Amerika Kıtasını gerçekte ilk kim keşfetti: Vikingler mi, Çinliler mi yoksa Fenikeliler mi?
Follow @dusuncemektebi2
Tarih boyunca insanlar ufkun ötesindeki karaların, efsanevi hazinelerin bulunduğu ülkelerin hayalini kurmuşlardır. Yunanlı ozanlar belki de İsa’nın doğumundan 1500 yıl önce yaşanan Minos Çağının Giritli denizci krallarının yolculuklarından etkilenerek, dinleyicilerini Odysseus’un maceraları ile eğlendirmişlerdir.
MÖ 5. yüzyılda yaÅŸamış olan Yunanlı tarihçi Heredot’un Fenikeli gezginleri anlattığı öyküleri, insanların, pek çok kiÅŸinin korktuÄŸu gibi dünyanın kenarından düÅŸmeden gemiyle binlerce mil gidebildiklerine kanıtıdır. Eski Hıristiyan Ä°rlanda’dan cesur rahipler “curragh” denilen sepet benzeri bir iskelet üzerine gerilmiÅŸ öküz postundan yapılmış, pruvası sivri sandallarıyla Kuzey Denizi’nde dolaÅŸmışlar, daha sonra Atlantik’te ilerleyip Ä°zlanda’ya ulaÅŸmışlardır. 6. yüzyılda St. Brendon bilinmeyen Atlantik Adaları’ndaki -büyük olasılıkla Azor Adaları- ÅŸahane rastlantılarla ilgili öykülerini getirdi. 9. ve 10. yüzyıllarda Ä°skandinavyalı gezginler derin gövdeli gemileriyle (knarr) kuzey denizlerinde dolaÅŸarak Norveçli ÅŸairlere Kızıl Erik ve oÄŸlu Åžanslı Leif’in ocakbaşı ÅŸarkılarıyla birlikte yiÄŸitliklerini anlatmaları için ilham verdiler. Marco Polo’nun gösteriÅŸli Çin’i anlatan öyküleri DoÄŸu’ya doÄŸrudan ulaÅŸan bir deniz yolu hayalini anımsatırken, Sir John Mandeville’in 14. yüzyılda tüm Batı Avrupa’da bilinen yapıtı Travels (Yolculuklar) köpek baÅŸlı kadın ve erkeklerden, tek boynuzlu atlardan ve Papaz John’un Afrika’da bir yerde bulunan parıltılı altın ve zümrüt diyarından söz ediyordu.
1450-1550 arasındaki yüzyıl “CoÄŸrafi KeÅŸifler” çağı olarak bilinir, çünkü bu çaÄŸda Yeni Dünya’nın keÅŸfedilmesiyle birlikte uzun zamandır süregelen yeni yerler bulma özlemi de gerçekleÅŸmiÅŸ oldu. Ancak bu Amerika heyecanı daha önceki denizcilerin yiÄŸitliklerini geri plana itti. Modern arkeoloji hâlâ eskiden de birçok yolculuk yapıldığını gösteren delilleri ortaya çıkarıyor.
Amerikan Kızılderililerinin atalarının 40 bin yıldan fazla bir süre önce Asya’dan Amerika’ya buzlarla kaplıyken Bering BoÄŸazı’ndan geçtikleri sanılmaktadır. Ancak Kolomb gelmeden önce Yeni Dünya’ya sadece bu insanlar ulaÅŸtılarsa, ÅŸöyle bir soru aklımıza geliyor: Nasıl oldu da güneydeki Meksika, Yukatan ve Peru halkları, Aztekler ve Ä°nkalar gibi iyi bilinen uygarlıklardan yüzlerce yıl önce üstün düzen kuracak teknik bilgileriyle karmaşık toplumlar oluÅŸtururken Kuzey Amerika’nın bu ilk sakinleri ilkellikten kurtulamadı? Güney ve Orta Amerika Kızılderilileri deniz yoluyla diÄŸer kültürlerle doÄŸrudan iliÅŸki kurmuÅŸ olsalardı çok ÅŸey deÄŸiÅŸebilirdi.
Ä°nkalar ve Azteklerden önceki toplumlarda tanrı benzeri yabancılarla ilgili efsaneler oldukça yaygındı. Aslında ilkel Kızılderililerin, beraberinde uygarlığın nimetlerini getiren her yabancıyı tanrı gibi gördükleri kesindir. Peki kimdi bunlar, bu bilinmeyen dünyanın tanrıları? Åžimdiye dek çeÅŸitli ırklar aday olarak gösterildi. Bunların arasında Fenikelileri, Norveçlileri hatta DoÄŸu Okyanusu ötesindeki mitolojik “Fu-Sang” ülkeleri eski Meksika ile çarpıcı benzerlikler gösteren Çinlileri bile sayabiliriz. Peki Amerika kıtasını ilk keÅŸfedenler kimlerdi?
Amerika Kıtasının İlk Kaşif Belki de Fenikeliler
Fenikelilerin Amerika kıtasını keÅŸfetmek üzere Eski Dünya’dan gelen ilk gezginler oldukları iddialarının baÅŸlıca dayanağı onların eski dünyanın en mükemmel denizcileri olduktan gerçeÄŸidir. Herodot, MÖ 600 civarında Mısırlı Firavun Nekao’nun Tir ve Sidonlu gözüpek denizcileri Afrika’nın çevresini denizden dolaÅŸmaları için görevlendirdiÄŸini anlatır. Aslen Ä°ncil’in Filistinlileri olan Fenikeliler böyle bir görev için biçilmiÅŸ kaftandılar. Fenikeliler eski çağın tüccarları ve sömürgecileriydiler, Afrika’nın altınına, Ä°spanya’nın gümüÅŸüne ve Cornwall’un kalayına dayalı çok geniÅŸ bir ticaret ağı kurmuÅŸlardı.
