Özel / Analiz Haber
Kemal Sayar: Bugünün ötekisi bir türlü entegre edilmeyen, hep dışarlıklı kalan Müslüman’dır
Follow @dusuncemektebi2
Dün Nazi Almanya’sında sergilenen cinnet, bugün Batı Avrupa ve ABD’nin entelektüel dehlizlerinde şeytani bir plan olarak karşımıza çıkıyor. Bugünün ötekisi bir türlü entegre edilmeyen, hep dışarlıklı kalan Müslüman’dır ve bu haliyle de konfor peşindeki zihinlere, mükemmel bir düşman imgesi sunar… .
Öteki kimdir? Her birimiz bir baÅŸkasının ötekisi deÄŸil miyiz? Sol elimizin vücudumuzun bir parçası olduÄŸunu inkâr etme hakkını nasıl bulabiliriz? Biz ve onlar arasına örülen duvar hem yükselen ırkçılık ve yabancı düÅŸmanlığına zemin hazırlıyor, hem de onların yaÅŸadığı ıstırabı deÄŸersizleÅŸtirerek insani vicdanı zedeliyor. Bu yazıda, Avrupa'nın ötekisi kimdir, ona bakmaya çalışacağım.
Avrupa ve öteki
Avrupa'nın Ä°cadı adlı kitabında Gerard Delanty; "Avrupa kimliÄŸinin DoÄŸu'nun reddi ve inkârı üzerine kurulu olduÄŸunu" söyler. Avrupa'da süregiden göç dalgasının dünyayı biz ve onlar ÅŸeklinde ayıran, yabancının, göçmenin veya komÅŸunun kendi saflığını tehdit ettiÄŸinden endiÅŸe eden, küresel dünyanın güvenlik paronayaları ile zehirlenmiÅŸ ırkçı/entegrist/ aşırı kesimlerde bir öfke yarattığı aÅŸikâr. Bütün Avrupa, sokaktaki özgürlük söylemlerine raÄŸmen, aÅŸikâr ve gizli bir ırkçılıkla boÄŸuÅŸuyor. Bu ırkçılık Almanya veya Hollanda'da Türk/Arap/Müslüman öÄŸrencilerin yükseköÄŸrenim hakkının kısıtlanmasından onların bir zamanlar Nazilerin Yahudilere reva gördüÄŸü 'untermensch' kategorisine hapsedilmelerine kadar, deÄŸiÅŸik tonlarda kendini gösteriyor. Güvenlik endiÅŸeleri ile iyiden iyiye 'korkunun krallığı'na teslim olmuÅŸ dünyamızda, yabancı, hem bir arzu nesnesi hem de içten içe korkulan ve tiksinilen, uzaklaÅŸtırmaya can attığımız bir varlıktır. Anlamın kaybolduÄŸu, müteveffa sosyolog Zygmunt Bauman'ın ifadeleriyle, "Bireysel hayatın ötesine uzanan sonsuzluk yapılarının hoyratça sökülüp atıldığı bir dünyada" düÅŸman yaratmak, hayatta kalma stratejisi olarak öne çıkar.
Nefret ötekini insanlıktan tenzil-i rütbeye uÄŸratmakla, onu gayri insanileÅŸtirmekle tetikleniyor. Zihninin en diplerine, ötekini düÅŸmana çeviren propaganda taÅŸları döÅŸenir. Dehumanizasyon (gayrı insanileÅŸtirme), diÄŸer insanın yani benden farklı olanın da benim gibi bir ruhu veya zihni olduÄŸunu kabullenmemek demektir. O, benden farklı olduÄŸu için 'daha az insan' kategorisine yerleÅŸtirilir. Böylece nefret eden, nefret nesnesini kötü, ahlaksız ve tehlikeli olarak görecektir. Kurban giderek deÄŸersizleÅŸtirilir ve böylece nefret eden gözünde bütün ahlaki ve insani deÄŸerini yitirir. Dehumanizasyon/ gayri insanileÅŸtirme öncelikle ' öteki' ile ilgili kalıplaÅŸmış düÅŸünceler yaratmakla baÅŸlar; ötekinin canavarlaÅŸtırıldığı, deÄŸersizleÅŸtirildiÄŸi, her açıdan güçlü kılındığı, ÅŸeytanlaÅŸtırıldığı, soyut bir yaratığa benzetildiÄŸi basmakalıp düÅŸünceler. O yabancı artık, bizim aziz saydığımız deÄŸer ve inançlarımıza karşı büyük bir tehlikedir. DüÅŸman tehlikesi sebebiyle toplumda korku tırmanır ve mantıklı insanlar mantıksız davranışlarda bulunmaya baÅŸlayabilir. Demokrasi ve özgürlük yanlısı insanların, korkunun uyandırdığı arkaik tepkiler nedeniyle, totaliter düÅŸüncelere savrulduÄŸu görülebilir. DüÅŸmanın posterlerde, televizyonlarda, dergi kapaklarında, filmlerde