Sosyal Medya

Kürsü

Çağdaş Türk edebiyatında tanzim ve satış

Sizi bilmem, ama ben bu mağazalara ne zaman alış için gittimse de hep satışa geldim. Bir kere mağara diyecek gibi ağzınızı açıp birden vazgeçerek mağaza diyorsunuz. Bizim çocukluğumuz sadece giyim kuşam ürünlerinin satıldığı yerlere mağaza denildiği bir zamana denk düşer.



Ekmek bakkaldan, pantolon maÄŸazadan alınırdı. Huylarımız, mizaçlarımız, alışkanlıklarımızın yanı sıra neler deÄŸiÅŸmedi ki. Bu millet Tanzim-Satış maÄŸazalarının önünde bir tek Sanayağı alabilmek için geceleyen bir millettir. Bilin bakalım bu cümlede kaç trajik durum var? Zorlanmayın, hemen söylüyorum: Sırf milleti bekletmek için maÄŸaza açmışlar, bu bir; beklediÄŸiniz ÅŸey beklediÄŸinize deÄŸecek bir ÅŸey olsa, Sanayağı’na müptela kılmışlar, bu iki; önce tanzim etmiÅŸler sonra baÅŸlarından savarcasına satmışlar, bu da üç!Görüyorsunuz iÅŸte Tanzim-Satış’ın tarihi nerelere ulaşıyor. Herkesin kiÅŸisel tarihinde benzeri hikayeler vardır ama ben kendime ait olanından sorumluyum. Anlatmasam olmaz.

Malumunuz olduÄŸu üzere “tanzim” bir nizam verme sorunudur. Önce kafanızda ve de muhayyilenizde bir ÅŸeylere nizam verirsiniz, sonra da kalkar gerçek hayatta onu ikame etmek için uÄŸraşırsınız. Uzun yıllarımız bu döngü ile geçti. O günleri anıp da Nizamettin’den bahsetmeden geçmek olur mu hiç? Eline vur eldivenini al bir adamdı Nizamettin. AÄŸzı var dili yok nev’inden biri yani. Sırf bu yüzden dil eksikliÄŸini bertaraf etmek için o zamanın mektupla öÄŸretim tedrisatı yapan Limasollu Naci’ye bile abone olmuÅŸtu. Madem aÄŸzım var, dilim niye olmasın diyordu. Ä°ki senede adını soyadını söylemenin ötesine geçmese de Nizamettin hep büyük iÅŸlerin, büyük davaların adamı oldu. Çok geçmeden formülü çözmüÅŸtü: Eline vur eldivenini al, yüzüne vur maskesini çal, deliliÄŸe vur akıllı kal.

“Mani benden fatura senden”

Nizamettin’in hânını hanümanını hiç sormayın.  Hanesinde bin türlü teseyyüp bulunanlardandı. Bir gün nereden aklına geldiyse bu fakire bir manifatura dükkânı açmayı teklif etti. “Ben anlamam, üstelik param da yok” dedimse de “Mani benden fatura senden” diyerek beni anlamadığım bu iÅŸe razı etti. En çok da ÅŸu cümlesi razı olmamda etkili olmuÅŸtu: “Bak kardeÅŸim, biz Ä°slami manifaturacılık yapacağız. Gayemiz para kazanmak deÄŸil, Antalya’da su kuyusu açmaktır.”  Tam “Nizamettin abi, Antalya deÄŸil, Afrika olacak” diyecektim ki dinlemedi bile. BaÅŸladı manifaturacılığın hikmetlerini saymaya: “DüÄŸme deyip geçme, yanlış iliklediÄŸinde iki yakan bir araya gelmez. Her ÅŸeyin kumaşı var insanın da. Ä°nsanın sarrafı olabilmek için önce bezzaz olmalı kiÅŸi. Müslümanların geri kalışlarında bir türlü dikiÅŸ dikmemek kadar bu iÅŸlerde dikiÅŸ tutturamamak da vardır” “Tamam” dedim Nizamettin’e, bismillah diyerek yola koyulduk. Elde avuçta ne varsa dükkâna yatırmıştık. Ä°ki üç sene dükkânın arka tarafına kumaÅŸ stoklarıyla yığınaklar yaptık. Nizamettin durmadan rafları tanzim ediyor, günlük hasılatı sayıp duruyordu. Daha az yorulup daha çok kazanmak için asgari ücretle elemanlar aldı. Ä°slam’da sigorta yok diyerek bu iki gencin sigortalarını ödemiyordu. Hiç unutmuyorum bir gün kendisini ziyarete gelen Denizli- Acıpayam temsilcisiyle akÅŸam yemeÄŸinin hemen ardından cemaatle kıldıkları namaz sonrası sohbet ederken duygularına hâkim olamamış ve ÅŸöyle demiÅŸti: “Ne güzel bir dinimiz var azizim, sigortayı hoÅŸ görmüyor!” Bir süre sonra Acıpayam temsilcisini yanına hisse ortağı aldı Nizamettin. Böyle kafasına göre davranmasına içerlediÄŸim bir gün “keÅŸke bana bir danışsaydın Nizamettin” diye söylendiÄŸimde nasıl alındı anlatamam. (Bu yüzden o kısmı anlatmıyorum). Sadece esip gürleyerek söylediÄŸi ÅŸu sözleri kaldı hafızamda “Bana bak ahbap, ben Rabbim için kazanıyorum, güçleri birleÅŸtirerek daha fazla kazanıp Cenab-ı Peygamberin Liva-ül Hamd sancağı etrafında olmaktan beni kimse alıkoyamaz, sen bile!”

