Kürsü
Fatma Barbarosoğlu: Bu anneler Allah’a emanet şurunu yitirdiler
Follow @dusuncemektebi2
Geldiğinden beri...Gelmedi esasında. O, bu odaya henüz girmedi. Odaya girmesi için cep telefonunun elinden düşmesi gerekiyor. Düşmedi. Onu kendi haline bırakabilirdik. O, oturduğu koltukta bizimle değil de sanki bir kafenin koltuğunda oturuyormuş gibi ekranıyla “takılmaya” devam edebilirdi. Ama o bizim sohbet etmemize de müsaade etmedi. Her şeye hakim olmak istiyordu. Hem ekrana, hem bize, hem de bütün dünyaya.
İki cümlesinden biri “Henüz 27 yaşımdayım” diye başlıyordu. Henüz 27 yaşındaydı, henüz bir çocuk annesiydi, henüz üç yıllık evliydi, henüz işe yeni başlamıştı...
Bir ara, henüz bir zaman zarfıdır demek istedim. Anlamayacaktı, zarf yerine belirteç demem lazımdı. Henüz bir zaman belirtecidir cümlesi sanki benim kastettiğim anlamı taşıyamayacaktı, vazgeçtim.
Çayları tazelemek maksadıyla mabedime döndüm, mutfağa. Annesi arkamdan geldi. Kızını ayıpladığımı düşünmüş olmalıydı , “Yeni nesil anneler böyle. Patron anneler diyorum ben bunlara” dedi.
Eskiden kayınvalideler gelinlerini çekiştirirdi ilk buldukları fırsatta. Günümüzde anneler kendi kızlarından müşteki. Kendi “patron” kızlarından.
Normali “henüz 27 yaşındaki” kızımızın kalkıp bizim çaylarımızı tazelemesidir esasında. En azından, Durun siz zahmet etmeyin demesi beklenir. Henüz 27 yaşında olan kızımız “ayyyy” diye bir çığlık attı içerden. “Noldu!?” diye elimdeki çaydanlığı telaşla tezgahın üzerine bırakırken annesi, “ Bir şey olduğu yoktur merak etme. Kocasını gözetliyordur. Çocuğu ona bırakıp geldi ya!” dedi.
“Sahi bebeği niye getirmediniz.”
“Bana kalsa getirirdik. Ama patron uygun görmedi.”
“Hangi patron?”
“İçerdeki patron” dedi arkadaşım kendi kızını kastederek.
Durum vahim. Arkadaşımın açmış olduğu patron anne dosyasına hızla veri toplamaya başladı zihnim. O günden sonra patron annelerin özelliklerine, sokakta, markette, toplu taşımada, AVM’de dikkat kesildim.
-Yeni nesil patron annelerin saplantısı kontrol merakı. Herkesi, her şeyi denetleyip kontrol edecekler. Ama hiç kimse, hiçbir konuda onları kontrol etmeyecek ve denetlemeyecek.
-Evin dört bir tarafına kamera yerleştirme merakı. Kendilerinin olmadığı zamanları geriye dönük olarak izliyorlar. Evde oldukları zaman içinde ev ahalisi ile birlikte vakit geçirmek yerine kamera kayıtlarını kontrol ediyorlar.
-Kontrol merakları güvensizliği besliyor. Güvensizlik yeni tedbir arayışlarına sürüklüyor. Aldıkları her tedbir yeni bir güvensizlik alanı inşa ediyor. Güvensizlik huzursuzluğa, huzursuzluk şikayete, şikayet şükürsüzlüğe doğru hızla yol alıyor.
Sohbetin sonunu mu merak ediyorsunuz? Cumhuriyet’in Dindar Kadınları’nı hediye ettim. Hediye ederken şu bahsi oku dedim. Abdülhay Efendi’nin ilk eşi Naciye Hanım’ın hayat hikayesine dikkatini çekmek istiyordum. Okuyacak vakti bulamayabilir diye ayaküstü anlattım. Fırtınalı bir günde oğlunu yolcu eder Naciye Hanım. Konu komşu “Böyle bir günde hiç mi tedirgin değilsin?” diye sorunca “Ben evladımı emanet edeceğim yere emanet ettim” der.
