Güncel
İnsanın bütün yaşamı sanatla doludur
''Çarpık sanatı anlamaz insanlar, iyi sanat her zaman herkes tarafından anlaşılır.'' Ekrem Sakar, Tolstoy ile, 'Sanat Nedir' kitabı üzerinden 'hayali' bir röportaj gerçekleştirdi.
Lev Nikolayeviç Tolstoy, kuÅŸkusuz dünyadaki gelmiÅŸ geçmiÅŸ en iyi edebiyatçılardan birisi. Özellikle kaleme aldığı romanları, yaÅŸadığı zamandan bugüne kadar okuyanlarını büyülemeye devam ediyor. Edebiyatın bir sanat olması hasebiyle, edebiyattan bu kadar iyi anlayan bir yazarın mutlaka sanata dair de söyleyecekleri bir ÅŸeyler vardır diye bu sefer mikrofonumuzu Tolstoy’a uzattık. “Sanat”ın ne olduÄŸunu/olmadığını öÄŸrenmeye çalıştık. Kendisi de bu konu etrafında yaklaşık 15 yıldır yoÄŸun bir biçimde düÅŸünüyormuÅŸ zaten. Åžimdi sizi yaptığımız bu enfes röportajla baÅŸ baÅŸa bırakalım:
(Not: Bu hayalî röportaj metni Tolstoy’un “Sanat Nedir?” adlı kitabından iktibaslar yapılarak oluÅŸturulmuÅŸtur.”
Yüksek müsaadelerinizle doÄŸrudan konuya girelim üstadım, sanat nedir?
“Sanat, güzeli ortaya çıkaran etkinliktir.” der ortalama insan. “Sanat buysa, bale ve operet de sanat o zaman?” diye sorarsınız siz de. “Evet,” der ortalama insan, hafif ikircikli, “iyi bir bale ve sevimli bir operet de güzeli ortaya çıkarabildikleri ölçüde sanattır.” Ä°yi bir balenin iyi olmayanından, sevimli bir operetin sevimli olmayanından nasıl ayırt edileceÄŸi gibi, yanıtlamakta çok zorlanacağı bir soru yerine, ortalama insana kostümcünün, bale ve operetlerde oyuncuların yüzlerini de boyayan berberin etkinliklerinin, sonra terziliÄŸin, parfümericiliÄŸin, aÅŸçılığın sanat olup olmadığını sorun, çoÄŸu kez alacağınız yanıt bu etkinliklerin sanat alanına girmediÄŸi olacaktır. Ortalama insanın buradaki yanılgısının tek nedeni, onun ortalama insan olması, uzman olmaması, estetik sorunlarıyla ilgilenmemesidir.
Ortalama insan için sanat, güzel’in ortaya çıkmasıdır; güzel ile çözülemeyecek sanat sorunu yoktur. Peki ama güzel nedir, ortalama insanın sanatın içeriÄŸini oluÅŸturur dediÄŸi güzel? Nasıl anlaşılır, belli iÅŸaretleri mi vardır? Bu tür durumlarda hep olduÄŸu gibi, bir kavram ne kadar kapalı, ne kadar anlaşılmaz ise, insanlar o kavramı dile getiren sözcüÄŸü o kadar büyük bir cüret ve kendine aşırı güvenle kullanıyorlar; bu sırada da, “o sözcükle anlatılmak istenen ÅŸey o kadar basit ki, ne demek olduÄŸu üzerinde konuÅŸmaya bile deÄŸmez” ÅŸeklinde bir havaları oluyor. Ä°ÅŸte günümüzde güzellik kavramına iliÅŸkin olarak da böyle yapıyorlar. Güzellik sözcüÄŸüyle anlatılmak istenenlerin herkesçe zaten bilindiÄŸi varsayılıyor. Oysa bu bilinmeyenlerle dolu bir konu; Baumgarten’in estetiÄŸin temellerini attığı 1750 yılından bu yana yüz elli yıldır konunun en derin uzmanlarınca, bilginlerince yazılmış yığınla kitaba karşın, güzel denen ÅŸeyin ne olduÄŸu hâlâ anlaşılabilmiÅŸ deÄŸil; estetik üzerine yazılan her yeni kitapta yeni bir tanım öneriliyor güzel için. “Güzel” sözcüÄŸünün ne anlama geldiÄŸi, yüz elli yıldır yüzlerce bilginin, binlerce sayfa yazıda öne sürdükleri onca görüÅŸe karşın hâlâ bilinemezliÄŸini koruyor.
