Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İlân-ı Aşk’ın Osmanlıcası

Osmanlı Devletine gazetenin gelişi ve yaygınlaşmasıyla, toplumun güncelliğini hep koruyan, kâh görücü usulü, kâh eş dost aracılığıyla çözüm ürettiği bir konuya, evlilik müessesine yeni bir tür eklenir; ilân ile izdivac. Osmanlı’dan kalma gazetelerin tozlu sayfaları arasında seyrek de olsa denk geldiğimiz, muradına ermek isteyenlerin taliplilerini aradığı ve beklentilerini dile getirdiği bu tip ilanlar bizi adeta 100 yıl öncesine taşır.



Bir diÄŸer açıdan ise Osmanlı insanının zevkini, zarafetini, kültürünü ve hayata bakışını doÄŸrudan bize sunmaktadır. Ä°ÅŸte birazcık da olsa, Kâtibim türküsünün hangi hâlet-i ruhiye ile bestelendiÄŸinin ipucunu veren o ilanlardan birisi ve Osmanlı’da ilan-ı aÅŸk

Bu yazı münasebetiyle niÅŸanlandıkları haberini aldığım kıymetli kuzenim Kübra Usta ve müstakbel eÅŸi Bayram Ali Saka’yı tebrik ederim.

 

Eskiler böyle durumlarda bu vesile ile cenab-ı lem yezel’den ikbal-i ebediyye ve saadet-i bilâ-nihâye murad ederim derdi.

 

Fakat iyisi mi biz daha güncel bir tebrik ile iktifa edelim; Bir yaÅŸam boyu hep neÅŸe içinde, huzurlu bir hayat dilerim. Mutluluklar!

.

.

 

 

Osmanlı devletine gazetenin geliÅŸi,  bu iletiÅŸim aracına dayalı batı kökenli kullanım alanlarıyla da bizleri tanıştırır.  Osmanlı’da gazetesinin yaygınlaÅŸmasıyla reklam, karikatür, duyuru, gün be gün tefrika edilen hikâyeler, iç – dış haberler ve havadisler gündelik hayatın bir parçası olmaya baÅŸlar.

 

Gazetelerde Zaman zaman karşımıza çıkan “izdivac” ilanlarının da bu ÅŸekilde aÅŸina olduÄŸumuz bir “gazete kültürü”  olduÄŸunu söyleyebiliriz. Böylece, toplumun güncelliÄŸini hep koruyan, kâh görücü usulü,  kâh eÅŸ dost aracılığıyla çözüm ürettiÄŸi evlilik müessesine yeni bir tür eklenir; ilân ile izdivac.

Ä°lân ile Ä°zdivac
Osmanlı’dan kalma gazetelerin tozlu sayfaları arasında yer yer denk geldiÄŸimiz, muradına ermek isteyenlerin taliplilerini aradığı ve beklentilerini dile getirdiÄŸi bu tip ilanlar bizi adeta 100 yıl öncesine taşır. Bir diÄŸer açıdan ise Osmanlı insanının zevkini, zarafetini, kültürünü ve hayata bakışını doÄŸrudan doÄŸruya bize sunmaktadır.

Ä°ÅŸte birazcıkda olsa, Kâtibim türküsü hangi hâlet-i ruhiye ile bestelendiÄŸinin ipucunu veren o ilanlardan birisi:

26 yaşına girmiÅŸ, kalbi ve dimağı pâyitahtın nûr-ı irfan-ı medeniyyetiyle tenvîr etmiÅŸ, mülâzım rütbesinde bir zâbitim. Hâlihazırda Ä°stanbul’da ifâ-i vazife etmekteyim ve 450 kuruÅŸ maaÅŸa mâlikim.

 

BaÅŸka hiçbir gelirim olmadığı gibi Lofça’da ikâmet eden validem ve biraderimden maada kimsem de yoktur. Ä°ÅŸret asla kullanmam, tütün içmem, kahve nedir bilmem.

 

Hususen necip bir aileye mensup, inas mektebi derecesinde tahsil etmiÅŸ bir refikayla izdivac edip familya teÅŸkil etmeyi dilerim. Refika-i hayatımın, münevver, bir parça musikiye aÅŸina, iyi evlat terbiye eder, iyi huylu, sadeliÄŸi sever ve sahib-i maharet olmasını arzu etmekteyim. Talep vukuunda lütfen yazınız. (H.C.)

