Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: 'Öfke bitirir, hüzün Mevlid getirir'

Bir kültürün, bahusus devletleşmiş, dolayısıyla millet olma vasfını kazanmış bir kültürün en önemli ayrımı, -Anlayış dergisinin Şubat sayısında da dile getirdiğimiz üzere- hesabı verilmiş bir theo-ontoloji'ye, başka bir deyişle, Varlık'a tamlık ve tutarlılığı olan, asıl'dan unsur'a, anlamlı, yekpare bir bakış'a sahip olmasıdır. Bu bakış, söz konusu kültürün mensuplarının içerisinde ihsasını, vicdanını ve idrakini barındırdığı evi'dir. Milletler bu ev içerisinde var-olur, ferdî, ictimaî ve siyasî hayatı kurar, yaşar, gerektiğinde aidiyetlerini var-kılan küre'yi korumak için ölürler.



Her milletin kendine has evini kurduÄŸu maddî, manevî ve fikrî örgüleri mevcuttur. Bu üç örgü karmaşık-çapraz iliÅŸkilerle birbirine eklemlenmiÅŸ, lehimlenmiÅŸ bir bütün'dür, bir yumak'tır. Her ne kadar birbirlerinden nihaî olarak ayrılamazlar ise de talimî tenbih maksadıyla hangi örgünün daha önemli olduÄŸunu tebarüz ettirmek bakımından tarihî bir tahlil yapmak açıklayıcı olacaktır.
 
Tarih'te kimi milletler maddî vatanlarını kaybetmiÅŸler, ya sürülmüÅŸler ya da kendi coÄŸrafyalarında baÅŸka milletlerin tahakkümü altına girmiÅŸlerdir. Ä°branîler gibi sürülen ya da Çinliler gibi kendi coÄŸrafyalarında baÅŸka milletlerin boyunduruÄŸu altına giren kimi milletler varlıklarını sürdürmeye devam etmiÅŸler; kimileri ise yok olup gitmiÅŸlerdir. Bu ÅŸartlarda varlığını sürdürmeyi ya da yok olmayı hangi özellik belirlemiÅŸtir? Öte yandan kimi milletler baÅŸka milletlere göre fikrî açıdan geri kalmış, ancak varlıklarını sürdürebilmiÅŸ; fikrî bakımdan geliÅŸkin bazı milletler ise daha zayıf olanlar karşısında yenilmiÅŸlerdir. Yine bu durumda da varolmayı veya yok olmayı hangi nitelik tayin etmiÅŸtir?
 
Ä°branîler'in hem maddî hem de fikrî bakımdan kendilerinden daha güçlü pek çok millete nisbetle sürekliliklerini korumaları, theo-ontolojik aidiyetlerini muhafaza etmeleriyle alâkalıdır. Dünya'nın dört bir yanına dağılmış, ictimaî ve siyasî kurumlardan yoksun insanlar Tevrat'ı ve yorumlarını vatan kılarak, etraflarında kendilerini dağılmaktan alıkoyan bir manevî kalkan oluÅŸturmuÅŸ; böylelikle varoluÅŸlarını sürdürebilmiÅŸlerdir.
 
Güçlü bir ordu ile siyasî yapı kuran MoÄŸollar, çok kısa bir zamanda ele geçirdikleri topraklarda eriyip gitmiÅŸlerdir. Tarih'te Alanlar ve MoÄŸollar gibi yalnızca demir'e, Fenikeliler ve SoÄŸdlar gibi yalnızca mal'a dayalı ictimaî ve siyasî örgütlenmeler kalıcı olmamış, bu örgütlenmelere mensub kültürler de yok olup gitmiÅŸtir. Daha köktenci bir dile getiriÅŸle, bir millet olarak Yunanlılar'ı uzun Osmanlı asırlarında sürekli kılan ne Platon'un ne de Aristoteles'in eserleriydi; tersine Papazların örgütlediÄŸi manevî dünyaydı. Gemistus Plethon, Osmanlılar karşısında tutunamayan Bizans'ı yeniden diriltmek için siyasî veya iktisadî bir program deÄŸil, Fatih Sultan Mehmed'in bile ilgi duyduÄŸu ve okumak için tercümesini emrettiÄŸi kadim Yunan politheismini içeren yeni bir theo-ontoloji teklif etmiÅŸti.
 
