Güncel
Mustafa Öztürk: Tarihselcilik hisselerimi devrediyorum
Follow @dusuncemektebi2
Mustafa Öztürk - Karar
Son aylarda özellikle ismimiz etrafında yürütülen Kur’an ve tarihselcilik konulu tartışmalara, Karar gazetesinin ‘GörüÅŸler’ sayfasında birkaç makale yayımlayarak iÅŸtirak eden ve bu makalelerin ilkinde hem tarihselciliÄŸi ulvi bir dava gibi sahiplenen hem de “Biz Ehl-i Sünnet tarihselcileriyiz; siz bizi Mekkeli müÅŸriklerden pek farklı bir Tanrı tasavuruna sahip olmayan Deist tarihselcilerle karıştırmayın” diyen bazı arkadaÅŸlar da iÅŸtirak etti. Anlaşılan o ki tarihselcilik bu günlerde hayli kıymete bindi. Hem savunanlar hem karşı çıkanlar için tarihselcilik tartışmasına müdahil olmak sanki çok iyi bir yatırım alanı gibi... Ancak benim temel bir prensibim vardır ve bu prensip gereÄŸi bir ÅŸey ne ölçüde popülerleÅŸmiÅŸse, o ÅŸeyden aynı ölçüde uzaklaÅŸmam gerekir. Bu yüzden, son zamanlarda tarihselcilik alanına yatırım yapan arkadaÅŸlara sesleniyorum ve bol rant temennisiyle, tarihselcilik alanına ait tüm hisselerimi kendilerine devrediyorum. Ayrıca tarihselcilik fikrini cami avlusunda bulup sahip çıktığım yönündeki sözlerimi geri alıyor ve bu konuda “tekelcilik” yapıp iÅŸin tüm kaymağını tek başına yediÄŸim zehabına kapılarak “Asıl tarihselci biziz” diye kaleme sarılan arkadaÅŸlarımı büyük bir endiÅŸeye sevk ettiÄŸim için de kendime kızıyorum.
***
Bütün bunlara raÄŸmen tarihselcilik görüÅŸünden vazgeçmediÄŸimi ve Kur’an’ı saÄŸlıklı anlama ve yorumlama konusunda daha tutarlı bir fikrî/ilmî teklifle karşılaÅŸmadıkça bu görüÅŸte ısrar edeceÄŸimi, ancak tarihselcilikte liderlik ve temsilcilik gibi unvanlara göz dikmeyeceÄŸimi belirtmek istiyorum. Bu vesileyle, kendilerini “Ehl-i Sünnet tarihselcileri” diye tanımlayan arkadaÅŸlara tarihselciliÄŸin yorum ve ictihadla deÄŸil, vahyin tabiatı ve inzal keyfiyetiyle ilgili bir mesele olduÄŸunu da özellikle hatırlatmak gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Åžayet vahiy hem lafız hem mana olarak Allah’a aitse, bu durumda Kur’an vahyinin tarihselliÄŸini iddia etmek iman dairesinden çıkmakla eÅŸdeÄŸer hale gelir. Zira Allah’ın belli bir zaman ve mekana izafesi mümkün olmadığı gibi O’nun kelamının da zamansallığı söz konusu deÄŸildir. Ancak bu durumda ilahi kelamın kıdemi meselesi gündeme gelir. Åžayet Kur’an kadim ise o zaman Mu’tezile’nin Halku’l-Kur’an (Kur’an’ın Yaratılmışlığı) nazariyesine temel gerekçe oluÅŸturan “teaddüd-i kudema” (birden fazla kadim varlık) problemiyle yüzleÅŸilir. Bu yüzdendir ki Sünnî bazı kelamcılar dahi “kelam-ı nefsî ve kelam-ı lafzî” ÅŸeklinde bir ayrıma giderek, istemeyerek de olsa Kur’an lafızlarının kadim deÄŸil, mahluk olduÄŸunu kabullenmiÅŸlerdir.