ve internette sunulan dramatik görsel imgeleri; beyinlerimizin kuytu köÅŸelerine böylece kabul edilir ve beyin, güçlü korku ve nefret duyguları ile tıka basa doldurulur. Bu vahÅŸi imgelemin pratikteki en uç sahnesinde, bir insanın kendisine düÅŸman olarak tanımladığı bütün insanları yok etmek amacıyla plan yapması, yani 'soykırım' yaÅŸanmaktadır. Hitler'in propaganda yöntemleri Yahudi komÅŸu, çalışan ve arkadaÅŸların devletin düÅŸmanı olarak görülmesini saÄŸlamıştı. Sıradan insan, yaratılmış bu canavar için 'son çare'ye haklı sebeplerle baÅŸvurulduÄŸuna inanmıştı. Bu yöntemin tohumlarının, ilkokullarda okutulan ders kitaplarında bütün Yahudileri aÅŸağılık varlıklar ve katledildiklerinde, vicdan azabı duymaya deÄŸmeyecek insanlar olarak gösteren imgelerle ve yazılarla atıldığını anlayabiliyoruz. Dün Nazi Almanya'sında sergilenen cinnet, bugün Batı Avrupa ve ABD'nin entelektüel dehlizlerinde ÅŸeytani bir plan olarak karşımıza çıkıyor. Bugünün ötekisi bir türlü entegre edilmeyen, hep dışarlıklı kalan Müslüman'dır ve bu haliyle de konfor peÅŸindeki zihinlere, mükemmel bir düÅŸman imgesi sunar. O saflığı tehdit eden kiÅŸidir. Bu düÅŸmanın beni her an rahatsız edebileceÄŸi inancı, Avrupa merkezli narsistik öznelliÄŸin görünmez bir veçhesini oluÅŸturur.
Ahlaki körlük ve Avrupa
Holokost tarihin seyrüseferinde bir yoldan çıkma mıydı yoksa Batı ÅŸiddetinin bir ÅŸahikası mı? Enzo Traverso, Nazi ÅŸiddetinin kökenlerini araÅŸtırdığı kitabında bu soruya cevap arar. Bu mühim bir soru zira Nazi suçları, çokları bizi aksine inandırmaya çalışsa da, tarihin içinde bir Big Bang patlamasıyla, kendiliÄŸinden, durduk yerde ortaya çıkmadı. Liberal Avrupa modernleÅŸmesinin bir ÅŸahikası, bir tepe noktası olarak da okunabilir Holokost. Nazi rejiminin ayak izlerini geriye doÄŸru takip ettiÄŸinizde, temerküz kamplarının ta kökünde, Avrupa modernleÅŸmesinin yarattığı bir dizi olgunun kesiÅŸimi görülür: Öldürmenin sanayileÅŸmesi, ölümün gayrı insanileÅŸtirilmesi ve kolonyalist zihniyet, Nazi barbarlığını hazır hale getirmiÅŸtir. O yüzden Nazi suçları Batı tarihinde bir sapma veya bir anomali deÄŸil; teknik, kültürel ve ideolojik öncülleri olan doÄŸal bir uÄŸraktır. Traverso'ya göre Nazizmin biricikliÄŸi, Batı'ya muhalefetinde deÄŸil, münhasıran Batı'ya özgü olan pek çok ÅŸiddet türünün dehÅŸet verici bir karışımı olmasında yatar. Giyotin, makineli tüfek, hapishane, toplama kampı ve ırkçılık I. Cihan Harbi'nde ve sömürge savaÅŸlarındaki katliamlar, evet bütün bunlar toplumsal evreni ve zihinsel manzarayı ÅŸekillendirmiÅŸ ve bu zeminde nihai çözüm tasarlanarak hayata geçirilmiÅŸtir. Auschwitz'i mümkün kılan fikirler, Avrupa'nın kıyısından köÅŸesinden deÄŸil, ana akımından neÅŸet etmiÅŸtir. Yani gaz odaları 'uygarlıkta bir mola' deÄŸil bizatihi o uygarlığın yüzlerinden biridir mesela. Bütün bu deÄŸiÅŸimlerle birlikte ahlaki kayıtsızlık da sökün etti ve bürokratik yararlılık her ÅŸeyin önüne geçti. 'Çalışmak özgürleÅŸtirir' yazıyordu temerküz kampının giriÅŸinde, aslında kölelik çok daha önceleri, insan yaptığı iÅŸe yabancılaÅŸtığında baÅŸlamıştı. Ve sömürgecilik bize 'aÅŸağılık kara derili ırkın' daha üstün uygarlık karşısında yaÅŸamaya hakkı olmadığını, önünde sonunda tarih sahnesini terk edeceÄŸini, dolayısıyla onun üzerinde ÅŸiddet uygulamanın mubah olduÄŸunu çok daha önce fısıldamıştı.
