Kürsü
Hakan Albayrak: Christchurch’e nereden geldik?
Follow @dusuncemektebi2
Hakan Albayrak- Karar
Bundan 13 sene evvel bir kitabımın mukaddimesinde şunları yazmıştım:
Amerika ve Avrupa Müslümanları dehÅŸet içinde. Soykırım arefesindeki Endülüs Müslümanları gibi hissediyorlar kendilerini. New York’taki Ä°kiz Kuleler’in saldırıya uÄŸradığı ve binlerce sivilin öldürüldüÄŸü 11 Eylül 2001’den beri esen ve ÅŸiddeti gittikçe artan Haçlı rüzgarları, Batı Müslümanlarının dini hayatını, geleneklerini, mallarını, canlarını, her ÅŸeylerini tehdit ediyor. Gazetelerde, televizyonlarda mütemadiyen “barbar” diye aÅŸağılanıp “terörist” diye hedef gösteriliyorlar. Evleri basılıyor, camileri yakılıyor, dernekleri kapatılıyor, banka hesaplarına el konuluyor ve bütün bunların sadece baÅŸlangıç olduÄŸu kuvvetli bir ÅŸekilde hissettiriliyor. Can havliyle ‘Ä°mdat!’ diye haykırıyorlar, fakat sokaktaki Neo-Nazi’den hükümetteki muhafazakara, demokrata, liberale kadar herkes -açıkça veya lisan-ı hal ile-‘Beter olun!’ diye karşılık veriyor. Ä°nsan hakları, din özgürlüÄŸü, farklı kültürlere saygı, tolerans, demokrasi, hukuk devleti ve saire, Müslümanlar söz konusu olduÄŸunda geçerli deÄŸil artık. Taliban’ı istedikleri kadar eleÅŸtirsinler, Üsame bin Ladin’le aralarına istedikleri kadar mesafe koysunlar; “aydınlanma süzgecinden geçmediÄŸi için hoÅŸgörüsüz tabiatını koruyan” (!) Ä°slam dinine baÄŸlılıkta ısrar etmeleri, olaÄŸanüstü tedbirler gerektiren olaÄŸanüstü bir tehdit olarak görülmelerine yetiyor.
(…)
Aslında, 11 Eylül 2001’den çok daha önce baÅŸlamış olan bir süreçten söz ediyoruz. Fransız filozof Jean Baudrillard, Lettre dergisinin Kış 1995 sayısında yayınlanan bir makalesinde, eski Yugoslavya’daki Müslümanların maruz kaldığı soykırımı “Yeni Avrupa Düzeni’nin tekâmül sürecinde bir merhale” olarak tanımlamış ve ÅŸu tespitte bulunmuÅŸtu: “’Etnik temizliÄŸin’ infazcısı olan Sırplar, yeni ÅŸekillenen bir Avrupa’nın öncülüÄŸünü yapıyorlar.”
Masum BoÅŸnakların ve Arnavutların cesetleri üzerinde yükselen “Yeni Avrupa Düzeni”nin nasıl bir ÅŸey olduÄŸunu öÄŸrenmek için, Baudrillard’ın 1997 yılında çıkan “The Perfect Crime” (Kusursuz Cürüm) adlı kitabına bakalım:
“Ä°ÅŸin aslı ÅŸu ki, Sırplar, etnik temizlik vasıtası olarak, Avrupa’nın inÅŸasında öncü bir rol oynuyorlar. Gerçek Avrupa’nın, beyaz Avrupa’nın; hem ekonomik, hem etnik, hem de ahlaki bakımdan sıvanmış, tektipleÅŸtirilmiÅŸ, arınmış bir Avrupa’nın... Parlamentoların gölgesinde ÅŸekillenen gerçek Avrupa budur ve bu Avrupa’nın öncüsü Sırbistan’dır.”
