Özel / Analiz Haber
Oğuz Atay: Sevgili babacığım, Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor
![](resimler/detay/178906.jpg?1551351555)
Sevgili babacığım, Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kullanamadım. Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın bir çok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.
Sana bazı ÅŸeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaÅŸasaydın ya da dünyaya dönseydin – kısa bir süre için- her ÅŸey baÅŸka türlü olurdu sanki. Çaresizlik yüzünden bir çok ÅŸeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne iÅŸe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım. Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, “Ne güzel” diyorlar, “Bunu bir yerde kullansana.” Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım. Geçen zaman ancak böyle deÄŸerleniyormuÅŸ; insanın geçmiÅŸ yaÅŸantısı ancak böylece anlam kazanıyormuÅŸ. Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduÄŸunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum. Sonra da seni anlamadıkları zaman onlara kızıyorum. Bana kızınca –bu çok sık olurdu- “Senin aynadan gördüÄŸünü ben ‘dıvardan’ görürüm,” derdin. Annemle birlikte ‘dıvar’ sözünle alay ederdik. Ben de ÅŸimdi küçüklerime karşı –artık benden küçük olanlar da var babacığım- bu cümleni kullanıyorum, gülüyorlar. Bu sözü kullanırken aslında amacımın ne olduÄŸunu sezmiyorlar tabii. Seni gülünç duruma düÅŸürmek istediÄŸimi sanıyorlar. Herhalde, ben tam belirtemiyorum ne demek istediÄŸimi. Gülümsemenin içindeki sevgiyi demek ki anlatamıyorum. Åžimdiki gençler baÅŸka türlü babacığım; her sözden tek anlam çıkarıyorlar. Ben de o zaman çileden çıkıyorum gerçekten: asıl amacımı unutup seni onlara beÄŸendirmeÄŸe çalışıyorum. Aslında bu çabanın anlamsızlığını sezmiyor deÄŸilim. Ülkenin en zengin adamı senin paltonu tutarken ya da, “Rica ederim Cemil Bey, müsaade buyurun.” Diyerek ‘bizzat kendisi paltoyu giydirmekte ısrar ederken’ senin gibi hissedemedikten sonra, insan o paltonun içinde kendisi varmış gibi gururlanmadıktan sonra, seni beÄŸenmeleri hatta anlamaları neye yarar? Ya da meclise ilk girdiÄŸin sıralarda, baÅŸkandan birkaç gün için izin istemeye gittiÄŸin zaman, “Cemil Bey siz galiba yenisiniz.” Diyen baÅŸkanın karşısında senin gibi utanmadıktan sonra insanın böyle küçük ayrıntıları öÄŸrenmesinin ne anlamı var? “Ä°stediÄŸiniz zaman izin yapabilirsiniz Cemil Bey, bana gelmenize lüzum yok,” sözünü duyunca kim senin gibi ferahlayabilir?
Bunlar bildiÄŸin ÅŸeyler babacığım; sana biraz da bilmediklerini anlatayım: mesela, cenaze törenin nasıl oldu? Cenaze namazın nasıl kılındı? Genellikle bir aksilik olmadı babacığım. Ben aÄŸladım. Okulda o günlerde ‘hatırı sayılır’ bir durumda olduÄŸum için oradan bir otobüsle bir miktar öÄŸretim üyesi ve bir çelenk gönderildi. Hayatın boyunca hiç görmediÄŸin bazı kimseler ellerini önlerine kavuÅŸturarak ve baÅŸlarını eÄŸerek ölümün anlaşılmaz gerçeÄŸi üzerinde düÅŸünüyormuÅŸ gibi yaptılar mezarının başında. Tabut çukura konulduktan sonra üstüne büyük beton bloklar yerleÅŸtirildi. (Bu teknik geleneÄŸi sevmiyorum babacığım; aşılmaz engellere karşıyım.) Seni, annemin yattığı mezarlığa gömmedik. Bazı yakınlarım öyle uygun gördüler. Ä°nsanlar arasında, onlar öldükten sonra bile anlaÅŸmazlıkların sürüp gitmesini istiyorlar. Benim üzüntümden yararlanarak seni mezarda annemden ayıran yakınım, aslında öteki dünyaya filan hiç inanmaz. Oysa bana, “Annen böyle isterdi,” dedi. Sen bu adamı sevmezdin ve nedense ona yakınlık gösterdin. Buy nedenle hiç hakkı olmadığı halde sana ‘babacığım’ derdi. Artık ben akraba olmayanların birbirlerine ‘anneciÄŸim, teyzeciÄŸim, oÄŸlum, kardeÅŸim’ diye seslenmelerine bütünüyle karşıyım babacığım. Artık gerçek bir akrabam kalmadığı için, bütün bu soÄŸukluklara karşıyım. Herkes birbirine adıyla hitap etsin. Mantığı seven bir insan olarak senin de bu düÅŸünceye karşı pek bir diyeceÄŸin yoktur sanıyorum.
