Sosyal Medya

Mustafa İslamoğlu: İslamcılık hayatımdaki en büyük hayal kırıklığıdır

Kaynak: Ocak Medya



Din baÅŸka, din kültürü baÅŸka

Veysi Dündar (VD): Mustafa Ä°slâmoÄŸlu denilince Kur’an eksenli tartışmaları hatırlıyoruz, bu tartışmalara bakınca bir de karşı taraf var. Siz Kur’an diyorsunuz, karşı taraf denilince kimlerdir bunlar?

Mustafa Ä°slâmoÄŸlu (MÄ°): Evet biz Kur’an diyoruz, zira bizim Kur’an dememizi mensubu olduÄŸumuz Ä°slam söylüyor. Ä°slam bir dindir ve Ä°slam’ın sahibi Allah’tır. Sahip ben deÄŸilim. Müslüman deÄŸil. Müslümanlar deÄŸil. Müslümanlar Ä°slam’ın talibidir, sahibi deÄŸil. Bir dinin sahibi o dinin müntesipleri ise o din kültür dinidir. O din, insan yapısı dindir. Åžu andaki Hristiyanlık böyledir. Zaten Ä°sa’nın mesajı böyle saptırılmıştır. Yahudilerin dini böyle bir dindir. Çünkü YahudiliÄŸi Yahudiler, Hristiyanlığı Hristiyanlar inÅŸa etmiÅŸtir. Fakat Ä°slam’ı Müslümanlar inÅŸa etmemiÅŸtir. Allah inÅŸa etmiÅŸtir.VD: Müslümanların din adına inÅŸa ettiÄŸi ÅŸey nedir bu durumda?

MÄ°: Müslümanların inÅŸa ettiÄŸi bir ÅŸey var; Ä°slam kültürü. EÄŸer bunu din olarak kabul eder, bunu dinin içine katarsanız Hristiyanların da Yahudilerin de başına gelen sizin de başınıza gelir. Ve Hristiyanlığa, YahudiliÄŸe çevirmiÅŸ olursunuz Ä°slam’ı… Onun için Ä°slam Kur’an’dır. Zira Allah tamamlamıştır dinini. Maide suresinin 3. ayeti açıkça “size dininizi eksiksiz tamamladım” der. Tamamlanmış olan ilave kabul etmez. Onun için bu Allah’ın dinidir. Bu dinin kaynağı vahiydir. Peygamber bu dini vahiyden öÄŸrenmiÅŸtir. Bu vahiy inmezden önce Peygamber kitap nedir, iman nedir bilmezdi. Åžûra suresinin 52. ayeti açıkça bunun delilidir. Ve bu dinin müntesiplerinin ürettiÄŸi kültür ‘din’ deÄŸil, din kültürüdür.

VD: Dinin aslını kültüre tahvil edenler dine ne kadar zarar verdiklerini biliyorlar mı sizce ? Ve öteki dedikleriniz kimlerdir?

MÄ°: Din kültürü beÅŸeridir. Din kültürü ile din arasındaki fark; Allah ile toplum arasındaki, insan arasındaki fark kadardır. Onun için Mustafa Ä°slâmoÄŸlu’nun baÅŸka bir ÅŸey deme ÅŸansı yok olur. Onun için biz öyle diyoruz.

Peki, ötekiler kimler? DoÄŸrusu ben ötekiler ile ilgilenmiyorum. Ama ötekiler benimle çok ilgileniyorlar. Sorun da burada inandığım ÅŸeylerin gerçekten kaynağına uygun olup olmadığı ile ilgileniyorum. Yani aynı zamanda ihtisas alanım bu, ömrümü dinî ilimleri tahsile verdim. ÇocukluÄŸum da dahil, bu uÄŸurda ömürlük mesai sarf ettim. Ve bugün de bildiÄŸim alanda konuÅŸuyorum. BildiÄŸimi zannettiÄŸim alan da budur. Dolayısıyla ben bildiÄŸim alanda konuÅŸurken; bu alanda mesai sarf etmemiÅŸ, bu alanda dirsek çürütmemiÅŸ, bu alana ömrünü vakfetmemiÅŸ insanların kalkıp da din hakkında ahkam kesmeleri, bir kasabın elinde kasap bıçağı ile ameliyathaneye dalıp cerraha doktorluk öÄŸretmesine benziyor. Bunu kabul etmemi kimse beklemesin. Bunu yalnızca Mustafa Ä°slâmoÄŸlu olduÄŸum için söylemiyorum, aynı zamanda bir mümin olduÄŸum için de söylüyorum. Zira inandığım deÄŸerler böyle satışı yapılacak bir mal deÄŸil! Ä°man etmek, inandığınız deÄŸerlere güvenmektir. Ben itikadı olan deÄŸil, imanı olan bir insanım ve bu iman için çok ter döktüm. Ä°tikadımı güvenilir bir imana çevirmemde en büyük rol Kur’an’a aiittir. Evet Kur’an bu dinin kaynağıdır ve din Kur’an’dır. Kur’an’ın üzerine ilave edilmiÅŸ her ÅŸeyi Allah Resulü daha o günden bidat olarak belirlemiÅŸtir. Benim bugün uydurulmuÅŸ din dediÄŸim ÅŸeyi, Peygamber tespit etmiÅŸ ve Peygamber lanetlemiÅŸtir. UydurulmuÅŸ dine karşı ilk uyaran Peygamber’in kendisidir. “Her bidat sapıklıktır, dalalettir. Her sapıklık ateÅŸtedir” diyen odur. Bidat, çatal-kaşıkla yemek, pipetle içmek deÄŸildir. Bidat, dinde olmayan bir ÅŸeyi dine ilave etmektir. Dinde neyin olup olmadığını belirleme tekeli, dinin sahibi olan Allah’a aittir.

VD: Eyvallah. Zaten o baÅŸlı başına bir konu. Uzun yıllar Akabe Vakfı’nda verdiÄŸiniz tefsir dersi ile tanıdık sizi. Geriye dönüp baktığınızda emeklerinizin karşılığını gördüÄŸünüzü düÅŸünüyor musunuz?