Sıradan bir Alman için geçmiÅŸin bu ağır yüküyle dolaÅŸmak çok zor, Almanya adeta kendisinden kaçmak için Avrupa idealini mesken ediniyor. GeçmiÅŸin hayaleti onu bir gölge gibi izliyor ve rahatlık vermiyor. Sıradan bir Alman kendisini bir dünya vatandaşı, özgür dünyanın özgür bir yurttaşı olarak görmek istiyor ve sırtındaki tarih kamburunu gizlemek derdinde. Almanlığa iliÅŸtirilmiÅŸ kolektif suçluluk ve sorumluluk duygusu, kendi kimliÄŸini bir Avrupalı olarak kurmak suretiyle bir ölçüde telafi edilmiÅŸ oluyor. Oysa Faulkner'in söylediÄŸi gibi, "GeçmiÅŸ asla ölmez, hatta geçmez bile". BaÅŸkalarının başına getirdikleri felaketlerin travmasıyla baÅŸ edebilmeleri gerekiyor Almanların.
Otobiyografik zaman algımızdaki kaymalar kiÅŸisel kimliÄŸimizi nasıl koruyorsa, kolektif kimliÄŸimiz de tarihsel zaman algımızı deÄŸiÅŸtirerek savunulabiliyor. Saldırganlığın tarihin derinliklerine ait kılınarak toplumsal hayatta hâlâ süren izlerinin (mesela ırkçılık veya yabancı düÅŸmanlığı) silinmesi, kolektif kimliÄŸin sürdürülmesine hizmet ediyor. Oysa suçluluk hissi ne kadar yüksek olursa düzeltme ve onarma gayreti de o kadar güçlü olacaktır. Nazi geçmiÅŸiyle iyiden iyiye hesaplaÅŸabilen bir Almanya, günlük hayatta her an hortlamaya hazır bir biçimde bekleyen ırkçılığı de bertaraf edebilirdi. Kimileri Nazi Almanya'sı ile bugünün Almanya'sı arasına bir duvar örmeyi ve geçmiÅŸin günahlarını bir suçluluk bulutu halinde bugüne taşımamayı tartışıyorlar. Ne de olsa 'artık acı çeken bir Yahudi yok' demeye getiriyorlar. Kolektif suçluluÄŸun devam etmesi için maÄŸdurun hâlâ acı çekiyor olması gerektiÄŸini dile getiriyorlar. Peki, maÄŸdur yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸ olamaz mı? Belki de maÄŸdur o zaman ve ÅŸimdi hep aynı kiÅŸiydi, Nazi kamplarında adına 'Muselmann' denen kiÅŸi, Müslüman. Zayıf düÅŸürülmüÅŸ, insanlıktan çıkarılmış, ölümü bekleyen, secdeye varır gibi bir halde olduÄŸu için Müslümana benzetilen kiÅŸi. Solingen'de barbarların yaktığı Türk, sınırdan yüz geri edilen Suriyeli bugünün 'Muselmann'ıdır.
