Sosyal Medya

Güncel

Hakan Albayrak: ‘Bütün suç Davutoğlu’nun’ tezviratı muhteşem bir saçmalıktır

Hakan Albayrak - KARAR



Ahmet DavutoÄŸlu bizi Suriye bataklığına sürüklemiÅŸ, Suriye’deki iç savaÅŸ yüzünden yaÅŸadığımız mülteci krizi ve terör sorunu DavutoÄŸlu’nun yanlış hesaplarından kaynaklanıyormuÅŸ, zaten Suriye’nin bu hale gelmesi de iç savaşı kızıştıran DavutoÄŸlu yüzündenmiÅŸ...
 
Şehir efsanelerinin şahı!
 
Bunu uyduranlara, yayanlara ve onlara inananlara yıllardır ‘Tam olarak nasıl olmuÅŸ bu?’ diye soruyorum; cevap yok. Bunun niye böyle olmuÅŸ olamayacağını izah edip ‘Åžimdi ne diyorsunuz?’ diye sorduÄŸumda da cevap yok. ‘Yaw he he’ deyip geçiyorlar, bilip de söylemeye tenezzül etmedikleri bir ÅŸey varmış gibi!
 
Yine de vazgeçemiyorum tekrar tekrar anlatmaya çalışmaktan. 
 
***
 
Bir kere “DavutoÄŸlu’nun Suriye politikası” deÄŸil, AK Parti iktidarının ve genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye politikası. Daha doÄŸrusu, farklı dönemlerde uygulanan farklı Suriye politikaları.
 
 
DavutoÄŸlu, 2003’ten 2009’a kadar BaÅŸbakanlık Dış Politika BaÅŸdanışmanı, 2009’den 2014’e kadar DışiÅŸleri Bakanı idi. 2003-2011 yıllarında takip edilen Suriye politikası (Esed yönetimiyle yakınlaÅŸma, iÅŸbirliÄŸi, stratejik ittifak) DavutoÄŸlu’nun ‘önce sıfır sorun, sonra azami iÅŸbirliÄŸi, nihayet tam entegrasyon’ doktrinine dayanıyordu, evet; fakat bu politika bütün hükümete ve devlete mal olmuÅŸ bir politikaydı. CumhurbaÅŸkanı (Gül), BaÅŸbakan (ErdoÄŸan), bakanlar, generaller, herkes bu politika çerçevesinde hareket etti. 2011’in son çeyreÄŸi itibarı ile takip edilen Suriye politikası (Esed’le yolları ayırma, rejim muhalifleriyle önce sembolik sonra yer yer fiili dayanışma) da aynı ÅŸekilde hükümetin ve devletin genel politikasıydı. DavutoÄŸlu’nun dışiÅŸleri bakanı olarak bu politikayı tek başına yürüttüÄŸü, cumhurbaÅŸkanı ve baÅŸbakan da dahil olmak üzere devletin geri kalanının ise -af buyurun- aval aval baktığı sonucuna çıkan ‘Bütün suç DavutoÄŸlu’nun’ tezviratı muhteÅŸem bir saçmalıktır. Saçmalığın daha muhteÅŸemi, Suriye’yi bu politikanın mahvettiÄŸini ileri sürmektir. 
 
AK Parti iktidarının, hükümetiyle ve devletiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin (yazının devamında kısaca Ankara diyelim)  politikası baÅŸka türlü olsaydı Suriye bu hale gelmeyecek ve Türkiye muhacir akınına uÄŸramayacaktı, yeni terör tehditlerine de maruz kalmayacaktı, öyle mi?
 
Öyle deÄŸil iÅŸte.
 
Åžöyle:
 
Esed yönetimi ile fevkalade iyi iliÅŸkiler kuran Ankara, bu iliÅŸkilere ve bu iliÅŸkilerin teminatı olan istikrara, Suriye ile entegrasyon / bütünleÅŸme çerçevesinde hayati önem atfediyordu. Suriye’de halk ve devleti karşı karşıya getirecek ve Türkiye’yi ikisi arasında tercih yapmaya zorlayacak geliÅŸmeleri Ankara’nın arzu etmesi -hele davet etmesi- söz konusu dahî olamazdı. Devrim hareketini tetikleyen Der’a olaylarını Ankara baÅŸlatmadı. Bu olaylara sebep olan iÅŸkenceleri Ankara yapmadı. Bu olayları çığırından çıkaran katliamı da Ankara yapmadı. Bu katliam üzerine Suriye sathında baÅŸ gösteren ayaklanmayı bastırmak adına Åžam’da, Hama’da, Deyrizor’da yine katliam yaparak rejim muhaliflerini silahlı mücadeleye sevk eden de Ankara deÄŸildi. Suriyelilerin hürriyet ve adalet için ortaya koyduÄŸu iradeden ve Esed rejiminin bu iradeyi kırmak için oluk oluk kan akıtmasından bahsediyoruz; Ankara’yla ne alâkası var?
 