MÄ°: EmeÄŸinizi harcarken eÄŸer baÅŸlangıçta kendinize bir karşılık takdir etmiÅŸ ve bu emeÄŸi harcayıp bunun karşılığında da, “ÅŸunu alayım” diye yola çıkmışsanız iÅŸ deÄŸiÅŸir. Ben öyle çıkmadım. Bendeniz bu emeÄŸi verirken “inandığım deÄŸerler” beni mutlu etti, kiÅŸilik sahibi kıldı, aklımı “eleÅŸtirel bir akıl” kıldı, irademi pasifken aktif bir iradeye dönüÅŸtürdü, vicdanımın üstündeki perdeyi yırttı ve vicdanımı aktif ve aktüel hale getirdi, bana deÄŸer kattı, beni kalitelendirdi, beni daha iyi bir insan etti… O halde bana bütün bunları katan bu güzellikten baÅŸkalarının da haberi olmalı diye söyledim, bugüne kadarki dersleri verdim. 16 yıl tefsir dersi, ilaveten 5 yıl Esma-i Hüsna dersi verdim. Aralıksız 21 yıllık bir mesai… Åžimdi de Siretü’l-Kur’an dersleri veriyorum ve bütün bunları bilabedel yaptım, kuruÅŸ almadım. Ben ki öyle gür gür geliri olan bir insan da deÄŸilim. Sadece kitaplarımın telifi ile geçinen bir insanım. Bu anlamda ben iyilik gördüÄŸüm, iyi olduÄŸuna bizzat hayatım ile ÅŸahitlik yaptığım bir deÄŸerler dizgesini daha baÅŸka insanlara, onu arayan insanlara ulaÅŸtırmak için bir köprü görevi görmeye çalıştım. Yaptığım ÅŸey sadece buydu. Bunun karşılığında verdiÄŸim ÅŸeylerden istifade edenler olmuÅŸ, etmeyenler olmuÅŸ. VerdiÄŸim ÅŸeyler yerini bulmuÅŸ, bazen de bulmamış; öÄŸrenciler öÄŸrenmiÅŸler ya da öÄŸrenmemiÅŸler. ÖÄŸrenenlerden bir kısmı öÄŸrendikleriyle hayatlarını donatmışlar bir kısmı donatmamışlar. Hatta öÄŸrendiklerinin tersini yapmış, aksini yapmışlar. Buna takılmadım. Bu aslında insanoÄŸlunun doÄŸasında var.

VD: Garip bir durum… Üzüldünüz mü bu duruma ?

MÄ°: Bunu da garip karşılamadım doÄŸrusu. Üzülmedim mi? Tabii ki üzüldüm. Yıpranmadım mı? Tabii ki yıprandım. Sükût-ı hayale uÄŸramadım mı? Tabii ki uÄŸradım. Ama artık aynı ÅŸeylerden dolayı hayal kırıklığına uÄŸrayacağımı sanmıyorum. Çünkü bu gibi ÅŸeylerde hayal kurmayı bıraktım. BaÅŸka hayaller kuruyorum.

 

Ne kadar Kürt sorunu varsa…

VD: “Kürt Sorununa Ä°slami Çözüm” konulu konuÅŸmanızdan dolayı soruÅŸturma açılmıştı. Ä°slami çözümler noktasında aynı mı düÅŸünüyorsunuz?

MÄ°: O gün ne düÅŸünüyorsam üç aÅŸağı beÅŸ yukarı bugün de temelde aynı ÅŸeyleri düÅŸünüyorum. “O gün” dediÄŸim 1993. 1993 ile 2019 arasında ne kadar zaman geçmiÅŸ? Dolu dolu 25 yıl. 25 yıl sonra aynen diyorum ki; “eÄŸer ortada bir Kürt sorunu varsa, orada bir Türk sorunu vardır.”

VD: KatettiÄŸimiz bir mesafe de yok sanki, dediÄŸiniz gibi…

MÄ°: GeldiÄŸimiz yer ortada. O gün söylediklerime internetten de ulaşılabilir. Mazlum-Der forumunda yaptığım o sunum aynı zamanda ceza almış bir sunumdu. Bu sunumdan dolayı 1 buçuk yıl mahkûmiyet aldım ve yattım. O gün onları söylemek, ipi boynunuza geçirmekle eÅŸ deÄŸerdi, zaten kısmen de yaÅŸadım. Ama bugün onları söylemenin hiçbir riski yok. Gel gör ki, o gün o uyarılara kulak verilseydi, yani akl-ı selim yaklaşım galip gelseydi, bugün yaÅŸadığımız birçok ÅŸeyi yaÅŸamazdık diye düÅŸünüyorum. Bazı sorunlar var ki, tali sorunların ana adresidir. Ana sorunlardan bir tanesini çözdüÄŸünüzde, ondan kaynaklanan tali sorunlardan 10, 20, 30 tanesi kendiliÄŸinden çözülmüÅŸ olur. Kürt sorunu böyle bir sorun. Ve bir sorunu kış uykusuna yatırmak o sorunu çözmek deÄŸil, yaÅŸatmaktır. Bu benim zoruma gidiyor.

VD: Bu sorun neden zorunuza gidiyor? Problemi “Yabancı El Sendromu”na benzetmiÅŸtiniz sohbetimizde...

