Özel / Analiz Haber
İbrahim Kalın: Gazali ve Wittgenstein Felsefenin Sınırları
Follow @dusuncemektebi2
Wittgenstein, birtakım olağanüstü durumlar sonucunda ‘hakikat’in sadece atomlar ve mantık önermelerinden ibaret olmadığını anladı. Dünyada mantık önermelerine ve bilimsel formüllere sığdırılamayacak olduğu halde yine de anlamlı olan o kadar çok şey vardı ki... Bir beste nasıl yapılır? Bir arkadaşı özlemek nasıl ifade edilir? Aşkın, affetmenin, dürüstlüğün veya cesaretin mantıksal veya bilimsel açıklaması nasıl yapılır? .
Yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından biri olan Ludwig Wittgenstein'ın hayatında iki farklı dönem vardır. Bunların ilki, mantıksal pozitivizmi doruk noktasına taşıyarak tüm anlamları mantık önermelerine göre açıklamaya çalıştığı kitabı Tractatus Logico-Philosophicus'u yazdığı dönemdir. Wittgenstein bu döneminde 'mutlak kesinlik, gerçeklik ve doÄŸruluk' peÅŸinde koÅŸuyordu. Tractatus hiçbir konuda belirsizliÄŸe olanak tanımıyordu.
Wittgenstein hayatının ikinci döneminde ise 'mantıksal pozitivizm'in katı formüllerini reddederek dünya hakkında karmaÅŸaya, belirsizliÄŸe ve sezgilere dayanan bir görüÅŸü savundu. Hakikatin temeli olarak matematik formülleri ve mantık önermelerinin yerine, 'aile benzerlikleri' ve 'dil oyunları'nı koydu.
Ünlü filozoftaki bu radikal deÄŸiÅŸim nedeniyle öfkelenen ve hayal kırıklığına uÄŸrayan, dönemin bir baÅŸka ünlü Ä°ngiliz filozofu Bertrand Russell, felsefenin 'ciddi' yanıyla uÄŸraÅŸmayı bıraktığı için Wittgenstein'a acıyordu. Ancak Wittgenstein'ın Cambridge Mektupları'ndan anlaşıldığına göre, asıl hayal kırıklığına uÄŸrayan, Russell'a dar kafalı, inatçı rasyonalizminde ve pozitivizminde ısrar ettiÄŸi için acıyan Wittgenstein idi.
Wittgenstein'ın güçlü bir kiÅŸiliÄŸi vardı. SöylediÄŸi veya yaptığı her ÅŸey etkileyiciydi. KurduÄŸu cümleler özdeyiÅŸlere benziyordu. Sesi kahramancaydı. Seçkin öÄŸrencileri ve takipçileri ona bir ermiÅŸ muamelesi yapıyordu. Buna mukabil Wittgenstein'ı felsefi disiplinden yoksun bir ÅŸarlatan olarak görüp küçümseyen ve onunla alay edenler de vardı. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Wittgenstein'ın iki hayatı arasındaki keskin zıtlıklar, bize modern Batı felsefesindeki büyük deÄŸiÅŸim hakkında önemli ipuçları verir.
Ä°lk Wittgenstein, dünyanın atomistik birimlerden oluÅŸtuÄŸuna inanıyordu. Bu 'bilimsel gerçek', dil ve mantık konusunda bilmemiz gereken her ÅŸeyin temeliydi. Fiziksel dünya atomistik, matematiksel, kesin ve net olduÄŸuna göre onu yorumlayan felsefe de öyle olmalıydı. Felsefe dünyayı olduÄŸu gibi yansıtmalıydı. Bu yüzden de sadece mantığa dayanmalıydı. BaÅŸka her ÅŸey felsefenin ve mantığın ilgi alanı dışında kalıyordu.
Ä°ÅŸte Wittgenstein o meÅŸhur, "Üzerinde konuÅŸulamayan ÅŸeyler hakkında susmak gerekir" sözünü, bu dönemde söyledi. Mantıksal pozitivizm aÅŸk, sanat veya inanç gibi ÅŸeylere anlam veremiyorsa, felsefe de bu konularda hiçbir ÅŸey söylememeliydi. Wittgenstein dilimizin sınırlarının dünyamızın sınırları olduÄŸunu bu dar anlamda ifade etmiÅŸti.
Bu, 20'nci yüzyılın baÅŸlarındaki mantıksal pozitivizm hayranlarına muhteÅŸem görünen bir tanımdı. Ancak Wittgenstein kısa süre sonra, birtakım olaÄŸanüstü durumlar sonucunda 'hakikat'in sadece atomlar ve mantık önermelerinden ibaret olmadığını anladı. Dünyada mantık önermelerine ve bilimsel formüllere sığdırılamayacak olduÄŸu halde yine de anlamlı olan o kadar çok ÅŸey vardı ki... Bir beste nasıl yapılır? Bir arkadaşı özlemek nasıl ifade edilir? AÅŸkın, affetmenin, dürüstlüÄŸün veya cesaretin mantıksal veya bilimsel açıklaması nasıl yapılır? Vardığı sonuç ÅŸuydu: Bir ÅŸeyi sadece dar mantıksal anlamda açıklayamadığımız için anlamsız görüp reddedemeyiz.