Sorun bir tür Mutlak'a, Gaib'e, Kutsal'a veya Tanrı'ya inanıp inanmama sorunu deÄŸildir. Genellikle insanlar alt kültür seviyelerinde mitik, üst kültür seviyelerinde psikolojik bir inanca sahiptir. Ana sorun, hem söz konusu Ä°lk-Ä°lke, hem Var-olanlar hem de ikisi arasındaki iliÅŸkiyi insanî-aklî bir çerçevede temellendiren teolojik bir inançtır. Öyleyse sorun yalnızca basit bir din sorunu deÄŸildir; tersine bir milletin, anlam-deÄŸer dünyası, baÅŸka bir deyiÅŸle maneviyat'ıdır. Tarih boyunca her türlü belâ ve musibet karşısında varlıklarını idame ettiren milletler/kültürler maneviyatlarını koruyanlardır. Kültürler maddiyat (örn. maddî teknikler) ve fikriyat (örn. bilimler) bakımından benzer, hatta aynı olabilirler. Kültürlerarası farkı yaratan maneviyattır; maneviyat kültürlerin yalnızca inançlarını deÄŸil, buna baÄŸlı olarak duyarlılıklarını, hatta duygu durumlarını da belirler. Ä°ngilizler ile Almanlar arasındaki farkı yaratan, maddî teknik ile fikrî terkib deÄŸil manevî tespittir. Ä°bn Haldun'un asabiyet kavramına içeriÄŸini veren de kültürlerde varolan maneviyat, bunun da özü theo-ontoloji'dir.
 
Ä°ÅŸte bu nedenlerledir ki, bir kültür, millet olarak dağılabilir, devlet olarak yıkılabilir, doÄŸal toprağını/vatanını yitirebilir, siyasetini kaybedebilir; tüm bunlar zor da olsa geri alınabilir kayıplardır. Ancak maneviyatını kaybeden kültürler, milletler yalnızca yok-olmazlar hiçleÅŸirler. HiçliÄŸe yuvarlanmış bir kültürün mensupları önce kendi içeriÄŸinden, anlam-deÄŸer dünyasından iÄŸrenmeye, tiksinmeye, en nihayet nefret etmeye baÅŸlarlar. Bu anlam-deÄŸer dünyasını taşıyan, din, dil, tarih, kısaca tüm manevî birikimlerden kurtulmaya çalışırlar. M.S. IV. yy.daki Tabgaçlar'da görüldüÄŸü gibi, böyle bir kültürün yönetici eliti ile aydınları kendi kültür ve halklarını hor görmeye baÅŸlar; insan olmayı baÅŸka bir kültürü (Çin'i) taklid etmeye baÄŸlar; öyle ki, kendi halklarını Çinliler gibi giyinmeye zorlarlar. Kendi manevî içeriÄŸini, anlam-deÄŸer dünyasını boÅŸaltan bir kültürün vicdanını, duyarlılığını, duygu-durumunu koruması mümkün deÄŸildir; en nihayet bu boÅŸluk baÅŸka bir anlam-deÄŸer dünyası tarafından doldurulur.
 
Bir kültürün maneviyatını, anlam-deÄŸer dünyasını, duyarlılığını, kısaca vicdanını koruyan, sürekli kılan, Din ve Dil'dir. Din ve Dil'ini kaybeden kültür, vicdanını kaybeder. Din en üst seviyede kendisini o kültürün teo-ontolojisinde ifade eder; Dil ise en üst seviyede o kültürün ÅŸiirinde dile gelir. Öyleyse, teo-ontoloji din'in, ÅŸiir ise dil'in özüdür. Din ile dili, theo-ontoloji ile ÅŸiiri bir araya getiren, vicdanı ahenkli, organik bir bütün kılan ise o kültürün musikîsidir. Teo-ontolojisi'nin derinliÄŸi kaybolan bir kültürün ÅŸiirinin de hassasiyeti zayıflar; doÄŸal olarak böyle bir kültürün musikîsi de ahenk deÄŸil gürültü halini alır.
 
Bir kültürün anlam-deÄŸer dünyasına, vicdanına savaÅŸ, dinine, diline ve musikîsine saldırıyla baÅŸlar. Bu duruma tarih ÅŸahittir. Amentü'sü olan bir kültür emin'dir. Bu nedenle ideolojik saldırı doÄŸrudan merkeze, emniyet sahibine, Emin'e yöneltilmiÅŸtir. Bursa'da 1409'da benzer bir saldırıya Süleyman Çelebî, Vesilet el-Necat (KurtuluÅŸ Yolu) adlı eseriyle, yani ÅŸiir'le karşılık vermiÅŸ, Türkler bu ÅŸiiri musikî'ye dökerek ebedîleÅŸtirmiÅŸtir. Tarihte kaç millet sahip olduÄŸu teo-ontoloji'yi ÅŸiirle ve musikîyle katıp karıştırmış; her ferdî doÄŸum ve ölümde terennüm edebilmiÅŸtir. Türkler, teo-ontolojik sevgilerini öfke ile deÄŸil sükûnet ile ÅŸiire ve musikîye iÅŸlemiÅŸ; hüzünleriyle Mevlid'e can vermiÅŸtir. Mevlid'e hurafe diyenler, bu milletin dinine, diline ve musikîsi'ne zaten savaÅŸ açmışlardı; onların saldırıya verdikleri karşılık yani öfke ÅŸiddeti doÄŸurur; sevad-i âzâm ise derin üzüntüsünü, hüznünü DoÄŸum'a dönüÅŸtürür.
 
Sheaskpere'in Hamlet'in aÄŸzıyla dediÄŸi gibi: "Dünya bir hapishane ve Danimarka da onun en karanlık yeri".
 
Anlayış Dergisi, (Sayı 33), Mart 2006 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.