Firavunun emri üzerine Kızıl Deniz’e açılan ve 3 yıl sonra dönenler bu adamlardı ve döndüklerinde, Libya (Afrika) çevresinde ilerlerken güneÅŸin saÄŸ taraflarında bulunduÄŸunu iddia ediyorlardı. Heredot bu iddiayı küçümseyerek reddetti (bazıları inanabilir, ama ben inanmam) ancak daha sonraki bilginleri, Fenikelilerin Afrika çevresini dolaÅŸtıklarına inandıran iddia bu oldu. Onların OÄŸlak Dönencesi’nin ötesinde güneye gittikleri kesindi, bu nokta da güneÅŸ batıya yönelmiÅŸ gemilerin sağına geçer. Kartacalı Fenikeliler üç sıra kürekleri olan kadırgalarıyla Atlantik’te ilerleyip Ä°berya ve Kanarya Adaları’ndan geçip büyük olasılıkla Azor Adaları’na ulaÅŸtılar, 18. yüzyılda burada Kartaca parasından oluÅŸan bir define bulunduÄŸu söylenmektedir.
1872’de Brezilya’da bir çiftlikte, üzerinde bilinmeyen iÅŸaretlerle yazılmış bir yazıt bulunan bir taÅŸ keÅŸfedilmiÅŸtir. Yazıtın bir kopyası Rio de Janeiro’daki Ulusal Müze’nin Müdürü Ladislau Netto’ya gönderildi, Netto bunun Fenike dilinde olduÄŸunu söyledi ve çevrisini yaptı. Avrupalı bilginler bunu ciddiye almadılar, ancak 1967’de yazıtın bir kopyası Massachusetts’deki Brandeis Üniversitesi Akdeniz AraÅŸtırmaları Müdürü Cyrus H. Gordon’ın eline geçti ve Gordon Netto’nun çevirisini doÄŸruladı. 19. yüzyıl bilginlerinin tanımadığı pön stili nüanslarının doÄŸruluÄŸunu gösterdiÄŸi söylendi.
Çeviri ÅŸöyleydi:
Biz Tüccar Kral’ın ÅŸehrinden Sidonlu Filistinlileriz. DaÄŸlarla dolu bu uzak adaya çıktık. Güçlü Kralımız Hiram’ın 19. yaşında ilahi tanrı ve tanrıçalara bir genç kurban ettik ve Ezion-Geber’den gemiye binerek Kızıl Deniz’e açıldık. 10 gemiyle 2 yıl boyunca Afrika çevresinde denizlerde dolaÅŸtık. Sonra Baal’in eliyle ayrıldık… Böylece biz, 12 erkek ve 3 kadın, buraya “Demir Adası”na geldik. Ben, amiral, kaçacak bir adam mıyım? Hayır! Ä°lahi tanrı ve tanrıçalar bizi korusun.
“Kader” anlamına gelen “Baal’in eliyle” deyimi, büyük olasılıkla bir fırtınaydı, ancak 1939’da Kıbrıs’ta bulunan bir Fenike yazıtında geçmektedir, “Demir Adası” tanımı ise gezginlerin kıyıyı bildiklerini ve Fenikelilerin ona bugün taşıdığı ada çok yakın bir ad verdiklerini göstermektedir. Çünkü Minas Gerais eyaleti, söylendiÄŸine göre taÅŸ bu eyaletin yakınlarında bulunmuÅŸtur, çok büyük demir cevheri rezervlerine sahiptir. “Brzl” ise Eski Sami dilinde demir anlamına gelmektedir. (Daha yaygın açıklama, “Brazil” sözcüÄŸünün mangal kızılı gibi parlak kırmızı bir boya çıkaran yöresel bir aÄŸaçtan türediÄŸi ÅŸeklindedir.)
Bu bulgu Fenikelilerin Ä°sa’nın doÄŸumundan çok önce Amerika’yı keÅŸfettikleri anlamına mı geliyor? GörünüÅŸe bakılırsa hayır, çünkü Harvard Üniversitesi’nden tarihçi Samuel Eliot Morison, ne taşın kendisinin, ne onu keÅŸfedenin ne de çiftlik sahibinin, yazıtın özgün kopyasını çıkartan oÄŸlunun hiç bulunamadığını belirterek, bu öyküyü apaçık uydurma olmakla suçladı, yine Harvard’dan Profesör Frank Cross dilbilimsel nedenlerle yazıtı tanımamaktadır.
Arkalarında hiçbir ÅŸey bırakmamış ya da yok denecek kadar az ÅŸey bıraksalar da Fenikeliler ve Güney Amerika kıtası arasında açıklanmamış birçok baÄŸlantı vardır. ÖrneÄŸin, Türk amirali Piri Reis’in 1513 yılında çizdiÄŸi haritanın Ä°skenderiye’de MÖ 47’de bir yangın sonucu yok olan Ä°skenderiye Kütüphanesi’nde bulunan orijinallere dayandığı söylenir ve bu harita Güney Amerika’nın doÄŸu kıyısının ÅŸaşılacak derecede doÄŸru bir taslağını göstermektedir. EÄŸer bu doÄŸruysa, bu bilginin her ÅŸeyden önce gemici Fenikelilerden geldiÄŸi söylenebilir. Ancak bu tip bir bilginin alınabileceÄŸi daha önemli bir kaynak Portekizli gemicilerdir, çünkü 1513 yılı “KeÅŸif Çağı”nın ortak noktasıdır. DiÄŸer bir klasik kaynak ise Yunanlı yazar Diodorus Siculus’dur.
