaçınma telaşı bizi baÅŸka hiç kimsenin dediklerinden keyif alamayacak bir noktaya doÄŸru savuruyordu. Dilini kavramakta zorlanmıyordum, anlamaya çoktan baÅŸlamıştım, bu bir mutluluktu, paylaşılmaz bir huzurdu. Niyet okumaktan hoÅŸlanmıyordum, ama sonradan yayınlanan kitaplarıyla birlikte belki Freud’dan baÅŸlayarak aklım sıra psikanalize baÅŸvurarak deÄŸil ama bize pek de aÅŸina gelen ÅŸu feryatlarının nedenini artık duymaya ve hissetmeye baÅŸlamıştım. Ä°nsan zaten Meriç’i hayattan kopmadan inadım inat kararlılıkla okumaya karar verdiÄŸinde birkaç vakte kalmaz onda bir ÅŸekilde kendini bulmakta gecikmiyordu. Artık aynı gemide aynı trendeydik, onun tek başına kimseye sormadan çıktığı sefere biz de dahil olmak istiyorduk. HedeflediÄŸi yerleri durduÄŸumuz yerden kestirmek mümkün olmasa da yine de terkisine bindiÄŸimiz vesait bizi de onunla birlikte hep aynı yere götürüyordu. Bundan emindik, gidilecek yere varmış deÄŸildik belki ama hem bu yolu hem de bu yolculuÄŸu pek sevmiÅŸtik.
 
Meriç’in dili, çoklukla eriÅŸilmesi güç bir zirveyi tutturmuÅŸ olsa da bizim gibiler için o seviye illa da ulaşılması gereken bir yer sayılmazdı. Bazen yukarılara bakmak oralara çıkmaktan daha keyifli olabilirdi. Hem kim Everest’e ya da iÅŸte kendi mahallemizin müstesna zirvesi olarak bilinen AÄŸrı Dağı’na öyle her istediÄŸinde tırmanacak aÅŸka ve güce sahipti? Ben ki AÄŸrı’nın yanından kaç kere geçmiÅŸ, onu çıplak gözle görebilmek için nasıl da vakti saatini kollamıştım. Dil de öyleydi düÅŸünce de.  Onları ses de sarardı gürültü de. Ayıklamak kesin lazımdı, kulak vermek ve katışıksız bir dikkatle dinlemek için emek vermek gerekirdi.
 
Doktorada Türk aydını üzerine karar verdiÄŸimde henüz âlimle arifi, aydınla entelektüeli tefrik edecek bir yaÅŸta deÄŸildim. Bunları kafama göre birbirinin yerinde kullandığımda etrafımdakilerden hiçbiri de benim bu ayıbımı yüzüme vuracak bir salahiyete sahip deÄŸildi. Herkes gibi olmanın arazi olmaya fırsat veren yanlarından ben de istifade ediyor gibiydim. Tez çalışmalarıma patavatsız bir ÅŸekilde arada karışacak birine "Ele alacağım aydınlar arasında Cemil Meriç de var." dediÄŸimde aldığım cevap ürkütücüydü. Hoca, Meriç’in Müslüman olmadığını söylüyor, böyle birinin nasıl olup da aydın diye bir doktora konusu olarak ele alınabileceÄŸine akıl sır erdiremediÄŸini vurguluyor, beni açıkça töhmet altında tutmak için olmadık atraksiyonlara tevessül ediyordu. Uzun hikâyeydi, bitmezdi, belli ki Hoca'nın da benim gibi henüz daha bu kavramların soy kütüÄŸü hakkında esaslı bir kafa yormuÅŸluÄŸu yoktu. AÄŸlasak yeriydi, ama ben en çok da onun bu tez bittikten sonra aÄŸlamasını beklemiÅŸtim, hâlâ gülüyordu.
 
“Artık satır aralarında geziniyordum”
 
Meriç’i üçüncü kez ancak bu sefer baÅŸka aydınlarla birlikte sıkı ve yoÄŸun bir dikkatle okumaya koyulmuÅŸtum. Artık ÅŸimdiye kadar okuduklarım bana ne verdiyse vermiÅŸti, ama onlardan hiçbirinde ÅŸimdi olduÄŸu kadar onu anlamaya yönelik bir cehtle konuya sarılmamıştım. Artık satır aralarında rahatlıkla gezinebiliyor, yeni keÅŸfettiÄŸim hermeneutiÄŸin tadını bilhassa çıkarıyor, biraz psikoloji biraz epistemoloji Meriç’in dünyasını anlamaya çalışıyordum.
 
“Derdi dünyadan büyük birkaç insan say.”, “Hem var mı onlardan?” diye sorsalar, sanırım ben bunların arasına Cemil Meriç’i kesinkes koyardım. ÇektiÄŸi çile saygıdeÄŸerdi, düÅŸünceleri bir matkap etkisinden farksızdı. Onu çoklarının hayran olduÄŸu Nietzsche’ye deÄŸil aklı başında kimsenin pek fazla adam yerine koymadığı Diyojen’e daha fazla benzetiyordum. Diyojen bambaÅŸkaydı, onun gün ortasında elinde denizci feneriyle aradıklarını, kesintisiz bir süreklilik içinde yüzlerce yıl sonra devam ettiren bizim Meriç’ti. Hem bir farkla ki bütün bunları ararken o bir de gözlerinden olmuÅŸ, bulduklarını âmâ olarak görmüÅŸ ve apaydınlık bir ÅŸekilde teÅŸhir etmiÅŸti.
 
Siz hangi mahallede hangi muhitte yaşıyor olursanız olun söylediklerinden size dokunacak bir ÅŸeyler kesin vardı. Ä°nandıklarımızı gözden geçirmeye davet ettiÄŸinde size kibirli gelebilir, tasdiklerimizi sarsmaya çalıştığında onu basbayağı buyurgan biri olarak görebilirdiniz. Zaten kabullerimizi bir kere daha düÅŸünmeye davet ederken iÅŸi sonuna kadar takip eden belalı biri gibiydi. KonuÅŸuyordu, ondandır ki herkese yetecek kadarından daha fazla düÅŸmanı olacaktı. Durmadan söyleniyordu, ondandır ki onu ortada öylesine bırakıp terk edecek insanlar da hiç eksik olmayacaktı.
 
Ondan etkilendiÄŸim doÄŸrudur, kendisinden kaptığım dili kendime mal etmekte zorlanmak yerine onu da içine katan yeni bir söyleyiÅŸte karar kılmak belki de benim için daha da geliÅŸtirici bir adımdı. Öyle de yaptım. EtkilendiÄŸim daha pek çok insan vardı, ama ben ÅŸükürler olsun bundan hep gurur duydum, çünkü etkilenmeye hâlâ açıktım. Kendimi bilmiyordum, elimdeki kap boÅŸtu, oysa çeÅŸmeler şırıl şırıl akıyordu. Hem bende taÅŸma diye bir ÅŸey de yoktu; sadece çeÅŸmenin aÄŸzına doÄŸru dürüst yanaÅŸamamaktan kaynaklanan bir ayarsızlıkla maluldüm. O duru, o berrak su ister istemez etrafa saçılıyordu.
 
Necdet Subaşı - Dünya Bizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.