Sen öldüÄŸünden beri gittikçe daha ‘muhafazakar’ oluyorum babacığım. Mesela, Allah kimseyi genç yaÅŸta anasız, babasız bırakmasın filan diyorum. Sana oranla daha ‘münevver bir zat’ sayıldığım ya da kendimi öyle sandığım için, bu yargıya bir ‘filan’ sözünü eklemeyi de ihmal etmiyorum. Aramızda ‘irfan’ bakımından –görünüÅŸte- bir fark olduÄŸu doÄŸrudur. Sen böyle görünüm inceliklerini akıl edemeyecek kadar saf olduÄŸun, yani benim gibi ‘zıt kuvvetlerin muhasalası’ olmadığın için belki de bu yazdıklarımı biraz karışık buluyorsun. Aslında karışıklık içimdedir ve bu mektubu yazma isteÄŸim, karışık ruhumun kapıldığı samimiyet buhranlarından biridir. Bu buhran, genellikle senin ölümünden sonra içimde daha kuvvetle hissettiÄŸim Cemil Beyi yaÅŸatma çabasıyla ilgilidir. Ä°çimde benden ayrı olduÄŸunu sandığım bir de Cemil Beyin bulunmasına sen ‘tezyid-i ÅŸahsiyet’ mi yoksa ‘taksim-i ÅŸahsiyet’ mi dersin pek bilemiyorum.
Benzer taraflarımız olduÄŸu bir gerçektir. Sen üstüne başına dikkat etmezdin; bense ne kendime bakıyorum nede arabama. Uzun yıllarını geçirdiÄŸin büyük ÅŸehrin sokaklarında ikimiz de kir içinde dolaşıp duruyoruz. (Annem duymasın.) Bazen arabayı bir ara sokakta durdurarak küçük ve karanlık meyhanenin birine giriyorum. Senin deyiminle ‘tedrici intihar’. Bununla birlikte, bazı yazı denemeleri –bu mektup gibi- yaptığım için, arkadaÅŸlar arasında –bu içki ve periÅŸanlık gibi bütün tutarsızlıklarıma raÄŸmen- oldukça ilgiyle karşılandığım söylenebilir. SaÄŸ olsaydın yazdıklarımdan bir satır anlamamakla birlikte gene de benimle öÄŸünürdün sanıyorum. Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik. Aslında yazdıklarım senin deyiminle ‘uydurma’ ÅŸeylerdi; annemin seyrederken aÄŸladığı filmler ya da okurken duygulandığı romanlar gibi ‘hepsi uydurma’. Sana yazdığım bu satırların da bir kısmı ‘uydurma’ olabilir; sana açıklamakta zorluk çekeceÄŸim bazı nedenlerle senin anladığın biçimde bir gerçeklikten uzaklaÅŸmak zorundayım. Ayrıca gerçek ya da uydurma olan bu satırları benim hissettiÄŸim ÅŸekilde anladığından da ÅŸüphedeyim, hatta anlayıp anlamadığını da bilemiyorum.