Siculus MÖ 1. yüzyılda Fenikelilerin Afrika’nın ötesindeki denizde, hatırı sayılır büyüklükte, verimli, büyük bölümü daÄŸlık, arasından gidiÅŸ-geliÅŸe uygun nehirlerin aktığı bir ada keÅŸfettiklerini yazmıştır. Kimilerine göre burası Güney Amerika’yı anımsatmaktadır; Fenikeli bilgin Sabatino Moscati’ye göre ise burası daha yakın bir sahil, büyük olasılıkla Madeira olabilir.
Çinliler, Amerika Kıtasına Geldiler mi?
Daha sonraki ziyaretçiler olarak Çinlileri görüyoruz. MS 459’da Hui Shen ve 4 Budist rahibin DoÄŸu Okyanusu ötesindeki “Fu-Sang” yeryüzü cennetini aramak için bir geziye çıktıkları Çin kayıtlarında yazılıdır. Yelkenli gemileriyle, Japonya’dan Pasifik üzerinden doÄŸuya doÄŸru akan güçlü, sıcak bir akıntı olan KuroÅŸio akıntısıyla sürüklenerek Kuzey Pasifik’te dairesel bir yol izlemiÅŸlerdir.
Kuzey Amerika’nın Pasifik kıyısında ulaÅŸtıktan sonra da aÅŸağıya inerek Meksika kıyılarını bulmuÅŸlardır.
Çinliler burada yazı sistemine sahip aydın insanlarla karşılaÅŸtılar, ancak bu insanların kaleleri ya da etrafı duvarla çevrilmiÅŸ ÅŸehirleri yoktu ve savaÅŸ nedir bilmiyorlardı.
Çinliler insanların yediÄŸi bambu filizleri gibi filiz veren Fu-Sang aÄŸacını da keÅŸfettiler. Meyvesi armuda benziyordu, yalnız kırmızımtıraktı. AÄŸaç kabuÄŸundan iplik büküyorlardı ve bununla kaba kumaÅŸ ve daha ince bir bez dokuyorlardı. Ev yapımında odun kullanıyorlar, aÄŸaç kabuÄŸundan kâğıt yapıyorlardı.
Bu tanımlamalar tamamen, etrafı duvarla çevrilmemiÅŸ büyük ÅŸehirler inÅŸa eden, güneÅŸe tapan barışçı insanlarıyla Azteklerin baÅŸkenti Teotihuacan’ın altın çağına uymaktadır. Güney Amerika’ya özgü bir bitki olan agave (sabırotu) ise Çinlilerin Fu-Sang aÄŸacı tanımına, uymaktadır, sadece bu bitkinin kırmızımtırak bir meyvesi yoktur. Yine de 30 ayaÄŸa dek uzanan sapı genellikle bir aÄŸacınkiyle karıştırılır. Filizleri bambuyu andırır ve yenilebilir. Bitki sert bir iplik verir ve bu iplikten kaba kumaÅŸ ve ince keten bezi yapılabilir; lifler ise kâğıt yapımında kullanılır. Ancak evcilleÅŸtirilmiÅŸ sığır, at ve araba çekmek üzere eÄŸitilmiÅŸ geyiklerle ilgili göndermeler pek gerçeÄŸe uygun deÄŸildir. Ä°spanyol istilasından önce Kızılderililerin evcil hayvanları yoktu ve ulaşımda tekerlek kullanmıyorlardı.
1974 yılında sekiz genç adam Hong Kong’dan Meksika’ya Çin yelkenli gemisiyle yapılacak bir yolculuÄŸun güvenilirliÄŸini denemeye karar verdiler. Eski Vietnamlıların baÄŸlanmış düÄŸümler yoluyla mesaj göndermeleriyle Ä°nkaların yazı yerine düÄŸüm kullanmaları arasındaki benzerlikten esinlenmiÅŸlerdi. Yolculuk boyunca her türlü tehlikeyi aÅŸmasını bildiler ancak sonunda tekne kısmını sarıp tüm gemiyi yutan bir molüskten (yumuÅŸakça) kurtulamadılar.
Arkeolojik keÅŸifler de Asya ve Amerika arasında bazı iliÅŸkilerin varlığını doÄŸrular gibi görünüyor. Avusturyalı bir uzmanın Meksika’da Kolomb öncesine ait, dikkat çekici ölçüde Çin, Fenike ve zenci özellikleri taşıyan piÅŸmiÅŸ çömlek çamurundan yapılmış baÅŸlar bulması dikkat çekicidir. Aynı biçimde Guetemala’daki kazılarda bulunan tipik Çinli özelliklerine sahip baÅŸlar da oldukça ÅŸaşırtıcıdır. Kolomb dönemi öncesi yerlilerinin, tamamen yabancı oldukları ve hiç tanımadıkları bir ırkın yüz özelliklerini birebir kopya edebilmeleri hiç de olası gözükmüyor.
