Kürsü
Yıldıray Oğur: Devletin hikmetinden kim sual edecek?
Follow @dusuncemektebi2
Yıldıray Oğur- Karar
Bundan 146 yıl önce Ä°bret gazetesindeki köÅŸe yazısında Namık Kemal ÅŸöyle yazmıştı:
“Vakia Avrupa’da bir takım zalimlerin hizmetkarları “devlet bir ÅŸahs-ı manevidir. Åžu hakka haizdir. Åžu iÅŸten menfaat görür” yollu safsata sözler söylemiÅŸlerdir... Hatta bu aşırı fikirlerin neticesidir ki “raison d’Etat”, mecburi devlet namıyla fena bir kaide peyda oldu... Ä°tikadımızca devletin halktan ayrı bir vücudu yoktur. Kendine mahsus hiçbir menfaati olamaz.”
Namık Kemal’ın 1873 yılında karşı çıktığı raison d’Etat, Türkçe’ye hikmet-i hükümet olarak tercüme edildi.
Ama kendilerine Namık Kemal’i “kahraman”, “fikri öncü”, “rol model” alanların yönetimine geldiÄŸi devlet, tam da onun korktuÄŸu gibi hikmetinden sual olunmaz bir devlet oldu.
Hikmet-i hükümet kavramı uzun süredir kullanılmıyor. Ama “devletin ülkesi ve milliyle bölünmez bütünlüÄŸü”, “devletin ali çıkarları”, “devletin bekası”, “devlet aklı” dendiÄŸinde, hala vatandaşın varlığından ve çıkarlarından bağımsız kendi varlığı ve çıkarları olan hikmet-i hükümetten bahsetmekteyiz.
Böyle bir anlayış doÄŸal olarak devlet ve millet arasında bir yarık açılmasına ve karşıtlığa sebep olur. Türkiye’de de böyle oldu.
Çok partili hayat da bu yarık ve çatışmalar içinde kuruldu.
Demokrat Parti’nin “Yeter söz milletindir” sloganının muhatabının o “hikmet-i hükümet” devleti olduÄŸunu herhalde söylemeye gerek yok.
SaÄŸdan ve soldan halkın teveccühünü kazanmış liderlerin “halkçı”, “milletin adamı” olarak anılmasını saÄŸlayan ortak özellikleri de devlete karşı milletin haklarını korumaları ve savunmaları olageldi.
Rousseau’nun genel irade kavramından uyarlanmış teknik bir siyaset bilimi kavramı olan “milli irade”yi ülkenin en popüler siyasi kavramlarından biri yapan da bu mücadele içindeki iÅŸlevsel anlamıydı.
AK Parti de kuruluÅŸundan itibaren siyasetini “milli irade”, “Yeter söz milletindir” söylemi üzerine kurdu.
16 yıllık siyasi tarihinin en çetin kavgalarını devlete karşı verdi.
Siyasi yasaklar, muhtıra, 367 kararı, kapatma davası, ordunun siyasetteki etkisine karşı “milletin sesi” olmak AK Parti’nin büyük kitlelerde heyecan yaratmasını saÄŸladı.
Ä°ktidara gelir gelmez olaÄŸanüstü hali kaldıran partinin önüne koyduÄŸu ilk hedeflerden biri iÅŸkenceye sıfır toleranstı. Yıllarca meydanlarda “devletin milletin efendisi deÄŸil, hizmetkarı olacağı”nın sözü verildi.
AK Parti, bu yıllarda devlete karşı siyasetin ve toplumun elini güçlendiren reformlar yaptı, demokratikleÅŸme paketleri açıkladı.
Türk Ceza Kanunu AB ile uyumlu hale getirildi, yasaklar mevzuattan temizlendi. Devletin eski günahları için özürler dilendi, taziyeler yayınlandı, üst üste açılımlar açıldı.
Ama bir noktadan sonra AK Parti devletle olan kavgasından galibiyetle çıktı.
Devlet- siyaset arasındaki antidemokratik ayrım ortadan kalkmaya başladı.
