Güncel
Erol Göka / Batı toplumunun ölümcül sessizliği
Erol Göka - Yeni Şafak
Batılıların sadece artan ırkçılık ve Ä°slamofobi karşısındaki umursamazlıkları OrtadoÄŸu’da olup bitenlerden tutun da Akdeniz’de mültecilerin yaÅŸadığı güçlüklere kadar hemen her durumda sessizliÄŸe gömülmeleri karşısında hepimiz düÅŸünüyoruz. Benzeri bir ÅŸaÅŸkınlığı yakın geçmiÅŸte Sosyalist Blok’un sessiz sedasız yıkılması karşısında genellikle siyasetin Sol’unda yer alanlar hissetmiÅŸ, sosyalizmin içine doÄŸmuÅŸ, ona uygun eÄŸitim almış nesillerin nasıl böylesine suskunlaÅŸtıklarını travma boyutlarına varan bir çaresizlikle yaÅŸamışlardı. Sol’un büyük travmasının ÅŸaÅŸkınlığı sürerken bu kez tüm batıyı saran ölümcül sessizlik çıkıp geldi. Batı toplumları, sanki üç yüz yıldır, demokrasi, insan hakları diye başımızın etini yememiÅŸler, iki dünya savaşı ve berbat bir faÅŸizm tecrübesi yaÅŸamamışlar gibi nasıl böyle derin bir uykuya dalabilirlerdi?
Bu tip soruların siyasi cevapları kolay… Batıya, batılılara, batılı bilince asla güven duyulmaması gerektiÄŸinden, meselenin aslında güç mücadelesi olduÄŸundan baÅŸlayarak hayli güçlü ideolojik tezler üretilebilir. Üstelik kimse bu tezleri kolayca yanlışlayamaz da… Siyasi- ve ideolojik mücadele sürdürenler bu tezleri dillendirsinler hiç zararı yok ama münevvere düÅŸen, bunun nedenleri üzerine ciddi biçimde kafa yormak, saÄŸlıklı sonuçlara ulaÅŸmaya çalışmak, insanlığın gelecekte daha huzurlu biçimde yaÅŸayabilmesi adına düÅŸünceler geliÅŸtirmektir.
Batı toplumunun ideallerinden kolayca vazgeçmesi ile ilgili bu hayal kırıklığı ilk deÄŸil. Ä°ki büyük dünya savaşı, Nazizm, faÅŸizm, Holocaust daha dün kadar yeni. Özellikle Almanya’da Nazizm’in yükseliÅŸi ve iktidarı ele geçirmesi konusunda hatırı sayılır birçok görüÅŸ öne sürüldü. Bunların hepsi de düÅŸünce mirası içinde yerlerini aldılar ama benim için en önemlileri, Michel Foucault’un zorbalığın önce sıradan insanın iç dünyasında yerleÅŸmesi, Hannah Arendt’in kötülüÄŸün sıradanlaÅŸması tezleridir. Onlardan öÄŸrendim ki, sıradan insanın iç dünyası kötürüm hale getirilmeden büyük kötülükleri sadece siyasetle açıklayamayız. KötülüÄŸün niye böyle yaygınlaÅŸtığını anlayabilmek için bakılacak yer, kötülüÄŸün en kolay yuva yapabildiÄŸi sıradan insanın iç dünyasıdır. Batılıların son dönemdeki ölümcül sessizliklerini açıklayabilmek için meseleye bu zaviyeden bakan ama nedense hala dile getirdiÄŸi tezleri çok yankı yapmayan bir düÅŸünür var aslında. Eski Yugoslavya’nın kurucularından ve aynı zamanda ünlü bir heykeltıraÅŸ olan Ivan Mestrovic’in torunu olan Harvardlı sosyolog Stjepan G. Mestrovic…
Batı toplumlarının eski Yugoslavya’da olup bitenlere, önce Bosna’da Müslüman halkın daha sonra Kosova’da Arnavutların Sırplar tarafından soykırımdan geçirilmesine karşı tepkisiz kalması üzerine düÅŸünen sosyolog Stjepan Mestroviç, bu durumun izahı için modernist ve postmodernist kavrayışların yetersiz olduÄŸunu öne sürerek, 1997’de “duyguötesi (postemotional) toplum” kavramını geliÅŸtirdi. Ve aynı adla bir kitap çıkardı (Ayrıntı Yayınları, 1999, çev. A. Yılmaz). Batılı kamuoyu sadece kendi medyasının doÄŸru söylediÄŸine inanıyor, eski Yugoslavya’daki katliamların hemen tamamını Sırplar yaptığı halde Müslümanlar ve Hırvatların sorumlu olduÄŸu birkaç vakayı göstererek bütün tarafları eÅŸit ölçüde suçlu görmeyi tercih ediyordu.
Mestroviç’e göre böyle olmasında postmodern anlayışın yaydığı havanın payı büyüktü. “Postmodernizmin gerçekliÄŸi âdemi merkezileÅŸtirme, yapıbozuma uÄŸratma ve simule etme eÄŸilimi eski Yugoslavya’daki soykırımın gerçekliÄŸini önce bulandırmasına ve sonra da tamamen gözlerden gizlenmesine imkân” veriyordu (s. 28). Mestroviç’in bu sözleri, Baudrillard’ın 1999’da Kosova üzerine Liberation’da yayınlanan, Körfez Savaşı ve Vietnam Savaşı’ndaki yorumlarını tekrar ettiÄŸi zehir zemberek yazısını bilenler tarafından haksız bulunabilir. Jean Baudrillard’a göre Bosna ve Kosova, Batı’nın hiçliÄŸini, kısırlığını ve ölümünü, göklere çıkardığı deÄŸerler için harekete geçmedeki aczini temsil eder. Mestroviç için görünüÅŸte iç açıcı ifadelerdir bunlar ama hem batının niye harekete geçemediÄŸini açıklamaktan uzaktır hem de harekete geçirici, yüzleÅŸtirici hiçbir etkisi yoktur. Hatta Baudrillard, “hiper-gerçeklik dünyasında aslında savaÅŸlar hiç olmadı” deme saçmalığına kadar vardırır iÅŸi… Postmodernistlere göre dünya bir metindir, Bosna ve Kosova ise bir tür ikonlar… Söyledikleri Bosna ve Kosova’daki soykırımın temel anlamını sadece bulanıklaÅŸtırmaya, batının çıkar savaÅŸlarını görmezden gelmeye hizmet eder.
Olup biteni izah etmek için kimseden bir çare bulamayan Mestroviç, Hocası David Riesman’ın “Yalnız Kalabalık” çalışmasından bir sonuca ulaÅŸmaya çalışır. Bakalım Mestroviç, bizim de pek sevdiÄŸimiz Riesman’dan nasıl faydalanmış, batı toplumunun duyarsızlığını açıklarken, PerÅŸembeye inÅŸallah…
Henüz yorum yapılmamış.