MÄ°: Åžundan: DüÅŸünün bin küsur yıldan beri birlikte olduÄŸunuz, birlikte yaÅŸadığınız, etle tırnak kadar birbiriyle kaynattığınız bir toplumu öyle bir bölüyorsunuz, öyle bir parçalıyorsunuz ki, birbirinin hısımı olan iki parça birbirinin hasmı olup çıkmış! Ben bunu tıpta tanısı konulmuÅŸ bir problem, saÄŸ ve sol beyin loblarının baÄŸlantısının kopmasından mütevellit bir hastalık olan “yabancı el sendromu”na benzetiyorum. Yabancı el sendromunu aklımın erdiÄŸi kadarıyla ÅŸöyle açabilirim: insanın kendi eli insanın kendisine düÅŸman kesiliyor. Bir eliniz ile kapıyı örterken öbür eliniz ona mâni oluyor. Hatta ve hatta literatüre geçmiÅŸ bir olay var, kendi eli tarafından boÄŸulmaktan bir kadın son anda kurtarıldı. Bu ülkede yaÅŸadığımız ÅŸey aynen bu. Ä°nsan kendi eli ile kendi kendini boÄŸar mı? AÄŸzınıza bir eliniz lokmayı götürürken öbür eliniz ona mâni olur mu? Bir eliniz kapıyı açmaya çalışırken öbür eliniz kapıyı açmaya çalışan elinize zincir olur mu? Olur! Ä°ÅŸte böyle olur. Bu bir yabancı el sendromudur. Onun için bu sendromdan kurtulmadığımız sürece de vücut bütünlüÄŸü, toplum bütünlüÄŸümüzü oluÅŸturamayacağız.

VD: Çözüm olarak neyi tavsiye ediyorsunuz?

MÄ°: Çözüm olarak birinin diÄŸerine abilik yapmasını falan deÄŸil, insanlığa dönmeyi tavsiye ediyorum. Ä°nsan olarak kabul edelim. Dahası, farklılığı bir zenginlik olarak algılayalım. Daha da önemlisi, farklılıklarımızı zenginliÄŸe dönüÅŸtürecek bir olgunluk kazanalım. Yani insaniyete dönelim, insanlık ortak paydası yetsin bize. Yani farklılığı bir bela olarak algılamayalım, bir zenginlik olarak algılayalım. Bunlar algıda yapmamız gerekenler. Çünkü algıda, tasavvurda deÄŸiÅŸiklik yapmadan olguda, fiiliyatta deÄŸiÅŸiklik yapamıyorsunuz. Çünkü insan eylemleri ve söylemleri insanın düÅŸünce tarzına, algısına baÄŸlıdır. Algı eylemin ana rahmidir.

VD: Algı deÄŸiÅŸirse muhabbet kavileÅŸir mi?

MÄ°: Aynen öyle, algıyı deÄŸiÅŸtirmeden sonuçları deÄŸiÅŸtirmek mümkün deÄŸil. Hiçbir ÅŸey sonuçtan deÄŸiÅŸmez. Sebep-sonuç iliÅŸkisi Allah’ın yasasıdır. Sebepleri deÄŸiÅŸtirmediÄŸiniz sürece sonuçlar deÄŸiÅŸmez.

VD: Peki buraya getiren sebepler ne?

MÄ°: Onu tespit etmek lazım, teÅŸhis etmek lazım. Benim zoruma ne gidiyor biliyor musunuz? Amerika BirleÅŸik Devletleri köle olarak getirdiÄŸi ve yüzyıllardır birbirine hasım olan iki ayrı kitleyi bir potada eritip -ki ‘melting pot’ derler buna, ‘ergitme potası’ anlamına gelir- sonunda barış içinde birlikte yaÅŸayan bir toplum çıkarabildiler. Üç aÅŸağı beÅŸ yukarı 250 yıllık bir hikâye bu. Ama siz bin yıllık ve zaten böyle bir sorunu olmayan bir kitlenin iki yarısını birbirine düÅŸman edebiliyorsunuz! Eski mezarlıklarda aynı mezara defnedilmiÅŸ TürkoÄŸlu, KürdoÄŸlu, AraboÄŸlu soy isimli çok insan bulursunuz. Dedeler için sorun olmayan torunlar için nasıl soruna dönüÅŸtü? Bu sorunun peÅŸine düÅŸmek lazım? Adama dönüp “nasıl becerdiniz?” demek lazım; çok emek sarf etmiÅŸ olmalısınız, bunu yapmak için çok büyük çaba harcamış olmalısınız…

VD: Ama bu coÄŸrafya da buna çok müsait, dikkat edin bütün Ä°slam ülkelerinde karmaÅŸa, kan, gözyaşı var…

MÄ°: Maalesef doÄŸru söylüyorsunuz. Bu coÄŸrafya buna müsait. Niye müsait bu coÄŸrafya? Zira bu coÄŸrafyada müzakere kültürü yok.

VD: Niye müzakere kültürü yok?

MÄ°: Bu coÄŸrafya birbirinin arkasından konuÅŸur. Bu coÄŸrafyanın tamamının millî sporudur gıybet, dedikodu, iftira, yalan… Neden müzakere kültürü yok? Çünkü müzakere bir masada oturmayı, karşılıklı bir araya gelmeyi gerektirir. Peki niye bir masada oturup da karşılıklı müzakere etmek istemezler? Zira sonunda imza vardır. Ä°mza ‘söz’ demektir. Bu coÄŸrafya söz vermeyi sevmez. Çünkü bu coÄŸrafya bir konuda söz vermiÅŸtir; sözünü tutmama konusunda…

VD: Bu soru biraz uzun ÅŸöyle diyelim. Akabe Vakfı’nda verdiÄŸiniz bir hutbede Türkiye barış için belki hiç bu kadar umutlanmamıştı, barışa tümüyle girin, bütünüyle girin. Parça parça, peyderpey girmeyin. Zira barış öyle bir ÅŸey ki eÄŸer tümüne talip deÄŸilseniz, bir parçanızı barışın dışarısında bırakırsınız, bu hastalık gelir sizi bulur. Barış zaferdir, gerçek zaferdir. Barışın galibi maÄŸlup, maÄŸlubu ise bence galiptir. Dolayısıyla kazanmak isteyen öncelikle barışa koÅŸsun, ilk defa barışa o yanaÅŸsın. Ä°lk defa barış diyen, koÅŸan ve yanaÅŸan taraf kazanan taraftır. Galibiyet, gerçek galibiyet insanın hürmetine, ihtiramına, kerametine, deÄŸerine saygı göstermektir. Çünkü insanı Allah yaratmıştır ve Allah’ın var ettiÄŸini var tutmak insana düÅŸen mukaddes bir görevdir, demiÅŸtiniz. Maalesef bu sürecin kıymeti bilinmedi, malumunuz çözüm süreci… Åžu anki atmosferde barışa bir adım yaklaÅŸmak için neler tavsiye edersiniz?