 

 

 

AÅŸağı yukarı 110 sene öncesinin ilânı da olsa takdir edersiniz ki “kâtibimizin” muradına erip eremediÄŸi merak konusu oldu. Ancak tarihçi Göker Ä°nan ve Burhan ÇaÄŸlar bu soruya dönem ÅŸartları itibariyle pek de iç açıcı cevap veremiyorlar:


” Åžan ve ÅŸevket imparatorluÄŸunun bozgun rüzgârında iskambil kâğıtları gibi savruldu bir devrin çocukları, onlar için “muradına ermek”  fazlasıyla lüks.

 — Gönlüne göre biriyle tanışıp evlendiyse bile, kâtibimiz bir zabit, yani asker hem de “mülazım”, yani teÄŸmen rütbesinde. Ama ne yazık ki tarihimizin en dramatik döneminde yaşıyor.

 — Kuvvetle muhtemel ki önce 1. sonra 2. Balkan savaşıyla savaÅŸa gitmiÅŸtir. Ardından Dünya savaşı patlayınca o cepheden bu cepheye çarpışıp durmuÅŸtur.

 — Sarıkamış’ta donarak ölmediyse, Çanakkale’de de tesadüf eseri ÅŸarapnel yemediyse, güney cephesinde ya iskorpite yakalanır ya da kanal harekâtında tifüse. Böyle talihsizce esir düÅŸüp gitmezse de bir süre yatak döÅŸek askeri hastanede yatar.

Sade bir Osmanlıca nikah davetiyesi

 — Ä°yileÅŸebilirse de KurtuluÅŸ savaşı zaten baÅŸlamış olur ve yeniden cepheye. Yunan harbi, Sakarya savaşı Kuva-yi Milliye, Düzenli ordu derken öyle geçer gider günler.

 — Bundan sonra evin yolunu bulabilirse döner, bulamazsa zaten eÅŸi onu öldü sanıp mecburiyetten baÅŸka birini çoktan bulmuÅŸtur bile. Dile kolay 10 yıl geçti aradan görüÅŸmeyeli…

 — Sonra peki ?

— Sonra, iyi ihtimal köÅŸesine çekilmesi, kötüsü ise “tek parti” ile yüz göz olup hapse düÅŸmesi veya sürgüne gitmesi.

 

 


Osmanlı’da Görücü Usulü ile Ä°zdivac
Osmanlılar zamanında bir aile oÄŸullarını evlendirmeye niyetlendiklerinde etrafta sorar soruÅŸturur uygun bir namzet bakarlardı. Aradıkları ÅŸartlarda biri için tavsiye gelirse hemen apar topar gitmez önce kızı ve ailesi “çaktırmadan” yoklanırdı.

Mesela, erkek tarafından 2 kadın öÄŸle vakti tâlip olacakları kızın evinin önünden geçerken, tam bahçe kenarında durup veya merdiven başında nefeslenirmiÅŸ gibi yaparak yahut avlu kapısını tıklayarak  “ah efendim suya yandık, hanım kızınız bir tas su verse de içsek” diye istekte bulunurlardı.

Âdet üzere evin büyükleri bunun ne demek olduÄŸunu bilir, kızlarının niÅŸanlısı, sözlüsü ya da beklediÄŸi biri varsa “kızımız meÅŸgul, suyunuzu buradan buyrun” diyerek kendileri verir, böylece kızı görmek isteyenler de bunun “kızımızın başı baÄŸlı” demek olduÄŸunu anlayıp giderdi. EÄŸer hanım kızımız suyu getirirse, erkek tarafı, kızı ÅŸöyle bir süzer, boyuna posuna bakar ve ilk kararlarını böylece verirlerdi.

Bu karar olumlu olursa, aileler aracılar vasıtasıyla tanışır, söyleÅŸir özellikle kız tarafının evine “bir mâniniz yoksa ziyaretinize geleceÄŸiz” diye oturmalar yapılır bu arada evde piÅŸen yemeklere, temizliÄŸe, titizliÄŸe, kızın maharetine çeÅŸitli bahanelerle dikkat edilirdi.

Yine kız ve erkek tarafından kadınların, müstakbel gelinlerini alıp bir bahane ile hamama gitmeleri de ilginç bir adetti. Hamamlar, tıpkı erkeklerin kahvehaneye gitmesi gibi kadınlar için sosyal bir toplanma ve görüÅŸme yeriydi. Osmanlı’da vazife yapan bazı yabancı elçilerin kadınları katıldıkları bu hamam toplantılarını hatıralarında sıklıkla zikreder. Ä°ÅŸte bu ÅŸekilde kız ve erkek tarafından kadınlar birlikte Hamama gider burada, gelin namzetinin saçına, başına, teninin rengine yine “çaktırmadan” bakılır, sırtında vücudunda yarası beresi, beni, doÄŸum lekesi varmı yok mu ortaya çıkardı.