Ä°ÅŸte böyle babacığım, bazen de gerçeklik buhranlarına kapılıyorum. Bu yüzden sana gerçeklerden, senin de karşı çıkmayacağın gerçeklerden söz etmek istiyorum. Bugünlerde özellikle ansiklopedik gerçeklerin çok tutulması ve ilgi duyduÄŸum, sevdiÄŸim kimselerin gittikçe unutulması yüzünden, baÅŸtan aÅŸağı gerçeklerle dolu ve birçoklarına göre önemsiz sayılacak hayat hikayelerinden meydana gelen bir ansiklopedi yazmak istiyorum. Buna benzer denemelerim oldu. Ama onlarda senin deyiminle gerçekten ‘uydurma’ ÅŸeylerdi. Bu nedenle babacığım, herkese açıkça ilan ediyorum: 1892 de doÄŸdun. Ülkemizin ortalama ömür sınırını çok aÅŸtın. DuyduÄŸuma göre Ä°sveç ortalamasını filan bulmuÅŸsun. Köyde, kasabada, taÅŸrada yetiÅŸtin. Olgunluk çağı denen döneminde, ülkeyi yönetenler daha kalabalıkmış gibi görünsün diye, taÅŸradan getirilerek onların arasında yer aldın. ‘Fırka katib-i umumiyesi’nin ya da daha baÅŸka ‘ekabir’in gözüne girmek için kürsülerde bağırmak gibi bir münasebetsizliÄŸi beceremediÄŸinden, bugün benim özel ansiklopedimin dışında yer alacağını hiç sanmıyorum. Sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor ya da onun gibi bir ÅŸey. Büyük ÅŸehirde, ülkeyi yönetenlerin toplandığı salonda neden bulunduÄŸunu hiç düÅŸünmedin. Ayrıca insanın evrendeki yeri konusunda da düÅŸüncelere daldığını sanmıyorum. Fakat –bu söylediÄŸim gerçekten gerçek babacığım- ben bütün bunları düÅŸündüÄŸüm halde yerimi bulamadım. Beni daha iyi yetiÅŸtirseydin, mesela ne bileyim yabancı ülkelere filan gönderseydin, bugünkünden daha esaslı olmasam da, kendimi ifade ve eÅŸya ile münasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlarda daha becerikli olurdum. Sen her zaman tutarlıydın; olduÄŸun gibi olmaktan gurur duyuyordun; olduÄŸun gibi davranıyordun. Bense küçük hırslar yüzünden bocalıyorum; senin deyiminle ‘iki cami arasında beynamaz’ ya da senden önce senin gibi rahmetli, olan Numan Beyin deyimiyle ‘güreÅŸ, güreÅŸ, Hacı Muhammed altta’ bir durumdayım. ‘Tedrici inhitat’ oluyorum senin anlayacağın. Görüyorsun senin hayat hikayeni bahane ederek gene kendimden bahsediyorum. Senin asaletini tevarüs etmediÄŸim için her fırsatta kendimi ileri sürmek gibi bir zillete tenezzül ediyorum. Neyse, sana dönelim babacığım. Hiçbir savaÅŸa katılmadın ve kelimenin bilinen anlamıyla hiçbir kahramanlık göstermedin. Bu nedenle madalya filan gibi manevi ödüllerden yararlanmadığın gibi han-hamam-çiftlik gibi maddi ödüllerin üstüne de oturmadın. Siyasetin içinde yaÅŸadığın halde siyaseti bilmediÄŸin için barış döneminde de baÅŸarılı olamadın. Bu bakımdan sana yöneltebileceÄŸim en kuvvetli tenkit ÅŸudur; kendini sunmasını hiç beceremedin babacığım. HemÅŸerilerinin büyük ÅŸehirde kaldıkları hanları ziyaret ederek onlara kartvizitlerini dağıtmadın, dairelerde seçmenlerinin iÅŸlerini takip etmedin. Bütün yaptığın, seçim bölgene gittiÄŸin zaman eÄŸer ramazansa sokakta sigara içmemekten ibaret kalmıştır. Kendini çok beÄŸendiÄŸin halde kusurlarını bilmediÄŸin gibi, meziyetlerinin de farkına varmadın. Genellikle sert, duygusuz ve bencil göründün. Bu özelliklerinde huysuz bir