Sıkıldığımızda zamanla bir meselemiz vardır, onunla ne yapacağımızı bilemeyiz. Sıkıntı varlığı zamana hapseder.
‘Nasıl da ürperticidir sıkıntı’ diye yazar Kierkegaard, ‘boyun eÄŸmiÅŸ, atıl bir halde yatarım. GördüÄŸüm boÅŸluk, yaÅŸadığım boÅŸluk, içinde hareket ettiÄŸim boÅŸluktur. Acı bile duymam. Ruhum, üzerinde hiçbir kuÅŸun uçmadığı ölü denizdir artık’. Sıkıntı dikkatimizi verecek ehemmiyette bir ÅŸey bulamadığımızda sökün eder. Ruhun kımıltısız, hoÅŸnutsuz, huzursuz girdabı. Uyaran bolluÄŸu içindeyiz, her yandan üzerimize ses ve imge yağıyor ama yine de canımız sıkılıyor. Neden dersiniz?
Aslında uyaran fazlalığı da tıpkı uyaran azlığı gibi hayatı yeknesaklaÅŸtırıyor. Her ÅŸeyin hızla baÅŸlayıp hızla bittiÄŸi, yüzlerin/sözlerin/imgelerin uçucu olduÄŸu ve onulmaz bir hızla yenilendiÄŸi bir dünyada, her ÅŸey kendini yineler. Ä°lgi giderek artan bir ivmeyle dağılarak zayıflar. ‘Åžimdicilik’ ideolojisinin mahkumları olarak âna hapsoluruz. Hemen ÅŸimdi gerçekleÅŸmeyen hiçbir ÅŸey anlam taşımaz. Malumat fazlası, yarattığı doygunlukla bizi can sıkıntısına mıhlar. Aynı olanın totalitarizmidir bu.
Can sıkıntısından kaçma arzumuz ilginç olana duyduÄŸumuz açlıkta kendisini gösteriyor. Bugün ilginç bulduÄŸumuz ÅŸey yarın kolaylıkla sıkıcı kategorisine tahvil ediliyor. ‘Günümüz toplumu artık Foucault’nun bahsettiÄŸi hastaneler, tımarhaneler, hapishaneler, kışlalar ve fabrikalardan oluÅŸan bir disiplin toplumu deÄŸil’ diye yazar Byung-Chul Han ilginç kitabı Yorgunluk Toplumu’nda, ‘bunların yerini çoktan beridir fitness salonları, gökdelenler, bankalar, havaalanları, alış veriÅŸ merkezleri ve gen laboratuvarları aldı. 21. Yüzyıl toplumu artık bir disiplin toplumu deÄŸil, performans toplumudur. Sakinleri de itaatkar özne deÄŸil, performans öznesidir. Bu özneler kendi kendilerinin müteÅŸebbisleridir’. Performans toplumunda ‘evet, yapabiliriz!’ sloganıyla yasak, emir ve kuralın yerini proje, giriÅŸim ve motivasyon almıştır. ‘Disiplin toplumunun negatifliÄŸi deliler ve caniler doÄŸurmuÅŸtur. Performans toplumuysa depresif ve maÄŸluplar yaratır’. Ve canı sıkılan özneler.
Can sıkıntısı, modern insanın anlam buhranının en önemli belirtisi. Ruhlarımıza yön tayin eden kutup yıldızını yitirmiÅŸ gibi, anlamın olmadığı bir dünyada kaybolmuÅŸ ve ÅŸaÅŸkın bir haldeyiz. Her sokak başında anlam krizi karşımıza çıkıyor. Anlamın yerine koyacağımız, anlam yanılsaması yaratacak her ÅŸeye umutsuzca yapışıyor, geçici nesnelerde kimliÄŸimizi arıyoruz. Hayatlarımızı artık ‘tam zamanlı turistler’ olarak yaşıyoruz: ‘Bir turist uÄŸrağı olarak hayat’. Tatilde, günlük hayatta, evde, dışarıda her zaman turist. Gelenek tevarüs ediliyor ve hiç yoksa, insana bir süreklilik duygusu kazandırıyordu. Modern insan hiçbir ÅŸeye sadakat duymak zorunda deÄŸil, hayatın albenili seçenekleri arasından dilediÄŸi yaÅŸam biçimini seçebilir ve yeri geldiÄŸinde onu terk edip bir baÅŸkasına yönelebilir. Hayat tarzı bir libas gibi giyinip soyunulur, ne geçmiÅŸten tevarüs edilir ne de bugün uÄŸruna ter dökülür. EmeÄŸin olmadığı yerde anlam da yoktur. Ruha canlılık hissini veren anlamın ta kendisidir ve anlamın kaybı dünyanın kaybediliÅŸi ve yoksullaÅŸmasıdır. Anlam kaybını hisseden bir varlık sıkılabilir ancak.