“Güzel” kavramıyla “iyi” kavramı arasında bir irtibat var mıdır?
Ä°nsan güzel olabilir, at, ev güzel olabilir, bir manzara, bir hareket güzel olabilir; ama davranış, düÅŸünce, karakter, müzik… eÄŸer beÄŸenmiÅŸsek iyidir, hoÅŸtur; beÄŸenmemiÅŸsek iyi deÄŸildir, hoÅŸ deÄŸildir. Güzel, ancak göze hoÅŸ gelen, görüp de beÄŸenilen ÅŸeyler için kullanılır. Yani, iyi kavramı güzeli içerir, ama bunun tersi doÄŸru deÄŸildir: Güzel, iyiyi içine alabilecek kapsamda deÄŸildir. Dış görünüÅŸüne belli bir deÄŸer yüklediÄŸimiz bir nesne için “iyi” dediÄŸimizde, bununla bu nesnenin aynı zamanda güzel olduÄŸunu da söylemiÅŸ oluruz; ama bir ÅŸey için “güzel” diyorsak, bu asla o ÅŸeyin aynı zamanda iyi de olduÄŸu anlamına gelmez.
Ya estetik bilimine göre tanımlarsak “güzel”i?
Güzeli tanımlarken sanat kavramına yer vermeyen, güzeli yararlılık, amaca uygunluk, simetri, düzen, oranlılık, düzgünlük, uyumluluk, farklıların birliÄŸi… ya da temelini bu kavramların oluÅŸturduÄŸu deÄŸiÅŸik formülasyonlara yer veren belirsiz, sisli, puslu güzel tanımlamalarını – doyuruculuktan çok uzak tanımlama giriÅŸimlerini– bir yana bırakacak olursak, güzele getirilen bütün estetik tanımlamalar iki ana görüÅŸ çevresinde toplanabilir:
Bunlardan ilki nesnel, mistik, güzeli götürüp yüce mükemmeliyete, Tanrı’ya baÄŸlayan, onunla karıştırıp kaynaÅŸtıran fantastik, ayakları yere basmayan bir tanım; öbürü ise, bunun tam tersi, son derece yalın, açık, anlaşılır, öznel bir tanım: “Güzel, hoÅŸlandığımız ÅŸeydir.” (Burada hoÅŸlanma içine “çıkar amacı olmaksızın”ı eklemiyorum, çünkü hoÅŸlanma sözcüÄŸünde, yarar çıkar gibi ÅŸeylerin olmadığı kendiliÄŸinden anlaşılıyor.) Bir etkinliÄŸin tek amacı bize verdiÄŸi haz ise eÄŸer, ve biz o etkinliÄŸi salt bu haz nedeniyle tanıyor, tanımlıyorsak, böylesi bir tanıma tanımlamanın sahte olduÄŸuna kuÅŸku yok. Sanatın tanımlanması konusunda da aynı durumla karşı karşıyayız. ÖrneÄŸin beslenme konusu tartışılırken, bir gıdanın önemini, onu yerken duyduÄŸumuz hazda aramak kimsenin aklına gelmez. Herkes kabul eder ki, zevkimizin tatmin olması, hiçbir zaman bir gıdanın kalitesinin belirlenmesinde ölçüt olamaz; o bakımdan da Kaen biberi, Limbourg peyniri, alkol vb. ile birlikte yemeye alıştığımız ve bizim çok hoÅŸumuza giden bir yemeÄŸin, insanın alıp alabileceÄŸi en iyi besin olduÄŸunu iddia etmeye hiçbir hakkımız yoktur. Sanatın amacını, ereÄŸini bizim ondan aldığımız hazda bulmanın, herhangi bir gıdanın amacını, önemini ondan aldıkları hazda bulan ve ahlaksal geliÅŸmenin en alt basamağında bulunan insanların (vahÅŸilerin örneÄŸin) tutumlarından hiçbir farkı yoktur.
Sanatı doÄŸru tanımlayabilmek için her ÅŸeyden önce onu bir haz aracı olarak görmekten vazgeçmek, onu insan yaÅŸamının koÅŸullarından biri olarak görmek gerek. Sanatı böyle görmeye baÅŸlarsak, onun insanların birbirleriyle iliÅŸki kurmalarının araçlarından biri olduÄŸunu da görürüz.