Klasik tefsir ve fıkıh geleneÄŸinde hemen hemen tüm âlimlerin ittifakıyla benimsenen nesh nazariyesi -ki bu nazariye ancak son dönem Ä°slam dünyasında popüler hale gelen “Kur’an bize yeter” (Hristiyan Prostestan gelenekteki “Sola Scriptura” söyleminin bizdeki karşılığı) söylemiyle birlikte yaygın eleÅŸtiri konusu olmuÅŸtur- aslında Kur’an ahkâmının sosyolojik ÅŸartlar mucibince deÄŸiÅŸken ve dinamik olduÄŸuna iliÅŸkin en somut delildir. Hatta denilebilir ki ÅŸu veya bu kadar ayetteki hükmün mensuh yani bir daha uygulanmamak üzere ilga edildiÄŸini söylemek, en uç/ekstrem tarihselciliktir. Bugün bizi Ä°mam el-Mâtüridî’nin “ve fi’l-âyeti delâletü cevâzi’n-neshi bi’l-ictihâd” (Ayette ictihad yoluyla neshin caiz olduÄŸuna delil vardır) ÅŸeklindeki ifadesini veya Ebû Bekr Ä°bnü’l-Arabî’nin “ve kâne hâzâ hükmellâhi mahsûsen bi-zâlike’z-zamân fî tilke’n-nâzileti hâssaten bi-icmâi’l-ümmeti” (Allah’ın bu hükmü -ümmetin icmaıyla- hâssaten ayetin nazil olduÄŸu zamana ve o zaman vuku bulan olaya mahsustur) ÅŸeklindeki görüÅŸünü çarpıttığımız yönünde lafazanlık yapanların öncelikle gidip klasik dönemdeki ulemanın “Bu ayetteki hüküm mensuhtur” gibi kesin yargılarda bulunmasının ne manaya geldiÄŸini tartışmaları gerekir. Spesifik bir örnek üzerinden ifade etmek gerekirse, bugün tarihselciliÄŸi ilhad ve zındıklık gibi gören çok bilmiÅŸ zevat, sözgelimi, Ä°bn Receb el-Hanbelî’nin, “Haram aylarla ilgili ayetlerdeki savaÅŸ yasağı hükmü mensuhtur. Bunun delili de Rasûlullah’ın vefatından sonra hulefâ-i râÅŸidîn, sahabe ve diÄŸer müslüman yöneticilerin Ehl-i küfre karşı cihad ve kıtâl faaliyetlerini haram ay filan demeksizin kesintisiz olarak sürdürmüÅŸ oldukları gerçeÄŸidir” ÅŸeklindeki ifadesinin tarihselcilikten farklı bir anlam taşıyıp taşımadığını izahla mükelleftir.
***
Bu noktada, tarihselciliÄŸin Ä°slâmî gelenekten kendine meÅŸruiyet devÅŸirmeye çalıştığı iddia edilebilir. Nitekim bir ulusal gazetenin Açık GörüÅŸ isimli ekinde yayımlanan “TarihselciliÄŸin Tarihten MeÅŸruiyet Arayışı” baÅŸlıklı makalede de aynen böyle söylenmekte ve bu makalade “meÅŸru gelenek-gayri meÅŸru gelenek” ayrımına gidilmektedir. Ancak bu ayrımda, kolayca tahmin edilebileceÄŸi gibi, tarihselciliÄŸe referans oluÅŸturan geleneksel görüÅŸ ve yorumlar gayr-i meÅŸru gelenek diye tarif edilirken karşıt görüÅŸ ve yorumlar meÅŸru gelenek olarak tebcil edilmektedir. GeleneÄŸin meÅŸruiyeti ise söz konusu ayrımı yapan zatın paÅŸa gönlünce belirlenmektedir. Kur’an’ın tarihselliÄŸi görüÅŸünü “fikrî terör” olarak gören bu zat Hz. Ömer’in müellef-i kulûbla ilgili uygulamasından söz etmekte ve “Hz. Ömer ayetin hükmünü ortadan kaldırmamıştır. Müellefe-i kulûb sınıfına giren kiÅŸilere yapılan ödemeden sadece iki kiÅŸinin ödemesine son vermiÅŸ, asalak bir sınıfın üremesinin önüne geçmiÅŸtir. Zira hükmün illeti ortadan kalkmıştır, illet kalkınca da onlara dair hüküm de sona ermiÅŸtir. Bu bir usûl kaidesidir. Hüküm illetiyle vardır” demektedir ki tarihselcilik de sonuçta bundan farklı bir ÅŸey söylememektedir. Evet, hükmün illeti yoksa hüküm de yoktur. Nitekim bugünkü sosyolojide de sözgelimi kölelik/cariyelik kurumu, ganimet ve cizye hukuku gibi Kur’an’daki pek çok hükme menat oluÅŸturan illetler yoktur; dolayısıyla söz konusu hükümlerin tatbik zemini de yoktur. Bu yüzden, laf kalabalığına hacet olmadığı gibi tarihselcilik hakkında güya anlamlı bir ÅŸey söylüyormuÅŸ gibi sözde eleÅŸtiri yapmanın âlemi de yoktur.
Henüz yorum yapılmamış.