çocuÄŸa benziyordun. Çocuk diyorum, çünkü kötü huylarından bir ‘menfaat temini cihetine’ gitmedin. Bana sorarsan, hemen bütün konularda çocukça yani samimi fikirler ileri sürdün; bununla birlikte bu davranışlarının ev içinde ‘menfi neticeler tevlid ettiÄŸi’ oldu. Ben bu sonuçlardan çok yakındım ve ‘asi evlad durumuna müncer oldum’. Birlikte yaÅŸadığımız günlerde, bütün beÄŸenilerim sana karşı duyduÄŸum tepkilerle oluÅŸtu. Sen klasik Türk müziÄŸini ‘goygoyculuk’ olarak niteledin; batı müziÄŸine tepkini de sadece, ‘kapat ÅŸunu’ biçiminde gösterdiÄŸin için ben, her ikisini de sevmeyi görev saydım kendime. Kültür hakkında öteki yargıları da pek iç açıcı deÄŸildi. Özetle, çevrendeki her ÅŸeyi kesin çizgilerle ikiye ayırdın. (Bu bakımdan da sana benzediÄŸimi itiraf etmeliyim.) Dünyada yalnız güzellerle çirkinler vardı, bir insan ya akıllıydı ya da aptal, senin gibi başını dik tutmasını bilemeyen bütün insanlar dalkavuktu; sana benzemeyen kibar davranışlı insanları da züppelikle suçlardın. Biz –annemle ben- sana itiraz ederdik; fakat ben farkına varmadan senin orta yola fırsat vermeyen bu acımasız sınıflamalarını benimsemiÅŸim babacığım. Üstelik –en kötüsü de bu galiba benim için- böyle olduÄŸumdan gizlice memnunluk duyar gibiyim ki, iÅŸte asıl buna dayanamıyorum; çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın ‘romantik’ bölümünü, sen kızacaksın ama, annemden tevarüs ettim. Özellikle bazı kitapları okuduktan sonra, içimdeki bu aÅŸağılık çeliÅŸkilerin daha da farkına vararak, senin hiç anlamayacağın bir biçimde sabit gözlerle boÅŸluÄŸa bakıp duruyorum. Senin iÅŸin bir bakıma kolaydı babacığım. Birçok ÅŸeyi yok sayarak belirli bir düzen içinde yaÅŸadın. Sinemaya gitmedin. Hiç roman okumadın. ZeytinyaÄŸlı enginar yemedin. Yabancı ülke özlemi çekmedin. Kimseye hediye almadın. Evde kuÅŸkonmazdan baÅŸka bitki yetiÅŸtirmedin. Yalnız halk türkülerini sevdin. Basit beÄŸenilerinin yanında beni ÅŸaşırtan duyarlıkların vardı. Bir örnek vermek gerekirse
Çalkan Karadeniz çalkan
Gemiler açıyor yelken
gibi beni çok duygulandıran bir masal türküsünün yanısıra
Yekte yavrum yekte
Pastırmalar yükte
türküsünü de aynı keyifle söyledin ve dinledin. Ben sonradan edindiÄŸim bir duyarlıkla, ikincisini sanki alaya alıyormuÅŸum gibi deÄŸerlendirerek iÅŸin içinden çıkmayı denedim: ÅŸu ‘filan’ sözünü, basit duygululuklarımı gizlemek için kullandığım gibi filan.
Åžimdi artık öldün babacığım. Sınırlarını kesin olarak belirlediÄŸin bir dünyada, bana sorarsan, belirsiz bir biçimde yaÅŸadın ve öldün. Seni artık deÄŸiÅŸtirmek mümkün deÄŸil babacığım; bu nedenle kendimi de deÄŸiÅŸtirmenin mümkün olacağını sanmıyorum. Sabit nazarlarla boÅŸluÄŸa baktığım zamanların çoÄŸunda temeldeki benzerliÄŸimizi gizlemek için ümitsiz süslemelerle kendimi yoruyormuÅŸum gibi geliyor bana. senin anlayacağın babacığım, züppe olarak nitelediÄŸin insanların, iç sahteliklerini örtmek amacıyla giriÅŸtikleri kibarlık çalışmaları içindeyim sanki. Senin gibi tutarlı olmadığım için çoÄŸu zaman kuÅŸkulara kapılıyorum ve ütüsüz pantolonlarla lekeli gömleklere kısa bir süre için son veriyorum.
