Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Ali Şeriati: İnsan niçin efsane üretir?

İnsanın hep yaptığı ve daima da yapacağı, -hatta şimdi bu­günün maddeci insanı ve öteki hayata inanmayan mantıkçı fi­lozofları bile yapmaktadır- işlerden biri, örneklikleri, güzellik­leri ve olması gerektiği halde olmayan dünyayı yaratmaktır.



Tasavvuru ve tahayyülü dahi mevcut deÄŸilken bunu nasıl ya­pacaktır? Ä°nsanın bu âlemde hissettiÄŸi yoksunluÄŸu gidermeye yönelik çabalarından biri efsane üretmektir. Efsaneler iki çe­ÅŸittir. Kimi efsanelerde tarihte yaÅŸamış olan gerçek bir ÅŸahsi­yet bulunmaktadır. Bu tür efsanelerde kahraman, tarihte bel­li bir süre yaÅŸamış kiÅŸidir, -otuz yıl, elli yıl, altmış yıl yaÅŸamış­tır- fetihler yapmış, zaferler kazanmış, sonra hastalanmış, öl­müÅŸ ya da öldürülmüÅŸtür.
 
Daha sonra insan bu ÅŸahsı alıp, mâveraî bir ÅŸahsiyete dönüÅŸtürmüÅŸtür; bu, olması gereken, ama gerçekte olmayan, insanın olmasını istediÄŸi halde hiçbir za­man olmayacak bir ÅŸahsiyettir. Binaenaleyh, sıradan tarihî kahraman alınmakta, daha sonra o, zihinlerde büyük bir efsa­nevi kahramana dönüÅŸtürülmektedir. Bu kahraman, artık var olan deÄŸil, olması gereken bir kiÅŸidir.
Bunun örneklerden biri Ebu Müslim’dir. Ebu Müslim, Ho­rasan’da kabadayılık yapan bir köleydi. Bir oraya bir buraya gider, karnını doyurmak ve güce ulaÅŸmak için fırsat kollardı. Onun için kime baÄŸlı olunacağının hiçbir önemi yoktu. -Bu, güçlü bir Ä°ranlı da olabilirdi, Arap da olabilirdi, Ä°slam olabilir­di, Åžia olabilirdi, kısaca her ÅŸey ve herkes olabilirdi, onun açı­sından bunların hiçbirinin farkı yoktu.- O, güç peÅŸinde,mace­racı bir insandı, liyakatliydi de. Güçlü bir askeri kabiliyete ve komutanlık liyakatine sahipti. Abbasî hareketi geliÅŸmiÅŸ, Benî Ümeyye saltanatı zayıflamıştı. O gün artık rüzgarın Abbasîler’den yana estiÄŸi malumdu ve gelecek yıllarda iktidarın Abbasi’lerin eline geçeceÄŸi kesindi. Ebu Müslim, hükümette olması­na raÄŸmen oldukça zayıflamış Ümeyye oÄŸullarına karşı, gittik­çe güçlenen Abbasîlerin yanında yer aldı. Onlara sayısız hiz­metlerde bulunuyor, güç ve makam elde etmek için sayısız ci­nayetler iÅŸliyordu. Nitekim bazı makamlara da ulaÅŸtı. Abbasi­ler, onu iÅŸlerine yaradığı sürece yanlarında tuttular; fakat [ken­disiyle çıkar iliÅŸkilerinin bittiÄŸi] bir gün Ebu Müslim, ücretini al­mak isteyince, halifenin bir el iÅŸaretiyle perdenin arkasından çıkan askerler onu öldürdüler, böylece mesele bitmiÅŸ oldu.
 
Ebu Müslim iÅŸte böyle bir adamdı. Ancak daha sonraları gittiÄŸimiz kütüphanelerde, kahvehanelerde ve iÅŸittiÄŸimiz kıssa­ların Ä°çinde Öyle bir Ebu Müslim’le karşılaşıyoruz ki onun -bu iÅŸleri yapan ve sonra da bu ÅŸekilde öldürülen- Ebu Müslim Horasanî ile bir benzerliÄŸi bulunmadığı gibi, tarih boyunca yaÅŸa­mış diÄŸer büyük insanlar ile de bir benzerliÄŸi bulunmamakta­dır. Bir kere bu Ebu Müslim asla ölmez, canlıdır, ölümsüzdür. Ä°kinci olarak Ebu Müslim, asla yenilmez; üçüncü olarak tekrar zuhur edip iÅŸine devam edecektir. O her yerdedir, hem Türki­ye’de, hem Ä°ran’da kısaca her yerde ve her ÅŸehirdedir. Sonra onun hem çok büyük bir bilge, hem yüce bir ahlak sahibi, hem çok büyük bir güç sahibi olduÄŸunu görüyoruz. Öyle ki bunun artık tarihteki gerçek Ebu Müslim ile hiçbir benzerliÄŸi bulunmamaktadır.
 
DiÄŸer bir örnek de Ä°skender’dir. Pur-Davud1 ona sitem et­miÅŸ ve ömrünün sonuna dek ÅŸöyle feryat etmiÅŸti: “Neden bu melunu o kadar büyüttüler, o kadar kutsallaÅŸtırıp yücelttiler.”
 