MÄ°: Åžimdi ÅŸunu söyleyeyim; bizim barış için dışarıdan herhangi bir çözüm ithal etmeye ihtiyacımızın olmadığını düÅŸünüyorum. Neden? Zira inandığımız deÄŸerlerin adı “barış”tır, biz barışa iman ettik. Ä°slam silm kökünden türetilir. Silm barış demektir. EÄŸer yeni dille söylersek, Ä°slam aslında Allah’ın küresel barış projesidir. Peki Müslüman olduÄŸunu iddia eden bizler neden barış adası haline getirmemiz gereken dünyayı savaÅŸ arenasına çevirdik? DeÄŸil bizim gibi inanmayana, bizim gibi inanan ama farklı olana dahi cehennem kesildik? Kendi ülkelerimizi neden göller bölgesinde bir barış adası yapmak dururken savaÅŸ ve vahÅŸet arenasına çevirdik? Bu coÄŸrafyada herkesin herkese istediÄŸini yapması serbesttir. Günü ilan edilse, o gün, insanlığın ÅŸahit olduÄŸu en kanlı katliamın, en acımasız vahÅŸetin, en ÅŸirret tecavüz ve taÅŸkınlığın günü olarak tarihe geçerdi. Zira bu coÄŸrafyada kiÅŸilik hiçbir ÅŸey, kimlik her ÅŸeydir. KiÅŸiliksizlik açığı eÄŸreti kimliklerle kapatılır.

VD: Aslında bunu sorgulamalı, bu yeni bir ÅŸey deÄŸil ki…

MÄ°: Ä°lginç olan ÅŸu: bu coÄŸrafyada Kur’an’ın yıkmaya çalıştığı cahiliye kültürü metastaz yaptı. Bu metastaz cahiliye kültürü, Truva atları olarak geri döndü. Kendisini yıkan Kur’an’ı baypas etti ve kendisine sahte kılıflar geçirerek ve Truva atları edinerek inancımızın içine yuva kurdu. Cahiliyenin psiko-patolojik tavırlarından biri de her ÅŸeyi uçta yaÅŸamaktır. Makul olamamaktır. Övgüler de uçta, sövgüler de uçta. Sevgiler de uçta, yergiler de uçta. SevdiÄŸini bu topraklar ilahlaÅŸtırır, putlaÅŸtırır, tapar. YerdiÄŸini bu topraklar ÅŸeytanlaÅŸtırır, ötekileÅŸtirir, yakar ve yıkar. Bu topraklar cahiliyeye “Ä°slam” kılıfı geçirerek hortlattı. EleÅŸtirel aklı gömdüÄŸü için de tevbe, istiÄŸfar yapamıyor. ÖzeleÅŸtiri yapamadığı için sürekli günah keçisi arıyor, bulamazsa içinden birilerini çıkarıp parmağını ona doÄŸrultuyor. Nasıl olsa parmağın doÄŸrultulduÄŸu her ÅŸeye sorgusuz sualsiz saldıracak sürüler her zaman ve her yerde hazır ve emre nazır bekliyor. Linç kültürü bu coÄŸrafyanın uydurulmuÅŸ dininin içine kaçmış bir canavar.

Din güç elde etme aracı olursa…

VD: Tam da bu noktada size soracağım soru sizinle ilgili. Size yönelik bir linç ve tepkisellik söz konusu. Bunun nedenlerinin ne olduÄŸunu düÅŸünüyorsunuz? Buna karşı hayat tarzınızda ne gibi deÄŸiÅŸiklikler oldu? Yani yalnızlaÅŸma sürecinizi, Ä°slamcılıkla iliÅŸkinizi sorsam?

MÄ°: Ä°slamcılık, özellikle siyasal Ä°slamcılık ikiye ayrılıyor: Kültürel Ä°slamcılık, siyasal Ä°slamcılık… Akif’in Ä°slamcılığını kültürel Ä°slamcılık bölümünde deÄŸerlendiriyorum. Ama siyasal Ä°slamcılık benim için ömrümün en büyük hayal kırıklığıdır ve kendimi de sorumlu hissediyorum. Yani siyasal Ä°slamcılığın bugünlere gelmesinde alâ kaderi’l-imkân pay sahibi olduÄŸum için de Allah’tan af diliyorum. Paradoks olacak ama, bu süreçte kendi payıma çok ÅŸey öÄŸrendim. Bir yalanla ömür boyu yaÅŸamak da vardı kaderde. Ama ÅŸükür takke düÅŸtü kel göründü. Bu da bir ÅŸey.

VD: Affınıza sığınarak ben de bir ÅŸey söyleyeceÄŸim, acizane 2017’de yazdığım makalede de (Kaybeden Siyasal Ä°slam mı, Ä°slamcı Ä°ktidarlar mı?) belirtmiÅŸtim. Herhalde bir asır daha Ä°slami bir iktidar göremeyeceÄŸiz diye düÅŸünüyorum bu uygulamalardan sonra…

MÄ°: Umarım hiç göremeyiz. Çünkü din güç elde etme manivelası ve aracı olmamalı. Din dindir. Dine yaslanıp güç elde eden, dini güce meze yapıyor demektir. Dinin amacı bu deÄŸildir. Dinin amacı insana yardımcı olmak, vahyin amacı akla yardımcı olmak, ibadetlerin amacı ahlaka yardımcı olmaktır. Anlatabiliyor muyum?

VD: Bu durumda yani devletin laiklik sistemini mi destekliyorsunuz?

MÄ°: Onu demedim. Daha iyi, daha iyi sistemler bulunabilir. Sistemler kutsal deÄŸildir. Hiçbir devlet idare yöntemi kutsanamaz. Amaç her türlü farklılıklarına raÄŸmen insanların barış ve huzur içinde insanca birlikte yaÅŸaması olmalıdır.