Bugün, genellikle seni benden baÅŸka hatırlayan yok babacığım. ÖldüÄŸün için durumu bilmiyorsun; ama, sana açıkça belirtmek zorundayım ki, çevrendeki kuru kalabalığın büyük bir kısmı daha ÅŸimdiden tarihe geçmiÅŸ vaziyette babacığım. Okuma kitaplarında senin gibilerin davranışları örnek gösterilmekle birlikte onların adları ve ikimizin de çok iyi bildiÄŸi küçük ve karanlık yaÅŸantıları yer alıyor. Sen artık öldüÄŸün için senin adına uydurma nutuklar, düzme makaleler, hayal ürünü tartışmalar icat etmek ve seni onların çok üstünde dalgalandırmak istiyorum. Çünkü hepinizi tanıyan –gerçekten tanıyan- on kiÅŸiden dokuzunun, bir seçim yapmak gerekirse, oylarını sana vereceÄŸini ismim gibi biliyorum. Göreceksin babacığım, ÅŸu tek başıma yazacağım ansiklopediye bir baÅŸlayabilsem her ÅŸey düzelecek. Kimsenin doÄŸru dürüst bir ÅŸey bilmediÄŸi bu ülkede ÅŸundan bundan –yani yabancı yazarlardan- makaslama metoduyla birkaç eser veremez miydin yani? Tercümeleri ben yapardım. Annem de sana okurdu. (Hiç olmazsa ÅŸunu kabul etmelisin ki babacığım, çoÄŸu zaman sadece annemin okuduklarını anlardın. Senin dilini, görünüÅŸteki bütün karşıtlığınıza raÄŸmen, galiba sadece annem bilirdi.)
Aramızda hiçbir zaman, alışılmış baba-oÄŸul iliÅŸkisi olmadı. Ne ben, bütün meraklı çocuklar gibi durmadan her ÅŸeyi sana sordum; ne de sen oturup bazı ÅŸeyleri bana açıklamak gereÄŸini duydun. Bu yüzden, bir çok olayın nedenini zamanında öÄŸrenemediÄŸim için, dünyanın birçok yönünü hiç bilemedim. Bazı olayların nedenini de çok sonraları öÄŸrenebildim. Mesela yemekten kalkınca herkesten önce ellerini yıkamak isterdin; banyoda, “Ben sigara içeceÄŸim,” diyerek beni iterdin. Ben de senin gibi sigara içmeye baÅŸlayıncaya kadar, bu davranışın bana hep esrarlı göründü. Sonra karşılıklı sigara içmeye baÅŸladık. Sonra günün birinde karşısında, ‘bacak bacak üstüne atıp sigara içen’ oÄŸlunu azarladın. Davranışlarında genellikle hep böyle geç kalırdın. Karımdan ayrılıp sana sığındığım zaman da, “Geceleri eve geç geliyorsun,” gibi, yıllarca önce söylenmiÅŸ olması gereken sözlerle beni tedirgin ederdin. Oysa babacığım ben evlenmiÅŸtim, ayrılmıştım, çocuÄŸum bile vardı; yani bir bakıma senin durumundaydım. Sen de yıllarca önce bazı iÅŸlerini bahane ederek büyük ÅŸehire gidip bizi günlerce yalnız bırakmaz mıydın? Ben de iÅŸte öyle olmuÅŸtum babacığım: ‘Ä°stediÄŸim gibi yaÅŸamak’ diyebileceÄŸimiz bir iÅŸim çıktığı için evden, kendi evimden ayrılmıştım.