Geç anlamıştım, meÄŸerse bizim Nizamettin bu manifatura iÅŸini o denli abartmış ki onunla Makam-ı Mahmud’a ulaÅŸmayı bile kafaya koymuÅŸ. Üç gün sonra tahsilat toplamak için beni Ankara’ya görevlendirmek istedi. “Neden ben?” diye sorduÄŸumda cevabı hazırdı: “Tahsillisin de ondan!”. “Peki” dedim, gittim. DöndüÄŸümde yüzünden düÅŸen bin parça idi. Niye surat astığını sordum: “Sen daha iyi bilirsin” diye cevap verdi. “EstaÄŸfurullah o tür kabiliyetlerim yoktur” deyince dilindeki baklayı çıkardı: “Üç gündür neredesin, biz iÅŸ güçle boÄŸuÅŸurken sen nerelerde geziyorsun?” diye çıkıştı. Anlam verememiÅŸtim. “Sen tahsilli olduÄŸum için beni Ankara’ya tahsilata gönderdin ya” dedim.  “Bırak ÅŸimdi hikâye yazmayı!” diyerek yanımdan hızla uzaklaÅŸtı. Åžu iki ÅŸeyi çok net anlamıştım: Bir; kırk yıllık dostum Nizamettin maniyi (parayı) kendi cebine yerleÅŸtirmiÅŸ faturayı bana ödetmiÅŸti. Ä°ki; sehven de olsa Antalya’da su kuyusu açacağını söyleyen dostum, Ankara’da benim kuyumu kazmıştı! Canı saÄŸ olsun. Nitekim canı saÄŸ olmaya devam ediyor.

“Tuhaf ÅŸeyler satalım”

Tanzimden sonra satışa geldiÄŸim ikinci vaka birlikte tuhafiyeciliÄŸe soyunduÄŸumuz Bartu Bey’in yapıp ettikleri ile ilgiliydi. “Bir ÅŸeyler yapalım, ama ne?” sorusunu kurcalayıp dururken, bu teklifi o yapmıştı: “tuhaf ÅŸeyler satalım”Sonrasını hatırlamıyorum. Kendimi bir anda çok yönlü tuhaflıkların içinde buldum. Neler yoktu ki bu tuhaf ÅŸeylerin içinde? Davul tozundan minare gölgesine kadar. Çalım sattık, caka sattık, bal alıp pekmez sattık… Son tarihi geçmiÅŸ fikirler, kavanozda tek kiÅŸilik ilmihal bilgileri, okunmuÅŸ kitaplar, kullanılmış kürdanlar, pörsümüÅŸ vicdanlar, eprimiÅŸ cüzdanlar, sahibinden satılık mezarlar… Bartu Bey çok iyi biliyordu bu malzemeleri pazarlamayı. O kadar normal karşılar hale gelmiÅŸti ki tuhafiye dükkanının vergi levhası bile bu duruma dayanamayıp pat diye yere düÅŸtü. Her ÅŸey vakayı âdiyeden sayılır hale gelmiÅŸti. Halbuki biz bir ÅŸeylerin tuhaf olduÄŸunu hiç aklımızdan çıkarmadan tuhafiyecilik yapacaktık. Bartu Bey bunu baÅŸaramadı. Bir de üstüne üstlük “Åžimdi bunu baÅŸaramamış olmam çok mu tuhaf?” diye çıkışması yok mu, ifrit olmuÅŸtum.

Benden habersiz gün içinde kullandığım kelimeleri yakın bir dostuna üç kuruÅŸa satması kırgınlığımın tuzu biberi oldu. Ceketimi alıp çıkmak istedim. Ceketim yerinde yoktu. Onu da kelimelerimi sattığı adama yok fiyatına vermiÅŸti. Åžimdi her iki dostuma da soruyorum: Bu satıştan ne geçti elinize, manifatura ve tuhafiye dükkanından baÅŸka? KeÅŸke kendinize bir de tanzim satış maÄŸazası açsanız. Tabii hâlâ açsanız…

Hüseyin Akın/DünyaBizim

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.