Ä°skender Yunanlı bir gençti. Ä°ran’a saldırmış, Ä°ran hüküme­tini devirmiÅŸ, CemÅŸîd’in tahtını ateÅŸe vermiÅŸ ve HahameniÅŸlerin2 tüm görkemini yok etmiÅŸtir. Kendisi ve halefleri uzun müddet boyunca Ä°ran’da hükümetlerini sürdürdü ve Ä°ran mil­letinin güçlü ve görkemli medeniyetini Yunan ordusunun ayakları altına serdi. Binaenaleyh onun Ä°ran’da tarihin en menfur adamı olarak anılması ve kendisinden iblis ve melun diye bahsedilmesi gerekiyordu. Ondan melun – bunu ben söy­lüyorum – diye söz etmeseler de her halükârda o, batıdan Ä°ran’a saldırmış, Dârâ’yı3 yok etmiÅŸ ve HahameniÅŸleri orta­dan kaldırmış bir askerdi. Önce kendisi, daha sonra da halef­leri Ä°ran’da bir müddet saltanat sürmüÅŸ ardından da yenilip gitmiÅŸlerdir.
 
Evet, Ä°skender de tarihte var olan diÄŸer kahramanlar gibi bir kahramandı. Fakat efsanelerdeki Ä°skender böyle deÄŸildir. Tüm hüneri yakmak, yıkmak ve öldürmek olan bu Yunanlı sapkın ve zayıf gençten, ölümsüz, yenilmez ve insanlığın kur­tuluÅŸu için daha çocukken kılıcını kuÅŸanmış muvahhid bir ÅŸah­siyet yarattılar. O, Åžiîlerin yazdığı Ä°skendernamelerde4 Ali sevgisiyle dolu biridir ve Süleyman’ın sarayına gidip orada Sü­leyman’a ve Süleyman’ın sarayındakilere Ali sevgisinden bah­setmiÅŸtir. Tüm erdemlere sahiptir. Peki hangi erdemlere? Ä°nsanlann sahip olduÄŸu erdemlere deÄŸil, insanların sahip olmaları gereken ancak sahip olmadıkları ve asla da sahip olmayacakları erdemlere! O asla ölmez, asla yenilmez, ona kılıç iÅŸle­mez, onda hiçbir ruhî ve ahlakî kusur yoktur. Onun misyonu sadece ve sadece insanın kurtuluÅŸudur. O, bu yüzden Ä°ran’a saldırmıştır. Tek hedefi insanlığın kurtuluÅŸa ermesi ve tevhid düÅŸüncesinin dünyadaki tüm kalplere girmesidir. Mevcut Ä°s­kender’den iÅŸte böyle bir yan tanrı ve büyük bir hayalî kahra­man yaratmışlardır.
 
DiÄŸer bir mitoloji ya da efsane çeÅŸidi daha vardır ki bunun gerçekle hiçbir alakası yoktur. Bu tür mitolojilerde geçen olay­lar da kiÅŸiler de dünyada hiçbir zaman var olmamışlardır. On­lar tümüyle hayal ürünüdür ve gerçek deÄŸildir. Onlar tanrıça­lar ve yarı tannlardır. Yarı tanrı nasıl yaratılıyor? Mesela insan­da varolan hislerden biri de aÅŸktır. Bir ferdi ya da topluluÄŸu tutkuyla, katıksız ve çıkarsız olarak sevmektir. Bu insanî Ä°hti­yaçta hiçbir çıkar güdülmemeli, onda bencillik, çıkarcılık gibi kirler yer almamalıdır. Ancak insan tüm aÅŸklara bir ÅŸeylerin bulaÅŸtığını, içine he­veslerin karıştığını, kiÅŸisel çıkarların ve bencilliÄŸin bulaÅŸtığını ya da içinde zaaflar banndırdığını ve çabucak tükendiÄŸini gö­rünce, bu Ä°htiyacını giderememektedir. Ä°nsanın mutlak, temiz ve kutsal bir aÅŸka ihtiyacı vardır ve böyle bir aÅŸk ise yeryüzün­de yaÅŸayan, nefes alan ve diÄŸer binlerce tutkuya sahip olan in­sanın kalbinde oluÅŸamaz ve devam edemez. O halde ne yap­malı? Bu ihtiyacı nasıl gidermeli? Elbette ki aÅŸk tanrıları yara­tarak. Bir duygu ve bir düÅŸünce ÅŸahsiyet kazanıyor, dış dünya­da tecessüm ediyor ve bir puta, bir tanrıçaya ve bir hayali za­ta dönüÅŸüyor. Ä°nsanı, tarih boyunca kendi toplumunda ya da kendi döne­minde mutlak derecesinde fedakârlığa sahip bir insan görme­ye muhtaçtır. Yani baÅŸkalarının menfaati söz konusu olduÄŸun­da, onun toplumuna, halkına, insanlığa olan aÅŸkı ve sevgisi ön plana çıkar. Artık onun için kendisi yoktur, tüm istekleri ortadan kalkar, kiÅŸisel çıkarlarını ve beklentilerini unutur ve di­ÄŸerlerinin menfaati için kendisini kolayca feda eder.
 
Ä°nsan ta­rihe bakıyor, yeryüzünde yaÅŸayan insanları gözden geçiriyor ve bu dünyada yaÅŸayan insanın böyle bir duyguya ve böyle bir güce sahip olamayacağını görüyor. Hatta, bu dünyada feda­kârlık yapan ve toplum için kendisini feda etmeye hazır bulu­nan Ä°nsanları gördüÄŸü zaman bile ÅŸöyle düÅŸünüyor: Onun bu fedakârlığına bencillik ya da ÅŸöhret arzusu karışmıştır. ÇektiÄŸi kılıcın yüzde sekseni baÅŸkalannın menfaati içinse de mutlaka yüzde yirmisi gösteriÅŸ içindir. Hatta canını ortaya koyma du­rumlarında bile bazen bütünüyle bencillik göze çarpmaktadır. Gerçek insanın en pâk ölümlerinde bile bazen bencilliÄŸin ve gösteriÅŸin lekesi açıkça görülebilmektedir.
 