Olayların baÅŸlamasından üç hafta sonra, barışçıl göstericilerin kurÅŸun yaÄŸmuruna tutulduÄŸu günlerde (6 Nisan 2011) Åžam’a giden DavutoÄŸlu, Esed’e itidal telkin etti ve ısrarla ‘Acilen demokratik reform’ dedi. Öte yandan rejim muhaliflerine de itidal telkin ediyor, ‘Aman ÅŸiddete meyletmeyin’ diyordu DavutoÄŸlu. Muhalifler o günlerde zaten ÅŸiddete mütemayil deÄŸildi. Yayımladıkları bildirilerde, "Arap, Kürt, Keldani, Asuri, Süryani, Türkmen, Çerkez, Ermeni ve diÄŸer etnik unsurlardan oluÅŸan Suriye halkının Müslüman’ıyla Hıristiyan’ıyla ve Sünni’siyle Alevi’siyle barış içinde bir arada yaÅŸayacağı çoÄŸulcu parlamenter demokratik bir siyasal sistem” öngördüklerini ilan ederken, mücadelelerinin “barışçıl halk gösterileri” çerçevesinde kalacağını vurguluyor, ayrıca “yabancı askerî müdahalenin açıkça reddi ve ulusal birlik” vurgusunda da bulunuyorlardı. Ne yazık ki Esed rejimi, bu saÄŸduyuyu boÄŸarak muhalifleri ÅŸiddet yoluna sevk etmeyi murat edercesine (belki muradı gerçekten bu idi), göstericilere uyguladığı ÅŸiddetin dozunu gün be gün artırdı. Hama ÅŸehri rejim ordusu tarafından kuÅŸatılıp bombardımana tutuldu. Ankara o noktada bile Esed rejimiyle ipleri koparmadı. 9 AÄŸustos 2011’de (Suriye’de olayların baÅŸlamasından beÅŸ ay sonra) bir kere daha Åžam’a giden DavutoÄŸlu, Hama kuÅŸatmasının hemen kaldırılması ve çok adaylı erken cumhurbaÅŸkanlığı seçimini de içeren sadra ÅŸifa bir demokratik reform paketi acilen hayata geçirilerek olayların kontrolden çıkmasının önlenmesi için Esed’e altı saat dil döktü. “Halkın sesine kulak verip Suriye’yi demokratikleÅŸtirmeye azmeden güçlü bir devlet baÅŸkanı olarak seçimi zaten siz kazanırsınız. Ä°sterseniz seçim mitinglerinize ben de katılırım, baÅŸbakanımız Sayın ErdoÄŸan da katılır, biz de sizin için oy isteriz” bile dedi.
 
Kronolojiye dikkat: Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), 29 Temmuz 2011’de kuruldu. DavutoÄŸlu, 9 AÄŸustos 2011’de  hâlâ barışçıl çözüm için Åžam’da Esed’e dil döküyordu… Bu mudur Suriye’de iç savaşı kızıştırmak? Bu mudur Türkiye’yi bataklığa sürüklemek?
 
DavutoÄŸlu ile Esed arasındaki o görüÅŸmeden hemen sonra rejim ordusu Deyrizor ve Lazkiye’de de sivil halka bomba yaÄŸdırarak vahÅŸetini ayyuka çıkardı. Bunun üzerine Ankara Esed’den ümidi kesti ve ipler koptu. Ankara artık resmen Esed’in karşısında, devrim hareketinin yanındaydı. Ne var ki bu ahlaki tavır, Esed’e somut zararı ve devrimcilere somut faydası olmayan, sahadaki geliÅŸmeleri etkilemeyen sembolik bir tavırdı. Hele Özgür Suriye Ordusu’na yardım daha söz konusu bile deÄŸildi. Ankara’nın o dönemde somut yardımda bulunduÄŸu yegâne Suriyeli unsur, Esed rejiminin zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan muhacirlerdi. “Suriye’de iç savaşı kızıştırmak” ve “Türkiye’yi bataklığa sürüklemek”le kast edilen ÅŸey bu da olmasa gerek. Öyleyse ne?
 
ÖSO’yu DavutoÄŸlu kurmadı, Ankara kurmadı. Ankara’nın arzusu, inisiyatifi, kontrolü dışında bir geliÅŸmeydi bu. Ankara ÖSO’nun kurulmasını engelleyemezdi ve feshedilmesini saÄŸlayamazdı. SavaÅŸa Ankara’nın isteÄŸiyle girmeyen bu silahlı devrimciler, savaÅŸtan Ankara’nın isteÄŸiyle vazgeçecek de deÄŸildiler. 2012’nin ilk yarısında Hama ve Humus’ta rejim kuvvetleri ile ÅŸiddetli çatışmalara giren ÖSO’nun Ankara tarafından desteklenmesi veya kösteklenmesi de -o dönemde yol müsait olmadığı için- mümkün deÄŸildi.
 
