Bu akışkan ve ‘her ÅŸeyin mubah’ olduÄŸu modern sonrası dünyada, hepimiz için bir kerteriz noktası, insanı insan kılan, insan olmayı mümkün kılan ÅŸey haysiyettir. Ancak ahlaki bir vicdanladır ki haysiyet sahibi oluruz. Evet haysiyet. Çabuk unuttuÄŸumuz, eprimiÅŸ ve sanki artık bize bir ÅŸey söylemeyen kelimelerden biri daha. Evet, haysiyet. Bir insanım ben, istatistik hesaplarına gelmem, siz beni hesaba katmasanız da tarihi ben yazarım. ‘Allah ikbal sahiplerine ait evlerin duvarını, bazen, uçup oynayan bir küçük serçenin yuvasının korunması için yıkmadan tutar’ demiÅŸ bir ehl-i irfan. Ursula Le Guin, ‘Dünyadaki bütün umut, hiç hesaba katılmamış insanlardadır’ diye yazmış. Hepimiz farkında olmadan seçimlerimizle tarihi yazarız.
Bir insanım ben, hayatımın bir anlamı var. Ben içinde olduÄŸum için, tarihin bir anlamı var. Biriciktir benim hayatım, kimsenin hayatıyla deÄŸiÅŸ tokuÅŸ edilemez, benim rüyalarım ve acılarım bir baÅŸkasının acısıyla ve rüyalarıyla kıyaslanamaz. Tarihin görünmez gölgesiyim ben, öldüÄŸümde gazetelere haber olmam. GeniÅŸ kitlenin meçhulüyüm belki ama haysiyetimle ‘varlığın kökleri’ne deÄŸerim. Benim haysiyetimi yok sayan her kimse, onunla bir meselem var. Ve benim biricikliÄŸimi teslim eden her kimse ona verecek bir armaÄŸanım var. Bir oy, bir vergi numarası, nüfus kütüÄŸünde bir sayı deÄŸilim. Bana da doÄŸruları fısıldayan bir vicdanım var.
Ä°nsana yapılacak en büyük kötülüklerden biri ona karşı kayıtsız kalmaktır. Kayıtsız kalmak onun insanlığını azaltmak, onun haysiyetini zedelemek demektir. Sözüne kulak verilmeyecek birisi olarak tanımlamakla, zulüm, tarihin bahçesinden sürmeye yeltenir onu. Kayıtsızlığın bir biçimi de onun biricikliÄŸini tanımamak, onun iç dünyasının zenginliÄŸini görmezden gelmektir. Kültürler arası düzlemde düÅŸünürsek, insanı kendi varoluÅŸunun biricikliÄŸiyle kavramadığımızda sokaktaki göçmenden bir tehdit üretebiliriz. Ä°nsan haklarını sözgelimi, kiÅŸinin içinden geldiÄŸi kültürün deÄŸerleriyle deÄŸil de sözüm ona evrensel ama özünde Batılı Protestan bireyci düÅŸünce tarzı ekseninde yorumladığımızda, o iç dünyaları ve onların içinde yoÄŸrulduÄŸu kültürel matrisleri geçersizleÅŸtirmiÅŸ oluruz. Ä°nsan haysiyetini incitiriz.
Daha anlaşılır olması için bir örnekle devam edeyim: Hollanda hükümeti 2006’da baÅŸlattığı bir vatandaÅŸlık entegrasyon testinde, Batılı olmayan ülkelerden gelen müstakbel vatandaÅŸlarına öpüÅŸen gay çiftleri ve denizden üstsüz çıkan bir kadını göstermiÅŸti. Böylece ‘uyumsuz’ göçmenler ayıklanacak ve hayali çoÄŸunluÄŸa ait olduÄŸu düÅŸünülen kültürel kimlik vatandaÅŸlığa kabulün ön ÅŸartı olarak dayatılacaktı. Burada dini azınlıkları küçük düÅŸürmek isteyen ve kendini daha erdemli sayan bir hoÅŸgörüsüzlük örneÄŸi görüyoruz. Bu kibirli dil bize erdemin nerede yattığını ve neyin müsamaha ile karşılanması gerektiÄŸinin evrensel ölçütleri olduÄŸunu dikte ediyor. Ä°nsan haysiyetini zedeleyen her politik tutum, aslında hoÅŸgörü deÄŸil tam aksine kin ve baÄŸnazlık üretiyor.