Mevlana Mesnevî’de büyük bir mücahitten bahsediyor ve diyor ki o kılıçlar çekti, cihatlar etti. Sıcak ve kanlı savaÅŸlar­dan muzaffer olarak döndü. O ömrünün sonlarına doÄŸru otur­du, kılıç çekip kinle ve kudretle kılıç vurmanın kendisine zevk verdiÄŸini düÅŸündü. KiÅŸisel ve bireysel tutkularından biri -bu, kendini göstermek biçiminde olabilir ya da “ben büyüÄŸüm ve ben bir kahramanım” ÅŸeklinde gösteriÅŸ yapmak biçiminde olabilir- onun bu cesaretinde hatta fedakârlığında etkili olu­yordu. Bunun üzerine adam bir köÅŸeye çekilir ve ibadetle meÅŸgul olur. (Ben onun yaptığı bu iÅŸi savunmak istemiyorum, bu örneÄŸi baÅŸka bir mesele için veriyorum.) Ağır ve zor oruç­lar tutar, çokça namaz kılar, zorlu zikirlere ve riyazetlere yö­nelir. Riyazet halindeyken bir gün savaÅŸ davullarının seslerini ve kahramanların cihada çağıran haykmÅŸlannı duyar. Sokak­lardan silahlann, atların ve savaÅŸ borazanlarının keskin sesle­ri gelmektedir. SavaÅŸ sahnesinin kurulmakta olduÄŸu ve ciha­dın baÅŸlayacağı açıktır. Bir ömür boyu savaÅŸmış ve cihat etmiÅŸ bu adamy birden irkilip dışarı çıkar. SavaÅŸ sesleri ve savaşın is­minin geçmesi onu tahrik eder ve riyazet için inzivada bulunduÄŸu yerden onu dışarı çıkarır. Sonra birden kendine gelir ve der ki: “Ä°ÅŸte bu benliktir, bu feda olmak ve cihat ismiyle be­ni aldatmak isteyen “kendi” bencilliÄŸimdir. Niçin? Niçin sen, kendin? Åžimdi “kalk savaÅŸa git, Ä°nancın ve dinin uÄŸrunda ken­dini feda et” diyen sen, o zaman cihada çağırdıklarında beni inzivaya yönlendirmemiÅŸ miydin? “Bu kez kal, yeteri kadar savaÅŸtın artık görevini tamamladın, insan daha ne kadar sava­ÅŸÄ±r ki…” dememiÅŸ miydin? O halde neden ÅŸimdi beni savaÅŸa sürükiüyorsun. Sen, aynı sensin, sen aynı adamsın. Sen beni savaÅŸta tehlikesi daha az olan yerlere götürmüyor muydun? Tehlikeli ve ölümün kaçınılmaz olduÄŸu yerlerden beni uzaklaÅŸ­tırmıyor muydun? Peki neden ÅŸimdi ısrarla beni savaÅŸmaya çağınyorsun?
 
Neden olduÄŸunu biliyorum. Çünkü sen kendindeki “ben­cilliÄŸi” öldürmeÄŸe karar vermiÅŸsin, (Yani “BenliÄŸi, yani “nefs”i öldürmeÄŸe) bunun baÅŸka bir çaresi yok diyorsun. EÄŸer beni öldürmek istiyorsan neden kimsenin bilmediÄŸi ve görme­diÄŸi bu ıssız inziva köÅŸesinde beni böylesine boÄŸuyorsun? Bu­rada öleceÄŸime beni o cephede öldür kî benim öldürüldüÄŸü­mü ve feda olduÄŸumu görsünler. Böylece en azından bir mücahit olarak tanınayım. Beni neden bu köÅŸede yavaÅŸ yavaÅŸ öl­dürüyor ve boÄŸuyorsun? Bu durumda hiç kimse beni anlama­yacak ve yaptığım bu fedakârlığı bilemeyecek!
 
Bir Müslüman, Ebu Cehil’in göÄŸsüne oturunca o ÅŸöyle de­di: “BoÄŸazımın ÅŸuradan aÅŸağısını kes.” Müslüman: “AÅŸağıdan ya da yukandan kesilmesinin ne farkı var?” deyince o ÅŸöyle dedi: “Başımı mızraÄŸa takınca herkesten yukarıda dursun ve herkes, bu başın Ebu Cehil’e ait olduÄŸunu anlasın.” Bu duygu az ya da çok herkeste vardır. Fakat bazen o kadar zarif bir gü­ce sahiptir ve o kadar latif perdelere, tevillere ve yorumlara sahiptir ki insanın kendisi bile bunu anlayamamaktadır.
 