Wittgenstein, katı mantık önermelerinin yerine belirsizlikler, aile benzerlikleri, dil oyunları ve sözcüklerle ifade edilemeyen ÅŸeylerin esrarı üzerine çalışmaya baÅŸladı. AraÅŸtırmaları dil ve mantıkla sıkı sıkıya baÄŸlantılıydı. Felsefeyi, ikinci döneminde de "Beni gerçek itminana ulaÅŸtıran tek iÅŸ" diye tanımlıyordu. Bu yeni görüÅŸleri, felsefi düÅŸünceyi atomculuk ile indirgemeciliÄŸin prangalarından kurtarmıştı. Wittgenstein masa başı filozofundan ziyade bir zanaatkâra ya da sanatçıya dönüÅŸmüÅŸtü.
Wittgenstein dil ile hakikat arasındaki doÄŸru iliÅŸkiyi açıklamaya çabalarken felsefenin sınırlarını da zorluyordu. Tractatus'u reddettikten sonra, dil aracılığıyla neyin ifade edilip edilemeyeceÄŸi konusuyla ilgilenmeye devam etti. Burada neyin 'söylenebileceÄŸinden' neyin 'gösterilebileceÄŸine' doÄŸru belirgin bir geçiÅŸ vardır. 'Göstermek' eylemi, mantık önermelerinden daha fazlasını gerektiriyordu; bu, yapmak, eylemek, vücut dilini kullanmak, haykırmak, düÅŸünmek, sezgi ve nihayet sözle ifade edilemeyen pek çok eylemi içeriyordu. Böylece Wittgenstein felsefeyi, doÄŸa bilimlerinin sınırlamalarından ve felsefi indirgemeciliÄŸin hegemonyasından kurtarıyordu. Ama aynı zamanda, felsefenin yapıp yapamayacağı ÅŸeylere yeni bir sınır tayin ediyordu.
Bu çaba bazı açılardan, Ä°slam düÅŸünce tarihinin dev isimlerinden Gazali'nin (1058-1111) 12'nci yüzyılda Aristo felsefesini eleÅŸtirirken yapmaya çalıştığı ÅŸeye benzer. Gazali, baÅŸta Farabi ve Ä°bni Sina olmak üzere Aristo'nun Müslüman takipçilerini epistemolojik kibirleri ve tutarsızlıkları yüzünden eleÅŸtirmiÅŸ ve onları felsefenin sınırları dışına çıkmakla suçlamıştı.
Geleneksel bir Müslüman âlim ve entelektüel olan Gazali, hem dini hem de felsefi bilimlerde eÄŸitim görmüÅŸtü. Aristo felsefesine son derece hâkimdi ve bu felsefenin temel ilkelerini özetleyen Filozofların Amaçları (Mekâsidü'l-felâsife) adlı bir kitap yazmıştı. Bu özetleme çalışması öyle baÅŸarılıydı ki, kitap Latinceye çevrildiÄŸinde çoÄŸu Avrupalı düÅŸünür, Gazali'nin Ä°bni Sina'nın takipçisi olduÄŸunu sandı.
Gazali Müslüman Aristocuları, felsefeyi her ÅŸeyi kuÅŸatan metafizik bir dünya görüÅŸüne dönüÅŸtürdükleri ve onu dini inancın yerine ikame etmeye çalıştıkları için eleÅŸtirdi. Bu filozofların mantık ve matematik alanındaki eserleri övgüye deÄŸerken, epistemolojileri sadece kısmen doÄŸruydu. Ancak en büyük hatayı metafizik alanında yapmışlar ve felsefenin sınırları dışına çıkmışlardı. Gazali, dönemindeki siyasi geliÅŸmelerin de etkisiyle filozoflar hakkında acımasız bir hüküm verdi ve ÅŸu üç görüÅŸü savundukları için onları Ä°slam inancından çıkmakla itham etti: Evren ebedi ve ezelidir, Tanrı cüz'iyyâtı bilmez ve son olarak, öldükten sonra diriliÅŸ cismani deÄŸil sadece ruhani olacaktır.
Sünni kelamcılar ve fakihler Gazali'nin bu hükmünü felsefenin toptan reddi olarak yorumladılar. Oryantalistler bunu Ä°slam dünyasında felsefi düÅŸüncenin sonu olarak ilan ettiler. Sünni ilahiyatı ile Gazali ve Ä°bn-i Arabi'nin felsefi mistisizmi güç kazanırken, Aristocu felsefe geri plana düÅŸtü. Ancak Ä°slam dünyasında felsefi düÅŸünce sona ermeyip farklı ÅŸekillere büründü.