Hatta oÄŸlanın anası “Kızım gel ÅŸu sırtımı biraz kesele de sana dua edeyim” yahut müstakbel görümcesi “hemÅŸire, anamı bir kesele de ben çocuÄŸu yıkayayım” gibi çeÅŸitli bahanelerle iÅŸ buyururlar, eÄŸer hanım kızımız “mırın – kırın” ederse veya yüzünü ekÅŸitirse, “aman bu kızdan bir ÅŸey çıkmaz” diye niyetlerinden vazgeçerlerdi.

Åžayet bütün bunlar müspet neticelenirse, her bir geliÅŸmeden haberdar olan erkek ile kız bilvasıta görüÅŸtürülürdü. Onların deÄŸimiyle “Ä°mtizaç-ı kalp ederlerse” bizim söylemimizle birbirlerini beÄŸenirlerse oÄŸlan tarafı “hayırlı bir sebep münasebetiyle” diyerek hanım kızımızı istemeye giderdi.

Böylece, her ÅŸeyden sonra artık sıra kız tarafının müstakbel damatlarını araÅŸtırmasına gelirdi. Anadolu’dan farklı olarak, Ä°stanbullular kızlarına pek düÅŸkün olduklarından ince eleyip sık dokurlar, hatta kızlarını dışarıya vermeyi hiç istemezlerdi. Bu sebeple “iç güveysi” âdeti Ä°stanbul’da yaygındı.

19. yüzyıl sonlarında, meÅŸrutiyet dönemiyle birlikte klasik dönemden kalma bu adetlerde de deÄŸiÅŸmeler ve gevÅŸemeler oldu. Cumhuriyet döneminde sonra ise iyiden iyiye terk edildi. Nitekim Åžinasi “Åžair Evlenmesi” adlı eserinde eski – yeni,  doÄŸu – batı kıyaslaması yaparak görücü usulünü ve ona baÄŸlı bu adetler eleÅŸtirmiÅŸtir. Yine Åžemsettin Sami “TaaÅŸÅŸuk-ı Talat ve Fitnat” adlı romanında görücü usulünü olumsuz yönleriyle betimler. Fakat iÅŸin tuhaf tarafı, Tanzimat münevverlerinden “görücü usulü evliliÄŸe” karşı çıkan Åžinasi ve Namık Kemal gibi isimler yine bu ÅŸekilde evlenmiÅŸlerdir.

 

 

 

 

Ä°lan-ı aÅŸk’ın Osmanlıca’sı
Rivayet odur ki Osmanlı zamanında külhanbeyi tavırlarıyla öne çıkan bir delikanlı oturduÄŸu muhitteki bir kıza aşık olur. Gel zaman git zaman bir fırsatını bulur ve ilan-ı aÅŸk eder:

 — Ey dilber-i ranâ, çehresi müstesna! Gül cemâlinizin ihtiÅŸamıyla müÅŸerref olunca sâika-i aÅŸkınızdan ihya oldum. Nâçizane niyyetim asla zât-ı âlinizi tâciz deÄŸil, bilakis maksad-ı samimiyemi izhar etmektir. Åžayet siz de imtizaç-ı kalp ettiniz ise dest-i izdivacınıza tâlibim. 

 Hanım kızımız cevabı yerleÅŸtirir:

  — O ablak suratına bir sille-i osmanî nakÅŸedersem, PaÅŸa babamın iÅŸitmesine mahal kalmaz, ÅŸuracıkta sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz!

 ***

Vuslat ne demektir bunu hicrâna mı sorsam?
Hicrân bilemez, belki de cânâna mı sorsam?
Mecnun bu muammâ ile sahrâlara düÅŸmüÅŸ,
Bilmem ki gidip bende o hayrâna mı sorsam?
(Rabia Hatun)

Sitem etme ey güzel ben sana üftâdeyim
Hicrân eyleme sakın emrine âmâdeyim
(Kilimî)

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım ÅŸem’i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd eder ihsân
Niçin kılmaz bana dermân beni bîmâr sanmaz mı

(Sevgili beni canımdan usandırdı, ama o cefa etmekten usanmıyor. Âhımın ateÅŸinden felekler yandı, fakat dileÄŸimin mumu bir türlü yanmıyor. Åžifa elinde olan canan herkese derman oluyor, fakat beni hasta bilmiyor ve yarama merhem olmuyor.)

(Fuzulî)

KAYNAK: TARÄ°H VE MEDENÄ°YET

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.