Benim hocalarımdan biri diyordu ki, bir topluluÄŸa girip yer olmadığı halde yukanlarda bir yerlere oturmak isteyen bir ki­ÅŸi, kendisine zorla yer açmaya çalışır. Görenler, onun ne ka­dar bencil biri olduÄŸunu düÅŸünür. Bazılanna Ä°se yukarıya bu­yurun diye ne kadar ısrar etseler de: “Hayır biz yere, ayakka­bılarımızın üstüne oturduk” derler. Ä°kinci defa davet edildikle­rinde ise: “TeÅŸekkür ederiz, burası çok rahat.” derler. Ä°nsan­lar, onlar hakkında ne kadar mütevazı insanlar diye düÅŸünür­ler. Halbuki hakkında böyle düÅŸünülen insan, diÄŸerlerinden daha bencil olabilir. Yukarıda oturmak isteyen kiÅŸinin az bir bencilliÄŸi vardır ve: “Benim yerim orası ben de oraya gitmek istiyorum, herkes benim yukarıda oturmaya layık olduÄŸunu anlasın” der. Ancak aÅŸağıda oturmak isteyen ise demek isti­yor ki: “Benim yerim de orasıdır. Beni, siz oraya davet edi­yorsunuz. Demek benim yerimin yukansı olduÄŸunu anladınız. Bu durumda benim bencilliÄŸimin derecesi de en az onlarınki kadardır. Ancak ben ÅŸunu göstermiÅŸ oluyorum: Ben o kadar iyi biriyim ki gördüÄŸünüz gibi aslında yerim yukarıda olması­na raÄŸmen, ben aÅŸağıda oturuyorum. Ä°ÅŸte bu benim onlara göre sahip olduÄŸum izafi bencilliktir.”
 
Ruhsal meseleler bazen öyle bir ÅŸekilde tecelli eder ki onu dikkatli bir ÅŸekilde analiz edip yorumladığınızda, onun yüzün­deki perdeyi kaldırdığınızda zahiren güzel görüntüsünün altın­dan “kiÅŸiliÄŸinin”, “nefsinin” ve “çıkarlarının” mutlak hakikati ortaya çıkar.
 
Ancak insan, sevebileceÄŸi, kendisine dayanabileceÄŸi, hat­ta tapınabileceÄŸi bir ruhunun olmasını ister. Ama o ruh, mut­lak derecede yüce bir fedakârlığa sahip olmalıdır. Yani onda hiçbir ÅŸekilde bencilliÄŸin, kiÅŸisel çıkarcılığın, hatta -gerçekten kendini feda edecek bile olsa- “ben kendimi feda edebilecek bir adamım” gibisinden yapacağı gösteriÅŸin lekeleri bulunma­malıdır. Böyle bir ÅŸey mümkün deÄŸildir. Kesinlikle mümkün deÄŸildir. Ama ona ihtiyacımız var ve yaratıyoruz. Neyi? Pro-mete’yi- Promete’yi yaratıyoruz. Promete, dünyadaki en meÅŸ­hur yan tanrılardan biridir. Onu Atinalılar ve Yunanlılar yarat­tılar; fakat daha sonra Roma’ya oradan da tüm dünyaya git­ti. Promete tannlar alemindeki Yunan tanrılarından biridir ve her ÅŸeyle dopdoludur. (GüzelliÄŸe, güce, iyiliÄŸe, sevimliliÄŸe, tanrıların sahip olduÄŸu mutluluÄŸa, hayata, her ÅŸeye sahiptir; hiçbir ÅŸeye ve hiç kimseye ihtiyacı yoktur.) Ancak o, heyecan verici bir eyleme kalkışıyor. Yani kendisine, makamına, diÄŸer tanrılara ve içinde mutlulukla yaÅŸadığı dünyaya karşı, insan için kıyam ediyor, gelip tanrılar âleminden ateÅŸi çalarak, bunu yeryüzünde soÄŸukta ve karanlıkta yaÅŸayan, ateÅŸe muhtaç olan ve bu ihtiyacını gideremeyen insana veriyor.
 
Ä°nsan, aldığı bu ateÅŸle ısınıyor, sonra yemek piÅŸiriyor, dün­yası aydınlanıyor, karanlıktan ve soÄŸuktan ıstırap çeken insa­na ışık ve sıcaklık bahÅŸediyor. AteÅŸe sahip olmayan insanlığa ateÅŸ vermekten daha büyük bir hizmet olabilir mi? Promete iÅŸte bunu yapıyor ve diÄŸer tanrıları öfkelendiriyor. {Promete, bu akıbeti önceden göze almıştı.) Onlar Promete’yi yakalayıp zincire vuruyorlar ve onu Kafkas daÄŸlarındaki buzdan bir te­peye hapsediyorlar. Sonra büyük ve keskin bir gagaya sahip korkunç bir akbabayı, gagasıyla o karanlık, soÄŸuk ve ıssız tepede zincirlere vurulmuÅŸ Promete’nin ciÄŸerlerini lime lime ederek yemesi için görevlendiriyorlar. Sonra ciÄŸerleri yenmiÅŸ olan Promete, bu daimi azaba tahammül ediyor. Bu akbaba gökyüzüne biraz yükseldiÄŸinde onun ciÄŸerlerinin tekrar oluÅŸ­tuÄŸunu görüyor ve ikinci defa onun ciÄŸerlerini yiyor. AteÅŸi Ä°lahların -kendisi de onlardan biridir- iradesine raÄŸmen onlar­dan alıp büyük bir fedakarlık yaparak insanlara verdiÄŸi gün­den beri Promete, Kafkas daÄŸlarında sadece o akbaba ile bir­liktedir.
 
