Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: İn­san­la­rın ne­ye kar­şı çık­tı­ğı de­ğil, ne­yi tek­lif et­ti­ği önem­li­dir

AN­LA­YIŞ der­gi­sin­de şim­di­ye de­ğin yaz­dı­ğı­mız pek çok ya­zı­da vur­gu­la­dı­ğı­mız bir tes­pi­ti, özet­le­ye­rek tek­rar et­mek­te ya­rar var: “İn­san­la­rın ne­ye kar­şı çık­tı­ğı de­ğil, ne­yi tek­lif et­ti­ği önem­li­dir.” Baş­ka bir de­yiş­le kar­şı çı­kı­la­nın ye­ri­ne ikâ­me edil­mek is­te­nen şe­yin ne ol­du­ğu göz önün­de bu­lun­du­rul­ma­lı; tek­lif sa­hi­bi ol­ma­yan­la­rın oyun sa­hi­bi ol­duk­la­rı unu­tul­ma­ma­lı­dır. Bir mil­le­te oyun ku­ran­la­rın alâ­met-i fa­ri­ka­sı, eleş­tir­dik­le­riy­le, kar­şı çık­tık­la­rıy­la, yok et­me­ye ça­lış­tık­la­rıy­la de­ğil; tek­lif et­tik­le­riy­le şe­kil­le­nir, be­lir­le­nir. Mev­cu­da kar­şı çık­ma­nın, an­cak ye­ri­ne ikâ­me edi­le­cek şe­yin ni­te­lik­le­riy­le il­gi­li ol­du­ğu; yal­nız­ca kar­şı çık­ma­nın, oyun sa­hi­bi­nin ama­cı­nı ger­çek­leş­tir­me­ye yö­ne­lik, dik­kat­le­ri­ni da­ğıt­mak için iz­le­yi­ci­le­rin duy­gu­la­rı­nı ok­şa­ma­ya ve göz­le­ri­ni bo­ya­ma­ya ma­tuf bu­lun­du­ğu dik­ka­te alın­ma­lı­dır.