Copan’daki Maya kalıntıları arasında da kimi gözlemcilere göre yontulmuÅŸ bir fil başı ile başı sarıklı bir seyisi andıran dikey durumda büyük bir taÅŸ bulunmaktadır; yanında Çinli bir kamu subayının (mandarin) özelliklerini yansıtan yontulmuÅŸ baÅŸka bir taÅŸ durmaktadır. Ancak Maya uzmanlarının hepsi de bu heykellerin Asya ile doÄŸrudan bir iliÅŸkiyi gösterdiÄŸini kabul etmemektedirler.
Yine de ünlü antropolog Robert Von Heine Geldern MÖ 700 yıllarında Çin’den baÅŸlayıp Pasifik Okyanusu’nun diÄŸer ucuna doÄŸru gerçekleÅŸen engin denizlere açılıp yayılma üzerine bir teori ortaya koydu. Ünlü antropolog ÅŸöyle diyor; “Ä°leride yapılacak araÅŸtırmalar Asyalıların, yerel toplumun tüm yapısını deÄŸiÅŸtirip eski kabile topluluklarını Eski Dünya’nın toplumlarına benzer uygarlıklara dönüÅŸtürmede etkili olduklarını ortaya koyacaktır.”
Amerika kıtasının Kolomb’dan önceki kâÅŸifleri üzerine yapılan spekülasyonların en ilginci Rüzgâr ve Su Tanrısı Quetzalcóatl’ın (Tüylü Yılan) esrarengiz kiÅŸiliÄŸini hedef almıştır.
Efsanenin bir uyarlamasına göre Quetzalcóatl, Azteklerin sonraki baÅŸkenti Tenochtitlan’ın (Mexico City) 40 mil kuzeyinde bulunan Tollan’ın Toltekli prensiydi ve MS 980-99 arasında ülkesini yönetmiÅŸti. Sarayında inzivaya çekilen ve asla aynaya bakmayan Quetzalcóatl tanrılara insan yerine kelebekleri kurban ettiÄŸi için öfke uyandırdı. Büyücüler onu baÅŸtan çıkararak içki içmesini ve öz kızkadeÅŸiyle yatmasını saÄŸladılar. Sonra da eline bir ayna verip çirkinleÅŸmiÅŸ ya da yaÅŸlanmış (bu konuda görüÅŸler deÄŸiÅŸmektedir) yüzünü görmesini istediler. Gizemi bozulan Quetzalcóatl bugünkü Veracruz yakınında kıyıya koÅŸtu, bir gün dönüp hazinesini geri almaya ve halkını tekrar yönetmeye yemin ederek bir sala binip denize açıldı.
Fenike gemisi
Quetzalcôatl Viking miydi?
Quetzalcôatl’m öyküsü Kolomb gelmeden öne Amerika’daki yabancı bir kralla ilgili en çarpıcı efsanedir. Halkından uzak duran, sarayında ayna bulundurmayan, insanları kurban etmeyi sevmeyen bir prensin tanımlaması, öldüÄŸünden halkının haberi olmayan bir yöneticinin yerine geçen, gerçek kimliÄŸi ortaya çıkınca da çareyi kaçmakta bulan yabancı bir gaspçıyı akla getirmektedir. Bu adamın kökeni hakkında pek çok tahmin yürütülmüÅŸtür, bunların en ilginçlerinden biri Fransız kâÅŸif ve bilim adamı Jacques de Mahieu tarafından ortaya atılmıştır.
1970 yılında Mahieu Eski Germen alfabesinin harfleri olduÄŸunu iddia ettiÄŸi bir takım harf kalıntıları keÅŸfetti. Bunlarla birlikte kaya üzerine oyulmuÅŸ miÄŸferli ve sakallı bir figürle bir haç üzerinde Viking gemilerinin ana hatlarını gösteren ÅŸekiller de buldu. Tüm bunlardan yola çıkarak ayrıntılı bir teori hazırladı, ÅŸöyle ki: Norveçliler MS 967 yılında Ä°zlanda’ya giderken rüzgâra kapılarak esas rotalarından ayrılıp Meksika’ya geldiler, liderleri Ullmann Quetzalcöatl oldu; ve sonraki 300 yıl boyunca Meksika’da ve And Yüksek Platosunda toplumlar oluÅŸturdular.
Mahieu’nun hipotezi birçok itiraza yol açtı, yıllar boyunca Amerika’da kayalardaki yıpranma ya da tarihi bilinmeyen çiziklere, karalamalara bakarak benzer yorumlar yapılmış ancak bunlardan ikna edici bir sonuç alınamamıştı. Ancak uzak, etrafı kayalarla çevrili Ä°nka imparatorluÄŸunda bir öykü var ki Mahieu’yü haklı çıkartacak gibi görünüyor. Bir Ä°nka prensesinin oÄŸlu olan Garcilaso de la Vega. Royal Commentaries of the Incas (Ä°nkaların Kraliyet Açıklamaları) adlı yapıtında yüzlerce yıl önce denizden gelen devlerle ilgili rivayetten bahseder:
Bir gün kamıştan yapılmış, geniÅŸ bir sürü sal göründü, içlerindeki adamlar öyle uzundular ki normal boyda bir insan onların ancak dizlerine kadar gelirdi, buna raÄŸmen vücutları mükemmel orantılıydı. Hepsi sakallıydı, saçları omuzlarına kadar geliyordu, gözleri de kocaman ve yuvarlaktı.