“Yani” dedi oldukça sert bir edada.
“Allah’a emanet edilmiş bir evlat için telaşı, edebe aykırı bulacak kadar takva sahibidir Naciye Hanım” dedim.
Benim anlattığımdan ne anlamıştı? Ne kadar nasiplenebilmişti? Umutsuz değilim lakin o gün nasibe dair bir pay görünmüyordu hal ve tavrında.
“Sizin zamanınızda çocuk yetiştirmek kolaydı tabii. Saldım çayıra Mevlam kayıra” dedi yargılanmaktan nefret eden ama kendisi herkesi ve her şeyi hızlıca yargılayan “henüz 27 yaşındaki kızımız”.
“Haklısın sokaklar daha güvenliydi, mahalle ortamı daha şenlikliydi. Ama daha önemlisi Allah’a emanet etme şuuru yara almamıştı.”
“Allah’a emanet etme şuuru”nun bir karşılığı olmadı. Sosyolojik damardan ilerlemeye çalıştım: “ Aşırı denetim kişiler arası güveni imha eder. Dış denetime aşırı önem verme baskı oluştur, baskı iç denetimi daraltır/yaralar. Dengeyi iyi kurmak lazım. Allah’a emanet ederiz sevdiklerimizi. Melekleri yoldaş ederiz canımızdan can bildiklerimize.”
Ben konuşurken yine cep telefonuna baktı. Kocasına bebek emanet etmenin hiç de güvenli olmadığını söyledi. Çocuğunu emanet etme noktasında eşine bile güvenmeyen “patron anne” için bütün kelimelerimin vakitsiz tükendiğini fark ettim? Yine de son bir gayret ile İsmet Özel’in “Yusuf Masalı’nı bilir misin?” dedim. “Şiir okumayı sevmem” dedi.
“SEVMEM” deyişini parantez içine alıp kitabı açtım, en sevdiğim bölümü okumaya başladım: “ İki insan bir araya gelince/iki taşın beraberliği gibi olmaz/Diyelim iki salkım/Bir çift kuş, yılanlar, kurbağalar, göçmen sürüler/Yarasa aşiretleri, birbirine açılan Tanrısız mağaralar/Yabancılık/Yalınkatlık üretir ha bire./İnsan soyu/İletkenliğiyle ünlüdür öteki türler arasında/İki insan/Başka hiçbir yaratıkta olmayan/Geçirgen bağın başlatıcısıdır/Anneler ve babalar/Oğullar, kızlar, hısımlar/Komşular, hemşehriler, yurttaşlar/Hangileri arasından seçilirse seçilsin/İki insan bir araya gelince/ O geçirgen bağa bir ilmik atar/Bazen fiyonk olur arada/Bazen her şey düğümlenir/Yine de sonuna kadar/Bu bağın gördüğü/Yere kadar gitmez/İnsanlar/Dostluğa, kandaşlığa, aşka evet/Evet; ama nereye kadar?/Bunun bir son kertesi vardır/Binlerce yıl iki insandan çok azı /Son kerteyi birlikte tanımıştır/Sûra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken/İki insan tahsil eder zamanı/En doğrusu son kertede iki insan/Vakitsiz okunmuş ezandır/Yusuf ile Şivekâr/Vakitsiz okundular/Çünkü zaman /İki insan/Ya da/ Hiç.
Şiir bitince “Ne alaka ya” dedi.
Annesi utandı. Ben utandım. Ama ikimiz de tam olarak neden utandığımızı bilemedik.
Bu güzeller güzeli genç annenin sorununun ne olduğunu günlerce düşündüm.. Sanırım zaman idraki hiç gelişmemiş.
Çocuklarımızı yetiştirirken yaptığımız en büyük hatalardan biri galiba bu.
Henüz yorum yapılmamış.