Tür­ki­ye’de, ör­nek ola­rak, be­lir­li bir yak­la­şı­mın Mos­ko­va’yı dik­ka­te ala­rak iş gör­dü­ğü bir or­tam­da, bu yak­la­şı­ma kar­şı çık­mak önem­sen­di; an­cak ye­ri­ne ne­yin dik­ka­te alın­ma­sı ge­rek­ti­ği üze­rin­de pek du­rul­ma­dı. Ben­zer bi­çim­de Pa­ris’i, Lon­dra’yı ya da Was­hing­ton’u ta­kip ede­rek ha­ya­tı­na yön ve­ren yak­la­şım­la­rı suç­la­yan­la­rın, han­gi şe­hir­ler­den bes­len­dik­le­ri göz önün­de bu­lun­du­rul­ma­dı. “Ne ABD, ne Rus­ya” slo­ga­nı­nı öne çı­kar­tan­la­rın, han­gi ül­ke­yi işa­ret et­ti­ği gör­mez­lik­ten ge­lin­di. Gö­rül­dü­ğü üze­re, bu tür yak­la­şım­lar­da “ne k ne g” dil­sel ka­lı­bı güç­lü bir red­di­ye­yi ba­rın­dır­mak­ta, olum­suz­la­ma­nın ver­di­ği haz ve lez­zet ki­şi­yi tat­min et­mek­te, he­men aka­bin­de gel­me­si ge­re­ken olum­la­ma pek de dik­ka­te alın­ma­mak­ta­dır: “Ne k ne g, pe­ki ne?” İş­te ya­kın dö­nem Türk ta­ri­hin­de so­rul­ma­sı ge­re­ken en önem­li so­ru bu­dur: “Pe­ki, ne?” Bu top­rak­lar­da Tür­kî olan her şe­ye, ama her şe­ye, di­nî, si­ya­sî, ik­ti­sa­dî, iç­ti­maî vb. her şe­ye kar­şı çı­kan­lar; bin­ler­ce yıl sü­ren uy­gu­la­ma­la­rı eleş­ti­ren­ler, yok edil­me­si­ni sa­vu­nan­lar; hat­ta Tür­kî olan her şey­den tik­si­nen­ler, iğ­re­nen­ler, nef­ret eden­ler; da­ha da tra­jik-ko­mik bir bi­çim­de mev­cut her şe­yi, bin yıl­lık geç­mi­şi­ne kar­şın “kök­le­ri Tür­kî de­ğil­dir” di­ye red­de­den­ler; kar­şı çık­tık­la­rı, eleş­tir­dik­le­ri, yok edil­me­si­ni sa­vun­duk­la­rı, tik­sin­dik­le­ri, iğ­ren­dik­le­ri, nef­ret et­tik­le­ri, kı­sa­ca red­det­tik­le­ri mev­cu­dun ye­ri­ne ne tek­lif et­ti­ler, ha­li­ha­zır­da ne tek­lif et­mek­te­dir­ler?
Ko­nu­yu, ters yön­den, açık­la­ya­cak bir ör­nek ve­re­lim: Ba­tı­cı­la­rı ken­di kül­tür kök­le­rin­den kop­mak­la it­ham edip eleş­ti­ren­ler; Pa­ris’te, Ber­lin’de, Lon­dra’da üre­ti­len çö­züm­le­rin bu top­rak­lar­da kök sa­la­ma­ya­ca­ğı­nı, der­de de­va ola­ma­ya­ca­ğı­nı vur­gu­la­yan­lar; yan­lış ec­za­ne­den ilâç alın­dı­ğı­nı söy­le­yen­ler, tüm bu eleş­ti­ri­le­ri ya­pan ki­şi­ler, ken­di­le­ri han­gi ec­za­ne­ler­den ilâç al­dı­lar? Ka­hi­re, Ce­za­yir, Tu­nus, İs­la­ma­bad gi­bi, sö­mür­ge dö­ne­mi­ni ya­şa­mış şe­hir­ler­de ge­liş­ti­ri­len çö­züm­le­ri it­hal et­mek ile sö­mür­ge ül­ke­le­ri­nin baş­kent­le­rin­de üre­ti­len dü­şün­ce­le­ri it­hal et­mek ara­sın­da ne gi­bi bir ma­hi­yet far­kı var? Fran­sa’nın tan­rı­ta­nı­maz dü­şü­nür­le­ri­nin eser­le­ri­ni çe­vi­ren bir kı­sım Os­man­lı mü­nev­ve­ri­ne kar­şı, Fran­sa’nın tan­rı­ta­nır Ka­to­lik