Vikinglerin fırtına sonucu açık denizde binlerce mil sürüklenip Meksika’ya ulaÅŸmış olmaları tartışılır. Ancak bu adamların Kolomb’dan 500 yıl önce ve Quetzalcöatl’ın zamanında Kuzey Amerika’ya gelmiÅŸ oldukları neredeyse kesinlik kazanmıştır. Onların öyküleri Grönland Destanı ile Kızıl Erik’in Destanı’nda yasamaktadır. Bu destanlar erken OrtaçaÄŸ Ä°zlanda’sının sözlü geleneÄŸinin ürünleridir ve ancak bu macerayı gerçekleÅŸtiren kiÅŸilerden alınabilecek ayrıntılarla doludurlar.
Amerika Kıtasını İlk Keşfedenler Yoksa Vikingler mi?
viking-drakkarNorveçliler 9. yüzyılda Ä°zlanda’ya yerleÅŸmeye baÅŸlamışlardır. MS 982’ye gelindiÄŸinde bu yeni ülkede 60.000 kiÅŸi yaÅŸamaktadır. Daha önce cinayet iÅŸlediÄŸi için Norveç’ten kovulan Ä°zlandalı Kızıl Erik o yıl içinde baÅŸka birini daha öldürünce Ä°zlanda’dan da sürüldü ve batıya doÄŸru denize açıldı. 450 mil ilerledi ve dört gün sonra bir kara parçasına ulaÅŸtı. YeÅŸil çayırları, aÄŸaçlarla örtülü yamaçları olan bu kara parçası bomboÅŸ, ıssız bir görünümündeydi. Adaya Grönland (Ä°ngilizce Greennland: ‘yeÅŸil toprak’) adını veren Erik dönüÅŸünde burayı ballandıra ballandıra etrafına anlattı.
Erik 25 gemiden oluÅŸan bir keÅŸif grubu topladı, atları, sığırları, koyunları ve keçileriyle birlikte 400 koloniciyi taşıyan 16 gemi yolculuÄŸu tamamlamayı baÅŸardı. Bu koloniciler, Farvel Burnu yakınında Grönland’ın DoÄŸu YerleÅŸmesi’nin çekirdeÄŸi sayılan Brattahlid’e (Sarp Yamaç) yerleÅŸtiler.
MS 986’da Bjarni Herjulfson Erik’e katılmak üzere Ä°zlanda’dan denize açıldı. Sis ve kuzey rüzgârlarıyla sarılmış bir halde günlerce denizde dolaÅŸtıktan sonra aÄŸaçlık alçak tepeleriyle Grönland’a hiç benzemeyen bir kıyı gördüler. Kuzeye doÄŸru ilerlediler ve düz, ormanlarla kaplı bir sahil ÅŸeridine ulaÅŸtılar, daha da kuzeye ilerleyince daÄŸlar ve buzullarla karşılaÅŸtılar. Adamları karaya çıkmak istedilerse de Bjarni kabul etmedi ve yön deÄŸiÅŸtirerek dört gün sonra Grönland’a ulaÅŸtı.
Bjarni böylece Kuzey Amerika’ya ayak basan ilk beyaz insan olma fırsatını kaçırmış oluyordu
Ancak diÄŸer Grönlandlılar onun bulduÄŸu topraklarda araÅŸtırma yapmaya pek istekliydiler. 1001 yılında, Erik’in oÄŸlu Leif Bjarni’nin gemisini satın aldı, 35 kiÅŸiden oluÅŸan tayfasıyla batıya denize açıldı, önce Bjarni’nin en son ulaÅŸtığı daÄŸlara ve buzullara -Baffin Adası- geldi, küçük sandalıyla kıyıya çıkarken ÅŸöyle diyordu: “Buraya Heiluland (Yassı Kayalar Ülkesi) adını veriyorum.” Gemi yoluna, Bjarni’nin izlediÄŸi yolun aksi yönde, kıyı boyunca aÅŸağı doÄŸru ilerleyerek devam etti, sonunda millerce uzanan beyaz kumsallarıyla ormanlık bir ülkeye geldiler. Karaya çıktılar, Leif buraya Markland (Ormanlar Ülkesi) adını verdi; bu topraklar bugün Labrador olarak bilinir.
Leif yerleÅŸecek bir yer bulana dek ilerledi. Bir adanın karşısında anakaradan bir burun çıkıntı yapmıştı, Norveçliler burun ve ada arasındaki kanalda ilerlediler ve sığlık yerde gemilerini karaya çektiler. Bir gölden çıkan derenin ulaÅŸtığı sahile çıktılar. Gelgit nedeniyle sular yükseldiÄŸinde gemilerini bu dere yoluyla göle sokmayı baÅŸardılar. Barınacak evler yaparak kışı burada geçirdiler.
Gölden bol miktarda som balığı saÄŸladılar; kış sığırların dışarıda otlamasına elverecek kadar yumuÅŸak geçiyordu ve yılın en kısa gününde bile güneÅŸ kahvaltı zamanı ile öÄŸleden sonra arasındaki süre boyunca gökyüzünde parlıyordu. Bir süre sonra Leif’in babalığı Tyrker ilginç bir ÅŸey keÅŸfetti: Asma ve üzüm buldu, Leif de bu ülkeye Vinland (Asma Ülkesi) adını verdi. Bahar geldiÄŸinde yedek teknelerini üzümle, gemilerini de kereste ile doldurarak (üzüm de kereste Grönland ve Ä°zlanda’da bulunmuyordu!) eve dönmek üzere yola çıktılar.