2012’nin ikinci yarısından itibaren öne çıkan Ä°slam Tugayı, Åžam’ın Hürleri, Tevhid Tugayı gibi silahlı grupları da Ankara kurmadı. Kurmadığı gibi, bunların seyrüseferine uzun müddet ‘Fransız’ kaldı. O dönemde sahadaki devrimci grupların temsilcileriyle bire bir görüÅŸen bir gazeteci olarak biliyorum ki Tevhid Tugayı 31 Temmuz 2012’de Halep’e girerken daha Ankara ile selamlaÅŸmış bile deÄŸildi (Ankara bu grubun ismini muhtemelen daha yeni duyuyordu). Yine 2012’de -Halep, Ä°dlib ve Rakka kırsalında fırtına gibi esen- Åžam’ın Hürleri’nin Ankara ile irtibat kurma gayretlerinin sonuçsuz kaldığını da bizzat kendileriyle yaptığım görüÅŸmelerden biliyorum. Aynı sene Åžam’da rejimin kalbine düzenlediÄŸi saldırılarla ismini duyuran Ä°slam Tugayı (sonra Ä°slam Ordusu oldu) Ankara için zaten uzak bir gezegen gibiydi.
 
Ocak 2012’de ortaya çıkan Kaide kökenli Nusret (Nusra) Cehpesi’ni de Ankara kurmadı; savaşın hüküm sürdüÄŸü her Ä°slam ülkesinde boy gösteren Kaide’nin Suriye’de de boy göstermesi kaçınılmazdı ve bunun Ankara ile zerre kadar alâkası yoktu.
 
Suriye’de ortalık iyiden iyiye karışınca PKK da durumdan vazife çıkardı ve Temmuz 2012’de YPG kuruldu. Tabii ki Ankara’ya raÄŸmen.
 
Esed yönetimine karşı yükselen muhalefette ve muhaliflere reva görülen amansız ÅŸiddette sorumluluÄŸu olmayan Ankara’nın, bu ortamda doÄŸup büyüyen silahlı örgütlerin doÄŸmasında ve büyümesinde de sorumluluÄŸu yok. Yok iÅŸte, yok!
 
(“IŞİD’in, Ä°ran’ın, Rusya’nın henüz sahneye çıkmadığı ve Esed’in ordusunun dağılma iÅŸaretleri verdiÄŸi o dönemde makul ve mutedil devrim ordularına doÄŸru dürüst silah yardımı yapılsaydı, iÅŸler içinden çıkılmaz derecede karışmadan ve kan gövdeyi götürmeden devrim gerçekleÅŸebilir ve iÅŸler yoluna girebilirdi” denirse anlarım, hem de çok iyi anlarım, çünkü ben aynen böyle düÅŸünüyorum; fakat hem devrimcilerle dayanışmaya başından beri karşı çıkmayı hem de iÅŸlerin bu hale gelmesinden yakınmayı hiç anlamam.)
 
***
 
Dikkat buyurun, ısrarla 2011 ve 2012 diyorum; Suriye’de gerginliÄŸe yol açan, gerginliÄŸi savaÅŸa dönüÅŸtüren ve savaşı tırmandıran geliÅŸmeleri hatırlatıyorum; bu geliÅŸmelerin Ankara’dan bağımsız oluÅŸuna dikkat çekiyorum.
 
O zamandan beri geçen seneler içinde ne olduysa (“IŞİD”in ortaya çıkışı, ABD’nin müdahalesi, PKK’nın mevzi kazanması, Ä°ran ve Rusya’nın var gücüyle Suriye’nin üstüne çökmesi, kimyasal saldırılar, kanın gövdeyi götürmesi, ülkenin enkaza dönmesi, yüzbinlerce Suriyelinin ölmesi ve üç milyondan fazlası Türkiye’ye olmak üzere 10 milyon Suriyelinin hicret etmesi, Türkiye’nin yeni terör tehditlerine maruz kalıp Suriye’ye fiilen müdahale etmek zorunda kalması ve bu çerçevede bazı silahlı devrim gruplarıyla safları sıklaÅŸtırması) o iki senede yaÅŸanan geliÅŸmelerin -tekrarda fayda var: Ankara’dan bağımsız geliÅŸmelerin- kaçınılmaz devamı yahut sonucu olarak oldu.
 
Suriye’nin geldiÄŸi halin ve bunun Türkiye’ye tesirlerinin faturasını DavutoÄŸlu’na yahut genel olarak AK Parti iktidarına çıkarabilmek için realitenin r’sinden dahî nasiplenmemiÅŸ olmak lazım. 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.