Bir öteki olarak Müslüman
"Ä°deolojik açıdan Avrupa (ve onu oluÅŸturan ulus-devletler), Müslüman göçmenleri tatmin edici bir ÅŸekilde temsil edilemeyecek ÅŸekilde inÅŸa edilmiÅŸtir" der Talal Asad. Bu durum Müslümanların "mutlakçı imanı"ndan çok Avrupa'nın kültür, medeniyet, seküler devlet, çoÄŸunluk ve azınlık mefhumlarından ne anladığıyla iliÅŸkilidir. Asıl soru, Avrupa'nın kendisini gerçek Avrupalı olarak görenler tarafından nasıl tasavvur edildiÄŸidir. Avrupa kimliÄŸi dışlamalarla ve kiÅŸinin kendisi için seçtiÄŸi adda nelerin içerildiÄŸini, dışlananların tanımaları arzusuyla iliÅŸkilidir. O yüzden, "Avrupalı kimliÄŸi söylemi Avrupalı olmayanlar hakkında duyulan endiÅŸelerin bir semptomudur." Avrupa'nın derin bilinçaltında, "barbar, öteki" olarak yaÅŸayan Müslüman, asla onun bir parçası olamaz ancak birlikte yaÅŸanabilecek ötekidir. Biz ve onlar bir arada yaÅŸayabiliriz, ancak biz biziz, onlar da onlar. Bu zihniyete göre, insanların kendi tarih ve geleneklerinden ayrılabilecekleri inancı Ä°slam dünyasının AvrupalılaÅŸmasını teÅŸvik edebilir. Dolayısıyla Müslüman göçmenlerin "yüksek Avrupalı deÄŸerler"i kabul etmeleri, Avrupa uygarlığına asimile olmaları beklenir. Avrupa tasavvurunun korku ve endiÅŸelerden arındırılmasını beklemek çok mu safça bir dilek olur? Avrupa'dan göçmenlere karşı daha fazla bir kültürel duyarlılık beklemek, ahmakça bir beklenti mi sayılmalı? Sekülerizmin erdemleri, kutsalın beyhudeliÄŸi, özgürlükçü bir hayat vb. konularda her gün sayısız slogan ve propagandaya maruz bırakılarak kendi olmaktan utanması istenen Müslüman, deÄŸiÅŸmediÄŸi ve ona benzemediÄŸi sürece, Avrupalının zihninde barbar olarak yer almaya devam edecektir. Hor görülen öteki, nefret teolojisine zıplamak için, iÅŸte bu tahkir eden bakışı tramplen tahtası olarak kullanmaktadır.
Misafirperverlik hakkı
Bundan iki asır önce Kant 'misafirperverlik hakkı'ndan bahsediyordu: "Misafirperverlik, bir yabancının, baÅŸka bir ülkeye geldiÄŸinde düÅŸmanca muamele görmeme hakkını ifade eder. Söz konusu yabancıyı ülkede ağırlamayı reddetmek mümkündür; ÅŸayet bu, yabancının mahvolmasına yol açmayacaksa. Ancak yabancı barışçı bir biçimde davrandığı sürece, ona düÅŸmanca muamele gösterilemez." Ä°nsanlar, yeryüzünün ortak sahipleri oldukları için bu hakka sahiptirler ve birbirlerinin varlığına hoÅŸgörülü olmak zorundadırlar. Bugün özellikle Batılı dünyada bir yabancı düÅŸmanlığı kol geziyor ve yeni düÅŸmanlar artık derileri daha koyu renkli olanlar deÄŸil, yaÅŸama biçimleri ve yoksulluklarıyla, müreffeh öznenin asude hayatını tehdit eden yabancılar.
Günümüzün potansiyel suçlusu 'yabancı'dır ve Avrupalı ulus devlet, ancak ondan arınarak, onu sınır dışı edip yanına yaklaÅŸtırmayarak suçu önleyebileceÄŸini iddia ediyor. Etnik nefret ve ayrımcılık, müreffeh Batılı öznenin güvenlik kaygısına eklemleniyor ve buradan bir haklılık politikası üretiliyor. Öyle ya, yabancı suç makinesi ise, bizim güvenliÄŸimiz, ona duyduÄŸumuz merhameti önceler! "Modern egemen gücün nihai cezası" der Zygmunt Bauman, "birini insanlıktan muaf tutma hakkı olarak ortaya çıkar". Böylece göçmen bir 'insanlık artığı' olan 'devletsiz kiÅŸi' olarak kolaylıkla dışlanır, herhangi bir etik talepten muaf tutulur. YurttaÅŸ ve yabancı arasındaki hudut artık neredeyse insan ile insan-olmayan arasındaki huduttur. Yabancı, başını sokabileceÄŸi bir evi olmayan kiÅŸi deÄŸildir yalnızca, insanca yaÅŸama hakkı için bir yasal çatıdan da mahrum bırakılan öznedir. Göçmen yer deÄŸiÅŸtirmez, yeryüzündeki 'yer'ini yitirir. Vatanından olmuÅŸtur ancak kendisine yeni bir vatan da bulamamıştır. Batılı efendi, tel örgülerden ziynet eÅŸyasına el koymaya kadar türlü eziyet yöntemleriyle 'yabancı'yı kusmak ister.