Promete zincire vurulmuÅŸtur, akbaba daima gelip onun ciÄŸerini yemekte, yenen ciÄŸerler tekrar oluÅŸmaktadır. Bu, Promete’nin daimî kaderidir. Åžimdi bile durum böyle.. (Kafkaslara gidenler, bunu kesinlikle gördüler.) Bu kimdir? Böyle bir adam var mıydı? Böyle bir tanrı mevcut muydu? Böylesine bir dünya var mıydı? Bu âlemde böyle bir ÅŸeyin ol­duÄŸunu kabul edecek hiç kimse kesinlikle yoktur. O halde ne oldu da böyle bir Promete yaratıldı? Ä°nsanın Promete’ye ihti­yacı vardı; ancak Promete mevcut deÄŸildi. Bu derecede bir fe­dakârlık numunesine insanın ihtiyacı vardı ancak tarihte ve kendi zamanında böyle bir insan bulamamıştı. Mutlak mutlu­luk içerisinde, tanrısal mutluluk içerisinde, tanrılar âlemi içeri­sinde -tüm maddî ve manevî nimetlerin, güzelliklerin bulundu­ÄŸu ve tüm ihtiyaçların giderildiÄŸi bir âlemdi- yaÅŸayan birinin, kendisiyle farklı cinsten bir varlık olan insan için kendisini böyle bir azaba duçar etmesi, kendini tanrılar âleminden ve tanrılık* makamından mahrum bırakması ve Kafkas dağında korkunç bir akbabadan daimi olarak iÅŸkence görmeyi göze al­ması ve bundan hiç piÅŸman olmaması mümkün deÄŸildir!
 
Promete için yazılan pek çok destan vardır, hatta bugün bi­le yazılmaktadır. ‘”Zincire VurulmuÅŸ Promete” destanı ise And-re Gide5 tarafından yazılmış en son destandır.
 
Promete destanının bulunmasına raÄŸmen “Zincire VurulmuÅŸ Promete “yi yazdı ve hâlâ Promete tiyatrosu sahnelenmektedir. Neden? Çünkü insan Promete’ye ve bir Promete’nin varlığına (Böylesine bir duyarlılığa ve böylesine büyük bir fedakarlığa sa­hip birinin olmasına) muhtaçtır. Ancak bu, mevcut deÄŸildir. Kendisini hastalıklar tehdit ettiÄŸi halde, ölüm kendisini kusurlu kıldığı halde ve zaaflar, kendisini yok ettiÄŸi halde, insan yine de güzelliÄŸe ihtiyaç duyuyor. Fakat tüm güzellikler nispîdir, tüm güzellikler nakıstır, tüm güzellikler, geçicidir, yapaydır. Buna raÄŸmen o, mutlak güzelliÄŸin peÅŸindedir; ama bu, yoktur. Bu­nun için insan, – bütün güzellikleri kendinde toplayan, zaaflar­dan, kusurlardan ve zamanın etkilerinden uzak olan, mutlak güzelliÄŸe sahip olan- Venüs’ü yaratıyor. Neden? Çünkü aldatı­cı da olsa insanın büyüklüÄŸe ve yüceliÄŸe ihtiyacı var. (Pek çok ihtiyacımızı ruhsal bir aldatma ile gideren, mesela çirkinliÄŸimi­zi telafi eden bizler deÄŸil miyiz?) Tüm büyüklükler nispîdir. Da­ha büyük var; ama en büyük yok. BüyüklüÄŸe, ruhî yüceliÄŸe ya da mutlak fikre sahip olan, ebedî olan, kusur taşımayan ve bünyesinde hiçbir sapkınlığı barındırmayan bir Ä°nsan yok; ama, o bunu yaratıyor. Ä°nsanın zamanla, mekanla, bencillikle, çirkinlikle ve bozulmayla sınırlandınlamayacak bir tarihe ihtiya­cı vardır. Fakat gerek insanlık tarihi, gerek tüm kavimlerin ve milletlerin tarihi ve gerekse tüm kahramanların tarihi, kusurlu, münharif ve nispîdir. Bir yanında güzellikler, iyilikler, aÅŸkınlıklar ve kutsallıklar bulunuyorsa da diÄŸer yanında da kötülükler, zaaflar ve yenilgiler mevcuttur. -Tarihin tüm kahramanları ye­nilgiye uÄŸruyorlar, ölüyorlar ve zaaf taşıyorlar- Tarih, kiÅŸisel is­tekleriyle, kiÅŸisel zaaflanyla, kendi zamanlarıyla, mekanlarıyla ve muhitîeriyle sınırlanmış olan gerçek Ä°nsanların hayatlarının bütünüdür. Ancak insanın olması gerektiÄŸi halde olmayan bu tarihe ihtiyacı vardır.
 