Sonraki birkaç yıl içinde dört keÅŸif heyeti sefere çıktı, Leif in kardeÅŸi Thorvald 1004 yılında 30 adamıyla birlikte kışı Vinland’da geçirdi. Kıyı boyunca batıya doÄŸru ilerleyerek ormanlık bir ülkeye ulaÅŸtılar, parıltılı beyaz kumsallara Furdustrandir (Mucize Kumsalları) adını verdiler. Gemileri bir burunda karaya oturup omurgası zedelenince Thorvald bu bölgeye Omurga Burnu adını verdi. DoÄŸuya doÄŸru ilerleyince yukarıya doÄŸru çevrilmiÅŸ, pösteki kaplı üç Eskimo balıkçı kayağına rastladılar. Her birinin altında üç kiÅŸi uyuyordu. Norveçliler adamları öldürdüler, yalnızca bir tanesi halkına haber verebilmek için kaçmayı baÅŸardı. Yerliler Norveç gemisine saldırmak için geri döndüler ve attıkları oklardan biri Thorvald’ı ölümcül ÅŸekilde yaraladı. Thorvald ölürken adamlarına ÅŸöyle dedi: “Beni buraya gömün, baÅŸucuma ve ayakucuma birer haç dikin, bundan böyle burayı “Haçburnu” diye adlandırın.”
DiÄŸer bir kardeÅŸ, Thorstein, Thorvald’ın cesedini yurda getirmek amacıyla sonradan sefere çıktı, ancak teknesi tüm yaz boyunca fırtınalı denizde yalpalanıp durdu ve sonunda Grönland’a dönmek zorunda kaldılar. Thorstein vebadan ölünce dul eÅŸi Gudrid, Thorfinn Karlsevn adında bir tüccarla evlendi, sonraki üç kiÅŸi Erik’in gayrimeÅŸru kızı Freydis de dahil olmak üzere 160 Grönlandlı ile birlikte Vinland’da geçirdiler ve üç gemiyle getirdikleri canlı hayvanları cinslerine göre ayırdılar.
Ä°lk kış oldukça zor geçti, fırtına sonucu karaya vuran bir balinanın etini ilâve ederek yetersiz tayınlarını zenginleÅŸtirmeye çalıştılar, oysa balina eti onları hasta ediyordu. Ancak tüm bu yoksulluk içinde Gudrid Snorri adını koydukları çocuÄŸunu doÄŸurdu, Snorri Kuzey Amerika’da doÄŸan ilk beyaz çocuktu ve destana göre doÄŸum Leif’in yaptığı evde gerçekleÅŸmiÅŸti.
Kıyı boyunca ileriye ve geriye doÄŸru keÅŸif gezilerine çıkan Norveçliler Hop’ta (Kara ile kuÅŸatılmış körfez) karaya çıktılar, burada yabani üzüm, yabani buÄŸday ve kıyı boyunca sadece çukur kazarak yakalayabilecekleri kadar bol miktarda kalkan balığı buldular. Norveçliler keçi sütü ve kıyafet vererek “Skraeling” dedikleri yerlilerle barışçı bir alışveriÅŸ iliÅŸkisi baÅŸlattılar. Ancak bu durum kısa sürede deÄŸiÅŸti, iliÅŸki düÅŸmanlığa dönüÅŸtü ve silahlı çatışmalar baÅŸladı. Küçük bir çarpışma sırasında Freydis kılıcıyla çıplak göÄŸüslerine vurarak düÅŸmanı paniÄŸe uÄŸrattı. Ancak sayıları çok artan Norveçliler sonunda arkalarında bir gemi bırakarak Grönland’a kaçtılar.
Bunu izleyen yıl içinde korkunç bir sahne yaÅŸandı. Freydis ve iki Norveçli, 65 erkek ve 5 kadından oluÅŸan ortak bir keÅŸif heyetine öncülük ederek Vinland’a geri geldiler. DiÄŸer liderlerin gemilerini ve kiÅŸisel eÅŸyalarını gasp etmeyi kafasına koyan Freydis tahrik yoluyla 30 erkeÄŸin öldürülmesini saÄŸladı, kendisi de onların karılarını öldürdü. Böylece, kanlanmış bir savaÅŸ baltasıyla, Kuzey Amerika’daki Norveç yerleÅŸmelerinin kayıtlı tarihi de sona erdi.
Destanlarda geçen yetersiz coÄŸrafi bilgi ve öyküler arasındaki çeliÅŸkiler, öykülerin doÄŸruluÄŸu ve tarif edilen bölgelerin yeri hakkında tartışmalara yol açtı. Kensington Rune Taşı ve Newport TaÅŸ Kulesi gibi ÅŸüpheli Norveç kalıntıları ile ilgili iddialar sorunu iyice anlaşılmaz hale soktu. 1898 yılında Ä°sveçli bir çiftçi tarafından Minnesota, Kensington’a 3 mil uzaklıkta kazı sonucu ortaya çıkarılan, 200 libre ağırlığındaki Kensington Taşı’nın üzerindeki eski Germen harfleriyle kazınmış bir yazıt bulunmaktaydı. Tercüme edildiÄŸinde 1362 yılında 30 Vikingli kaÅŸifin bıraktığı bir mesaj olduÄŸu anlaşıldı:
Biz 8 Ä°sveçli ve 22 Norveçli, Vinland’dan batıya doÄŸru keÅŸfe çıktığımızda, bu taşın bir kaç günlük yürüyüÅŸle kuzeyindeki iki kaya arasında kampımız vardı. Bir gün balığa çıktık. DönüÅŸte, 10 arkadaşımızı kanlar içinde ölü bulduk. Aziz Meryem Ana bizi korusun. Buradan 14 yürüyüÅŸ günü uzaktaki kıyıda 10 gemici teknelerimizi bekliyor. Yıl 1362.