Gazali Aristocu felsefeyi, üstesinden gelemeyeceÄŸi alanlara girmeye cüret ettiÄŸi için eleÅŸtiriyordu. Ona göre Farabi ile Ä°bni Sina'nın temsil ettiÄŸi felsefe, kendi koyduÄŸu sınırların dışına çıkıyor ve sadece mantık formülleri ve 'delil' (burhan) ile ifade edilemeyecek ÅŸeyleri ifade etmeye çalışıyordu. Filozoflar, ellerinde bu iÅŸe uygun araçlar olmadığı halde epistemolojik bir kibirle metafizik sahasına zorla girmiÅŸlerdi. Açıklayamayacakları ÅŸeyleri dışlama veya reddetme eÄŸilimindeydiler. Oysa Gazali'ye göre hakikati, kendilerinin bilme imkânı olan ÅŸeylerle sınırlamak yerine kendi sınırlarını kabul etmeli ve sadece analitik muhakeme ile açıklanabilecek ve açıklanamayacak ÅŸeyleri kabullenmeliydiler.
Ancak filozofların hatası, felsefenin tümüyle yanlış olduÄŸu anlamına gelmez. Gazali felsefeyi tamamen dışlamak yerine felsefi mistisizme yöneldi ve nelerin felsefi-mistik düÅŸünüÅŸ, tefekkür ve sezgisel düÅŸünce yoluyla 'gösterilebileceÄŸi' konusunda yeni bakış açıları geliÅŸtirdi. EleÅŸtirilerini dile getirdiÄŸi kitabının anlamlı baÅŸlığı bunu açıkça ortaya koyuyor: 'Filozofların Tutarsızlığı', 'felsefe'nin deÄŸil. Bu baÅŸlık, Aristocuların, kendi koydukları felsefi kurallara baÄŸlı kalmadıkları için, tezlerinin tutarsız olduÄŸunu ima eder. Gerçekten de Gazali, kendileri felsefe yapmaktan ziyade sadece Yunan üstatlarını 'taklit' ettiÄŸini söylediÄŸi filozoflarla adeta alay ediyordu.
Gazali'nin kendisi de, bir epistemoloji krizi yaÅŸadığı ve dış dünyanın varlığını sorguladığı dönemde felsefi kesinliÄŸin (veya bunun yokluÄŸunun) sebep olduÄŸu sıkıntıları bizzat yaÅŸamıştı. Hatadan KurtuluÅŸ (el-Munkız mine'd-dalal) adlı ünlü biyografisinde açıkladığı üzere, bu krizi vahyin yardımıyla ve aklını doÄŸru ÅŸekilde kullanarak aÅŸmıştı.
Felsefe kendi sınırlarını belirleyebilir mi?
Bunun mümkün olduÄŸunu düÅŸünen Gazali, sadece kanıtlayıcı muhakemeyle ifade edilemeyen ÅŸeyleri doÄŸru bir baÄŸlama oturtabilmek için daha geniÅŸ bir felsefi düÅŸünce tarzı geliÅŸtirdi. Mantık ve dili, sezgiyle ve deÄŸiÅŸik epistemolojik vasıtalarla kavranabilecek daha büyük bir hakikatin parçası olarak gördü.
Bu, Wittgenstein'ın felsefi yolculuÄŸunun ikinci aÅŸamasında yöneldiÄŸi istikamete benzer. Gazali ve Wittgenstein çok farklı kavramsal çerçeveler içinde çalışmış olsalar da, felsefi düÅŸüncenin ufkunu geniÅŸletme çabaları felsefenin günümüzdeki anlamına dair önemli fırsatlar sunmaktadır.
Ä°slam tarihinde nakledilen meÅŸhur bir hikâye, hem Gazali'nin hem de Wittgenstein'ın eserlerinde karşımıza çıkan bilmek ile görmek arasındaki tamamlayıcı iliÅŸkiyi, çarpıcı bir ÅŸekilde hülasa etmektedir. Önde gelen bir filozof ile bir Sufi (bazı kaynaklara göre Ä°bni Sina ile Hace Abdullah el-Ensari) arasındaki görüÅŸmenin ardından, insanlar onlara birbirleri hakkında ne düÅŸündüklerini sorar. Sufi, filozof için "O benim gördüÄŸüm ÅŸeyi biliyor" der; filozof da Sufi için "O benim bildiÄŸim ÅŸeyi görüyor" der.
Bu hikâye, Wittgenstein ve Gazali'nin yapmaya çalıştığı gibi, bilmek ile görmek, kanıtlamak ile göstermek, söylemek ile susmak arasındaki yakın iliÅŸki hakkında bize önemli ipuçları veriyor. Farklı bilme çeÅŸitleri arasındaki iliÅŸki, dün olduÄŸu gibi bugün de felsefenin temel meselelerinden biri olmaya devam ediyor.
Makale Daily Sabah gazetesinde 01.11.2014 tarihinde yayınlanan orijinalinden tercüme edilmiÅŸtir.
.
Henüz yorum yapılmamış.