dü­şü­nür­le­ri­nin ki­tap­la­rı­nı ter­cü­me ede­rek ya­nıt ve­ren di­ğer bir kı­sım Os­man­lı mü­nev­ve­ri ara­sın­da­ki fark ne­dir? Bu top­rak­lar­da Marks’ın kar­şı­sı­na We­ber’i ko­yan­la­rın iti­ka­dî men­su­bi­yet­le­ri ne olur­sa ol­sun me­de­nî ai­di­yet­le­rin­de bir ma­hi­yet far­kı var mı­dır? Kı­sa­ca, Lon­dra’da Müs­lü­man ol­mak­la İs­tan­bul’da Müs­lü­man ol­mak ara­sın­da bir fark yok ise, o za­man biz ki­miz?
So­run bu top­rak­lar­da yal­nız­ca di­nî has­sa­si­yet­le­ri yo­ğun olan in­san­lar ka­tın­da gö­rül­dü­ğüy­le kal­maz. Pek çok kez an­la­tı­lan “köp­rü hi­kâ­ye­si” her­ke­sin ma­lu­mu­dur: İs­tan­bul’da bir böl­ge­de ya­pı­la­cak köp­rü için su­nu­lan beş pro­je­nin be­şi de mü­hen­dis­le­ri­nin oku­du­ğu ya­ban­cı ül­ke­le­rin özel­lik­le­ri­ne gö­re çi­zil­miş­tir. Bu­ra­da da yu­ka­rı­da­ki so­ru­yu tek­rar­la­ya­bi­li­riz: Lon­dra’da in­şa edi­le­cek köp­rü ile İs­tan­bul’da in­şa edi­le­cek köp­rü ara­sın­da bir fark yok ise, o za­man biz ki­miz? Bir Pig­me ya da Ban­tu ka­bi­le­siy­sek so­run yok; de­ğil­sek o za­man ger­çek­ten biz ki­miz? “Biz ki­miz” so­ru­su el­bet­te “Biz kim­dik” so­ru­su­nun ya­nı­tı­na bağ­lı­dır. Bu da bi­zi is­ter is­te­mez ta­ri­he gö­tü­rür. An­cak yi­ne da­ha ön­ce­ki bir An­la­yış ya­zı­mız­da tes­pit et­ti­ği­miz üze­re: “Türk­ler bir geç­mi­şe sa­hip ol­mak­la bir­lik­te bir ta­ri­he sa­hip de­ğil­ler.” Tür­ki­ye’de tüm fark­lı yak­la­şım­la­rın üze­rin­de it­ti­fak et­ti­ği ye­gâ­ne ko­nu, ta­rih­siz­lik­tir. Sev­gi­li Me­tin Bo­ba­roğ­lu’nun de­yi­şiy­le de “Ta­rih­siz­lik, ta­lih­siz­lik­tir.”
İşa­ret edi­len du­rum yal­nız­ca ba­sit gün­de­lik iş­ler­le sı­nır­lı de­ğil el­bet­te. Tür­ki­ye’de­ki her der­de de­va ola­rak, Ba­tı Av­ru­pa’da ge­liş­ti­ri­len XIX. yüz­yı­lın ka­ba po­zi­ti­viz­mi­nin çö­züm­le­ri­ni su­nan­lar ile bu ka­ba po­zi­ti­viz­me kar­şı, yi­ne XIX. yüz­yıl­da Ba­tı Av­ru­pa’da ge­liş­ti­ri­len Ka­to­lik çö­züm­le­ri sa­vu­nan­lar ara­sın­da te­mel­de bir fark yok. Baş­ka bir de­yiş­le, ‘k’ id­di­ası­na kar­şı ge­liş­ti­ri­len ‘~k’ red­di­ye­si hem kay­nak hem de amaç açı­sın­dan bir­bi­rin­den fark­lı de­ğil; önem­li olan ne ‘k’ ne ‘~k’, ina­dı­na ‘g’ de­mek­tir. El­bet­te bu­ra­da kast edi­len fark­lı coğ­raf­ya­lar­da ge­liş­ti­ri­len dü­şün­ce­ler­den ha­ber­siz kal­mak ya da bu dü­şün­ce­ler­den is­ti­fa­de et­me­mek de­ğil; bun­la­rı tar­tış­mak­sı­zın bu top­rak­lar­da­ki so­run­la­ra mut­lak çö­züm di­ye be­nim­se­mek ve öy­kün­mek­tir. Açık­ça söy­le­mek ge­re­kir­se, Tür­ki­ye’de is­ter İbn Si­na is­ter Kant okun­sun, ta­vır de­ğiş­mi­yor: Bağ­la­mın­dan ko­puk, kut­sal me­tin­ler gi­bi oku­nan bu eser­ler bu ne­den­le ço­ğal­mı­yor; ve­ci­ze­vî kul­la­nım­la­rın âle­ti ola­rak ka­lı­yor.