Efsaneler, olması gerektiÄŸi halde var olmayan tarihten ibarettir. Binaenaleyh, efsane yaratmak insanî bir ihtiyaçtır. Çün­kü gerçek tarih -gerçekliÄŸi olan ve gerçekleÅŸmiÅŸ olan tarih-onu tatmin etmemektedir. Bu sebeple o efsanelerin yalan ol­duÄŸunu bildiÄŸi halde efsane yazıyor. Mesela Arya ırkının kah­ramanı olacak bir kahraman istiyorum. Kime baksam görüyo­rum ki ya kusurlu, ya bir savaÅŸta yenilgiye uÄŸramış ya da za­afa sahip olduÄŸu için yok olmuÅŸtur. Bu yüzden Sîstanlı bir pehlivan buluyorum ve onu Rüstem yapıyorum, onun üç ya­ÅŸÄ±nda savaÅŸa gittiÄŸini söylüyorum, hiçbir zaman yenilmeyen Rüstem’i yenilgiye uÄŸratmaya mecbur kalsam bile kendi baba­sı tarafından yenilgiye uÄŸratıyorum ki her halükârda o büyük bir imtiyaza sahip olsun. O, asla baÅŸkası tarafından yenilgiye uÄŸratılmamalıdır. O Sîmurg’la ve diÄŸer kuÅŸlarla yaÅŸayan, on­larla irtibatı olan biridir. O, oklar ve mızraklarla dolu olan çu­kura düÅŸse bile atı ile o kuyuda ilerleyebilen ve asla zaafa düÅŸ­meyen ölümsüz bir Ä°nsandır. Rüstem, ÅŸimdi bir köyde yaşıyor ve çiftçilikle uÄŸraşıyor. Çünkü bu kahraman ölümsüz olmalı, bu kahraman -bu insan- ölmesi için atıldığı çukurda saÄŸ kal­malı ve ölümsüz olmalı, hiçbir savaÅŸta yenilgiye uÄŸramamah ve asla zaaf göstermemeli. Hatta Rüstem, Turana -Efrasi-yaban diyarına- gittiÄŸinde orada Tehmineye aşık oluyor ve sonra destanda Tehmine’nin, Rüstem’in olduÄŸunu görüyoruz. Burada insan birden kahramanının bir fesada duçar olduÄŸu­nu, bir hataya düÅŸtüÄŸünü ve ÅŸer’î olmayan bir aÅŸka yöneldiÄŸi­ni görüyor. Bu ÅŸehvet düÅŸkünlüÄŸü, bizim yüce kahramanımı­za bir leke düÅŸürüyor. Peki ne yapmalıyız? Aynı gece Firdevsî, mubedin [ZerdüÅŸt din adamı] yanına gidiyor, o da gelip, Rüstem’in oÄŸlu gayri meÅŸru olmasın ve Rüstem’in hayatı, hi­kayenin aslı böyle olmakla birlikte o kara lekeyle kirlenmesin diye Tehmine’yÄ° Rüstem ile evlendiriyor. Neresinde kusur var­sa efsane bunu düzeltiyor, kahramanın öldüÄŸü yerde efsane onu ebedîleÅŸtiriyor, bir zaafa veya kötülüÄŸe düÅŸtüÄŸünde efsa­ne onu temizliyor. Sonra insan efsane adına bir tarih yazıyor. olması gereken, olmayan ve olması mümkün olmayan bir ta­rihtir bu. Onun içinde öyle olaylar, öyle iliÅŸkiler ve öyle duy­gular vardır, ki, bunlann olması gerekir; ama böyle bir ÅŸey yok­tur ve asla da olmayacaktır.
 
Bu tür iliÅŸkilerin ve duyguların, insanın en eski macerala­rında da var olduÄŸunu, -aslında efsaneler ilkel insana aittir-bugün de var olmaya devam ettiÄŸini görüyoruz. Christian’ın aÅŸkına ÅŸimdi baktığımızda yeryüzünde böyle bir aÅŸkın var ol­masının mümkün olmadığını görüyoruz. Ä°talya’da küçük bir ÅŸehir olan Verona’da bir mezar vardır. Bu mezarı bugünün da­hi pek çok aydın, gençler, yazarlar, ÅŸairler, sanatkârlar, hatta yaÅŸlılar büyük bir arzuyla, aÅŸkla ve neredeyse hayret verici di­nî bir hürmetle dolduruyorlar. Bu mezar -mabet- onlar için kutsalmış! Orada iki tane kabir yan yana bulunuyor. O iki mezar kimlere ait? Romeo ve Juliet’e. Romeo ve Juliet kim? Aslında hiç kimse ve hiçbir ÅŸey. O eskilere ait bir masal idi. Sonraları Shakspeare adında bir yazar, bu hikayeyi tiyatro ÅŸekline dönüÅŸtürdü. -Tıpkı Leyla ile Mecnun gibi.- Aslında gerçekte varlıkları yoktu; ama burada kabirleri var! Bu iki ki­ÅŸinin kabrini, bir yazar evinde yarattı. Bu iki kiÅŸi Romeo ve Ju-liet’tir. Onlar aslında yoktular ve hiçbir zaman da yaÅŸamadılar. Yazarın kendisi bile onların olmadıklarını söylemektedir6 Ya­ni böylesine bir duyguya ve böylesine bir temizliÄŸe o kadar ih­tiyaç vardı ki, bizzat hikayede ÅŸöyle deniyor: “Romeo ve Juli­et birbirlerine kavuÅŸamayacaklarını anlayınca birbirinin kuca­ÄŸÄ±nda ölebilmek için her ikisi de intihar ettiler.” Onlar kitapta öldüler; ama ÅŸimdi kabirleri var. Bu hadise bir efsane de de­ÄŸildir. Bunun hikayesi on yedinci yüzyılda ortaya çıktı. On do­kuzuncu yüzyılda ise onlar için kabir yaptılar
 