Avrupa'da dışarıdan gelenlere yönelik öfke ve nefretin tanımlayıcı özelliÄŸi yerliciliktir. 'Önce Avusturya! Önce Almanya! Önce Fransa!' Yerlici hareketlerin istediÄŸi ÅŸey Avrupa'nın bütün yabancı etkilerden arındırılması, özellikle de 'yabancı' Ä°slam dininden kurtarılmasıdır. Ä°ÅŸin kötü tarafı bu tür ahlaksız taleplerin aşırı sağın tekelinden çıkarak, giderek resmi politikalara dönüÅŸmesidir. Yeni yurttaÅŸlık sınavları ve bütünleÅŸtirme politikaları, Batı Avrupa toplumlarında neyin kabul edilebilir davranış olduÄŸunun öÄŸretilmesinden 'daha üstün' Aydınlanma (seküler) deÄŸerlerine dayalı fikirlerin benimsetilmesine kadar, geniÅŸ bir yelpazede uzanır. Asimilasyona dayalı azınlık politikalarıyla hükümetler, çok kültürlülük ve çoÄŸulculuÄŸa yönelik aşırı saÄŸ saldırısını meÅŸrulaÅŸtırır ve eÅŸitliÄŸi, kültürel benzeÅŸlik üzerine inÅŸa eder. Kahrolsun farklılık, yaÅŸasın benzeÅŸlik! Burada ana fikir, ancak aynı olursak eÅŸit olabileceÄŸimizdir. Asimile olmayanların dışlanmasını teÅŸvik eder hükümetler, aşırı sağın yerlici bakış açısını meÅŸrulaÅŸtırır ve sınır dışı edilme yahut yurttaÅŸlık hakkını reddetme yoluyla, onları temel insani haklardan mahrum bırakır. Yutamadığın lokmayı kus!
Örgütlü riyakârlık
SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası bu cesur yeni dünyada düÅŸman, ideolojisi ile deÄŸil yoksulluÄŸu ile tanımlanır. Sığınma arayan yoksullar, yasadışı göçmenler olarak sermaye kültürünü tehdit etmektedir. Bu yüzden de ulusal kimliÄŸi ve ekonomik refahı korumak adına kapitalist Batı dünyasının dışında tutulmalı, eÅŸikten içeri adım atmalarına izin verilmemelidir. Ä°ÅŸte bu yeni ayrımcılık; mülksüzlerin, yersiz yurtsuzların, vatanlarından sürgün edilmiÅŸlerin maruz kaldığı, yabancı düÅŸmanlığı ile kendisini gösteren apaçık bir ırkçılıktır. Yabancı artık haysiyet talebi görmezden gelinen elveriÅŸli düÅŸmandır. Bütün günahlar, korkular, kaygılar onun üzerine üstelik devlet tarafından boca edilebilir.
KurumlaÅŸmış yabancı düÅŸmanlığı, 11 Eylül sonrasında, on yıllardır Avrupa'da mukim bulunan azınlık etnik topluluklara da sirayet ettirilmiÅŸ, sadece Müslüman oldukları için öfke ve nefrete muhatap kılınmışlardır. Onlar, ırkçı bakışa göre, sadece içerideki düÅŸman olarak terörle olan savaşında Avrupa'yı zayıflatmamaktadır, ama aynı zamanda Ä°slami norm ve deÄŸerlere baÄŸlılıklarıyla da Avrupalılık mefhumunun kendisini tehdit etmektedir. Yurtseverlik kılığı altında anti-Ä°slam ırkçılığı çok kültürlü dokuyu tahrip eder ve birlikte yaÅŸama pratiklerinin altını oyar. Asimilasyon bir dizi ölçünün kabulüyle adeta mecbur edilir. YurttaÅŸlık kanunları güvenlik eksenli olarak yeniden tanımlanır, zorunlu dilbilgisi ve yurttaÅŸlık sınavları getirilir, cami heyetleri için davranış kodları oluÅŸturulur ve Müslüman kadınlar için giyim kuÅŸama dair bazı kısıtlamalar getirilir. Irkçı politikalar korku çemberini geniÅŸletir.
Ahlak, ötekine karşı duyduÄŸumuz sorumlulukla baÅŸlar. Ne tarih görülmeyecek kadar uzaÄŸa gidebilir, ne de insan. Avrupa kendi karanlığıyla yüzleÅŸmeyi baÅŸardığı gün, bize ders vermeyi düÅŸünsün. O zamana dek, bizim bu örgütlü riyakârlıktan öÄŸrenecek bir ÅŸeyimiz yok.
.LACÄ°VERT DERGÄ°
Henüz yorum yapılmamış.