Devlet ve siyaset normal bir demokraside olması gerektiği gibi birleşti.
Hatta buna devletle milletin barışması da dendi.
Ama ilk bakışta bir normalleÅŸme olarak övülebilecek bu barışma ve birleÅŸme, içeride ve dışarıda yaÅŸanan güvenlik krizleri, kurumsal yapıların eksikliÄŸiyle zamanla siyasetin devleti normalleÅŸmesi, sivilleÅŸtirmesi, halkın hizmetkarı haline getirmesinden, devletin siyaseti kuÅŸatması, devletleÅŸtirmesine doÄŸru evrildi.
Sadece devlet yeniden hikmet-i hükümet anlayışına geri dönmedi.
Muhafazakar kitleler için de bu devlet artık “bizim devletimiz”di. Artık “öz yurdumuzda garip ve parya deÄŸildik.”
Asker üniformalarıyla namaza duruyor, hakimler baÅŸörtüsü takabiliyor, polisler tekbirlerle mezun oluyordu.
Ama devleti herkese eşit olarak hizmet eden, vatandaşları arasında ayrım yapmayan bir modern devlet haline getirmesi beklenen normalleşme adımları, bu kez muhafazakarların kendilerini devletin yeni evsahibi gibi hissetmelerine neden oldu.
O yüzden bugün, binlerce kurumu, çalışanı, elindeki kolluk güçleri ve adalet mekanizmasıyla her gün on binlerce eylemde bulunan bir devlet makinesinin herhangi bir uygulamasını eleÅŸtirenler karşılarında sadece devleti deÄŸil, “bizim devletimiz”i koruma refleksini kuÅŸanmamış kitleleri de buluyorlar.
Bu devletin de eskisi gibi hala vatandaÅŸların ‘süfli çıkarları’nın yanında hükmünün geçmediÄŸi ‘ali çıkarları’ var. Bu devletin de eskisi gibi bizim asla tam olarak bilemediÄŸimiz ve bunu da sorgulayamayacağımız bir devlet aklı mevcut.
Meclis, siyaset, medya ve yargının denetim imkanlarının zayıflaması da devletin kibrini ve dokunulmazlık özgüvenini artırmış durumda. Devlet denen bu büyük gücü dizginleyecek, ehlileÅŸtirecek siyasetçiler de artık devlet atının üzerinde koÅŸmaktan memnun.
Sonuçta da karşımızda tren kazasında çocuÄŸunu kaybetmiÅŸ annenin sorularına cevap vermesi beklenirken onu sosyal medyadan bloklayan demir yolu müdürleri, köylü kadınlarla “az gaz yeseniz ne olur” diye dalga geçen vali yardımcıları, devlet protokolü geçiyor diye ambülansın geçiÅŸine bile inisiyatifini kullanıp izin veremeyen polis memurları, valilerin keyfi yasaklama kararları, devlete ve devlet büyüklerine hakaret davalarında tutuklamanın bir rutin haline gelmesinden her gün sayıları artan çakarlı araçlara, her köÅŸede karşınıza çıkan kimlik kontrollerine, trafik çevirmelerine uzanan hikmetinden sual olunmaz, kendi hataları için hesap vermekte cimri, vatandaÅŸların hatalarından hesap sormakta bonkör bir devlet var.
Uzun süredir yaptığı hata yüzünden görevden alınan, hakkında soruÅŸturma açılan, istifa etmek zorunda kalan, ceza alan üst düzey bir kamu yöneticisiyle ilgili bir haber okumadık. Ama yazdığı denetim raporlarından sonra görevden alınan Sayıştay yöneticilerinin haberlerini okuduk.
Böyle bir hikmet-i hükümet anlayışının hakim olduÄŸu bir devletin, vatandaÅŸlarının hak ihlali iddialarına karşı ilk refleksinin inkar, devleti ve memurunu vatan topraklarını savunuyormuÅŸ gibi savunma ve karşı saldırıya geçmek olması o yüzden ÅŸaşırtıcı deÄŸil.