Bu­gün Tür­ki­ye’de bin yıl­dır, ke­li­me­nin tam an­la­mıy­la ya­şa­nı­lan Tür­kî olan her şe­ye, baş­ka sı­fat­lar yük­le­ye­rek kar­şı çı­kan­la­rın, Tür­ki­ye’yi Av­ru­pa kül­tü­rü­nün çöp­lü­ğü ha­li­ne ge­tir­di­ği unu­tul­ma­ma­lı­dır. Her ko­nu­da, ama her ko­nu­da, di­nî, si­ya­sî, fel­se­fî ya da sa­nat ala­nın­da or­ta­ya ko­nu­lan ürün­le­rin tak­lit de­ğe­ri yük­sek ola­bi­lir; ama öz­gün/Tür­kî ol­ma­dık­la­rı ke­sin­dir. Bu­nun kar­şı­sın­da du­ran­lar ise, özel­lik­le 1960’dan bu ya­na Tür­ki­ye’yi sö­mür­ge dö­ne­mi­ni ya­şa­mış Arap, bi­raz Pa­kis­tan, bi­raz da İran kül­tü­rü­nün çöp­lü­ğü ha­li­ne ge­tir­miş­tir. Tür­kî hal­den an­la­ma­yan­la­rın, Türk ta­ri­hi­nin tec­rü­be­sin­den ha­ber­dar ol­ma­yan­la­rın coğ­ra­fî yö­nü­nün fark­lı­lı­ğı ma­hi­ye­ti de­ğiş­tir­mi­yor. Çün­kü söy­le­ye­cek sö­zü ol­ma­ya­nın han­gi di­li ko­nuş­tu­ğu önem­li de­ğil­dir; öz­gün­lük ne ses­te, ne la­fız­da, ne de un­sur­da­dır; ter­si­ne ter­kip­te­dir, ifa­de­de­dir, ilâ­ve­de­dir.
İyi oy­na­yan fut­bol­cu­su­nu Av­ru­pa’da­ki her­han­gi bir fut­bol­cu­ya ben­ze­te­rek id­rak ede­bi­len, ya­pı­lan her iyi işi “Av­ru­pa­lı gi­bi yap­mak” sı­fa­tıy­la ni­te­len­di­ren, dü­şün­dü­ğü her ko­nu­da “Aca­ba bu ko­nu­da Av­ru­pa­lı­lar ne di­yor” di­ye so­ran, ken­di ül­ke­si­nin in­sa­nı­nı adam ye­ri­ne koy­mak için Av­ru­pa’nın ya da Ba­tı’nın bas­kı­sı­nı bek­le­yen, tüm ya­şam ge­le­nek ve gö­re­nek­le­riy­le ‘Av­ru­pa­lı’ gi­bi dav­ra­nan ki­şi­le­rin; tek­rar pa­ha­sı­na, Tür­ki­ye’de bin yıl­dır, in­san­la­rın ka­nı­na iş­le­miş ya­şa­nı­lan Tür­kî her şe­ye, baş­ka sı­fat­lar yük­le­ye­rek kar­şı çı­kan­la­rın, kı­sa­ca, Tür­ki­ye’yi Av­ru­pa kül­tü­rü­nün çöp­lü­ğü ha­li­ne ge­ti­ren­le­rin gel­di­ği se­vi­ye “Sha­ke it up şe­ke­rim” se­vi­ye­si­dir. Bu ka­dar dü­şük süf­lî se­vi­ye­den ba­şı­nı kal­dı­rıp da Tür­kî de­ğer­le­ri tah­kir eden bu “Şe­ker Türk”le­re söy­le­ne­cek tek söz şu­dur: “Biz Tür­küz, Tür­kî çı­ğı­rı­rız.”
 
KAYNAK: ANLAYIŞ DERGİSİ

1 Yorum

  1. Haluk Berkmen

    Şubat 24, 2019 Pazar 14:50

    Kutlarım İhsan bey. Sizinle aynı görüşteyim ve elimden geldiğince, dilimin döndüğünce bu konuları hem yazıyorum hem de sunuyorum. Bu davaya inanalar da dediğiniz gibi, sadece sözde boş ifadelerle övünmemeli, somut kaynaklara dayanan tezler üretmelidirler.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.