Sanatın bir sınırı var mıdır? Yani ÅŸiir, müzik, resim vs. bildiÄŸimiz ÅŸeyler dışında olan ÅŸeylerde sanat yoktur diyebilir miyiz?
Biz yalnızca okuduÄŸumuz ÅŸiir, öykü ve romanları, izlediÄŸimiz oyun, yontu ve resimleri ya da dinlediÄŸimiz müziÄŸi sanat olarak görmeye alışmışız… Ama bunların tümü yaÅŸamımızda sürekli paylaşıp durduÄŸumuz sanatın küçücük bir parçasıdır ancak. Yoksa, insanın bütün yaÅŸamı beÅŸikten mezara dek hep sanatla doludur: Ninniler, bilmeceler, evlerimizin süsleri, öykünmeler, fıkralar, giysilerimiz, kiliselerde kullanılan gereçler, bayramlık eÅŸyalar hep sanat yapıtlarıdır, sanatın etkinlik alanına giren ÅŸeylerdir. Biz duyguları yansıtan bütün insanî etkinlikleri deÄŸil, bu etkinliklerden her nedense ayırdığımız ve özel önem verdiÄŸimiz, özel anlam yüklediÄŸimiz bazı etkinlikleri sanat olarak adlandırıyoruz yalnızca.
Sanatta ahlâk hususunda ne buyurursunuz?
Eskiden, insanın ahlâkını bozan nesnelerin sanat nesneleri arasına girmesinden korkulur ve bunlar tümden yasaklanırdı. Åžimdiyse, sanatın verdiÄŸi herhangi bir hazdan yoksun kalmaktan korkuluyor ve ne yapılıp edilip bunun korunmasına çalışılıyor. Ä°kinci ÅŸaÅŸkınlığın ilkinden çok daha kaba olmakla kalmayıp, verdiÄŸi sonuçlar bakımından da çok daha zararlı olduÄŸunu düÅŸünüyorum.
Bütün toplumlarda her zaman, neyin iyi neyin kötü olduÄŸuna dair o toplumun bütün üyelerince paylaşılan dinî bir ÅŸuur söz konusudur ve sanatın aktardığı duyguların çokluÄŸunu belirleyen de bu dinî bilinçtir. O bakımdan her halkta her zaman o halkın ortak dinî bilincinden kaynaklanan duyguları yansıtan sanat iyi sanat olarak kabul edilir ve teÅŸvik edilir; bu ortak dinî bilinçle uyum içinde olmayan duyguları yansıtan sanat kötü kabul edilir, yadsınır; bunların dışında kalan muazzam sanat alanı ise –o sanat alanı ki, insanların birbirleriyle iliÅŸki kurmalarının aracıdır– tümüyle görmezden gelinir ve ancak döneminin dinsel bilincine ters düÅŸtüÄŸü zaman yadsınır. Bu bütün halklarda böyleydi: Greklerde, Yahudilerde, Hintlilerde, Mısırlılarda, Çinlilerde…
Maalesef bu önemsenmiyor artık. Hatta aÅŸk mefhumunun kirletilerek cinsel temele dayanan arzuları ifade eden bir kavram haline gelmesi, biraz da bu sanat eserleri yüzünden oldu gibi.
Boccaccio’dan Marcel Prévost’ya dek, roman ya da ÅŸiir kimin yapıtını açsanız, karşınıza çıkan tek ÅŸey, deÄŸiÅŸik görünümleriyle cinsel aÅŸk. Zina, yalnız en sevilen deÄŸil, nerdeyse biricik konusu oldu bütün romanların. Ä°çine bir bahaneyle çıplak kadın sokulmamış temsil, temsilden sayılmıyor artık. Romanslar, ÅŸarkılar bile ÅŸu ya da bu ölçüde ÅŸiirselleÅŸtirilmiÅŸ cinsellikten baÅŸka bir ÅŸey dile getirmiyor.