Halbuki insan hakları ihlallerine karşı özel bir Ä°nsan Hakları Kurumu kurmuÅŸ, ombudsmanlık sistemini getirmiÅŸ, Anayasa Mahkemesine bireysel baÅŸvuru hakkı tanımış, Meclis Ä°nsan Hakları Komisyonu’nu çok aktif kullanmış bir iktidarın insan hakları ihlalleri karşısındaki ilk refleksinin en azından “konuyu araÅŸtırıp ve soruÅŸturuyoruz” demek olması gerekirdi.
Son örnek Ankara’da polis tarafından gözaltına alınırken taciz edilen bir kadın göstericiyle ilgili Ankara Emniyeti’nin yaptığı resmi açıklama. GeçiÅŸtirmek için bile olsa “Konuyu inceliyoruz” demek yerine, genç kızın babasının FETÖ’cülüÄŸünden, kardeÅŸinin DHKP-C’liÄŸine kadar bir devlete yakışmayan ancak bir troll hesabının üslubu olabilecek bir savunma yapmayı tercih etmeleri devletin bu kibrinin ve hesap sorulamazlık özgüveninin bir sonucu.
Ama bu ilk de deÄŸil.
Son yıllarda bakanlıkların, müdürlüklerin, valiliklerin, emniyetin, savcılıkların hesap vermeleri gereken konularla ilgili yaptıkları resmi açıklamalarında vatandaşın hizmetkarı deÄŸil, efendisi olan bir devlet üslubunu benimsedikleri görülüyor.
Bundan iki yıl önce Van GevaÅŸ’ta “Ä°ftar saati Emniyet’e roketli saldırı yapıp kaçan teröristler” olarak haberleri yapılmış, resmi makamlar bu yönde açıklamalar yapmıştı. Karakolda dövülmüÅŸ fotoÄŸrafları paylaşılmış o insanların, daha sonra mantar toplamaktan dönen köylüler olduÄŸu ortaya çıkmıştı.
“Olayın incelenmesi için suç duyurusunda bulunuyoruz” açıklaması yapan dönemin TBMM Ä°nsan Hakları Komisyonu baÅŸkanı AK Partili Mustafa YeneroÄŸlu sosyal medyada linç edilmiÅŸti.
Yine 2017 yılında, Nusaybin’e baÄŸlı Kuruköy’de düzenlenen bir terör operasyonu sırasında 60 yaşındaki Abdi Aykut ve altı köylünün gözaltına alınıp iÅŸkenceye maruz kaldığı iddiaları karşısında da Valilik, “Teröre karşı yürütülen mücadelede menfi algı oluÅŸturmak maksatlı iftira” demiÅŸ, konu Meclis’te gündeme getirilince devletten bilgi alan AK Parti grup baÅŸkanvekili köylülerin “Canlı bomba eylemleri yapan, kamyonlarla, diÄŸer araçlarla bomba taşıyıp Emniyet, güvenlik güçlerini, vatandaşımızı, masum çocukları katleden, ÅŸehit eden teröristler” olduÄŸunu anlatmış, Ä°çiÅŸleri Bakanı “O yaÅŸlı dediÄŸiniz adam ise teröre ev sahipliÄŸi yapıyor” açıklaması yapmıştı.
Ä°ki yıl sonra mahkeme geçen hafta tamamlandı. Altı ay tutuklu kalan 60 yaşındaki Abdi Aykut ve altı köylü beraat etti. Açtıkları idari davada da Ä°çiÅŸleri Bakanlığı’nın “haksız tutukluluk”tan köylülere tazminat ödemesine karar verildi.
Üzerinden 146 yıl geçti. Devlet aklı, hikmet-i hükümet anlayışı hala yaşıyor ve her gün üzerine konuÅŸmak zorunda kaldığımız maÄŸduriyetler üretiyor.
Herhalde Namık Kemal de bugün yaÅŸasaydı gazetedeki köÅŸesinde vatan ve hürriyet ÅŸiirleri yazmazdı...
Henüz yorum yapılmamış.