Ben sonra eve döneceÄŸim babacığım. Bazı durumlarda sana oranla biraz aşırı davrandım. Belki de kendime bu dünyada bir yer yapabilmek için, birçok düÅŸüncemi ‘kuvveden fiile’ çıkarmaya çalışıyorum. Aslında sen böyle bir ÅŸeyi hiç düÅŸünmedin; bununla birlikte, yeryüzünde senin kadar yer yaptığım da söylenemez. Bu yüzden sinirli, sabırsız ve hırçın oldum. Biliyorsun, seninle de çok çatışırdım, kapıları filan vurup giderdim. Bana hep haksızlık yaptığın duygusu vardı içimde: bence her zaman bana haksız yere söylenirdin; çalışkan bir öÄŸrenci olduÄŸum halde “Bu çocuk kitap yüzü açmıyor,” diye homurdanırdın, üstüme uymayan kötü dikilmiÅŸ elbiseler giydirirdin, istemediÄŸim okullara gönderirdin beni, sızlanmalarımı da hiç dinlemezdin. Bugün, belki de sen artık öldüÄŸün için, bana bir zamanlar haksızlık ettiÄŸini düÅŸünemiyorsam da, bana haksızlık edildiÄŸi düÅŸüncesi içimde öylesine geliÅŸti ki artık bütün dünyayı suçluyorum bu bakımdan,. Bu bakımdan da istemediÄŸim bir yerlere vardım, artık bütün dünyanın suratına çarpıp duruyorum kapıları.
Senin ‘egoist’ olduÄŸunu söylerlerdi; benim için de ÅŸimdi buna benzer sözler ediyorlar. Annem öldükten sonra bir süre sen de yalnız kalmıştın ya, bu yüzden yalnızlığı bilirsin sanıyorum. Ben de yalnızlığımda sana benzedim babacığım: kendime yemekler piÅŸiriyorum; senin kirli ropdöÅŸambrına benzeyen bir ÅŸeyler giyip, bir karış sakalla evin içinde huzursuz dolaşıp duruyorum, yanık kalmış elektrikleri söndürüyorum, durmadan para hesabı yapıyorum, kendimi biraz iyi hissettiÄŸim günlerde çarşı Pazar dolaÅŸarak her malın iyisini almaya çalışıyorum. Gittikçe sana benziyorum babacığım: kimseleri beÄŸenmez oldum. Aynaya pek bakmıyorum ama sevmediÄŸim ÅŸeylerden söz ettikleri zaman suratımı senin gibi buruÅŸturduÄŸumu hissediyorum. Birilerine oturmaya gittiÄŸim zaman yemeÄŸe kalmam için ısrar edilmeyince senin gibi, belki de senden çok ÅŸiddetli bir biçimde içerliyorum herkese; yalnız, senin yaptığın gibi, kötü yemekleri açıkça beÄŸenmezlik edemiyorum. Ä°stiyorum ki babacığım artık herkes öÄŸrensin hiçbir ÅŸeyi beÄŸenmediÄŸimi. Senin başına gelenleri düÅŸündükçe hiçbir duygunun içimde kalmasına, hiçbir öfkenin sadece içimde büyümesine razı olamıyorum artık. Senin gibi ben de artık aklıma geleni hemen herkesin yüzüne haykırıyorum. Eski pısırık oÄŸlunun bu durumunu görseydin gurur duyardın diyemiyorum; çünkü, sözlerime ‘muhatap’ olanların tepkisine bakılırsa pek övünülecek durumda deÄŸilim galiba babacığım. Genellikle belirsiz bir isyan halindeyim. Derler ki sen de çocukluÄŸunda eve dönünce anneni bulamazsan hemen sokaÄŸa fırlar ve onun misafirliÄŸe gittiÄŸi evin camını taÅŸlarmışsın. Ben senin gibi köyde deÄŸil ÅŸehirde, evde deÄŸil apartmanda büyüdüÄŸüm için, çocukluÄŸumu bir bakıma yaÅŸayamadığım için, bu konuda biraz gecikmiÅŸ de olsam yalnız bırakıldığımı hissettiÄŸim zaman kendi çapımda mesele çıkarıyorum, herkesin burnundan getirdiÄŸimi sanıyorum.