Fransız ressamlarının çoÄŸunun yapıtlarına egemen olan konu yine çıplak kadındır. Yeni Fransız yazınından ister bir ÅŸiiri alın, ister bir romanı, çıplaklığın betimlenmediÄŸi ve yerli yersiz birkaç kez –en az iki kez– pek sevilen “nü” kavramının ve bu sözcüÄŸün geçmediÄŸi tek bir sayfa bulamazsınız. Yakalandıkları hastalıktan dolayı yaÅŸamları cinsel bayağılıklara odaklanmış bu insanlar, dünyada herkesin kendileri gibi olduÄŸu kanısındaydılar sanki. Ä°ÅŸte Avrupa ve Amerika’da bütün sanat dünyası erotomaniadan mustarip bu zavallılara öykünüyor. Ä°nançsız ve ayrıcalıklı bir yaÅŸam sürmelerinden dolayı varlıklı sınıfların sanatı içerik olarak yoksullaÅŸtıkça yoksullaÅŸtı ve gitgide kibir, ÅŸöhret, yaÅŸamdan duyulan iç sıkıntısı ve en önemlisi, cinsel tutkuya indirgendi.
Sürekli yeni akımlar ortaya çıkarak sanat anlayışlarının deÄŸiÅŸmesine ne diyorsunuz?
Toplumda sanat, hayatın ciddi ve önemli bir alanı olarak deÄŸil, yalnızca eÄŸlence olarak görülüyor. EÄŸlenceninse her türlüsü deÄŸiÅŸmeden yinelenip durduÄŸu zaman bıkkınlık verir. Ä°ÅŸte bunu önlemek için iÅŸin içine yenilik katmak gerekir. Boston bıktırdı mı, viste buyurun; ondan da bıktıysanız preferans emrinize amade; preferanstan usandığınızda… yeni, baÅŸka bir kağıt oyunu bulursunuz vb. Ä°ÅŸin özü aynı kalır, deÄŸiÅŸiklik yalnız biçimseldir. Sanatta da böyledir bu: Ä°çerikteki sınırlanmışlık öyle bir noktaya varır dayanır ki, ayrıcalıklı sınıfların sanatçısına artık her ÅŸey söylenmiÅŸ, söylenecek yeni hiçbir ÅŸey kalmamış gibi gelmeye baÅŸlar. Ve bu noktada sanatlarını yenilemek için biçimde yenilikler aramaya baÅŸlarlar.
OrtaçaÄŸda hem Müslüman hem de Hristiyan dünyasında din ile iç içe olan sanat nasıldı peki?
Halk yığınlarıyla aynı duygu, aynı din temelini paylaÅŸan ortaçaÄŸ sanatçıları, duygularını ve ruh durumlarını mimarlık, yontu, resim, müzik, ÅŸiir, dram gibi sanat alanlarına yansıtırken hiç kuÅŸkusuz gerçek birer sanatçıydılar ve onların sanatsal etkinlikleri, bugün bize her ne kadar basit görünse de, kendi zamanları için bütün halkın paylaÅŸtığı, anladığı üstün etkinliklerdi.
Sonrasında Batı’nın kültür emperyalizmi ile birlikte sanat emperyalizmi de yapılarak “sizinki sanat deÄŸil, asıl bizim yaptığımız sanattır” dayatması oldu.
Bizim sahip olduÄŸumuz sanat herkesin sanatıdır, bu sanat tek gerçek sanattır, biricik sanattır diyoruz… Oysa yalnızca insanlığın üçte ikisi de deÄŸil, bütün Asya ve Afrika halkları bu biricik yüce sanattan habersiz biçimde yaÅŸayıp ölüyorlar. Bu da bir yana, bizim Hıristiyanlık dünyasını bile ele aldığımızda insanların herhalde yüzde birinden daha azı yararlanıyordur ÅŸu herkesin sanatı dediÄŸimiz sanattan; Avrupalı Hıristiyan insanlarımızın yüzde doksan dokuzu ise, kuÅŸaklar boyunca yoÄŸun bir çalışma temposu içinde, bu sanatın zevkinden yoksun olarak yaÅŸayıp ölüyorlar; –durum böyle olmayıp da yararlanmak olanağı bulmuÅŸ olsalardı bile, herhalde hiçbir ÅŸey anlamayacaklardı bu sanattan. Bize verilen estetik kuramlar sonucunda, sanatı ya düÅŸüncenin, Tanrı’nın, güzelliÄŸin en yüce tezahürlerinden biri ya da en yüce manevi haz olarak kabul ederiz; bunun dışında kabul ettiÄŸimiz bir baÅŸka ÅŸey de, bütün insanların maddi deÄŸilse bile manevi nimetler alanında eÅŸit haklara sahip olduÄŸudur; ama öte yandan Avrupalı insanlarımızın yüzde 99’u, bizim –kendilerinin asla yararlanmayacakları– sanatımızı üretebilmemiz için gerekli iÅŸleri yapmak adına dur durak bilmeksizin çalışırlar, ölürler; ama biz buna karşın gayet sakin bir ÅŸekilde, ürettiÄŸimiz sanatın herkesin sanatı olduÄŸunu, hakiki, gerçek, biricik, sanat olduÄŸunu savunuruz.