VD: Yani din ile idareyi karıştırmayacağız.

MÄ°: Demokrasi de dahil ama dinin siyasete alet edilmesi dinin güç devÅŸirmek için payanda olarak kullanılmasından her zaman zarar gören tek taraf vardır; o da dinin kendisidir. Çünkü sonuçta bütün bu yönetme mekanizmaları için iÅŸlenen haksızlıklar, zulümler, hatalar, günahlar, haramlar, hak yemeler, hukuk çiÄŸnemeler, linçler… bütün bunların faturası dine çıkarılacaktır. Dine bundan daha büyük kötülük yapılamaz. Onun için de Ä°slam devleti deÄŸil insan devleti diyorum.

VD: Peki, burada ÅŸöyle bir soru zuhur etti: Kur’an’ın devlet öngörüsü var mıdır?

MÄ°: Kur’an esasen herhangi bir devlet yönetim biçimiyle ilgilenmez. Kur’an’ın kutsal bir devlet yönetim biçimi önerisi yoktur. Kur’an, devlet yönetmenin ilkeleri ile ilgilenir ve bunu koyar. Kur’an’da gördüÄŸüm beÅŸ tane devlet yönetme ilkesi vardır.

VD: Nedir bu ilkeler..?

MÄ°: Birincisi hakikattir. Yalanla iman bir arada olmaz. YönettiÄŸiniz tebaaya yalan söylemeyeceksiniz. Hiçbir ÅŸey adına, Allah rızası için yalanı hiç söylemeyeceksiniz. Allah rızası için yalan söylemek yalanı Allah ilan etmektir. Åžirktir. Allah, Peygamber, din iman ile aldatmama da bu ilkeye girer. Ä°kincisi adalet. Allah adaleti emreder. Allah’ın emridir ‘Ä°nnallahe ye’muru bi’l-adli’. Hutbelerde Ömer bin Abdülaziz’in ehl-i beyte küfür yerine okuduÄŸu ayet budur. Devlet yönetmenin üçüncü ilkesi merhamet. Devleti baba gibi deÄŸil, ana gibi yöneteceksiniz. Bu ikisi arasındaki fark; biri sopayla, korkutarak, höt-zötle yönetir devleti. Babavari yönetim, güç yöntemidir. Bir de anavari yönetim var. O ÅŸefkat yöntemidir, merhamet yöntemidir.

VD: Onun için Tanrı tasavvuru algısı dünya tarihinde hep güç üzerinden tanımlanmış.

MÄ°: Onun için baÅŸ tanrılar pagan dinlerinde erkektir. Zeus erkektir, Horus erkektir, Anu erkektir, Åživa erkektir, Apollon erkektir. BaÅŸ tanrılar hep erkektir. Çünkü hep gücü öncelerler. Onun içindir ki, Kur’an, bu erkek merkezli putçuluÄŸu yıkmak için Allah’ın tabiri caizse kartvizitine onlarca isim arasından iki ismini seçmiÅŸtir: Er-Rahman, Er-Rahim: Bismillahirrahmanirrahim, Allah’ı rahmet sıfatlarını öne çıkararak tanıtmaktadır. Dördüncü ilke Liyakat ve ehliyettir. Belki yönetim meselesinde bu beÅŸ ilkeden bir numaraya ehliyeti getirmek lazım. Ehliyet yoksa ne vardır? Torpil vardır. Adam kayırma vardır. Kabilecilik vardır. Tam cahiliye yönetim biçiminin mantığıdır iÅŸte, kabilecilik. Bugün de farklı kabilecilik biçimleri var: Dinsel, ırksal, ideolojik, ulusal kültürel kabilecilikler… Ehliyet ve liyakat Kur’an’ın devlet yönetiminde koyduÄŸu en önemli ilkelerden biridir. Kur’ani emir ÅŸu: “Allah size emaneti -emanet dediÄŸi burada yönetim- ehline vermenizi emreder.” BeÅŸinci ilke ise meÅŸveret. Kur’an’ın devlet yönetimi için öngördüÄŸü ilkelerden biridir; “Ve emruhum ÅŸûrâ beynehum: Devlet iÅŸleri, yönetim iÅŸleri onların aralarında kurumsal istiÅŸare iledir.” Kurumsal istiÅŸare. Çünkü ÅŸûrâ isimdir. Kurumsal istiÅŸare anlamına gelir. Yine ayrıca Âl-i Ä°mran suresinde istiÅŸareyi peygamberimize doÄŸrudan fiil olarak emreden bir ayet vardır. O da Uhud Savaşı’nın arkasına inmiÅŸtir. Çünkü Allah Resulü, “Uhud Savaşı’nı bir meydan savaşı olarak mı yapalım? Yoksa savunma savaşı olarak mı yapalım?” diye istiÅŸare etmiÅŸ ve kendisi savunma savaşı yanlısı olduÄŸu halde savaÅŸ konseyinde ağırlık meydan savaşı yapalım ÅŸeklinde olunca istiÅŸareye riayet etmiÅŸ, dışarıda meydan savaşını kabul etmiÅŸtir. Ve savaÅŸ konseyinde olan ve dışarıda meydan savaşını savunanlar ilk kaçanlar olmuÅŸlardır Uhud’da!

VD: Eyvallah. Burada…

MÄ°: Dolayısıyla yani onların arkasından nazil olan ayette “yine de onlarla istiÅŸareye devam et” emri vardır.

VD: Kurumsal istiÅŸarenin arkasında duracağım. Yani sadece kendi aranızda mı istiÅŸare edin?

MÄ°: Hayır. Yani yönettiÄŸiniz kitlenin aklını yönetime katın. Yani yönettiÄŸiniz kitleyi beraberce yönetin orada. Bu, gücü ve riski dağıtmaktır. Ä°nsanlığın tecrübesi de bunu teyit eder.

VD: Yani kendi kendinize yapmayın. Tümü…

MÄ°: Aynen öyle. YönettiÄŸiniz ne kadar insan varsa onların rızasını alın, ortak aklı harekete geçirin. Birlikte yönetin. Yönetim iÅŸini paylaşın, bölüÅŸün demektir bu.