Oysa ÅŸimdi seni düÅŸündüÄŸüm zaman babacığım, durmadan gülümsüyorum. Seni sen olarak yaÅŸamak istiyorum. Ä°stiyorum ki evde annem gibi biri olsun ve ben de mutfaÄŸa giderek. “Burada gene bir ÅŸeyler kaynıyor Muazzez,” diye içeri seslenebileyim ve bana “Kaynadığını görüyorsan altını kıs Cemil Bey,” denilsin ve ben de hiçbir ÅŸey yapmadan mutfaktan çıkayım. Belki de nasıl bir insan olduÄŸunu bugün bile bilmiyorum; daha doÄŸrusu bugün, senin bilmediÄŸin bazı ÅŸeylerin varlığından haberim olduÄŸu için, bu bakımlardan nasıl bir insan olduÄŸunu merak ediyorum. Acaba senin de bilinç altın var mıydı babacığım? Bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle ÅŸeyler icad edilmemiÅŸti. Sanki Osmanlıların böyle huyları yoktu gibi geliyor bana. senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle ‘varoluÅŸçu bir bunalımı’ yanyana düÅŸünemiyorum doÄŸrusu. Aslında bizler de bir özenti içindeyiz; ama ne de olsa bu kurt içimize düÅŸtü bir kere babacığım; bazı meseleleri bu yüzden büyütüyoruz. Acaba bütün bunları sana ÅŸimdi anlatsaydım nasıl karşılardın, yazdıklarımı okusaydın ne düÅŸünürdün? Hepsini ‘deli saçması’ mı bulurdun? Sizin zamanınızda herhalde böyle zorluklar yoktu babacığım; yemek ve bilmece çözmek ve benim zorumla radyo radyodan dinlediÄŸin alafranga müzik ve sineklerin camı kirletmesi ve gazetede saÄŸlıkla ilgili makale hakkındaki düÅŸüncelerin ve aylık bütçe hesapların ve yarın piÅŸirilecek aÅŸureye neler katılması gerektiÄŸi ve benzeri ve ilgisiz bütün düÅŸüncelerinin ‘bilinç akımı’ denilen karmaşık bir düzende yer aldığını bilseydin sanırım yemekten sonra o yüksek koltuÄŸunda rahatça uyuklayamazdın. Maddenin temel yapısında düzelmesi mümkün olmayan bozuklukların baÅŸladığını ya da bazı tabiat kanunlarının artık eskisi gibi aynen tekrarlanmadığını duysaydın acaba endiÅŸelenir miydin? Aslında ‘ruhiyat’la ilgili yenilikleri ben bile doÄŸru dürüst bilemiyorum babacığım. (Mesela, egoist olduÄŸun halde, sen de ‘ego’nun farkında deÄŸildin.) bir yerde okumuÅŸ olsaydın da bana “OÄŸlum sende Oedipus kompleksi var mı?” diye sorsaydın ne karşılık vereceÄŸimi bilemezdim sanıyorum. Hani ben sana kızınca ya da belirsiz nedenlerle içimde tanımlayamadığım sıkıntılar duyunca gidip sabahlara kadar içerdim ya, ÅŸimdi öyle yapmıyorlar babacığım. Bu senin duymadığın bilinçaltıyla ilgili doktorlara gidiyorlar. Bense aslında sana benziyorum babacığım; artık içki de iyi gelmediÄŸi için böyle durumlarda koltuklara baykuÅŸ gibi tünüyorum.