Bu kabri yapanlar da oraya ziyaret için gelenler de bunun içinde kimsenin yatmadığını biliyor. Pak duygulara, âdeta münezzeh olma de­recesindeki insanî iliÅŸkilere duyulan ihtiyaç o kadar fazladır. Psikolojide ÅŸöyle deniliyor; “Ä°htiyaç bazen öylesine ÅŸiddetli oluyor ki haricî bir gerçeklik kazanıyor” Bu da haricî bir ger­çeklik kazanmaya iliÅŸkin bir örnektir. Bu hârici gerçekliÄŸin bir yalandan ibaret olduÄŸunu bilenler bile, böyle bir yere, böyle insanlara ve böyle bir hikayeye olan ihtiyaçlarından dolayı bu hikayeyi yazmaktadırlar. Bunun yalan olduÄŸunu, aldatma ol­duÄŸunu herkes bilir; ancak o yalana dahi ihtiyacımız var. Pro-mete’nin büyüklüÄŸüne, fedakârlığına -biliyoruz ki Promete yok ve onu biz yarattık- ihtiyaç duyuyoruz. (Promete’yi, Andre Gide yarattı ve tüm Avrupalılar da ondan tercüme ettiler. Fakat tiyatrolarda daima onu görüyoruz.)
 
Binaenaleyh insan, Promete’ye sahip olmaya muhtaçtır; ama Promete yoktur. Onu yaratıyor ve elimizle yarattığımıza tapıyoruz. Onu seviyoruz. Bunun bizde bazı duyguların ortaya çıkmasına sebep olduÄŸunu ve daimi susuzluÄŸumuzu bir ölçüde giderdiÄŸini düÅŸünüyoruz. Bu açıdan bakıldığında tarih boyunca efsanelerin tarihle beraber olduÄŸu, insanla beraber olduÄŸu gö­rülür. Belli bir ismi olan, sıradan bir seçkinliÄŸe sahip, normal birini alıyor ve onu hayalindeki -muhtaç olduÄŸu, olması gere­ken- insana dönüÅŸtürüyor. Bunun dış gerçeklikte mevcut olma­dığını bilmesine raÄŸmen efsane üretiyor. Efsaneler, her duygu­nun, her kutsallığın ve her maddî ve manevî güzelliÄŸin yüce nu­munesinin bir bütünüdür. Öyleyse insan, numuneler yaratıyor. Ancak olanı deÄŸil, olması gerekeni yaratıyor. BüyüklüÄŸün en yüce numunesi, Çin’de ve Japonya’da tanrı “Rama” ve “FutuÅŸi Åži” ÅŸeklinde, Roma’da ve Yunanda ise tann “Zeus” ve [Mı­sır’da] “Osiris” ÅŸeklinde ortaya konuyor.
 
Ä°nsan, konuÅŸurken aÄŸzından mutlak güzelliÄŸe sahip keli­meler dökülen birini görmek istiyor. Bunlar, günlük hayatta kullanılan sıradan kelimeler olmamalı. Aksine güzel, aÅŸkın ve kutsal olmalı. Böyle bir insan yok. Zira konuÅŸan herkes, sıra­dan meseleleri ifade etmek için söz söylemektedir. EÄŸer buna bir güzellik veriyorsa bu, sıradan bir güzelliktir, bir benzetme­dir, bîr kinayedir ya da içinde hakikat olmayan bir sözdür ve bu yalanla, çıkarla ve gösteriÅŸ ile beraberdir. Ä°çi doÄŸrulukla do­lu, dışıysa söz güzellikleriyle dolu olan bir söz yoktur. Bunun için söz ustası, “Demosthenes”i7 yaratıyoruz. Sözün sembo­lü olan “Tîr’i yaratıyoruz. Bu derecede büyük bir fedakârlık yok, onun için de Promete’yi yaratıyoruz. Ä°çinde hiçbir kötü­lüÄŸün ve zaafın bulunmadığı Ä°nsana duyulan aÅŸk, baÅŸkalarına duyulan muhabbet yok. Ä°nsan için fedakarlık yapan tannları yaratıyoruz, hiç yenilmeyen ve hiçbir yerde zaaf göstermeyen kahramanlar yaratıyoruz. Çünkü bizim tüm kahramanlanmız yenilgiye uÄŸruyorlar, tüm kahramanlarımızın cesareti ve gücü belli durumlarla ‘sınırlıdır ve bunlar geçtiÄŸinde her ÅŸey bitiyor. Kahramanlık da bitiyor. Tüm kahramanların yaptığı savaÅŸlar, kahramanlıkların tümü; güzelliÄŸin, paklığın ve münezzehliÄŸin en yüce derecesinde deÄŸil.
 
Bunun için “Herkül”ü yaratıyoruz, ya da -Hindistan’da- “Rama”yı veya -Rusya’da ve DoÄŸu Av­rupa’da- “Lahas”ı yaratıyoruz. Sevgi dolu, ÅŸefkatli kahraman­lar yaratıyoruz. Her kültürde ve dinde bütün hayatını sevmek­le, aÅŸkla, baÅŸkalanna sunduÄŸu hayır ve bereketle geçiren ör­nek insanlar yaratılmıştır. Çünkü bu olmalı, böyle bir insana ihtiyacımız var; ama böyle bir insan yok. Hakikati uÄŸruna, paklık uÄŸruna ve insanın iyi ve kutsal bildiÄŸi ÅŸeyler uÄŸruna kendisini unutan, kendini ateÅŸe atan, geleceÄŸini karartan ve akbabanın iÅŸkencelerine tahammül eden insanı seviyoruz. Ancak tarihte böyle bir insan bulamıyoruz, bunun için onu ya­ratıyoruz. Bu efsaneler, bu numune yaratıcılıkları, bu temiz iliÅŸkiler, insanların yarattıkları ve yaratmakta oldukları bu mut­lak duygular, (bugün romanlar, hikayeler, filmler ve tiyatrolar yapıyorlar, orada yalan ve aldatma bulunuyor) olumsuz deÄŸil, olumlu eylemlerdir.
 