VD: Dolayısıyla kararlar beraber alındığında böyle bir kavga da olmayacak.

MÄ°: Aynen.

SekülerleÅŸen dini gruplar
VD: Türkiye’de dinî grupların sekülerleÅŸmesi hakkında ne düÅŸünüyorsunuz?

MÄ°: Türkiye’de dinî kurumlar, gruplar sekülerleÅŸti. Önce sekülerleÅŸmenin tanımını bir yapmak lazım. Nedir sekülerleÅŸme? Aslında kelimenin etimolojisi ‘dünyevileÅŸme’dir. Dinî grupların dünyevileÅŸtiÄŸini görmek için dahi olmaya gerek var mı? Türkiye’de dinî grup kalmadı. Türkiye’de dinî grup dediÄŸiniz grupların hemen hepsi bir menfaat grubuna dönüÅŸtü, bir çıkar grubuna, bir çıkar çevresine dönüÅŸtü. Bunlara dinî grup demek ne kadar doÄŸru, o ayrı bir mesele. Evet, dinî grupsa uydurulmuÅŸ dinî grup. UydurulmuÅŸ dine mensup dinî grup demek daha doÄŸru. Zira Ä°slam yani Allah’ın, kitabıyla, vahiyle gönderdiÄŸi Ä°slam böyle bir yapılanmaya izin vermiyor. Böyle bir yapılanmaya Allah Resulü izin vermedi. Bakınız, kendi yerine herhangi bir vekil tayin etmeden vefat etmiÅŸtir. Neden? Herhangi bir dinî grup diÄŸer dinî grupların üzerine tahakküm etmesinler diye. Kur’an ilk muhataplarına “Peygambere ‘çobanımız’ demeyin” diyor. Burada Nebi’ye “Sen çoban deÄŸilsin, arkandakiler de sürü deÄŸil” demek istiyor. Yine “Firavun toplumunu ahmaklaÅŸtırdı” diyor. Bu Kur’an’ın yönetilenleri sürüleÅŸtiren cahili yönetim tarzlarına karşı devrimidir. Kur’an’a yapılan karşıdevrim ile bu tam tersine çevrildi. O gün bu gündür Ä°slam adına yönettiÄŸi iddiasında olanlar yönettikleri kitleleri sürüleÅŸtirmek için birbiriyle yarışmıştır. Bu coÄŸrafyada yönetme pratiÄŸi budur. Rejimin veya yönetenin adları farklı farklı olabilir, fakat sürüleÅŸtirme hiç deÄŸiÅŸmez. BaÅŸa dönecek olursak: Allah Rasulü istese yönetimini kurumsal bir devlet kimliÄŸine büründüremez miydi? Ama yapmadı.

Ä°stese o kurumsalların içinde oturduÄŸu binalar hem de çok kalıcı binalar yaptıramaz mıydı Yaptırırdı. Gücü mü yoktu? Parası mı yoktu? Ä°radesi mi yoktu? Nesi yoktu yani? Zaafı mı vardı? Hayır. Alakası yok. Ama Allah Resulü geriye bir güç unsuru deÄŸil, bir deÄŸer unsuru, bir deÄŸerler dini bırakmıştır, “dînen kıyemen”, Kur’an’ın ifade ettiÄŸi gibi. “DeÄŸerler dini” ifadesi Kur’an’a aittir, bana ait deÄŸil. Dolayısıyla bu anlamda Allah Resulü’nün uygulaması ortada. Yani yaygın ismiyle sünneti, örnekliÄŸi ortada. Peki bugün Türkiye’deki dinî gruplar neyin peÅŸinde? Yani gerçekten de dinî gruplar…

VD: Din için mi? Yoksa kendileri için mi?

MÄ°: Din için mi? Bunu içi rahat rahat söyleyen var mı burada? Ben bunun böyle olmadığını en acı biçimde gözlemleyen biriyim. Görüyorum çünkü. Umurlarında deÄŸil. Çünkü eÄŸer öyle olsaydı, dini bir paravan ve payanda olarak kullanıp dini dünyaya ulaÅŸan bir köprüye dönüÅŸtürmezlerdi! Bu mesele belki de bir toplumsal dönüÅŸümde geçmemiz gereken bir engeldir.

Ama ben bunun sonucunda iki ihtimal görüyorum: Bir, ya din dediÄŸiniz iÅŸte böyle bir ÅŸeydir deyip dine tamamen mesafe koyanlar… Ä°ÅŸte deist, ateist, nihilist bir nesil yetiÅŸtirirsiniz. Ki onların gösterdikleri örnekler dinlerinden yırtıp dünyalarına yamayan, güce tapıp adını Allah koyan, “Kızım Fatıma kendini Allah’ın elinden kendi amellerinle satın al, vallahi seni yarın kurtaramam!” diyen bir peygamberi unutturup, onun yerine uydurduÄŸunuz rivayetlerden bir sahte peygamber imajı geçirip, ‘iÅŸte peygamber budur’ diyerek ortaya bir sahte din çıkarırsınız, uydurulmuÅŸ din çıkarırsınız, netice böyle olur. Ya da bütün bu olan bitenden ders alırsınız ve Allah’ın tanımladığı ve sahibi olduÄŸu ve Peygamberi aracılığıyla gönderdiÄŸi vahiydeki Ä°slam’a razı olursunuz.
O zaman çok acil ihtiyaç olan bir ÅŸeyi daha yapmış olursunuz: Tıkanan aklın, iradenin, düÅŸüncenin yani insanın önünü açmak. Allah’ın hayatta bize bıraktığı manevra alanları açılır ve biz o manevra alanında aklımızı iÅŸletiriz. Bilimi iÅŸletiriz. Teknolojiyi iÅŸletiriz. KoptuÄŸumuz hayata geri döneriz. KüstüÄŸümüz hayatla barışırız. Ve daha ötede yine Allah’ın bize vahiyle bildirdiÄŸi bu dinin emrettiÄŸi küresel barış projesi için çaba gösteririz. Çalışırız. Didiniriz. Ve “Ä°slam insanlığın deÄŸiÅŸmez deÄŸerlerinin öbür adıdır” iddiamızı ispat ederiz. Bu herkese yarar, sekiz milyara yarar.