Newport’taki Toura Park’ta bulunan kule ise sütunlar üzerinde duran sekiz kemerden oluÅŸan 26 ayak yüksekliÄŸinde silindir ÅŸeklinde bir yapıdır ve Rhode Island’daki bir Viking yerleÅŸmesi sırasında yapıldığı sanılmaktadır.
Arkeologlar tarafından sömürge zamanına koyulmuÅŸ olsalar da, Kule de, tıpkı Kensigton Taşı gibi Yeni Ä°ngiltere ve ABD’nin orta bölgesindeki Norveç etkisine inananlar tarafından delil olarak ortaya konmaktadır.
Günümüz yetkilileri destanlarda söz edilen baÅŸlıca üç kara parçasının (Helluland, Markland ve Vinland) neresi olduÄŸu üzerinde görüÅŸ birliÄŸine varmışlardır. Helluland, Grönland’ın Batı YerleÅŸmesi’nden çıkıp Davis BoÄŸazı boyunca 200 mil ilerleyerek ulaÅŸtığımız Baffin Adası’dır. MuhteÅŸem beyaz kumsallarıyla Markland, Labrador kıyısı üzerindedir, kumsallar bu bölgede 30 mil boyunca uzanır. Son olarak da Newfoundlands kuzey ucunun Vinland olduÄŸu, Helge Ingstad’ın 1961-1968 arasında L’Anse aux Meadows’da yaptığı kazılarla hemen hemen kesinlik kazanmıştır.
Viking çağı uzmanı olan Norveçli Ingstad, Bremenli Adam’ın 1075 yılında Vinland’ı tarif ettiÄŸi belgeler ve Norveçlilerin 3 ayrı karayı gördüklerini ilk kez gösteren 1590 yılına ait bir Ä°zlanda haritasından esinlenerek Newfoundlands’a geldi. Fiziki özelliklerini dikkate alarak L’Anse aux Meadows’un Leif’in bahsettiÄŸi bölge olduÄŸunu kesin olarak belirledi: Bauld Burnu ve Belle Isle arasındaki boÄŸaz, alçak, aÄŸaçlık tepeler, bir gölden çıkıp yeÅŸil çayırlardan geçerek körfeze dökülen, içinde som balıkları oynayan Kara Ördek Deresi. Kıyı boyunca ilerleyince Thorvald’in “Omurga Burnu” adını verdiÄŸi Porcupine (Kirpi) Burnu gözüktü. Karlsevn’in ‘Hop’ adını verdiÄŸi yer de Leif’in kendi yerleÅŸmesi olabilir.
Karısı Anne Stine, Ä°zlandalı ve Amerikalı arkeologlarla birlikte Ingstad, kesek ve keresteden yapılmış 6 evin yerini kazı sonucu ortaya çıkardı, en büyüÄŸü 70 ayak uzunluÄŸunda ve 55 ayak geniÅŸliÄŸindeydi, karbon miktarına göre yaÅŸ hesaplanması sonucu tahminen MS 1000 yıllarına ait oldukları saptandı. Plan bakımından Erik’in Grönland, Brattahlid’de yine kazı sonucu ortaya çıkarılan evlerine benziyordu. Norveç iÅŸgalinden geriye kalanların çoÄŸu asitli toprakta çürüyüp gitmiÅŸti, ancak Ingstad’ın grubu bronzdan yapılmış baÅŸ tarafı halka biçiminde bir broÅŸ, mantolarını tutturmada Norveçlilerin kullandığı türden bir toka ve Grönland’da yün örmede kullanılanlara eÅŸ, sabuntaşından yapılmış, iÄŸe ağırlık veren bir halka buldu.
Bu bölgeden ortalama 300 yarda uzakta, güneÅŸin yönünün anlaşılabileceÄŸi kurganlar bulunmaktaydı. Demir cüruhu ve mangal kömürü birikintileri bataklık demiri kullanılarak demir iÅŸleri yapıldığına kanıt olarak gösterilebilir. Oysa o dönemde ne oranın yerlileri olan Algonquin Kızılderilileri ne de Eskimolar demir iÅŸlerini bilmiyorlardı.
L’Anse aux Meadows biri hariç tüm sorulara çözüm getirmiÅŸti. Çözümsüz kalan ÅŸuydu: Kırmızı ve siyah kuÅŸüzümü, kızılcık ve BektaÅŸiüzümü ile dolup taÅŸmasına raÄŸmen Newfoundland’da asma yetiÅŸmiyordu. Ingstad Norveççe “vin-üzüm” sözcüÄŸüne karşılık olarak “otlak ülkesi” gibi baÅŸka bir anlam getirdi. Destanların hiçbir bölümünde Vinland’ın üzümle baÄŸlantılı olduÄŸundan bahsedilmediÄŸine dikkati çekti. Ancak Ingstrad’ın açıklaması Leif’in yedek teknesini üzümle doldurmasını anlattığı tanımlamaya pek uymuyor, teknesini üstünde çimenler bulunan toprak parçalarıyla doldurmuÅŸ olması pek olası gözükmüyor.
