Güncel
Gökhan Özcan / Geri alamadığımız bakışlar
Gökhan Özcan - Yeni Şafak
"Gözünü alamamak” diye bir deyimimiz var. Baktığı ÅŸeyin cazibesine takılı kalmak diye ifade edebiliriz anlattığı ÅŸeyi. Cazibeden kasıt da herhalde daha ziyade güzellik, ilginçlik, ÅŸaşırtıcılık gibi ÅŸeyler olsa gerek... Böyle gönül sarhoÅŸlukları, böyle hayret halleri yaÅŸamıyoruz pek ÅŸimdilerde. Çünkü gözlerimiz baÄŸlı... Bakışlarımız tutuklu... Gözlerimizin ferinden kıskıvrak yakalanmış, orada öylece donup kalmış gibiyiz. Bu takılı kalma hali kalplerimizi ve zihinlerimizi de kilitliyor, bizi hayal etmekten uzakta tutuyor, rüyalarımızı ulaÅŸamayacağımız derinliklere gömüyor, içimizin kolunu kanadını kırıyor. Çiçekleri deÄŸil, çiçeklere benzetilerek imal edilmiÅŸ kimyasalları kokluyoruz bugün. Zayıflıklarımızı kışkırtan her ÅŸeyin peÅŸine takılıp gidiyoruz. Güzelliklerden deÄŸil, güzellikleri makyajlayan tasarımlardan etkileniyoruz. Ä°lginç olanı tecessüsle, yargılayıcı bir merakla arıyoruz. Åžaşırtıcı bulduÄŸumuz ÅŸeyler insanın acınası hallerinden çıkıyor daha çok. Günahlarla, yanlışlarla, hatalarla, insanlık açıklarıyla tatmin ediyoruz heveslerimizi. BoÅŸluÄŸa bakıyoruz aslında, karanlık bir boÅŸluÄŸa. Bakışlarımızla o karanlık boÅŸluÄŸun içine sürükleniyoruz. Çözülüyoruz, azalıyor, eksiliyoruz. Bir insan olmaya yetmeyecek kadar az kalıyoruz.
“Zihnimiz o kadar çok ÅŸeyle meÅŸgul edilir halde ki, ÅŸimdilerde rüya bile göremiyoruz” dedi sıkıntıyla beyaz saçlı adam.
“Neden bir rüya görürüz? Her ÅŸey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? KarmaÅŸanın, keÅŸmekeÅŸin, hayatın yorucu zenginliÄŸinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? Rüyamızda, birbiriyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneÄŸin bir anlama mı götürür? Yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iÄŸneler midir?” diye yazmış Barış Bıçakçı, ‘Bizim Büyük ÇaresizliÄŸimiz’de.
Merak etme ihtimalimiz olan her ÅŸeyin, ekonomik çarkları döndürmeye elverecek güdümlü hazırcevaplarla karşılıyorlar. Serbestçe, kafa ve kalp gürlüÄŸüyle o merakların peÅŸinden gitmemize izin vermiyorlar. Ufkumuzu köreltiyor, arayışlarımızı kökünde kurutuyorlar. DüÅŸüncelerimizi seyreltiyor, duygularımızı sulandırıyorlar.
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; ÅŸenliÄŸiyle bir uçtan bir uca bütün yeryüzünü donattığı halde hiç kimsenin ‘hoÅŸ geldin’ demediÄŸi bir bahar ne hisseder?
Milcho Manchevski’nin unutulmaz ‘Before The Rain’ filminden iÅŸgale uÄŸramış gözlere iliÅŸkin sarsıcı bir replik: “Sevgili anne, hava güzel, yaÄŸmur geliyor. KeÅŸke burada olsan..... Burası hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸ. Ama benim gözlerim deÄŸiÅŸti. Sanki objektifime yeni bir filtre takmışım gibi... Geçen hafta sana birini öldürdüÄŸümü söylemiÅŸtim. Bir milisle dost olmuÅŸtum ve ona heyecan verici bir ÅŸey olmadığından ÅŸikayet ediyordum. ‘Sorun deÄŸil” dedi. Sıradan bir mahkumu çekip çıkardı ve olduÄŸu yerde vurdu. Bana ‘Bu iÅŸini görür mü?’ dedi. Ben de yaptım, taraf oldum. FotoÄŸraf makinem bir insanı öldürdü. Bu fotoÄŸrafları hiç kimseye göstermedim. Onlar senin ÅŸimdi. Sevgiler... Aleksander”
Baktığı her hikayede acıyla kıvranaduran insanlıklarla karşılaşan dert sahibi insanlar da var.
“Yanından gelip geçeni bile görmeyen” dedi meczup, “içinden geçeni nasıl görsün!”
Henüz yorum yapılmamış.