Güvenilir olmak, imanlı kalmak

VD: Åžu anki ortamı düÅŸününce bu biraz ütopya gibi geliyor ama… Sizce bunun için kaç asır lazım, böyle bir dönüÅŸüm için? Yanlış mıyım bilmiyorum.

MÄ°: Åžimdi ÅŸöyle, tabii sizin için ütopya olabilir. Ama ben ÅŸahsen ütopya olarak görmüyorum.

VD: Ama belirli bir süreye ihtiyacımız var.

MÄ°: Hiç ÅŸüphesiz. O kesin. Çünkü insan fıtratına güveniyorum. Ä°nsan fıtratı huzuru sever. Ä°nsan fıtratı iyiye meyillidir. Ä°nsan fıtratı doÄŸal olana meyillidir. Ä°nsan fıtratı güzele meyillidir. Ä°nsan fıtratı doÄŸruya meyillidir. Ä°nsan fıtratı adil olana meyillidir. Ä°nsan fıtratı merhamete meyillidir. Dolayısıyla bütün bunlar fıtratla müttefik olduÄŸumuzu gösteriyor. O zaman fıtrat gibi bir müttefikimiz var bu bir. Ä°kincisi insanlık giderek öÄŸreniyor. Yani insanlık artık rüÅŸt çağına erdi. Onun için son nebi geldi. Bu, insanlığın rüÅŸt çağına erdiÄŸinin göstergesidir. Yani Son Nebi’ye kadar rehberlik insandaydı. Son Nebi’den sonra rehberlik ilkelere geçti. Åžu anda rehber ilkelerdir. Çünkü insanlık aklı olgunlaÅŸtı bu anlamda. Ben insanlığın geçmiÅŸten daha iyi olduÄŸu kanaatindeyim, onu söyleyeyim. EÄŸer bir vahÅŸet skalası yapılsın, bu rahatlıkla görülür. Ä°nsanlar içinde yaÅŸadıkları zamanı karalamaktan, bu ucuzculuÄŸu yapmaktan çok hoÅŸlanıyorlar. Bu onları bir nostaljiye götürüyor. ‘Ah nerede o geçmiÅŸ zamanlar. Neydi o zamanlar’… Bu aslında sorumluluktan kaçmanın bir baÅŸka yolu oluyor. Hayır, ben umutluyum. Gerçekten umutluyum. Niye? Yeni nesil sorguluyor. Niçin diye soruyor. Niçin diye sorulan bir yerde umut olmaz mı? Büyükleri kolay yalan söylüyor, arkadan konuÅŸuyor. Daha doÄŸrusu kolay kıvırıyor. Ama yeni nesil çat diye söylüyor. Dolayısıyla daha dürüstler bu anlamda. Ama sorumluluk alma konusunda yeterince ilerlemediler. Zira içinde bulunduÄŸumuz refah, konfor çağında mahrumiyet nimetinden mahrum kaldılar. Hayır, demeyi öÄŸrenemediler. Ama öÄŸrenecekler. Ben iÅŸte onun için umutluyum.

Bir baÅŸka açıdan; bilgiye ulaÅŸmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Artık üç kuruÅŸluk bilgiyi kendi tekeline alıp da onu satarak kendine statü elde etme dönemi bitti. Yani “en-nakkâl ke’l-bakkâl; nakleden bakkal gibidir.” Alır, satar, alır, satar. Yani ‘nakkal’ler allâme pozu kesemeyecek. Niye? EÄŸer bilgi taşıma bir kerametse, bugün google’ın elini öpmek için sıraya dizilmek gerekir. Anlatabiliyor muyum?

VD: Anladım…

MÄ°: Sahtekârlık yapılıyor. Fakat sahtekârlık çabuk fark ediliyor. Onun için de ben bu geliÅŸmeleri eÄŸer doÄŸru okur, doÄŸru yönlendirirsek; gerçekten de çok güzel ÅŸeyler olacağını zannediyorum. Ben Ä°slam’ın insanlık için koyduÄŸu deÄŸerlere inanıyorum. Ama Allah’ın kitabı ile indirdiÄŸi Ä°slam’ın. Bu deÄŸerler doÄŸru yorumlanır, doÄŸru anlaşılır ve doÄŸru anlatılırsa ben sekiz milyar insanın mutluluÄŸuna bu deÄŸerlerin katkı vereceÄŸine de inanıyorum. Tamamının Ä°slam’ı din olarak benimsemesi de ÅŸart deÄŸil, mümkün de deÄŸil. Müslümanın böyle bir mükellefiyeti yoktur. Yani sizin huzuruna katkıda bulunmanız için, dünyanın sizin gibi inanması gerekmiyor. Sizin gibi inanmayanlar için de güvenilir olmalısınız. Ä°man budur, mümin buna denir. Müminin ahlaki tanımı güvenilir olan, imanın ahlaki tanımı güven veren ve güvenilen demektir. Ä°slam’ın ahlaki tanımı da barış elçisi demektir. ‘Müslim’in, ‘Müslüman’ın ahlaki tanımı da barışa gönül vermiÅŸ, barışa adanmış bir hayata sahip olan demektir.

VD: Eyvallah hocam. Soruları azaltarak gidiyorum. Son iki soru. Mustafa Ä°slâmoÄŸlu sizce neden hep az ve öz kitle tarafından anlaşıldı, bunu bir kazanım olarak mı bir kaybediÅŸ olarak mı görüyorsunuz?