Can sıkıntısı anlamın geri çekilmesi ve anlam ihtiyacımızın karşılanmamasıyla ortaya çıkıyor dedik. Bize tatmin bulmayan bir anlam açlığını haber veriyor. Zamanın boÅŸluÄŸundan bahsederken galiba aslında anlam boÅŸluÄŸundan bahsetmiÅŸ oluyoruz. Bir tür ‘niteliksiz yaÅŸantı’. Sual ÅŸu: Ä°nsanlar iki yüz yıl önce de sıkılıyorlar mıydı? Pek çok kuramcı moderniteye yol açan toplumsal ve kültürel deÄŸiÅŸikliklerin sıkıntının yaygınlaÅŸmasına hizmet ettiÄŸini söylüyor. Bütün imkanların eÅŸit ölçüde deÄŸersiz olduÄŸu bir dünya ‘hipersıkıntı’ dünyasıdır ve geleneksel anlam kaynaklarının kurumasıyla da yaygın bir kültürel kuvvet halini almıştır. Modern anlam krizi, geleneksel anlam yapılarının sökülüp atıldığı bir dünyada, onun yerine sadece tüketiciliÄŸin ikame edilebilmiÅŸ olmasıyla kendisini gösteriyor. Ä°çimizdeki boÅŸluÄŸu ancak dışarıdan alınan nesnelerle doldurabileceÄŸimizi sanıyoruz. Sıkıntıdan kaçmak için yöneldiÄŸimiz etkinlikler de bir süre sonra sıkıcı hale gelmeye baÅŸlıyor ve sonra dikkatimizi çelebilecek güçte baÅŸka eylemlere yöneliyoruz. Ruhu heyecana boÄŸacak her türlü etkinliÄŸin peÅŸi sıra sorgusuz sualsiz sürüklenirken içimizdeki karadelik bütün heyecanları yutuyor. Tüketim endüstrisi o zaman bize yeni zevk ve heyecanlar pazarlıyor zira mutlu hayat, sıkıntıya karşı insanı koruyan, yeni mal ve heyecanlar satın almaya izin veren bir hayattır. Modern insanın pasaportu olarak para, can sıkıntısını savabileceÄŸimiz ‘AVM’lere, saÄŸlık salonlarına, eÄŸlence parklarına giriÅŸ izni verir.
‘Ölmeden önce’ yapmamız gereken ne çok ÅŸey vardır! Her ÅŸeyi denememiz ve hayatın sunabileceÄŸi hazlar havuzundan yeterince kâm almamız beklenir.
Derin can sıkıntısı, ‘varlığı bütünüyle yutan’ bu kayıtsızlık hali aslında içinde bir imkan olarak ‘muhayyile anları’nı da barındırır. Varlık, özgürlük ve sorumluluÄŸu üstlendiÄŸinde, anlamı eksen alan bir hayatı seçebilir. Can sıkıntısının panzehiri iÅŸte bu doÄŸurgan andır : Sığ dikkatin talim ile derinleÅŸmesine izin vermemizledir ki tefekkür ve murakabeye kapı açarız. Derin ve yoÄŸun bir dikkati öÄŸrenmek ve hayata geçirmek için insana, tabiata, kainata hayret nazarıyla bakmayı baÅŸarabilmek gerek. Gönül gözümüzü dört açarak. Ä°nsan ancak yoÄŸunlaÅŸabilmekle kendi ruhuna deÄŸebilir. Kendi ruhuna deÄŸmekle baÅŸka ruhlara da dokunabilir. Ancak yoÄŸunlaÅŸmakla kendi dışımıza çıkar ve varlığa nüfuz ederiz. ‘Manzara bende düÅŸünüyor, ben onun bilinciyim’ diyen ressam Cezanne gibi, o zaman ÅŸeylerin kokusunu da görebiliriz. ‘Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur’ diyen Yunus Emre asırlar öncesinden varlığa anlam katan hayret duygusuna iÅŸaret ediyor. Ve ‘Rabbim hayretimi artır’ diye dua eden son Nebi. Can sıkıntısını iyileÅŸtirmek için, Kartezyen ÅŸüphenin yerine hayret nazarını yerleÅŸtirmemiz gerekiyor.
Sıkılmış candan umut kesilmez.
Gerçek Hayat
Henüz yorum yapılmamış.