Çünkü insanın yaÅŸaması için, daima yüce, aÅŸkın fmüteal] mutlak ve pak örneklere tapmaya, onları sev­meye ve onları düÅŸünmeye ihtiyacı var. Hatta efsanelerin ha­yali hikayelerinde yer alan insanlığın en yüce, en kutsal ve en güzel derecesindeki numuneler, -gerçek olmasalar bile- daima insan ruhunun ıslahına ve güzelleÅŸmesine sebep oluyordu.
 
Promete ve benzeri kahramanları düÅŸünmek daima hal­kın ruhundaki fedakârlık ilhamından kaynaklanıyordu. Bu sebeple bugün psikolojide, sosyal psikolojide ve özellikle de eÄŸitim psikolojisinde her biri bir güzelliÄŸin, bir azametin ya da büyük bir fedakarlığın timsali olan bu örneklere çok de­ÄŸer verilmekte ve bunlar, insan ruhunun ıslahı, geliÅŸmesi, eÄŸitilmesi için en büyük örnekler olarak görülmektedir. An­cak Ä°nsan daima, biri güzellik tanrısı, biri kutsallık tanrısı, bi­ri sevgi tanrısı, biri tahammül tanrısı, biri cesaret tanrısı, bi-vi güzel söz tanrısı ve biri de fedakarlık tanrısı olan bu muh­telif Örneklerin tümünün birinde toplanmasını istedi. Bu ça­ba tüm efsanelerde göze çarpmaktadır. Niçin? Çünkü insan için fedakârlık timsali olan o tanrı -Promete- bizim en yük­sek derecedeki fedakârlığa, görkemliliÄŸe, güzelliÄŸe olan tap­ma Ä°htiyacımızı bertaraf ediyor. Ancak o Herkül gibi güçlü deÄŸil ya da “Heliodorus” gibi ruh güzelliÄŸine sahip deÄŸil ya da ‘Demosthenes” gibi konuÅŸamaz ve diÄŸer tanrılar karşı­sında kendisini savunamaz. O, eziyet çekmektedir. Halbuki böyle bir kusurdan uzak olmalıdır. Bu sebeptendir ki mitolo­ji tarihinde tanrılar giderek azalmakta ve her tanrıda birkaç özellik birden toplanmaktadır. SöylediÄŸimiz gibi, bu hayali örnekler ve bu sahte, uydurma ve hayalî efsaneler, insanlı­ÄŸÄ±n duygu, düÅŸünce geliÅŸiminin, ıslahının ve eÄŸitiminin ilham kaynağı olan tablolardı. Buna herkes inanmaktadır.
 
Dipnotlar
 
1- Pur, Farsça’da oÄŸul, evlat anlamına gelmektedir. Farsça’da Hz Ä°brahim için Pur-Azer, Hz. Ä°smail için Pur-Hacer tamlamalarının kullanıldığı göz önünde bu­lundurulduÄŸunda Pur-Davud’un Hz. Süleyman olduÄŸu sonucu çıkarılabilir. Fakat Hz. Süleyman’ın MÖ 970, Ä°skender’in ise MÖ 356 tarihinde doÄŸduÄŸu düÅŸünüldü­ÄŸünde Merhum Dr. Åžeriatî’nin Pur-Davud ile baÅŸka birini kastetmiÅŸ olması da mümkündür. [Çevirmen]
 
2- MÖ 550-330 yılları arasında Ä°ran’da hüküm sürmüÅŸ Pers hanedanıdır. Türk­çe’de Ahemeniler ve Akamanışlar diye de telaffuz edilmektedir. Farsça’da yay­gın kullanımı “AkhameniÅŸler” biçiminde olmakla birlikte, merhum Dr. Åžeriatî’nin burada zikrettiÄŸi gibi “HahemeniÅŸler=HakhemeniÅŸier” biçiminde de bir kullanım söz konusudur.[Çevirmen]
 
3- Dârâ isimli birçok Pers kralı vardır. Burada söz konusu edilen, son AkhemeniÅŸ kralı 3. Dâra’dır.[Çevirmen]
 
4- iskendernâme: Klasik edebiyatta Ä°skender’in hayatını ve maceralarını anla­tan mesnevilerin gertei adıdır. Sadece Ä°ran edebiyatında deÄŸil, Türk Divan ede­biyatında da Ä°skendernâme yazmış birçok ÅŸair bulunmaktadır. Divan Edebiyatın­da Ahmedî’nin yazdığı iskendernâme ünlüdür. [Çevirmen]
 
5- Andre Gide, günümüz Fransa’sının en aydın yazarlarından biridir. Büyük bir aydın olan Gide, birkaç yıl önce öldü.
 
6- Firdevsî de diyor ki: “Rüstem, Sistan’da bir pehlivandı Ä°ran’ın, iranlının, Rüstem’e sahip olmaya ihtiyacı vardı; ama o yoktu. Bunu, onun için ortaya çıkardık.
 
7- MÖ 320 yıllarında yaÅŸamış ünlü Atinalı hatip ve politikacı. [Çevirmen]

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.