Sanat sadece seçkin insanlara hitap eden bir ÅŸeydir midir?
Varlıklı sınıftan birine haz veren ÅŸey bir iÅŸçi için hiçbir anlam taşımaz, onda hiçbir duygu uyandırmaz ya da varlıklı, avare, doygun insanda yarattığı duyguların tam tersi duygular uyandırır. Günümüzün sanatının içeriÄŸini oluÅŸturan onur, yurtseverlik, aÅŸk gibi duygular bir emekçide yalnızca ÅŸaÅŸkınlık, küçük görme ya da öfke gibi duygular uyandırır. Ä°ÅŸçilere boÅŸ zamanlarında –genel olarak kentlerde yapıldığı gibi– konserlere, resim sergilerine gitme, kitaplar okuma, özetle bugünün sanatını oluÅŸturan her ÅŸeyden yararlanma olanağı saÄŸlansa, avareler, tembeller takımına uzak kalabildiÄŸi ölçüde –baÅŸka bir deyiÅŸle iÅŸçi kalabildiÄŸi ölçüde– bizim ÅŸu ince sanatımızdan hiçbir ÅŸey anlamayacaktır; anlasa bile anladıklarının çoÄŸu onun ruhunu yüceltmek ÅŸurada dursun, tam tersine onda ahlâk fesadına yol açacaktır.
Sonuç olarak, yüksek sınıfların sanatının bütün halkın sanatı olamayacağı konusu, düÅŸünen insanlar için, içtenlikli insanlar için en ufak kuÅŸkuya yer bırakmayan apaçık gerçekliktir. O nedenle de, sanat eÄŸer önemli bir ÅŸeyse, –sanata tapınanların sevdikleri deyiÅŸle– tıpkı din gibi bütün insanlara gerekli bir ruhsal esenlik iÅŸiyse, o zaman herkes onu kolayca anlayabilmelidir. Sanat eÄŸer bütün halkın sanatı olmazsa, iki ihtimal söz konusu demektir: Ya sanat öne sürüldüÄŸü gibi önemli bir iÅŸ deÄŸildir ya da bizim sanat olarak adlandırdığımız sanat önemli bir iÅŸ deÄŸildir.
Yani “bunu herkes anlayamaz” denilen eserlerin sanat eseri olmadığını mı düÅŸünüyorsunuz?
Harika bir sanat eseri, ama anlaşılması çok, çok zor! Pek sık duymaya baÅŸladığımız için artık kimseyi ÅŸaşırtmıyor bu türden sözler. Oysa bir sanat yapıtının güzel ama anlaşılmaz olduÄŸunu söylemenin, bir yemeÄŸin çok iyi, çok lezzetli, çok besleyici olduÄŸunu, ama onu insanların yiyemeyeceÄŸini söylemekten bir farkı yoktur. Çarpık zevkli yemek uzmanları istedikleri kadar harika bulsunlar, insanlar küflenmiÅŸ peynir, kokmuÅŸ tavuk gibi yiyecekleri sevmeyebilirler. Yiyecekler ancak insanlar onları beÄŸeniyorsa güzeldir. Sanat için de bu böyledir: Çarpık sanatı anlamaz insanlar, iyi sanat her zaman herkes tarafından anlaşılır.
Üstün sanat yapıtları büyük çoÄŸunluk tarafından anlaşılamaz deniliyor; bunlar bu üstün eserleri anlayabilecek donanıma sahip seçkinler tarafından anlaşılabilirmiÅŸ ancak. Peki, madem çoÄŸunluk anlayamıyor, anlatın o zaman, o eseri anlamak için gerekli bilgiler neyse onları verin insanlara. Ama galiba böyle bilgiler yok ve o eserleri açıklamak, anlatmak mümkün deÄŸil; o yüzden de iyi sanat eserlerini çoÄŸunluÄŸun anlayamayacağını söyleyenler, herhangi bir açıklama yapmak yerine, bu eserleri anlayabilmek için onları tekrar tekrar okumak, dinlemek ya da seyretmek gerektiÄŸini söylüyorlar. Ä°yi ama bu, insanları o eserlere alıştırmak olmuyor mu? Ä°nsan her ÅŸeye alışabilir, en kötü ÅŸeye bile. Ä°nsanlar kokmuÅŸ yiyeceÄŸe, votkaya, sigaraya, afyona alıştırıldığı gibi, kötü sanata da alıştırılabilir; alıştırılıyor da nitekim. “Ä°yi sanat geniÅŸ halk yığınlarınca anlaşılmaz.” Kesinlikle doÄŸru deÄŸil bu görüÅŸ. GeniÅŸ halk yığınlarının anlamadıkları sanat vardır, kuÅŸkusuz; ama bu ya kötü sanattır ya da hiç sanat deÄŸildir.