Daimi yerleÅŸmeden görünüÅŸte vazgeçilmiÅŸ olsa da, Grönland ve Vinland arasında seyrek iliÅŸkiler devam etti. Ancak 1490’a gelindiÄŸinde, 80 yıl boyunca hiçbir gemi Grönland’a uÄŸramamıştı ve insanlar kaybolmuÅŸlardı.
Kimse nereye gittiklerini bilmiyordu, ancak 1500 yılında Newfoundland’e giden Portekizli bir keÅŸif grubu mantıklı bir çözümle geri döndü: Vinland’a göç etmiÅŸlerdi. Gaspar Corte Real bu keÅŸif gezisinden yanında “beyaz” olarak nitelediÄŸi 57 yerliyle döndü. Fiziksel özellikleri diÄŸer yerlilerden farklıydı. Belki de bunlar Norveçlilerin torunlarıydı. Kızılderililerle karışmışlar, maÄŸaralarda yaÅŸamaya, hayvan postundan yapılmış elbiseler giymeye baÅŸlamışlardı.
Corte Real’in yolculuÄŸu sayesinde Portekizliler Kuzey Amerika’ya ilk çıkışlarını gerçekleÅŸtirmiÅŸ oluyorlardı. Aslında böylesine mükemmel, yorulmak bilmez denizciler için gecikmiÅŸ bir baÅŸarıydı bu. Yıllar boyunca Atlantik’in her tarafında dolaÅŸmışlardı. 1432’de Azor Adaları’nı, 1488’de ise Hint adalarına giden ve 10 yıl sonra Vasco da Gama tarafından aşılacak olan uygun bir deniz yolu keÅŸfetmiÅŸlerdi. 1500 yılında, Hint adalarına giderken, Pedro Alvarez Cabral tesadüfen Brezilya’yı keÅŸfetti, aynı yıl içinde Fernandes the Lavrador (Toprak sahibi Fernandes) Grönland’ı yeniden keÅŸfetti.
Ancak Portekizli yazarlar rakip ulusların özellikle Ä°spanyolların tecavüzünden kurtulabilmek için Lizbon Mahkemesi’nin keÅŸifleri gizli tuttuÄŸunu ifade etmekte, hatta kendi denizcilerinin Amerika’ya Kolomb’dan önce ulaÅŸtıklarını iddia etmektedirler. Buna kanıt olarak da Gaspar Corte Real’in babası Joao Vaz Corte Real tarafından 1472 yılında “Morina Ülkesi”ne ya da Newfoundland’e yapılan yolculukta, Lavrador’un 1492 Nisan’ında Atlantik’te 3 yıl sürecek bir yolculuÄŸa çıktığı ve bu yolculukta Kolomb’u birkaç gün arayla alt ettiÄŸi ÅŸeklindeki iddiasını göstermektedirler. Ancak bu yolculuk hakkında kesin olan bir ÅŸey varsa o da Lavrador’un Grönland’a ulaÅŸtığıdır.
Portekizli Kral II. John’un endiÅŸe verici gizlilik tutkusu öyle bir noktaya ulaÅŸmıştı ki gemilerinin tasarımıyla ilgili olarak konuÅŸulmasını bile yasakladı. Takipçisi Åžanslı Manuel de bu adeti sürdürdü. Cabal’in yolculuÄŸuyla ilgili haritayı ülke dışına gönderen herkesi ölümle cezalandırdı.
Portekizli tarihçi Dr. Antonio Baiao “Azor Adaları’nın ötesinde baÅŸka adaların varlığının Portekiz’de bilindiÄŸini, en azından tahmin edildiÄŸini ve Kolomb’un bu belirtilerin sonunda denize açıldığını” ifade etmektedir. Kanarya Adaları’ndan ayrıldıktan 33 gün sonra Eylül-Ekim 1492’te Yeni Dünya’ya ulaÅŸarak baÅŸarı kazanan Kolomb olmuÅŸtur,
Ä°ÅŸin garibi Amerika kıtasına adını veren Floransalı Amerigo Vespucci keÅŸif yapmamıştır. Ününü, onun Amerika’ya Kolomb’dan önce ulaÅŸtığını yalandan iddia eden bir dahiye borçludur. Amerigo Brezilya kıyılarını araÅŸtırmak üzere yola çıkan Portekiz gemisinde gemici olarak görev yapmıştır, bu yolculuÄŸunu anlattığı Mundus Novus adlı yapıtıyla geniÅŸ bir okuyucu kitlesine seslenmiÅŸtir. Amerigo’nun yiÄŸitliklerinden çok etkilenen Alman haritacı Martin Waldseemüller 1507 yılında çizilen Yeni Dünya Haritası’na Amerika ismini ilâve etmiÅŸtir. Kıta da o günden bugüne Amerika Kıtası olarak bilinmektedir
Ortaya çıkarılacak yeni kanıtlar, Yeni Dünya ve diÄŸer uygarlıklar arasındaki iliÅŸkilerin doÄŸruluÄŸuna ışık tutabilir. Ancak su götürmez bir gerçek de ÅŸudur: Hiçbir kıta Amerika kadar çok keÅŸfedilmemiÅŸtir ve ÅŸu an için hiçbir arkeolojik bulgu Vikingler dışında baÅŸka bir ulusun Amerika kıtasını ilk keÅŸfettiÄŸini kanıtlayacak kadar güçlü deÄŸildir. “Amerika kıtasını kim keÅŸfetti” sorusu daha uzun yıllar tartışmalara konu olacaktır.
SERENTÄ°
Henüz yorum yapılmamış.