(…)
11 Eylül 2001’deki malum saldırılardan sonra Batı’da iyice yükselen Ä°slam düÅŸmanlığı dalgasını “Taliban diktatörlüÄŸü”ne ve masum sivilleri hedef alan “kökten dinci terör”e bir tepki olarak görebilirdik; fakat Bosna-Hersek tecrübesi bize Batılıların derdinin böyle ÅŸeylerden ibaret olmadığını, Ä°slam’ı ve Müslümanları bütünüyle hedef aldıklarını iyice belletti. Çağımızın en demokrat lideri ve savaÅŸ hukukuna en riayetkâr komutanı olan Aliya Ä°zzetbegoviç’e karşı takındıkları tavır, Batılıların en “ılımlı” Müslümanlara bile tahammül edemediklerini dramatik bir ÅŸekilde ortaya koydu. Naziler, Ä°slam için “artfremde Religion” derlerdi. Ä°slam’ın “cins” olarak Almanlara “yabancı” olduÄŸunu savunurlardı. Batı’daki genel anlayış da böyledir. Onun için, Bosna-Hersek Müslümanlarının soykırımdan geçirildiÄŸi günlerde Saraybosna’ya giden Fransa CumhurbaÅŸkanı Mitterand, soykırımı bir kenara bırakarak, Ä°zzetbegoviç’e ÅŸöyle demiÅŸti: “Avrupa’nın ortasında Müslüman bir devlet istemiyoruz. Burada Ä°slam devleti kurabileceÄŸinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.”
BoÅŸnaklar gerçekten bir Ä°slam devleti kurmaya teÅŸebbüs etmiÅŸler miydi? Hayır, ama etmiÅŸ olsalardı bile Mitterand’ın esas derdinin bu olmaması gerekirdi. Ä°zzetbegoviç gibi hikmetli bir adamın liderliÄŸindeki halim-selim BoÅŸnaklara izafe edilen muhayyel Ä°slam devletinin, Mitterand’a, 200 bin Müslüman’ı hunharca katleden saldırgan Sırp ve Hırvatların mevcut faÅŸist idarelerinden daha korkunç görünmesi çok ilginç! Yeri gelmiÅŸken soralım: Çalışan kameralar önünde haç çıkarıp Ortodoks birliÄŸini ‘kutsayan’ ve yine çalışan kameralar önünde ‘Müslümanların yok olacağını’ ilan eden Radovan Karaciç’i “Avrupa’nın ortasında fundamentalist Hıristiyan bir Ortodoks devleti kurabileceÄŸinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz” diye uyaran kimse olmuÅŸ mudur?
(…)
SavaÅŸ boyunca Ä°zzetbegoviç’e “Bosna-Hersek Devlet BaÅŸkanı” yerine “Müslüman lider” dediler. Ä°zzetbegoviç elbette Müslüman’dı; fakat, “dini, ırkı, cinsi ne olursa olsun” deyip duran Batı medyasının bunu özellikle vurgulama gereÄŸi duyması yine de ÅŸaşırtıcıydı! Karaciç ve Boban’a “Hıristiyan lider”, yahut birine “Ortodoks lider” diÄŸerine “Katolik lider” diyorlar mıydı? Demiyorlardı. (Onları “Sırp” ve “Hırvat” diye anmak yeterliydi; ama Ä°zzetbegoviç’e “BoÅŸnak” denip geçilemezdi!) Sadece Ä°zzetbegoviç’in dini kimliÄŸini belirtiyorlardı, çünkü sadece Ä°zzetbegoviç’in dininde bir acayiplik (!) vardı.
(HAÇLI SEFERLERÄ°’NDEN GÜNÜMÜZE BATI’NIN SOYKIRIMCI TABÄ°ATI, Hakan Albayrak, Vadi Yayınları 2006)
***
Christchurch’e oralardan geldik.
Oralara nasıl geldiÄŸimizi ise, Almanya eski baÅŸbakanlarından Helmut Schmidt’in ÅŸu sözleri açıklıyor: “Sorun, bütün Hıristiyan kiliselerinin Avrupalıları yüzyıllardır farklı dinlere -özellikle de YahudiliÄŸe ve Ä°slam'a- düÅŸman olarak yetiÅŸtirmelerinden kaynaklanıyor. (...) Bu dinlere karşı tepkisel bir içgüdü geliÅŸtirdik. Åžimdi bazı idealistler hoÅŸgörüye çağırıyor, ama bunun için birkaç yüzyıl geç kaldık.”
Henüz yorum yapılmamış.