Güzel bir söz, söylendiÄŸi dili bilmiyorsanız eÄŸer, anlaşılmaz olabilir. Çince söylenmiÅŸ bir söz ne kadar güzel olursa olsun, bana hiçbir ÅŸey anlatmaz, çünkü ben Çince bilmiyorum. Sanat yapıtınınsa ayrıksılığı tam da bu noktadır iÅŸte: Sanat yapıtının dilini herkes anlar, ayrım gözetmeden herkesi sarar sarmalar sanat. Çinli’nin aÄŸlaması ya da gülmesi tıpkı Rus’un aÄŸlaması gülmesi gibi etkiler beni; resimde de böyledir bu, müzikte de, – benim anladığım dillerden birine çevrilmiÅŸse eÄŸer– ÅŸiirde de…
O halde bir esere sanat eseri demek için sizin kriterleriniz nelerdir?
Yepyeni, insanların daha önce hiç yaÅŸamadıkları duyguları yansıtan eserler gerçek sanat eserleridir. Tıpkı bir düÅŸünce eserine düÅŸünce eseri denilebilmesi için, onun bilinen düÅŸünce ve tasavvurları yinelemek yerine, yepyeni düÅŸünce ve tasavvurlara yer vermesi gerektiÄŸi gibi, bir sanat eserinin de sanat eseri olabilmesi için, insanların gündelik yaÅŸamlarıyla ilgili olarak –önemli ya da önemsiz, az ya da çok– yeni duygular sunması gerekir. Çocukların ve gençlerin daha önce hiç tanımadıkları duyguları yansıtan sanat eserlerinden çok etkilenmelerinin nedeni de bundan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.
Hep sanattan bahsettik. Biraz da onu yapandan söz edelim. Kimdir sanatçı?
Gerçek bir sanat eseri üretebilmek için kimi koÅŸulların yerine getirilmesi gerekir. Bir kez böyle bir iÅŸe kalkışmış kiÅŸinin dünyayı kavrayış açısından zamanına göre yüksek bir düzeyde bulunması gerekir ki, belli birtakım duyguları yaÅŸayabilsin ve bunları insanlara aktarma arzusu duyup, bunun imkânlarını yaratabilsin. Tabii bir de, herhangi bir sanat dalına karşı yetenekli olunması gerektiÄŸini de unutmamak gerek. Gerçek bir sanat eseri üretmek için zorunlu olan bu koÅŸullar pek seyrek olarak bir araya gelirler. Ödünçleme, öykünme, ÅŸaşırtma, ilginçlik dediÄŸimiz yöntemlerle bir sanatımsı, sanat benzeri üretmek için ise –ki doÄŸrusu bizim toplumda oldukça yüksektir bunların karşılıkları– herhangi bir sanat dalında, sıkça rastladığımız, ortalama bir yetenek yeterlidir. Burada yetenek derken, kastettiÄŸim ÅŸey beceri. ÖrneÄŸin söz sanatlarında, düÅŸüncelerini, izlenimlerini zorlanmadan dile getirebilme, karakteristik ayrıntıların ayırdına varma ve bunları unutmama; plastik sanatlarda çizgi, form ve renklerin ayırdına varma; müzik sanatlarda ses aralıklarının ayırdına varmak ve seslerin birbirlerini izlemelerindeki iliÅŸkiyi hiç unutmama becerisidir burada söz konusu olan. Günümüzde bu becerileri olan biri, bir de hangi sanat alanında etkinlikte bulunacaksa, o sanatla ilgili taklitçiliÄŸin tekniklerini ve uygulamaya iliÅŸkin kimi yöntemleri öÄŸrendi mi, eÄŸer estetik duygusunda eserini berbat edecek bir körelme yoksa ve eÄŸer sabrı da varsa, ömrünün sonuna dek, bizim toplumda sanat diye benimsenen, gerçekteyse yalnızca birer sanat benzeri, sanatımsı olan eserler üretebilir.