MÄ°: DoÄŸrusu bendeniz hiç çoÄŸa talip olmadım. Hatta hatta çok beni hep kuÅŸkulandırmıştır. Çünkü okuduÄŸum ve inandığım Kur’an’da çokluk hep yenilir. “Elhâkümü’t-tekâsür: Çokluk tutkusu sizi felakete sürükledi!” ayetinde olduÄŸu gibi. “Sen eÄŸer onların çoÄŸuna uysaydın, onlar seni doÄŸru yoldan saptırırdı!” ayetinde olduÄŸu gibi. Onun için çokluÄŸa hiç güvenmedim. Aslında çokluÄŸa itibar güç tutkusundan, güç tapıcılığından kaynaklanır. Çünkü çokluk güçtür. Malumunuz maddenin bir kanunu vardır: Kütle çekim kanunu. Kütle ne kadar büyük olursa çekim gücü de o kadar büyük olur. Büyük çekim isteyenler büyük kütle istiyorlar. Kütle aynı zamanda beyindeki ura da verilen isimdir. Kitlenin kütleleÅŸmesi, insanlık uruna dönüÅŸmesidir. Dolayısıyla Allah insanlardan kütle olmalarını istemiyor. Åžahsiyet olmalarını istiyor. Åžahsiyet. Bilinçli, akıllı, akleden, iradeli, vicdanlı, kaliteli ÅŸahsiyet.

VD: Dolayısıyla bu sizin için bir kazanım. Eyvallah.

MÄ°: Aynen öyle. Ben bunu bir kayıp olarak görmüyorum yani. Ama bu, güç peÅŸinde olan güç tutkunları için hep bir kayıp olarak görüldü. Ben onlara tebessüm etme hakkımı kullanıyorum. Åžu anda olduÄŸu gibi.

Cemaatler aslında birer kült
VD: Ülkemizde son dönemlerde artan Ä°slami cemaatler her boyutla tartışılır oldu. FETÖ olayları ve iktidarlaÅŸan cemaatler için halkımıza ne tavsiye edersiniz? Cemaatler kendi aralarında bile münakaÅŸalı, münazaalı. 15 Temmuz gerçeÄŸi de ortada, cemaatler akredite olmalı mı sizce?

MÄ°: Esasen cemaatleri ben bugün birer külte, birer kült toplumuna benzetiyorum. Bu anlamda kültlerin özelliÄŸi ÅŸudur: Dışarıya karşı kitlelerini korkuturlar. Bu korkuyu kullanarak içeridekileri ‘kul’laÅŸtırırlar! Onların akıllarını alır yerine cennet vaad ederler. Onların kiÅŸiliklerini yok ederler, yerine din, mezhep, tarikat, cemaat, parti, grup, ideoloji kimliklerini ikame ederler. Kimlikleri çok, kiÅŸilikleri yok olur. Ä°çerdekileri kullaÅŸtıranlar, yani mahallenin kalelerinin içindekileri toplu tutmak için, kaçırmamak için dışarıyı öcü gösterirler ve içeriyi de cennet gösterirler. Dışarıyı cehennem gösterirler ve bunu da onlara yutturmak için, onları buna inandırmak için de onların akıllarını kendilerine kiraya vermelerini isterler. Ortaya ÅŸu ünlü The Walking Dead dizisinde olduÄŸu gibi “Yürüyen Ölüler”e döndürürler. Alın size gassal elinde meyyit.

VD: Sorgulama yeteneklerini yok ederler.

MÄ°: “Neden” ve “niçinleri” sordurmazlar. Onun için eÄŸer bir geleceÄŸimiz olacaksa bu tip yapıların kısa zamanda yok olması için herkes elinden geleni yapmalı. Yapmalı ki saÄŸlıklı sosyalleÅŸme olsun. SaÄŸlıklı organizasyonlar kurulsun. Ä°nsan insanla organize olmalı. Çünkü ancak organize ve örgütlü toplumlar devlet gibi organize güçler karşısında hak ve hukukunu koruyabilir. Yoksa devlet karşısında bireyin hakkını birey koruyamaz. Örgütlü toplumlar lazım. Çünkü örgütlü olmayan bir toplumda insan ezilir. Ä°nsanı ezecek çok unsur var. Çok uluslu ÅŸirketler, tröstler, karteller, tekeller, teknoloji, ideolojiler, devletler… bakın ne çok. Onun için insanı korumak lazım. Ama insanı koruyacağım diye insanı kullaÅŸtıran, köleleÅŸtiren yapılar insanı korumazlar. Ä°nsanı yok ederler. Ä°nsanın içini boÅŸaltırlar ve insanı gassal elinde meyyite yani ölü yıkayıcı elinde ölüye çevirirler

Veysi Dündar (VD): Peki buradan ne çıkar?
 
 
 
Mustafa Ä°slamoÄŸlu (MÄ°): Buradan ilan edilmemiÅŸ putlar çıkar. O putlar kendilerine taptırırlar ve hiç üretmeden Karun gibi yaÅŸar Harun pozu keserler! Ä°blislik yaparlar, ama Ä°dris gibi görünürler. Hınzırlık peÅŸindedirler, ama Hızır diye uyduruk bir mitoloji pazarlarlar. Ben bu istismarın bir an evvel durması için herkes üzerine ne düÅŸüyorsa onu yapmalı diye düÅŸünüyorum. En azından her bireye düÅŸen kendi kafası ile düÅŸünüp kendi kalbi ile hissetmesi ve akleden, sorgulayan, eleÅŸtirel akıl sahibi, bağımsız bir ÅŸahsiyet olmasıdır.
 
VD: Yoksa?
 
MÄ°: Yoksa mı? Yoksa demin saydığınız istismarlar artarak sürer. O çirkinlikler asla engellenemez. Bir de o kepazeliklerin üzerine ‘Allah rızası’ kılıfı giydirilir. Zira alçaklığın en büyüÄŸü, Allah adı vererek, Allah adını kullanarak yapılandır. Onun için son sözüm ÅŸu ayet olsun: “Sakın aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!” Aldatmak kötüdür. Allah ile aldatmak en kötüdür.

VD: Evet, en kötüdür. Allah razı olsun Sn. Ä°slamoÄŸlu, vakit ayırdınız. MüteÅŸekkirim.

MÄ°: Eyvallah.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.