Afrika gelenekleri ubuntu felsefesinden bahseder. KiÅŸi ancak diÄŸer kiÅŸilerin varlığıyla bir kiÅŸi olur. Konfüçyüsçülük’ten Ä°slam’a bütün kadim öÄŸretiler insana bir mikrokozmos, bir âlem-i sagir olarak kıymet verir. Her biri âlemin çekirdeÄŸi olan milyarlarca insan ve onların arasındaki görünmez baÄŸlar. Her insanın ötekine muhtaç ve yar olduÄŸu bir kozmik düzen. Ä°nsanlığımız baÅŸka insanlara nasıl davrandığımızla, yolların çatallandığı yerlerde hangi patikayı takip ettiÄŸimizle ÅŸekillenir. BaÅŸka insanların ruhunu ve zihnini anlayamadığımızda sadece onları insanlıktan çıkarmakla kalmaz kendi insanlığımızın özünü de sakatlarız.
Tarihi politikacıların yaptığını sanıyoruz. Tarihin kavÅŸak noktalarında politik ÅŸahsiyetlerle özdeÅŸleÅŸiyor veya onlara düÅŸman kesiliyoruz. Bana sorarsanız tarih, isimsiz kahramanların dünyaya sunduÄŸu öykülerle yazılıyor. ‘En büyükler, en mütevazı olanlardır’ diyor Raimon Panikkar. Politika insanların haysiyet arayışına cevap verebildiÄŸi ölçüde revaç buluyor veya gözden düÅŸüyor. Ä°simsiz kahraman, onun haysiyetini fark eden bir politik hareketi yüceltiyor, onun haysiyetini görmezden geldiÄŸini hissettiÄŸinde onu cezalandırıyor. Büyük inÅŸaatlar yapabilirsiniz ama sizi yücelten insanlar o büyük inÅŸaatların içinde kendilerini kaybolmuÅŸ hissettiklerinde haysiyetleri zedelenir. Yollar ve köprüler önce sokaktaki insanın kalbine çıkmak zorundadır. Politika kalpten kalbe giden yolu, ‘gönüller yapmayı’ becerebildiÄŸi ölçüde insanların haysiyetlerini dikkate almış olur. Dünyayı bir milletin varlık/yokluk mücadelesi gibi çok büyük anlatılarla kurguladığımızda insanların kendilerini bu dünyaya kattıkları o ‘küçük’ hikâye ve anlamı ıskalayabiliriz. Elbette bu anlatıların da yeri geldiÄŸinde açıklayıcı deÄŸerleri vardır, sözünü etmek istediÄŸim büyük politik anlatının insana mahsus hikâye ve anlamı ezmesi, insanı dünya karşısında dilsiz ve çaresiz bırakması. Ve giderek politik anlatının insanların dünyasında ikna ediciliÄŸini yitirmesi. Çünkü birey olarak haysiyet talebim karşılanmadığında politik aidiyetimin de bir anlamı kalmamış oluyor. Sözün özü politika insanı kuvvetlendirdiÄŸinde, onun toplumsal taleplerinin bir aynası olabildiÄŸinde ve sunduÄŸu büyük anlatıya mütevazı insanın anlatısını da eklemleyebildiÄŸinde ivme ve hayat kazanıyor.
Hayat günübirlik siyasetten daha derin bir yerde akar. O yer altı ırmağını fark etmekledir ki siyaset, insan haysiyetine dönük bir keÅŸif ve ibda faaliyetine dönüÅŸür. Böylece, taÅŸ ü toprak arasında, ‘ben dahi bile yapıldım’ demek cesaretini kuÅŸanır.
Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.