Bahsettiğiniz sanatsal yetenek nasıl bir şeydir?
Sanat, bir baÅŸkasının yansıttığı duyguları görerek ya da duyarak algılayan birinin, bu duyguların aynısını yaÅŸaması temeline dayanan bir etkinliktir. Bunun en basit örneÄŸi ÅŸudur: Gülen birini gördük mü, biz de neÅŸeleniriz; aÄŸlayan biri ise bizi hüzünlendirir; birinin kızıp köpürdüÄŸüne tanık olduÄŸumuzda bir süre sonra biz de aynı havaya gireriz. Sesiyle, davranışlarıyla güç, kararlılık –ya da tam tersi, bezginlik, yılgınlık– yansıtan birinin bu hali, havası baÅŸkalarına da geçer. Acıdan kıvranan, inleyen bir insanın acısı; belli bir kiÅŸiye, nesneye, olaya karşı hayranlık, korku ya da saygı vb. duygular duyan birinin bu duyguları baÅŸkalarına da bulaşır, onlar da aynı duyguları duymaya baÅŸlar. Ä°ÅŸte sanat adı verilen etkinlik de, esas olarak insanların duygularını baÅŸkalarına bulaÅŸtırma yetenekleri diyebileceÄŸimiz bu yeteneÄŸe dayanır.
Madem yeri geldi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve sanat eÄŸitim merkezlerinde eÄŸitim alanlara deÄŸinelim isterseniz. Sanatçı yetiÅŸir mi buralardan?
Hiçbir okul insanda ne bir duygu uyandırabilir, ne de insana sanatın özünün ne olduÄŸunu –kendine özgü yöntemle bir duygunun nasıl ortaya çıkarılabileceÄŸini– öÄŸretebilir. Okulda öÄŸretilebilecek tek ÅŸey, sanatçıların yaÅŸadıkları duyguları baÅŸka sanatçılara nasıl aktarabildikleridir. Ve sanat okullarında öÄŸretilmekte olan da bundan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir; ancak böylesi bir eÄŸitim, gerçek sanatın yayılmasına herhangi bir katkı saÄŸlamadığı gibi, tam tersine, sanat adı altında taklit sanatın yayılmasına katkıda bulunarak insanların gerçek sanatı anlamalarına engel olur, hatta bu konudaki en büyük engeli oluÅŸturur.
Efendim, son soru: Åžimdi bu röportajı okuyup da “Tolstoy da eskide kalmış, yeni sanatı anlamıyor” diyenler çıkabilir. Var mı onlara söyleyeceÄŸiniz bir ÅŸey?
Ben ve benim gibi düÅŸünenler, “Yeni sanatın eserlerini anlamıyoruz, çünkü bu sanatın anlaşılacak bir yanı yok, bu sanat beÅŸ para etmez bir sanat.” diyebiliyorsak eÄŸer; bizden çok daha fazla sayıda insan, bizim güzel bulduÄŸumuz sanatı anlamayan, beÄŸenmeyen iÅŸçiler, köylüler, emekçi yığınları da aynı mantıkla, bizim hoÅŸumuza giden sanatta anlaşılacak, beÄŸenilecek bir yan bulunmadığını, bunun kötü bir sanat olduÄŸunu söyleyebilirler. Ben belli, özel bir sanata alışkınım, ondan anlıyorum, sonradan ortaya çıkmış, daha özel bir sanattan anlamıyorum diye, bundan benim sanatımın gerçek sanat, öbür –anlamadığım– sanatın gerçek olmayan, kötü sanat olduÄŸu gibi bir sonuç çıkarmaya hakkım yoktur; buradan çıkarabileceÄŸim tek sonuç olsa olsa ÅŸudur: Sanat ne kadar özelleÅŸirse, o kadar anlaşılmaz olur, ondan anlamayan insanların sayısı o kadar artar; sanat gitgide daha anlaşılmaz olma yolunda ilerlerken –ki ben de kendi alışkın olduÄŸum sanatla bu yolun bir yerlerindeyimdir– sayıları gitgide daha da azalacak olan bir avuç seçkin kiÅŸi tarafından anlaşılır olur.
Ekrem Sakar konuÅŸtu
Henüz yorum yapılmamış.