Demek ki senin köylü tabiatın bana miras kalmış babacığım: medeniyeti sevmiyorum. Bugünlere yetiÅŸebilseydin, sen de benim gibi televizyondan nefret ederdin sanıyorum. Ben, senin çıktığın köye dönmek istiyorum; yani, sonradan görme deniz özlemcileri gibi kıyıda balıkçılarla filan sohbet etmek istemiyorum. Balığa çıkmak bize göre deÄŸil babacığım. Ben senin uçsuz bucaksız tarlalar arasındaki küçük köyüne yakın bir yerde (çevrede belki de bir iki aÄŸaç olabilir) ahÅŸap kiriÅŸli kerpiç bir evde yaÅŸamak istiyorum. Evin resmini de tanıdık yaÅŸlı bir mimara çizdirdim. (Gençlere güvenim artık kalmadı babacığım.) Sana anlatması biraz zor ama, oraya gidiÅŸim bana haksızlık eden dünyaya karşı bir baÅŸ kaldırma hareketi olacak diyebilirim; yani ben orada bulunmakla onlara, “Ä°ÅŸte bütün ‘terakkinizi’ gördüm ve ‘aslıma rücu ediyorum’ (yani Cemil Beye dönüyorum”, diyeceÄŸim ve onlar da bunu anlamayacak. Sen bunu Ziya PaÅŸanın ya da Mehmet Akif’in tepkilerine benzetebilirsin. Annem duysaydı çok aÄŸlardı. Sen nasıl karşılardın bilmiyorum, herhalde bunu da sana karşı bir hareketim olarak ‘tavsif’ etmezdin. Gene de, beni bu duruma kitapların getirdiÄŸini söylerdin. Lukianos’u okuduÄŸum zaman da bir gün kitabı karıştırmış ve içinde tanrılarla alay eden bölümü görünce, “Bu oÄŸlan onun için Allaha inanmıyor, bana karşı geliyor,” diye pek gerçekçi sayamadığım bir yorumda bulunmuÅŸtun. Sen de Allaha –bunu hiçbir zaman kabul etmediÄŸin halde son yıllarında inanmıştın babacığım. Son yıllarında Cuma günleri ortadan kaybolup camiye gitmeÄŸe baÅŸlamıştın. Acaba daha önce, mesela gençliÄŸinde, buna benzer bir ‘iman buhranı’ geçirmiÅŸ miydin? Neyse, son yıllarında böyle bir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸradığını da kabul etmedin. Her zaman ‘namazında niyazında’ olduÄŸunu ileri sürerek beni çileden çıkardın. Benim bu daÄŸa çekilme meselesini de belki eski inançsız yaÅŸantıma bir tepki olarak ‘telakki ettiÄŸim’ için, senin çocukluÄŸuna sığınıyorum babacığım. Hareketimin, annemde beÄŸenmediÄŸin biçimde bir duyarlık ilgisi yok. Yani artık haddimi biliyorum, önünde ‘hayat’ denilen bir taÅŸlık bulunan daÄŸ evimde senin dönemince bilinmeyen ruhsal karışıklıklarımı yaşıyorum, kuyudan su çekiyorum ve eÅŸeÄŸime yüklediÄŸim dallarla ocağımı yakıyorum. Buna ‘ÅŸimdilerde’ kaçış diyorlar babacığım; bir takım toplum sorunlarını çözemeyeceklerini hisseden burjuva, yani senin anlayacağın ÅŸehirde yaÅŸayan ve üstelik ÅŸehirdeki günlük yaÅŸantının geleneklerini benimseyen aydınlar böyle yapıyormuÅŸ. Sen böyle söyleyenlere bakma babacığım. OÄŸlunu onlardan öÄŸrenecek deÄŸilsin ya. Sen de aslında annem gibi benim hiçbir zaman kötü bir ÅŸey yapmayacağıma inanırsın deÄŸil mi? Hani bir zamanlar bazı kitaplar okuyordum da eve bazı asık suratlı adamları çağırıp onlarla bağırarak tartışıyordum; o zamanlar annem, başıma bir ÅŸeyler geleceÄŸinden endiÅŸelenmekle birlikte, gene de bu konuda kendisini uyaran ahbaplarına karşı beni savunuyordu. Åžimdi beni savunan kalmadı babacığım; çünkü ikiniz de öldünüz. Ä°ÅŸte ben de yalnızsam, yalnızlığımı bilmek için çoÄŸu zaman –sabit nazarlarla boÅŸluÄŸa baktığım zaman- bu kerpiç evi gittikçe daha ciddi bir biçimde düÅŸünüyorum. Ben bu asık suratlı aydınlara hiç benzemiyorum babacığım; onlara karşıyım ve senin içtenliÄŸinden yanayım. Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliÄŸini taşıdığımı ümit ediyorum. Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?
Mektubuma burada son verirken hürmetle ellerinden öperim.
OÄŸlun
OÄŸuz Atay / Korkuyu Beklerken
Henüz yorum yapılmamış.